Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - "Büyük Ortadoğu" Avcıları Türkiye'yi Avlamaya Çalışıyor! - Ömer Öngüt
"Büyük Ortadoğu" Avcıları Türkiye'yi Avlamaya Çalışıyor!
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Mart 2004

 

“Büyük Ortadoğu” Avcıları
Türkiye’yi Avlamaya Çalışıyor!

 

Dünyamız büyük çalkantılar, büyük fırtınalar, büyük harpler öncesindeki belirsizlik günlerinden geçiyor. Türkiyemizin bütün enerjisini ve kuvvetini bu belirsizlik ortamını kazasız atlatma -hatta kazanca çevirme- yollarına odaklaması gerekiyor.

Ancak maalesef idarecilerimizde bu bilinci bulmak mümkün olmuyor. Hükümetin bütün enerjisini Avrupa Birliği’nden “Müzakere tarihi” almaya odaklaması birçok dış siyaset problemini beraberinde getiriyor; lüzumsuz, gereksiz ve hatta çok zararlı tavizleri doğuruyor.

Hükümetin muhtemelen büyük başarılar kazanacağı yerel seçimlerin yapılacağı şu günlerde bu acı gerçekleri dile getirmek bazılarının garibine gidebilir. Ancak acı da olsa doğruları elden geldiğince basiret sahibi kulaklara ulaştırmak bizim öncelikli vazifemizdir. Unutulmamalıdır ki kendisine güzel söz söyleyen dalkavuklarıyla ömür geçiren krallar sadece kendilerine değil, ülkelerine de büyük zararlar vermiştir. Bugünün idarecileri için de aynı tehlike sözkonusudur. Bu sebeple yapıcı eleştirilere, samimi ikazlara kulak vermekle mükelleftirler. “Ben biliyorum”da ısrar edilirse sonunda başımızı taşlara vururuz, ancak iş işten geçmiş olur.

Dünyayı bir okyanus, ülkeler arası siyaseti fırtına, Türkiye’yi de bir gemi olarak tasavvur ettiğimizde; Türkiye uzun yıllar boyunca şiddetli fırtınalar arasında, derin sularda savrulmuştur, savrulmaya devam etmektedir. Gemi personeli arasında düşman gemilerini dost, düşman emellerini kurtuluş ve selamet reçetesi olarak göstermeye çalışan hainler hep olmuşlardır. Gemi personeli çok zaman bu fitne ve göz boyamanın tesirinde kalmıştır. Bu sebeple Türkiye gemisi hala bu derin sularda yüzmeye devam ediyorsa bu, gemiyi idare eden personelin bir başarısı değildir. Bu Hazret-i Allah’ın bir lütfudur.

Üzülerek söylemek gerekiyor ki, bu fitne ve göz boyamalar hala devam ediyor ve daha kötüsü hala idarecilerimiz bu fitne ve göz boyamaların tesirinde kalıyor.

 

“Büyük Ortadoğu Projesi”,
(Yahudiler Türkiye’yi Avlamaya Çalışıyor):

Amerikan söylemi ve icraatı olarak karşımıza çıkan birçok şeyin aslında bir yahudi planı olduğunu artık herkes biliyor. Bush yönetiminin yahudi hakimiyetindeki kendi bürokrasisine teslim olduğu günden bu yana çok büyük hadiseler yaşandı. Çok çok daha büyükleri de icra edilmeye çalışılıyor.

“Büyük Ortadoğu Projesi” ismini verdikleri planı “İslâm Dünyası’nı Değiştirme ve İşgal Etme Projesi” diye de tercüme edebiliriz. Zira artık açıkça tartışılan bu proje Haziran ayında Türkiye’de yapılacak NATOzirvesininin de en önemli gündem maddesi durumunda. Bu planın görünürdeki sahibi ABD’liler “Büyük Ortadoğu”dan ne kastettiklerini açıkça dile getiriyorlar, Atlas Okyanusundan başlayıp, Kuzey Afrika, Güney Asya, Orta Asya diye coğrafi tanımlamalar vererek bütün İslâm dünyasını bu proje kapsamında düşündüklerini gizlemiyorlar.

Böyle bir proje ile ortaya çıkan bir kimse haliyle Türkiye’yi yanına almak, kullanmak isteyecektir. Osmanlı’ya yapılan vurgular bu avlama taktiğinin bir neticesidir.

 

Türkiye Bu Plandan Faydalanabilir mi?

Türkiye adeta geçen yılın başlarında yaşanan Irak’ı işgal günlerinin benzeri bir sürece girmiştir. Ortada yine bir işgal süreci var. Ve yine bu süreçten karlı çıkmanın hesabını yapan Türk karar vericileri...

Türkiye bu plana direndiği zaman Osmanlı günlerine dönme fırsatını kaçıracak mıdır? İslâm dünyasındaki etkisi yok olacak mıdır?

Türk dış politikasının oluşmasına katkı sağlayan karar mercilerinin söz ve hareketlerine bakıldığı zaman bu süreçten karlı çıkmanın hesabını yaptıklarını, en azından ABD ile eşzamanlı ve paralel bir proje takip etme niyetinde oldukları anlaşılmaktadır. Karar mercilerine katkı sağlayan en önemli şahsiyetlerden birisi olan Ahmet Davutoğlu gibi dış politika üstadlarının bile bu fikirde olması, birkaç seneye kadar Küresel Aktör olarak hareket edeceğimizden bahsetmesi bu düşüncelerin yanlışlığını savunmayı zorlaştırmaktadır.

Bu planın bir parçası olarak bu süreçten kârlı çıkmamız mümkün değildir. Peki hem bu planın bir parçası olmamak, hem de Amerika ile birlikte hareket etmek mümkün müdür?

Türklerin küresel bir güç olması hiçbir zaman bu kadar kolay olmamıştır. Böyle bir planınız varsa bunun askerî, teknolojik, ekonomik, insanî altyapısı da az-çok bulunmalıdır.

Ekonomisi hala riskli, -ne kadar güçlü olsa bile- bölgesel kaygılar düşünülerek dizayn edilmiş bir ordusu olan Türkiye ABD’yi destekleyerek “Büyük Ortadoğu Projesi”ne dahil olmaya çalıştığı anda bu projenin bir piyonu olmayı kabul etmiş demektir.

Tarih, ders ve ibret almak için vardır. Ve yüzyıllar öncesine gitmemiz gerekmiyor. Sadece bir yıl önce yaşadıklarımız düşünülürse sözlerimiz daha iyi anlaşılacaktır. Türkiye geçen yıl ABD’ye tam destek vermiş olsa idi, şimdikinden daha iyi bir pozisyonda mı olacaktı? Türkiye’den alacağı benzinin vergisine kadar pazarlık yapan ABD Irak’ta Türk askerine ne kadar izin vermişti?

Türkiye “Hayır” dediği ölçüde Irak işgali sürecinden karlı çıkmıştır. Dünya ülkeleri arasında itibarlı bir yere kavuşmuştur. Sözü ve hareketleri dikkatle takip edilir, hatta dinlenir hale gelmiştir.

Bugün de hemen hemen aynı süreç yaşanmaktadır. Türkiye yine “Hayır” dediği ölçüde itibarını kurtaracaktır. İslâm ülkelerinde manevî otoritesi artacaktır. ABD buralarda kalıcı değildir. ABD’ye hayır diyen bir Türkiye, işte o zaman “Büyük Ortadoğu’nun Lideri” olacaktır. 2 sene sonra kişiliksiz, karaktersiz bir küresel güç olacağımıza 15 sene sonra kişilikli, sevilen, sayılan, çekinilen bir Küresel güç olmayı tercih etmemiz lazım.

Yine tarihten ders ve ibret almak iyidir de tarihte yaşananlarla birebir benzerlikler kurmak doğru değildir. Her zamanın kendine özel şartları vardır. Mesela Sultan Abdülhamit Birinci Dünya Savaşı öncesinde Küresel güçler arası rekabetten azami istifade sağlamayı becerebilmiş bir siyasi deha idi. Bu politikadan ders almak mümkündür. Ancak şartlar o günle aynı değildir. O günkü mücadele sömürge imparatorlukları arasındaki klasik bir çekişmeydi. Bugünkü gibi manevî, dinî altyapısı yoktu. Bugün Amerika’yı destekleyen ülkelerde bile Amerika’ya karşı tiksinti ile bakan geniş kitleler bulunmaktadır. Kitle haberleşme araçları bugün çok gelişmiştir. Bugünkü Amerika’yı desteklemekle ogünün İngiltere’si ya da Almanya’sı ile müttefik olmak arasında bu açıdan çok büyük bir fark vardır. Bu yüzden sadece analitik düşünmek, akademik çerçevede çakılı kalmak doğru karar vermeyi engellemektedir.

İkincisi Osmanlı bütün çürümüş yapısına rağmen son günlerinde bile dünya üzerindeki birkaç imparatorluktan birisi idi. İnsanlar nezdindeki algılama böyle idi. Bugün Türkiye’nin algılanması çok daha farklıdır. Çok daha kişiliksiz bir profili vardır. Bu sebeple Türkiye tabir caizse “İmaj yatırımı” yapmak zorundadır.

Diğer önemli bir husus biz hafızamızı kesintiye uğratmışızdır. Bugünkü yalpalamaların en büyük sebeplerinden birisi de budur. Şöyle ki; büyük devletlerin Osmanlı ile mücadelesi bizim için Romalılarla Perslerin mücadelesi gibi tarihten bir sahne gibidir. Oysa bir İngiltere’nin veya Avrupalı’nın hafızası en az 300 yıllıktır. Hatta bin yıllıktır. Onlar için Türkiye ile Osmanlı arasında bir fark yoktur. Serdar Turgut’un dediği gibi Osmanlı ile olan hesaplarını henüz bitirmediklerini düşünmektedirler.

“Küresel Güç” söylemi ile ortaya çıkar, üstüne üstlük bunu ABD’den bağımsız yapabileceğinizi iddia ederseniz, İslâm dünyasının bir tehdit olduğunu iddia ederek bir Hıristiyan ittifakı kurmaya çalışanların ekmeğine yağ sürmüş olursunuz. Çatlaklardan faydalanayım derken çatlaklara tutkal olmak da var.

 

İç Bütünlük Sağlanmadan Küresel Güç Olamayız:

Aslında bütün bu zorlukları aşmak mümkündür. Bunun yegane ve öncelikli şartı iç bütünlüktür. Kurumlar ve kişiler arasında fikir ayrılıkları olabilir. Ancak Türkiye’deki durum çok daha farklıdır. Türkiye’nin kurumları ve idare mekanizmaları arasında bir çekişme vardır. Bu çekişme basın tarafından ideolojik bir kavgaya dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Bunun yanında bazı iddialara göre hükümet Avrupa ve ABD nezdindeki genel kabul görme siyasetini içerideki otoritesini kuvvetlendirmek için kullanmak istemektedir.

Her ne ise, sonuçta Türkiye iç bütünlüğe sahip değildir. Bütün aktörleri tek bir hedefe yönlendirebilecek yetenekte gerçek bir liderden de mahrumdur. Batılı ülkeler bu halimizden istifade etmek istemektedirler ve nitekim ediyorlar da.

Osmanlı, kuruluş ve yükseliş devirlerinde bu bütünlüğe sahip olduğu için kendisinden kat kat üstün ordulara, devletlere karşı başarılar kazandı. Yıkılış sürecinde bu bütünlüğü kaybettiği için başarısızlıklar peşi sıra geldi. Balkan savaşı çıktığında (1912) Batılı devletler Balkan devletçiklerinin Osmanlı’ya karşı tutunamayacağını düşündükleri için Balkanlarda sınır değişikliklerini kabul etmeyeceklerini deklare etmişlerdi. Ancak bu savaşta hiç beklenmedik ağır bir yenilgiye uğramamızın sebebi yine bu bütünlüğün kaybedilmiş olmasıydı.

İç bütünlüğümüzü sağlayamamızın en önemli öğelerinden birisi Batılı ülkelerin nüfuzu altına girmiş unsurların haddinden fazla devlet yönetiminde söz sahibi olmasıdır. Osmanlı’nın çöküş sürecindeki en önemli sebeplerden birisi de bu idi. Mesela Yalçın Küçük Türkiye bürokrasisindeki bazı kilit görevlere ibrani kökenli olmayanların gelemediğini, gerçek derin devletin bu olduğunu iddia etmektedir.

Türkiye’nin öncelilki problemleri bunlardır.

 

Güvenlik-Özgürlük Çelişkisi, Model Ülke Sendromu:

Ahmet Davutoğlu CNN Türk’te 18 Şubat’ta yaptığı konuşmada Türkiye’nin ufkunu açıcı birçok konudan bahsetti. Kendisinin “Köprü Ülke” zihniyetine getirdiği haklı eleştiriler gibi “Model Ülke” zihniyetine de eleştiri getirmesini beklerdik. ABD bizden model olmamızı bekliyor diye biz model olma kaygısı taşımak zorunda değiliz. Üstelik kimse bizden model olmamızı beklemiyor. Güçlü, istikrarlı bir çekim merkezi olmamız yeterli. Bunun için elbette Türkiye iç siyasal meşruiyetini oturtmalı, halkıyla kavgalı görüntüsünü yoketmelidir. Bunu yaparken dayandığı felsefe “Model ülke” değil, “Merkez ülke” olmalıdır.

Bunun gibi daha önceki yazılarımızda birkaç sefer değindiğimiz gibi özellikle iktisadi ve siyasi hayatta özgürlükler kontrol altında tutulmalıdır. Bu kontrolü sağlayamayan ülkeler ABD’nin ve küresel tekellerin işgalinden kurtulamaz, dolayısı ile siyasal bağımsızlık elde edemez. Bugün siyasal bağımsızlığını koruyabilen Çin ve Rusya’ya bakıldığında bunun örnekleri görülecektir. Avrupa’nın büyük ülkeleri bile siyasal olarak tam bağımsız hareket edememektedir. Fransa’nın bağımsızlığı bile bir yere kadardır.

Kendi insanımıza güven temelli özgürlükleri geliştirme gayretleri ile küresel güçlerin sinsi sızma taktiklerini engellemeye yönelik kısıtlamalar arasında hassas bir denge kurulmalıdır. Bağımsız karaktere sahip bir ülke olabilmemiz için bu şarttır.

 

Başbakan’ın Dış Politika’sı
Yanlış Temel Üzerinde Gidiyor:

Başbakan’ın açıklamaları incelendiğinde şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Hükümet mevcudiyetini ve iktidarını Avrupa Birliği’nden tarih almaya endekslemiş görünmektedir.

Bir “Reelpolitik” söylemi içerisinde Avrupa ve ABD’ye tavizler vermek politik bir sanat gibi algılanmaktadır.

Yahudi büyük bir oyun oynamaya çalışırken, Amerika müslümanların ve bütün dünyanın nefretini üzerine toplarken yahudiye taviz vermek İslâm’a da yakışmaz, Türk devleti’ne de yakışmaz. Yıllar yılı Amerikalara gidip yahudi kuruluşlardan ödül alan idarecilerimize en hafif tabiri ile kuşku ile bakarken, bu kuşkulu bakışlardan şimdiki hükümet başkanını muaf tutmak için gerekçeler üretmekle meşgul olamayız, yanlış kim yaparsa yapsın yanlıştır.

Eski İsrail Dışişleri Müsteşarı Alon Liel Antalya’da Kürt Devleti’nin İsrail’in çıkarlarına uygun olduğunu ancak Türkiye istemediği için desteklemediğini, MOSSAD ajanlarının böyle bir işin içinde iseler çok büyük hata yaptıklarını ancak Türkiye’nin kendisini Bağımsız Kürt Devleti kurulması dahil her türlü ihtimale hazırlaması gerektiğini söylemiştir.

Bu sözlerin inşaallah Başbakanımızın Amerikan Yahudi Kongresi’nden *Cesaret Örneği Ödülü” alması ile bir alakası yoktur.

Bu icraat hataları “Ben Merkezli” düşüncelerden çıkıyor tahminindeyiz. Gerçek müslüman dini için, gerçek vatanperver ise vatanı için gerektiği zaman kendisini de feda edendir.

Düşünce temelimiz Türkiye merkezli olmak zorundadır.


  Önceki Sonraki