Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - Kalem Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (3) - Ömer Öngüt
Kalem Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (3)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Mart 2004

 

Kalem Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (3)

ÜCRET İSTEMEYEN PEYGAMBER

 

Secdeye Dâvet:

Kıyamet gününün ilk başlangıcında Allah-u Teâlâ’ya ibadet edenlerin kim olduğu ve O’nu inkâr edenlerin kim olduğu, bütün işlerin hakikatleri ve asılları ayan-beyan ortaya çıkacaktır. Hakikatin üzerinden perde kalkar. O gün gam, keder, sıkıntı ve şiddet günüdür. Zorluklar kat kat artar. O gün korkular ve büyük işler birbirine karışır.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“O gün baldırlar açılır ve secdeye dâvet edilirler, fakat güç getiremezler.” (Kalem: 42)

Ahirette müminler ilâhî dâvete gönül verip secdeye kapanırken, mütekebbirler sırtlarındaki günah yükünün ağırlığı ile secde imkânı bulamazlar.

Ebu Saîd-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te beyan buyurulduğuna göre; mümin erkekler ve kadınlar Allah-u Teâlâ’ya secde ederler, riyâ ve gösteriş olarak secde edenler ise geri kalırlar. Onlar secde etmeye çalışırlar, fakat sırtları tek bir saç haline gelir, secde edemezler. (Buhârî-Müslim)

O günün şiddetinden hayretler ve dehşetler içinde ne yapacaklarını bilemezler. Bir faydası olmadığı halde secdeye kapanmak için can atarlar, fakat güçleri yetmez. Ne başlarını kaldırabilirler, ne de bellerini eğebilirler. Dehşet ve şiddetten sinirleri tutulmuş gibi olur. Değil secde etmeye, işarete bile güçleri yetmemektedir. Onlar bu şereften ebedî olarak mahrumdurlar. Bu mahrumiyetleri, hasret ve pişmanlıklarını kat kat artırır.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Gözleri dönmüş olarak yüzlerini zillet bürür. Halbuki onlar sapasağlam iken de secde etmeye davet ediliyorlardı.” (Kalem: 43)

Dünyada sağlıkları yerindeyken, elleri ayakları tutarken; secdeye, ibadete davet edildikleri halde iltifat etmemişler, icabetten kaçınmışlardı. Güçleri yetmesine rağmen, gönül hoşluğu ile secdeye yanaşmamışlardı. O vakit başlarında bu dertleri de yoktu.

Onların bu secdeye dâvet edilmeleri yükümlülük için, kulluk için değil; kınamak, başa vurmak ve utandırmak içindir.

 

Kâfirlere Verilen Mühlet:

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde zulüm ve isyanlarına rağmen kullarına belirli bir zamana kadar ruhsat verdiğini, süre dolunca da bu ruhsatı ellerinden alacağını haber vererek şöyle buyurur:

“Bu sözü yalan sayanlarla beni başbaşa bırak.” (Kalem: 44)

Yaptıklarından etkilenme, söylediklerine karşı kalbini meşgul etme, onları bana havale et, ben onlara neler yapılması gerektiğini bilirim.

“Biz onları bilmeyecekleri bir cihetten derece derece azaba yaklaştırıyoruz.” (Kalem: 44)

Azapları ertelemek, ömürleri uzatmak, genişlik bolluk vermek, darlığa düşürmemek... gibi mühletler şeref ve üstünlük alâmeti değildir. Görünüşte nimet, gerçekte ise azaptır. Onlar farkına varmadan Allah-u Teâlâ azaplarını artırmayı murad etmektedir.

“Ben onlara mühlet veriyorum.” (Kalem: 45)

Günahları artsın diye onlara süre tanır. Onlar da iyi bir iş yaptıklarını zannederler.

“Şüphe yok ki, benim tuzağım metindir.” (Kalem: 45)

Onun tuzağına kimse engel olamaz. Tam sırası gelince bir anda iplerini çekiverir.

 

Ücret İstemeyen Peygamber:

Resulullah Aleyhisselâm, insanları Allah yoluna dâvet vazifesini yerine getirirken, ilâhî hoşnutluktan başka hiç kimseden hiçbir ücret ve herhangi bir karşılık talep etmemiştir.

Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’ın tebliği karşısında hiçbir ücret istemediğini çok iyi bildiği halde, bu hususu duyurmak ve insanları ikaz etmek için şöyle buyurmaktadır.

“Resul’üm! Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden ağır bir borç altında mı kalıyorlar?” (Kalem: 46 - Tûr: 40)

Böyle zannediyorlarsa bu zanları yanlıştır. Böyle bir talepte bulunmaktan elbette ki müteâlidir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde, iman etmedikleri için müşrikleri kınamaktadır. Yoksa Resulullah Aleyhisselâm onlardan hiçbir ücret istememekte, hiçbir menfaat beklememektedir. Sahibi onu dünyada da ahirette de rızıklandırır, büyük mükâfatlara nâil buyurur. Rezzâk-ı âlem O’dur.

Resulullah Aleyhisselâm hiçbir zaman halktan en küçük bir menfaat beklemiş değildir. İltifat da istemiş değildir. Bütün iş ve icraatları Allah içindir. Onların yolundan gidenlerin de gidişatı böyledir.

Bir peygamber olarak insanların kurtuluşundan başka hiçbir şey istememektedir. Onların ıslah olması en büyük ücrettir.

Ancak Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmak için, din-i İslâm’ın izzeti ve ehl-i imanın kuvveti için, malını infak etmek isteyen kimse de men olunmamıştır. Böylece kıyamete kadar her devirdeki müslümanlara güzel bir numune, şaşmaz bir ölçü bırakılmıştır.

“Yoksa gayb (bilgisi) onların yanında da onlar mı yazıyorlar?” (Kalem: 47)

Bunun için mi inkâr etmekte ısrar ediyorlar, akla ve Kitab’a uymaz hükümler veriyorlar, ilâhî hükmün başlarına ineceği ilâhî azap gününden çekinmiyorlar?

 

Yunus Aleyhisselâm:

Allah-u Teâlâ Yunus Aleyhisselâm’ın başından geçenleri Muhammed Aleyhisselâm’a hatırlatmış; mücadelesinde sabırlı olmasını, yalanlayanların eziyetlerine katlanmasını, yılmamasını, azmi elden bırakmamasını tavsiye etmiştir.

Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:

“Resul’üm! Sen Rabb’inin hükmünü sabırla bekle!” (Kalem: 48)

İlâhî emirleri halka duyurmaya azimle devam et. Sana olan yardımını er veya geç gönderecek, ilâhî hükmü ortaya çıkaracak, seni muhaliflerine karşı muzaffer kılacaktır.

“O, balığın arkadaşı Yunus gibi olma!” (Kalem: 48)

Rabb’inin kesin emrini gözet, sabırla işin sonuna bak!

“Hani o dertli dertli Rabb’ine niyaz etmişti.” (Kalem: 48)

Balığın karnında karanlıklar içinde olduğu halde naz ile niyaz etmekten uzak durmadı.

Zor şartlar altında kalınsa bile bu şekilde davranılmaması gerekiyordu. Yunus Aleyhisselâm’ın zellesinin sebebi bu idi.

Fakat onun samimi itirafı, aczini ortaya koyuşu, azamet-i ilâhî karşısında boyun büküşü kurtuluşuna vesile oldu.

“Şayet Rabb’inden ona bir lütuf nimeti erişmemiş olsaydı, kınanmış olarak sahile atılacaktı.” (Kalem: 49)

Fakat Allah-u Teâlâ ona büyük bir lütufta bulundu, tevbe etmeye muvaffak kıldı, kınanmaksızın dışarıya çıkardı.

Diğer Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:

“Eğer Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar diriltilecek güne kadar balığın karnında kalacaktı.” (Sâffât: 143-144)

Zühd ve takvâsı, zikir ve tesbihi kendisi için büyük bir nimet ve rahmet olmuştu. Yoksa kıyametten evvel berhayat olarak bir daha dünya yüzüne gelemeyecekti. Bu balığın karnı kıyamete kadar ona mezar olabilirdi.

O tesbihi o tehlili de ona ilham eden Allah-u Teâlâ idi.

Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre bu duâ gelip arşı kuşattığında melekler:

“Ey Rabbimiz! Biz uzak bir yerden zayıf bir ses işitiyoruz.” dediler.

Allah-u Teâlâ:

“Siz bu sesin sahibini tanıyor musunuz?” diye sordu.

“Ey Rabbimiz! O kimdir?” dediler.

“Kulum Yunus’tur!” buyurdu.

Melekler: “Her gün ve her gece salih amellerin, icabet buyurulan duâların kendisinden yükseldiği kulun Yunus mu?” dediler.

“Evet!” buyurdu.

“Ey Rabbimiz! Bollukta yaptıklarından dolayı ona rahmet edip onu bu musibetten kurtarmayacak mısın?” diye sordular.

Allah-u Teâlâ:

“Evet kurtaracağım!” buyurdu ve Yunus Aleyhisselâm’ı artık dışarıya çıkarması için balığa emretti. (İbn-i Kesir)

Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Biz de onun duâsını kabul ettik ve onu üzüntüden kurtardık.” (Enbiyâ: 88)

Allah-u Teâlâ bir süre dinlenip eski sıhhat ve âfiyetine yeniden kavuşan Yunus peygamberine, kavminin yanına gidip tevbelerinin kabul edildiğini kendilerine haber vermesini emrederek onu sayıları yüz bin kadar olan halkının üzerine tekrar irşad için gönderdi.

Âyet-i kerime’de:

“Fakat Rabb’i onu seçti ve onu sâlihlerden kıldı.” buyuruluyor. (Kalem: 50)

Onu arıttı, kınanmış olmaktan korudu, yeni baştan vahyine nâil etti.

 

Kâfirlerin Peygamber’e Hâince Bakışları:

Mekke kâfirleri Resulullah Aleyhisselâm’ın dâvetini şiddetle reddediyorlardı. O kadar kızgın idilerdi ki, Kur’an dinlemeye hiç tahammül edemiyorlardı. Kin ve nefretleri gözlerinden okunuyordu.

“O kâfirler Zikr’i işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi.” (Kalem: 51)

Azılı düşmanlıklarından ve kıskançlıklarından dolayı, kem gözlerinin kötülükleriyle ellerinden gelse seni yok edeceklerdi.

“Ve: ‘O bir delidir!’ diyorlardı.” (Kalem: 51)

İnsanları ondan uzaklaştırmak maksadıyla böyle söylüyorlardı, yoksa onun akıllı olduğunu onlar da çok iyi biliyorlardı.

Allah-u Teâlâ onlara cevap olarak şöyle buyurdu:

“Halbuki o Kur’an âlemler için bir öğüttür.” (Kalem: 52)

Bütün insanlar ve cinler için hidayet kaynağıdır.

Kalem sûre-i şerif’inin bu son iki Âyet-i kerime’sinde “Nazar değmesi”nin hak olduğuna dâir delil vardır.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’in odasında yüzünde sarılık eseri bulunan bir kız çocuğu gören Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Bu kızcağızı okutunuz. Buna nazar değmiştir.” buyurdular. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1933)

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz şöyle buyuruyorlar:

“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- göz değmesine karşı okunmasını bana emretti.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1932)


  Önceki Sonraki