Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TARİHTEN SAYFALAR - Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u Fethi İle Âlem-i İslâm’a Hediye Ettiği Ayasofya - Ömer Öngüt
Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u Fethi İle Âlem-i İslâm’a Hediye Ettiği Ayasofya
TARİHTEN SAYFALAR
Hakan Yılmaz
1 Haziran 2004

 

Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u Fethi ile Âlem-i İslâm’a Hediye Ettiği Ayasofya

 

29 Mayıs 1453 Salı günü, henüz güneş doğarken Fâtih Sultan Mehmed Hân ve Osmanlı askerleri İstanbul’a girdiklerinde, şehrin her tarafında İslâm sancakları dalgalanıyordu. Umûmî fetih sabahın çok erken saatlerinde gerçekleştiği için, Sultan Mehmed Hân şehre öğle vakitlerine doğru girmek istemişti.

Öğle saatlerine doğru kır atının üzerinde, berâberinde hocaları ve ordu kumandanları olduğu hâlde, muhteşem bir alayla Topkapı’dan İstanbul’a giren pâdişâhın yanında, o anda çok sevdiği hocası Akşemseddîn -kuddise sırruh- Hazretleri de vardı. Devlet erkânı ile birlikte şehrin içine doğru vakarla ilerleyen pâdişâhın berâberinde; yanındaki çavuşlarından başka, sağında ve solunda yer tutmuş olan iki yüz kişilik bir de solaklar kuvveti bulunuyordu. Bu muhteşem manzarayı izlemeye can atan yerli halk bütün yolları doldurmuştu.

Fâtih Sultan Mehmed Hân çok genç olduğu için herkes Akşemseddîn -kuddise sırruh- Hazretleri’ni pâdişah sanıyor ve ona demet demet çiçekler sunuyordu. Akşemseddîn -kuddise sırruh- Hazretleri onlara genç pâdişâhı göstererek; "Sultan Mehmed ben değilim, odur!" derken, Sultan Mehmed de; "Siz ona gidiniz! Sultan Mehmed benim amma, o benim hocamdır; şehrin mânevî fâtihi odur!" diyordu.

Sultan Mehmed Hân ve ordusu şehre girdiği sırada, Bizanslılar’ı müthiş bir şaşkınlık ve perişanlık sarmıştı. Asker, sivil bütün halk sağa-sola koşuşuyor ve ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Halktan ve askerlerden Haliç’teki gemilere kaçanlar, hattâ intihar edenler bile vardı. Fakat halkın büyük bir kısmı, kurtuluşun en büyük kiliseye sığınmakla gerçekleşeceğine inandığından Ayasofya’ya doluşmuştu.

Yenilginin ve işgâlin meydana getirdiği bu şaşkınlıkla birlikte, son bir ümitle Ayasofya’ya koşuşan halk, şehrin düştüğü gün Ayasofya’yı ağzına kadar doldurmuş; içeriye girdikten sonra kilisenin kapılarını sımsıkı kapatmışlardı.

Pâdişahtan başka herkesin yaya yürüdüğü muhteşem alay, büyük bir azâmetle ilerleye ilerleye, şehrin içlerine kadar gelmişti. Fâtih Sultan Mehmed Türk askerlerinin kale burçları dâhil, şehrin her tarafından göklere yükselen tekbîr ve ezân sesleri arasında, nihâyet Ayasofya önlerine geldi.

Ayasofya’ya gelince atından inen pâdişah, burada büyük bir kalabalığın toplanmış olduğunu gördü. Mâbedin sımsıkı kapanan kapıları içeridekiler tarafından açılmayınca, Osmanlı askerleri tarafından kırılarak içeri girildiği zaman, pâdişah; kadın, erkek, çoluk-çocuk her sınıftan insanın meşhur mâbede sımsıkı doluşmuş olduğunu gördü. Muzaffer Türk pâdişâhını karşılarında gören halk ve papazlar, hemen ağlayarak yerlere kapandılar. O zaman, büyük bir kumandan olduğu kadar, zımmîler hakkındaki ilâhî hükme riâyetkâr da bir mümin olduğunu gösteren pâdişah, karşısında eğilen kalabalığın önünde bulunan eski ortodoks patriğine ve etrâfındaki halka;

"Kalkınız! Ben Sultan Mehmed; sana, emsâllerine ve bütün halka söylüyorum ki; bu günden itibâren artık ne hayâtınız ve ne de hürriyetiniz husûsunda benim gazâbımdan korkmayınız!" diye hitapta bulundu.

Sonra da, can ve mal korkusu taşıyan Hristiyan halkın hayâtına dokunulmaması için; aralarında Cenevizliler’in de bulunduğu bütün sanat ve ticâret erbâbı ile halkın, din ve mezheb yönünden hür olduklarını ilân eden bir ferman yayınlattı.

Fâtih Sultan Mehmed, Bizans’ın en büyük şâheserlerinden biri olan bu muhteşem mâbedin, Cumâ gününe kadar derhâl câmîiye dönüştürülmesini emretti. Hükümdâr’ın fetihten sonraki ilk Cumâ namazını burada kılmayı arzu ettiğini gören vazîfeliler; pâdişah Ayasofya’dan ayrılıp otağına döner dönmez derhâl faaliyete geçtiler. Hıristiyanlığa âit kutsal eşyâları dışarı çıkarıp, müslümanların ibâdet edebilmeleri için gerekli olan; mihrap, minber gibi şeyleri üç gün içerisinde hazırlayıp tamamladılar. Nihâyet 1 Haziran Cumâ günü mâiyyetiyle birlikte Ayasofya’ya gelen Fâtih, fetihten sonraki ilk Cumâ namazı’nı bu muhteşem mâbedde kıldı; Akşemseddîn -kuddise sırruh- Hazretleri de burada onun adına bir hutbe okudu.

Akşemseddîn -kuddise sırruh- Hazretleri’nin, 1 Hazîran 1453 târihindeki hutbesiyle ibâdete açtığı Ayasofya Câmii, fethin en büyük timsâli ve Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın en büyük fetih ganîmetiydi. Fâtih, fetihten sonra kendisine sunulan Bizans servet ve hazînelerinin hepsini reddetmiş; fetih ganîmeti olarak ancak Ayasofya ile birlikte yedi kiliseyi kabul etmeye râzı olabilmişti.

Peygamberî övgüye mazhar olan cihân sultânı, fethin mânevî timsâli olan Ayasofya’yı, kıyâmete kadar câmiî olması şartıyla Allah yolunda vakfederek, orada hazır bulunan müslüman gâzîlere şu sözleri söyledi:

"Benim bu mâbedim, dünya durdukça cami olarak kalacaktır. Her kim benim bu mâbedimi camilikten çıkarıp başka bir şeye çevirirse; Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun! Onlar, hiç hafiflemeyen bir azâbın içinde kalsınlar! Öyle ki, yüzlerine bakan ve kendilerine şefaat eden hiç kimse bulunmasın!.."

Fâtih, haklı bir ganîmet olarak kendisine bağışlanan Ayasofya’yı yeniden tâmir ettirip, binânın güneybatı köşesine ahşap bir minâre yaptırdı. Ayasofya'nın tapusu Fâtih'in üzerine idi ve dört yüz seksen bir yıl boyunca da hep öyle kaldı.

Cihân pâdişâhı Fâtih Sultan Mehmed, büyük Rum şehrinin en büyük kilisesini câmiîye çevirerek, Kostantîniyye’nin artık bir İslâm şehri olduğunu; 655’ten 1453’e kadar devâm edegelen İslâm akınlarının artık hedefine ulaştığını ve büyük bir İslâm gâyesinin gerçekleştiğini bütün dünyâya ilân etti.

Ayasofya Câmiî 27 Ağustos 1934’te, müzeye çevrilmek üzere ibâdete kapatılmış, içindeki İslâm nişâneleri kaldırılmış ve etrâfındaki medreseler yıkılmıştır. Hattâ ünlü Osmanlı hat üstâdı Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye âit olan, üzerlerinde "Allah Celle Celâlühû", "Muhammed Aleyhisselâm" ve dört halîfenin isimlerinin yazılı bulunduğu 7,5 m. çapındaki levhalar, Ayasofya'dan çıkarılmak için yerlerinden sökülmüş ise de; mâbedin hiçbir kapısından sığmayınca tekrar yerlerine asılmıştır.

 

Fâtih Sultan Mehmed Han,
Ayasofya’nın bakımsız hâlini görünce hüzünlenmiş ve
duygularını Farsça bir beyitle dile getirmişti:

"Tursun Bey Târihi"nde kaydedildiğine göre; fetihten sonra Ayasofya’ya gelen Pâdişâh, mâbedin iç kısımlarına şöyle bir göz attıktan sonra, kubbeye çıkıp bir de etrâfındaki binâlara bakmış; yapının ve çevresindeki ek binâlarının tamâmen harâbe hâline gelip, yıkılmaya yüz tutmuş olduğunu görünce, buruk ve hüzünlü bir ifâde ile şu meşhur Farsça beyiti söylemişti:

"Örümcek Hüsrev’in sarayında perdeci olmuş,
Baykuş Afrasiyab kalesinde nöbet borusu çalar!"

Peygamberî müjdeye eren yüce pâdişâh, bu sözleriyle; dünyânın gelip-geçiciliğini, Hüsrev ve Afrasiyab gibi, kudretiyle tanınmış büyük hükümdarların bile eninde sonunda bu köhne âlemi bırakıp gittiklerini, dünyânın mâmur yerlerinin er-geç harâbeye dönüşeceğini unutmamak; onun aldatıcı câzibesine gönül kaptırıp, aldanmamak gerektiğini ifâde etmek istemişti.

 

Ayasofya’nın Yıkılan Kubbesi,
Ancak Resulullah Aleyhisselâm’ın
Tükrüğü ile Tutturulabilmişti:

Evliyâ Çelebi’nin "Seyahatnâme"sinde; Ayasofya’nın, Resulullah –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in doğum târihi olan 571 mîlâdî yılında geçirdiği bir depremden bahsedilirken, kubbesinin onarılışı ile ilgili şu ilginç rivâyet göze çarpar:

"Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın doğduğu gece vukû bulan zelzeleden; Kisrâ sarayı, Kızılelma ve Ayasofya’nın kubbesi yıkılmış idi. Bir müddet zamân geçtikten sonra, Hızır Aleyhisselâm’ın hatırlatması ile Busrâ’da ikâmet eden üç yüz keşiş, râhib Bâhirâ’nın öncülüğünde Mekke’ye geldiler. O zamân küçük yaşta olan Muhammed Aleyhisselâm’ın ağzından bir mikdar tükürük ile, mübârek ellerinin sûretini aldılar. Ebû Tâlib’in el yazısı ile ceylân derisi üzerine resmedilen bu sûret, hâlen bir kutuda saklıdır.

Elhâsıl Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-in ağız suyundan, zemzem suyundan ve Mekke’nin pâk toprağından bir mikdar alan papazlar İstanbul’a geldiler; Ayasofya’nın yıkık olan kısmını bununla tâmir ettiler.

Peygamber Aleyhisselâm’ın tükrüğü ile yapılan yer, kubbenin kıble cihetinde, otuz iki nakışlı olarak hâlen bellidir. Bunu bilenler o yere nazar ettiklerinde; ‘Allâhümme salli alâ Muhammed!’ derler. Zîrâ bu kısım, kubbenin diğer yerlerinden daha parlaktır. Fetihten sonra Fâtih; ‘Bu kubbe Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in ağız suyu ile ayakta tutuldu!’ diye, tâ kubbenin ortasına zincir ile altın bir top asmıştır ki, bunun içi elli Rum kilesi buğday alır.

Bu top altında Hızır’ın ara sıra sâlih müslümânlar ile buluştuğunu söylerler." (Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi; c.1, s.89)


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR