Muhterem Okuyucularımız;
Şüphe yok ki, sonradan yaratılan her şeyin bir sonu bir ölümü vardır, her şey er veya geç zeval bulacaktır. Dünyanın da bir ölümü vardır. Allah-u Teâlâ dünyanın ömrünü sona erdirmeyi murad ettiğinde, İsrafil Aleyhisselâm’a Sûr’a üfürmesini emreder.
Onun Sûr’a üfürmesi ile kıyamet kopar.
Sûr’a ikinci defa üfürünce de, ruhlar cesetlerine dönerek diriliş meydana gelir.
“Ruhlar bedenlerde birleştirildiği zaman!” (Tekvir: 7)
Allah-u Teâlâ bu üfürmeyi ruhların tekrar cisimlerine dönüp yerleşmesine bir sebep yapacaktır.
Kıyametin kopması için bir zamana ihtiyaç yoktur. Bir göz kırpması ile her şey olur biter. Onun gelişi ne belli bir uzaklıktan görülebilir, ne de ona karşı insan kendisini koruyabilir. Gelişine karşı hazırlık yapmak da mümkün değildir.
“Kıyamet saatinin kopuşu bir göz kırpması kadar yahut daha yakın bir zamanda olur. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir.” (Nahl: 77)
Gerek kıyametin kopuş anı, gerekse kabirlerden kaldırılıp mahşere sevk edilme günü en korkulu merhalelerdir. Kâfirlerin kalpleri o günün dehşeti ile boğazlarına gelip dayanacaktır. Korkularının şiddetinden ötürü konuşamaz, dillerini döndüremez hale gelirler.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’üm! Onları o yaklaşan güne karşı uyar.
Öyle bir gün ki, yürekleri ağızlarına gelir ve kederlerinden yutkunur dururlar. Zâlimlerin ne bir dostu, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçisi vardır.” (Mümin: 18)
Kıyamet koptuğunda yeryüzü peşpeşe sallanacak ve sarsılacak, üzerindeki bütün yapılar yıkılıp yok olacaktır. Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Hayır!.. Hayır!.. Yer bütünüyle sallanıp, paramparça edildiği zaman.” (Fecr: 21)
Yerin paramparça edilmesi, silinip düzlenmesi demektir. Yer yerinden oynar, enine boyuna sarsıntıya tutulur, yüksek dağlar yıkılır gider.
“Yer şiddetle sarsıldığı zaman.” (Vâkıa: 4)
•
Sûr’un ikinci defa üfürülmesi ile insanlar yeniden hayata ererek kabirlerinden kalkarlar. Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Sûr’a üflenince, kabirlerinden kalkıp Rabb’lerine doğru akın ederler.” (Yâsin: 51)
Kâfir ve münâfık olanların akılları karıştığı için öldüklerini değil de yatmakta olduklarını zannederler. Yalanladıkları şeyi ayan-beyan görünce;
“Eyvah bize derler, yattığımız yerden bizi kim kaldırdı?” (Yâsin: 52)
Onlar kabir azabının kendilerine dokunduğunun farkında bile olmazlar. Çünkü kabir azabı, daha sonraki şiddetli azaplara göre uyku gibidir.
Şaşkınlıkları nisbeten geçip de kendilerine gelince şöyle derler:
“Rahman olan Allah’ın vâdettiği işte budur. Demek peygamberler doğru söylemiş!” (Yâsin: 52)
Allah'a emanet olunuz.
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
“Sûr’a ilk defa üflendiği zaman. Yer ve dağlar kaldırılıp birbirine şiddetle çarpılarak darmadağın edildiği zaman. İşte o gün olacak olur, (kıyamet kopar). Gök de yarılır ve artık o gün çökmeye yüz tutar. Melekler de (göğün) etrafındadır. O gün Rabb’inin arşını, onların üzerinde sekiz melek yüklenir. O gün siz huzura arz olunursunuz ve hiçbir şeyiniz gizli kalmaz.” (Hâkka: 13-18)
Sûr; boynuza benzer üfleme âleti mânâsına gelmekte olup, yerle gökler genişliğinde nurdan bir borudur.
“Sûr nedir?” diye soran bir Arâbî’ye Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“İçine üfürülen bir boynuzdur.” buyurmuşlardır. (Tirmizi: 2547)
Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde ise, daha iyi anlaşılabilmesi için bazı benzetmelerde bulunarak şöyle buyurmuşlardır:
“Şüphesiz ki Melek İsrafil, Sûr’u bir lokma gibi ağzına yerleştirmiş, yay gibi tutup onu üflemek için emir beklemektedir.” (Müslim)
Şüphe yok ki, sonradan yaratılan her şeyin bir sonu bir ölümü vardır, her şey er veya geç zeval bulacaktır. Dünyanın da bir ölümü vardır. Allah-u Teâlâ dünyanın ömrünü sona erdirmeyi murad ettiğinde, İsrafil Aleyhisselâm’a Sûr’a üfürmesini emreder.
Onun Sûr’a üfürmesi ile kıyamet kopar.
Sûr’a ikinci defa üfürünce de, ruhlar cesetlerine dönerek diriliş meydana gelir.
“Ruhlar bedenlerde birleştirildiği zaman!” (Tekvir: 7)
Allah-u Teâlâ bu üfürmeyi ruhların tekrar cisimlerine dönüp yerleşmesine bir sebep yapacaktır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kıyametin Cuma günü kopacağına dâir bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Kıyamet ancak Cuma günü kopacaktır.” (Müslim: 854)
Kıyametin kopması; peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin, sâlihlerin şeref ve kerametlerini göstermek ve mükâfatlarını acele vermek için bir sebeptir.
Ruhlar âleminden yeryüzüne inecek insan ruhu kalmadığı zaman dünya hayatı sona erer ve Allah-u Teâlâ’nın emriyle İsrafil Aleyhisselâm ilk üfürmeyi yapar. Bu üfürme göklerde ve yerdeki canlıların öleceği, meleklerin de cinlerin de insanların da hayattan mahrum kalacağı üfürmedir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Sûr’a üflenince, Allah’ın diledikleri bir yana, göklerde olanlar yerde olanlar hepsi düşüp ölmüş olacaktır.” (Zümer: 68)
Allah-u Teâlâ’nın istisna ettiği dört büyük melekten başka herkes öldükten sonra, Allah-u Teâlâ Azrail Aleyhisselâm’a; Mikâil Aleyhisselâm’ın, İsrafil Aleyhisselâm’ın ve Cebrâil Aleyhisselâm’ın canlarını almalarını emreder. Daha sonra Azrail Aleyhisselâm’a da emir gelir, o da ölür.
Böylece Hayy ve Kayyûm olan Allah tek kalır.
“Yeryüzünde bulunan her şey fena bulacak, ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabb’inin veçhi bâki kalacak.” (Rahman: 26-27)
Zât-ı akdes’i ezelî ve ebedîdir. Ondan önce hiçbir şey yok idi, O’ndan gayri kalacak da yoktur. Varlığı dâimidir, nihayete ermez.
Kıyametin kopması için bir zamana ihtiyaç yoktur. Bir göz kırpması ile her şey olur biter. Onun gelişi ne belli bir uzaklıktan görülebilir, ne de ona karşı insan kendisini koruyabilir. Gelişine karşı hazırlık yapmak da mümkün değildir.
“Kıyamet saatinin kopuşu bir göz kırpması kadar yahut daha yakın bir zamanda olur. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir.” (Nahl: 77)
Bu yakınlığın ölçüsü, bilinen beşeri ölçü değildir. Ansızın pek korkunç bir gürültü ortalığı kaplar. O anda göklerde ve yerde bulunanlardan, korkup ürpermeyen hiç kimse kalmaz.
“Sûr’a üfürüldüğü gün, Allah’ın dilediklerinden başka göklerde ve yerde bulunanlar korku içinde kalırlar.
Hepsi boyun bükerek O’na gelirler.” (Neml: 87)
İnsanlar o günde pek kıymetli gördükleri mallarını, servetlerini bile terkederek kendi başlarının telaşına kapılacaklardır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Doğurması yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman!” (Tekvir: 4)
Develer o devirde Arapların en kıymetli varlıklarıydı. Onun için develere çok iyi bakarlardı. Develerine ilgisiz kalmak zorunda olmaları demek, o gün çok büyük bir âfetle karşı karşıya kalmaları demektir. Öyle ki; en kıymetli varlıklarıyla bile ilgilenmeyecekler, kıyılmaz mallarını bile terkedeceklerdir. Başlarına gelen felâket, en çok sevdikleri şeyleri görmemezlikten gelmeye götürecek onları.
Gerek kıyametin kopuş anı, gerekse kabirlerden kaldırılıp mahşere sevk edilme günü en korkulu merhalelerdir. Kâfirlerin kalpleri o günün dehşeti ile boğazlarına gelip dayanacaktır. Korkularının şiddetinden ötürü konuşamaz, dillerini döndüremez hale gelirler.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’üm! Onları o yaklaşan güne karşı uyar.
Öyle bir gün ki, yürekleri ağızlarına gelir ve kederlerinden yutkunur dururlar.
Zâlimlerin ne bir dostu, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçisi vardır.” (Mümin: 18)
Dost; arkadaşını bir zorluk ve sıkıntı içinde gördüğü zaman, ona yardımcı olmaya koşan kimse demektir. Zalimlerin ne böyle bir dostu, ne de şefaat eden bir kimsesi olmayacaktır. Çünkü şefaat etme hakkını Allah-u Teâlâ sadece salih kullarına bahşedecektir.
Kıyametin yakın olduğu haber verilirken, Âyet-i kerime’de “Yakın olan şey” mânâsına gelen “Âzife” kelimesi geçmektedir. Kâinatın ömrüne nisbetle kıyametin kopması çok yakın sayılır. Çünkü gelecek olan her şey yakındır. Meydana gelmesi kesin olan şey, meydana gelmiş demektir, geleceğinde şüphe yoktur.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Onların beklediği tek bir sestir.” (Yâsin: 49)
İkinci bir sese ihtiyaç duyulmaz. Bu ses, herkesin ölümü için olan Sûr’a ilk üfürüştür.
“Birbirleriyle çekişip dururken ansızın onları yakalayıverir.” (Yâsin: 49)
O anda onlar işlerinde güçlerinde, pazarlarında, alış-verişlerinde, oyunlarında eğlencelerinde iken, her canlı bulunduğu yerde ölür. Ne malları ne canları hakkında bir vasiyette ve tavsiyede bulunmaya fırsat bulamazlar.
“İşte o anda onlar ne bir tavsiyede bulunabilirler, ne de âilelerinin yanına dönebilirler.” (Yâsin: 50)
Eğer evleri ve memleketleri haricinde bulunmuş iseler, âileleriyle dünyada bir daha görüşmeye muvaffak olamazlar. Kim nerede ise orada kalır.
Kıyametin kopması insanın hayal bile edemeyeceği kadar şiddetli olacaktır.
Allah-u Teâlâ bütün insanlara hitap etmekte ve Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Ey insanlar! Rabb’inizden korkun. Çünkü kıyamet saatinin zelzelesi, şüphesiz ki çok büyük bir şeydir.” (Hacc: 1)
Kıyametin numunesi zelzelelerdir. İnsanoğlu zelzeleye karşı koyacak güce sahip değildir, insan böyle bir zamanda aczini idrak eder. Zelzele hiç bir zaman “Ben geliyorum!” demez, bir anda ortalığı harabeye çevirir. Gelmesi ile gitmesi bir olur.
Zelzeleler kıyametin açık bir delilidir, bize büyük kıyameti haber vermektedir.
İnsanlar bir gün ansızın böyle tasavvurların üstünde korkunç bir âfete uğrayacaklardır.
“Yer müthiş bir sarsıntı ile sarsıldığı zaman!” (Zilzâl: 1)
Âyet-i kerime’si ile haber verildiği üzere, yer korkunç gürültülerle ardarda ve devamlı bir şekilde sallanır. Bir kısmı değil, yeryüzü bütün olarak sallanacaktır.
“O gün o sarsıntı sarsar.” (Nâziat: 6)
Her şeyi şiddetle sarsıp titreten ilk üfürme karşısında herkes fevkalâde bir korku içinde kalır.
Böyle canlı bir hadiseye o gün için yaşamakta olan insanlar, birkaç saniye de olsa şahit olacaklar. Kalpleri yerinden oynayacak, akılları başlarından gidecek, emzikli her dişi varlık dehşet ve korku içerisinde emzirdiği yavrusunu unutacak, memesini yavrusunun ağzından çekip çıkaracak.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür.” (Hacc: 2)
Hiç şüphesiz ki bu hâl, sıkıntıların en şiddetli anıdır. En doğrusunu Allah-u Teâlâ’nın bildiği üzüntü ve korku onları kaplar.
“İnsanları da sarhoş bir halde görürsün! Halbuki onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allah’ın azabı pek şiddetlidir.” (Hacc: 2)
Bakıyorlar amma ne yaptıklarını bilmiyorlar. Açık açık gördükleri korkunç manzaralar karşısında gözleri hor ve hakir olmuş.
“O gün kalpler korkudan titrer. Gözler zilletle alçalır.” (Nâziat: 8-9)
Öyle korkulu bir gün ki, gençleri bir anda ihtiyarlatmaya yetip artmaktadır. Yeni doğmuş çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirir.
“Eğer inkâr ederseniz çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek olan o günden nasıl korunacaksınız?” (Müzzemmil: 17)
Allah-u Teâlâ’nın vahdaniyetini, Peygamberi’nin risaletini tasdik etmeyenler için gerçekten de zor bir gündür.
Kıyamet kopmadan önce onu yalanlayıp inkâr edenler bulunursa da, gerçekleşmeye başlayınca artık onu tasdik etmeye mecbur kalırlar. İnanmadıkları o müthiş hadiseyi ayan-beyan görünce şaşkına dönerler, artık yalanlamanın hiçbir yararı olmayacağını anlarlar.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Kıyamet koptuğu zaman, onu yalanlayacak hiç kimse olmaz.” (Vâkıa: 1-2)
Allah-u Teâlâ onun gerçekleşmesini murad ettiğinde, önleyecek hiç bir engel olmadığı gibi; onun meydana gelişini yalanlayan, bugünkü yalancılar gibi bir tek yalancı bulunmaz. Azabı açık açık görecekleri için inanırlar.
Nitekim diğer Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Artık o çetin azabımızı gördüklerinde: ‘Bir olan Allah’a inandık, O’na ortak koştuğumuz şeyleri de inkâr ettik!’ dediler.” (Mümin: 84)
“Fakat çetin azabımızı gördükleri zaman iman etmiş olmaları kendilerine bir fayda vermeyecektir.
Kulları hakkında Allah’ın önceden beri geçmiş olan sünneti (âdeti) budur.
İşte kâfirler o zaman hüsrana uğramışlardır.” (Mümin: 85)
Allah-u Teâlâ bu hususta kullarını ikaz etmektedir:
“Allah katından geri çevrilmesi mümkün olmayan bir gün gelmezden önce, Rabb’inizin dâvetine icabet edin. O gün hiç biriniz sığınacak yer bulamaz, inkâr da edemezsiniz.” (Şûrâ: 47)
Kıyamet mutlaka vukua geleceği için “Vâkıa” denmiştir, kıyametin bir ismidir. Yani gelecek, gerçekleşmesi muhakkak olması itibarıyla bu isim verilmiştir.
Vâkıa sûre-i şerif’inin 3. Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyuruluyor:
“O alçaltıcı, yükselticidir.” (Vâkıa: 3)
Dünyada iken iman etmeyi kibirlerine yediremeyen, ilâhî buyruklara iltifat etmeyen, ölümden sonra dirilmeyi red ve inkâr eden kimseleri aşağıların aşağısına, esfel-i sâfilin’e düşürür. İsterse onlar kendilerini şerefli ve seçkin kişiler sansınlar.
Şakîleri cehennemin derekelerine atar, sait olanları da cennetlerinin yüksek derecelerine kavuşturur.
Kur’an-ı kerim’de kıyametin kopma hadisesi, sergileyeceği görüntülere ve taşıyacağı özelliğe göre “Kıyamet”, “Ba’s ve Haşr”, “Saat”, “Zilzal”, “Hâkka”, “Sâhha”, “Tâmme”, “Ğâşiye”... gibi isimlerle anlatılmıştır. “Çarpacak olan felâket” mânâsına gelen “Kâria” da bu cümledendir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Çarpacak olan felâket! Nedir o çarpacak olan felâket? O çarpacak olan felâketin ne olduğunu bilir misin?” (Kâria: 1-2-3)
Kıyametin korkunç ve tüyler ürpertici bir şiddetle ses çıkartıp, gök gürlemesinden daha kuvvetli bir gürültü ve yıldırım hızından da daha hızlı bir şekilde ansızın kopacağı tasvir edilirken “Kâria” kelimesi kullanılmıştır. Bu kelimenin üç defa açıkça tekrarlanması, o korkutmayı desteklemek, dehşetini pekiştirmek içindir.
İnsanların başına, tarifi mümkün olmayacak kadar korkunç bir felâket inmiş olacak. O felâketin korkunçluğu hayal bile edilemez, aynel-yakîn görülmedikçe şiddet ve dehşetinin büyüklüğünü hiçbir akıl kavrayamaz.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O gün insanlar ateşe çarpıp dökülen pervaneler gibi olur.” (Kâria: 4)
Dehşet içinde bocalayan insanlar o günde ne tarafa gideceklerini bilemeyip birbirine karışırlar, pervane diye bilinen küçük kelebekler gibi her biri bir tarafa gider gelirler.
Kıyametin kopması anında kulakların zarını parçalayacak kadar müthiş bir ses ortalığı çınlatacak, herkes kendi derdine düşecek.
“Çarpınca kulakları sağır eden o gürültü geldiği zaman!” (Abese: 33)
Dünya hayatının sonu işte budur.
Kıyamet koptuğunda yeryüzü peşpeşe sallanacak ve sarsılacak, üzerindeki bütün yapılar yıkılıp yok olacaktır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Hayır!.. Hayır!.. Yer bütünüyle sallanıp, paramparça edildiği zaman.” (Fecr: 21)
Yerin paramparça edilmesi, silinip düzlenmesi demektir. Yer yerinden oynar, enine boyuna sarsıntıya tutulur, yüksek dağlar yıkılır gider.
“Yer şiddetle sarsıldığı zaman.” (Vâkıa: 4)
Hayal etmenin bile ürperti vereceği sıkıntılı ve korkulu durumlarla karşı karşıya kalınır.
“Yer uzatılıp düzlendiği, içinde bulunanları dışarı atıp boşaldığı, Rabb’ini dinleyip O’na yaraşır şekilde boyun eğdiği zaman.” (İnşikak: 3-4-5)
Allah-u Teâlâ bu noktada insana bu hayattaki yorgunluk ve çabalarının, didinmelerinin karşılığını alacağını bildirmek üzere Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabb’ine doğru çaba göstermektesin ve sonunda O’na varacaksın.” (İnşikak: 6)
Denizlerin, derelerin kaldırılmasıyla, dağların ve tepelerin giderilmesiyle yeryüzü dümdüz bir meydana dönüşür, yayılıp genişletilir.
Gökyüzü Rabb’ine boyun eğdiği gibi, yeryüzü de O’na boyun büker ve tam bir teslimiyet gösterir.
Uzun süredir bağrında taşıdığı cesetleri ve madenleri açığa çıkarır.
“Yer bütün ağırlıklarını dışarıya çıkardığı zaman.” (Zilzâl: 2)
Kıyameti, ahireti inkâr eden insan; imkânsız zannettiği hadiseyi görüverince hayretler içinde kalır.
“İnsanın ‘Buna ne oluyor?’ dediği zaman.” (Zilzâl: 3)
O gün o durum karşısında geçirdiği şaşkınlıktan dolayı böyle söylemek zorunda kalır.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“İşte o gün yer, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir. Çünkü Rabb’in ona konuşmasını emretmiştir.” (Zilzâl: 4-5)
Allah-u Teâlâ’nın bunu ona emretmesi, onun da üzerinde meydana gelen bütün hadiseleri anlatması, izin verilmesi sebebiyledir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ashâbına:
“Yeryüzünün haberlerinin ne olduğunu bilir misiniz?” diye sordu. “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dediler.
Bunun üzerine buyurdu ki:
“Yeryüzünün haber vermesi, her erkek ve kadının neler işlediğini haber verip şahitlik etmesidir. ‘Şu şu günlerde şunu şunu işlediniz!’ demesidir.” (Tirmizî, Kıyâmet: 7)
Allah-u Teâlâ kıyamet koptuğu zaman dağların köklerinden sökülüp yürütüleceğini, yüksekliklerinin düzlüğe dönüşeceğini, hepsinin de havada uçuşan zerrecikler hâline geleceğini Âyet-i kerime’lerinde şöyle beyan buyurmaktadır:
“Resul’üm! Sana kıyamet günü dağların ne olacağını sorarlar.
De ki: Rabb’im onları kül gibi ufalayıp savuracak!” (Tâhâ: 105)
Pek korkunç öyle bir hadise yüz gösterir ki, yeryüzü bitkisiz, binasız, boş, düz, kuru bir arazi haline gelir.
“Yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır.” (Tâhâ: 106)
Ne iniş ne çıkış, ne girinti ne çıkıntı görülür, yüksek ve alçak hiçbir şey kalmaz.
“Öyle ki, orada ne bir çukur ne de bir tümsek görebileceksiniz!” (Tâhâ: 107)
Yerküre, üzerinde taşıdığı dağlarla birlikte sarsıldıkça sarsılacak ve dağlar yerlerinden sökülecek, birbirine çarpıp ufalanarak kum yığını haline gelecek.
“Sûr’a ilk nefha üflendiği, yer ve dağlar kaldırılıp birbirine şiddetle çarpılarak darmadağın edildiği zaman; işte o gün olacak olur, kıyamet kopar.” (Hâkka: 13-14-15)
O sarp kayalar, o ulu dağlar sertliklerine rağmen, ufalanır ufalanır, yumuşak kum yığını haline gelirler. Ağırlıklarını kaybedip yerlerinden sökülerek yürütülürler.
“O gün yer ve dağlar sarsılır, dağlar dağılmış kum yığınına döner.” (Müzemmil: 14)
Rüzgârların estirdiği toz gibi olur, kendilerinden bir eser bile kalmaz, hiçbir iz kalmamacasına kaybolup gider.
“O gün dağları yürütürüz, yeryüzünün ise çırılçıplak olduğunu görürsün.” (Kehf: 47)
Onları öyle bir atışla atar ki, hiçbir parçası kalmaz. Üzerinde onu örtecek ne bir tümsek, ne bir bitki, ne de bir bina vardır.
“Biz onun üzerindeki her şeyi elbette kupkuru bir toprak haline getireceğiz.” (Kehf: 8)
Dağların ilk değişikliğe uğraması, akan kum haline gelmesi şeklinde olur, sonra renkli yün haline gelir, daha sonra da dağılmış toz haline döner.
“Dağlar ufalanıp savrulduğu zaman.” (Mürselât: 10)
“Dağlar parçalanıp da toz duman haline geldiği zaman.” (Vâkıa: 5-6)
Dünya nizamının alt-üst olacağı o büyük hadise vuku bulduğunda, dağlar o muhteşem cesametleri ve ağırlıkları ile beraber yerlerinden kopar, havaya kalkar, ufalandıkça ufalanır, toz haline gelir, hallaç pamuğu gibi atılıp dağılır.
“Dağlar da atılmış pamuğa benzer.” (Meâric: 9)
Yeryüzüne çakılmış gibi görünmelerine rağmen, rüzgâra tutulan yün teli gibi uçuşurlar. Bulutlar gibi oraya buraya hareket ederler. İlâhî rahmet yetişmeyecek olursa vay o insanların haline!
“Dağlar yürütüldüğü zaman!” (Tekvir: 3)
Bulundukları yerlerden başka yerlere intikal ederler, sonra da serap olurlar.
“Dağlar yürütülür, bir serap olur.” (Nebe: 20)
Bakan onu bir şey zanneder, halbuki o bir şey değildir, bir serap gibidir. Su gibi görünen bir hayal olur. Daha sonra her şey tamamen silinir gider, ne göze görünür ne de izi kalır.
“Dağlar yürüdükçe yürür.” (Tûr: 10)
O günü inkâr edenlerin, kendilerini ne büyük bir felâketin beklediğinden hiç haberleri yoktur. Daima bâtıla meyledip bâtılla ülfet ettikleri için, Hakk’a yanaşmaz ve Hakk’ı kabul etmezler.
“Yalanlayanların vay haline o gün!” (Tûr: 11)
Dağlar parçalanıp yeryüzü dümdüz olunca, denizler her yeri kaplar, acısı tatlısı birbirine karışır, birleşip tek bir deniz olur.
“Denizler birbirine karıştığı zaman.” (İnfitar: 3)
Çok geçmeden sular zelzelelerle kaynar, denizler ateş haline gelir.
“Denizler kaynatıldığı zaman.” (Tekvir: 6)
Kıyametin kopma hadisesi sadece dünyada değil, mevcut sistemlerin hemen hepsini içine alacak ölçüde olacaktır.
“Gök de yarılır ve artık o gün düzeni bozulur.” (Hâkka: 16)
“Gök yarıldığı zaman.” (Mürselât: 9) (Bakınız, İnşikak: 1)
Yıldız ve gezegenlerin kendi yörüngesinde hareket ettiği, kâinatın da her şeyi kendi sisteminde tuttuğu bu nizam bozulacaktır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“O gün göğü, kitap sayfalarını dürer gibi toplayıp düreriz.
Sonra onu yaratmaya ilk başladığımız zamanki gibi yine iade ederiz. Bu bizim vaadimizdir ve biz vaadimizi muhakkak yerine getiririz.” (Enbiyâ: 104)
Bundan ne dönülür, ne de değiştirilir. Dünya aslında sayılı günden ibarettir. Onun içindir ki mukadder olan zamanı gelince dünya hayatı son bulacaktır.
Gökler nizam ve intizamını kaybetme emrine tam bir teslimiyet gösterir.
“Gök yarıldığı, Rabb’ini dinleyip O’na yaraşır şekilde boyun eğdiği zaman!” (İnşikak: 1-2)
Böylece ilâhi emir ve hüküm gerçekleşmiş olur.
“Gök yarıldığı zaman!” (İnfitar: 1)
“O gün gök sallanıp çalkalanır.” (Tûr: 9)
Gücünü, kuvvetini, özelliğini kaybeder, çalkalana çalkalana yarılır.
“O günün şiddetinden gök yarılır, Allah’ın vaadi mutlaka yerine gelir.” (Müzemmil: 18)
Zira Allah-u Teâlâ verdiği sözden dönmez.
Gök yarılıp parça parça olduğunda, açılmış gül gibi kıpkırmızı olur ve eritilmiş zeytinyağı gibi mâyi bir hale gelir, bakıldığında ateşle tutuşmuş gibi görünür.
“Gök yarılıp da erimiş yağ gibi kıpkırmızı bir gül gibi olduğu zaman.” (Rahman: 37)
“O gün gök erimiş bakır gibi olur.” (Meâric: 8)
Allah-u Teâlâ kıyamet ahvalinden haber vermekle kullarını intibaha davet etmektedir.
O günün dehşetinden gök her taraftan yarılır, o yarıklar göklerin kapıları mesabesinde olur.
“O gün gök açılır ve kapı kapı olur.” (Nebe: 19)
Meleklerin inmesi için yol ve geçit haline gelir. Parçalanıp dağılan göklerin çevresinde sayısı belirsiz melekler bulunacak, Allah-u Teâlâ’nın emriyle görev yapacaklardır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Melekler de (göğün) etrafındadır. O gün Rabb’inin arşını, onlardan başka sekiz melek yüklenir.” (Hâkka: 17)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bugün için Arş’ı taşıyan meleklerin sayısının dört olduğunu, kıyamet günü olunca Allah-u Teâlâ’nın onların yanına dört melek daha verip onları destekleyeceğini, böylece sayılarını sekize yükselteceğini beyan buyurmuştur.
Câbir -radiyallahu anh- der ki:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bana;
“Arş’ı kaldıran meleklerden bir melekle ilgili size bilgi vermem için bana izin verildi:
‘İki kulak yumuşağıyla boyun arasındaki mesafe yediyüz yıldır.’” (Ebu Dâvud. Sünnet: 18)
Sûr’a üfürüldüğünde güneşin ziyası sönerek kendi merkezinden çıkar, kat kat parçalanıp dürülür.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Güneş katlanıp dürüldüğü zaman.” (Tekvir: 1)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Güneş ile ay kıyamet gününde kararıp, sarık sarılırcasına dürülürler.” (Buhârî. Bed’ül-halk: 4)
Kâinatın mevcut düzeni alt-üst olunca; kendilerine mahsus sistemi, hareket tarzı, yörüngesi olan yıldızlar da birbirine çarpıp parçalanır, dağılıp dökülürler.
“Yıldızlar saçıldığı zaman!” (İnfitar: 2)
Nurlarını kaybederler, aydınlıkları kaybolur, yerlerinden kopup yağmur taneleri gibi serpilirler.
“Yıldızlar kararıp döküldüğü zaman!” (Tekvir: 2)
O gün gökyüzü yıldız yağdıracaktır.
“Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman!” (Mürselât: 8)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman!” buyuruyor. (Tekvir: 5)
Yırtıcı, vahşi ve ürkek hayvanlar o günün şiddetinden dolayı korkuya kapılıp şaşkın bir halde yuvalarından çıkıp gruplar halinde bir araya toplanırlar. Şaşkın bir halde bakışıp dururlar.
Hayvanlar böyle olursa, ya insanlar nasıl olur?
Kur’an-ı kerim’de Mülk sûre-i şerif’inden itibaren yer alan kırk sekiz Sûre-i şerif’in büyük çoğunluğunun en belirgin muhtevâsı kıyamet konusudur.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Kıyamet gününü gözleriyle görür gibi olmaktan hoşlanan kimse; Tekvir, İnfitar ve İnşikak sûrelerini okusun.” buyurmuşlardır. (Tirmizî. Tefsir, 18)
Çünkü bu ve benzeri Âyet-i kerime’ler kıyametin ruhlara ürperti verecek, akılları baştan alacak dehşetli hallerini ve orada meydana gelecek olan sıkıntıları veciz bir şekilde açıklamaktadır. Bunları okumak insana ölümü, ölümden sonra karşılaşacağı durumları hatırlatacaktır.
Birinci Sûr ile kıyametin kopmasından, Hayy ve Kayyum olan Allah-u Teâlâ’nın tek kalmasından sonra, vakti zamanı gelince; Allah-u Teâlâ İsrâfil Aleyhisselâm’ı tekrar diriltecek ve ikinci defa Sûr’a üfürmesini emir buyuracaktır. “Nefha-i kıyam” da denilen bu üfürme ile evvelce ölenlerin tamamı bir anda yeniden dirilerek kabirlerinden kalkacaklar ve hesaplarını vermek üzere ilâhi huzura sevkolunacaklardır. Buna “Ba’s-ü ba’del-mevt” yani “Öldükten sonra tekrar dirilme” denir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Sonra bir daha üflenince, hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar.” (Zümer: 68)
İnsanlar dünyanın neresinde ölürse ölsünler, İsrafil Aleyhisselâm’ın nefhasını yakın bir yerden duyar gibi çok net ve açık bir şekilde duyarlar, aynı anda herkes tarafından aynı şekilde işitilir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Bir çağırıcının yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver!” (Kaf: 41)
“O gün insanlar o çağrıyı gerçek olarak işitirler. İşte bu, kabirlerden çıkış günüdür.” (Kaf: 42)
Ruhlar hazırlanmış bulunan bedenlerine yerleşirler, ölüler hayat bulur, kabirlerinden çıkarak mahşere sevkedilirler.
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Şüphesiz ki hayat veren de, ölümü veren de biziz.
Dönüş de ancak bizedir.” (Kaf: 43)
Herkesin hesabının görüleceği, cezalarının tertip olunacağı yer O’nun huzurudur. Mahkeme-i kübra O’nun huzurunda kurulacaktır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“İki Sûr üfürülmesi arasında kırk vardır.” buyurmuşlardır.
Oradakiler: “Yâ Ebâ Hüreyre! Kırk gün mü?” diye sordular. “Bir şey diyemem!” cevabını verdi. “Kırk ay mı?” dediler. “Bir şey diyemem!” cevabını verdi. “Kırk yıl mı?” diye sorduklarında da: “Bir şey diyemem!” cevabını verdi. (Müslim: 2955)
İki Sûr arasındaki müddet içinde kabir azabı çekenlerin üzerinden bu azap kaldırılır, ölüler uykuya dalmış gibi bir halde bulunurlar.
Sûr’un ikinci defa üfürülmesi ile insanlar yeniden hayata ererek kabirlerinden kalkarlar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Sûr’a üflenince, kabirlerinden kalkıp Rabb’lerine doğru akın ederler.” (Yâsin: 51)
Kâfir ve münâfık olanların akılları karıştığı için öldüklerini değil de yatmakta olduklarını zannederler. Yalanladıkları şeyi ayan-beyan görünce;
“Eyvah bize derler, yattığımız yerden bizi kim kaldırdı?” (Yâsin: 52)
Onlar kabir azabının kendilerine dokunduğunun farkında bile olmazlar. Çünkü kabir azabı, daha sonraki şiddetli azaplara göre uyku gibidir.
Şaşkınlıkları nisbeten geçip de kendilerine gelince şöyle derler:
“Rahman olan Allah’ın vâdettiği işte budur. Demek peygamberler doğru söylemiş!” (Yâsin: 52)
Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı kerim’inde ölümünden sonra yeryüzünün diriliş günü için misal vermektedir:
Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Rüzgârları gönderip de bulutları yürüten Allah’tır. Biz bulutları ölü bir yere sürüp onunla toprağı ölümünden sonra diriltiriz. İnsanları diriltmek de böyledir.” (Fâtır: 9)
Allah-u Teâlâ’nın gökten indirdiği yağmur sularıyla ölü toprakları canlandırıp yeşertmesi, ceza veya mükâfat görmeleri için insanların ölüm sonrası yeniden diriltileceklerine açık bir delildir.
Ebu Rezin el-Ukaylî -radiyallahu anh- der ki:
“Yâ Resulellah! Allah ölüleri nasıl diriltir?” diye sorduğumda bana şu cevabı verdi:
“Sen kavminin oturduğu vâdide kuruyan otların çer çöp haline geldiğini görüp, bir süre sonra oranın yemyeşil dalgalandığını görmedin mi?”
“Evet yâ Resulellah!” dedim.
“İşte Allah-u Teâlâ ölüleri de böyle diriltir.” buyurdu. (Ahmed bin Hanbel)
Bulutlar, rüzgârlar vasıtasıyla istenilen tarafa sevkedildiği gibi, ruhlar da dağılmış ve toprak olmuş cesetlere sevkedilecek, onların yeniden hayata geçmelerine sebep teşkil edecektir.
Kıyamet günü insanın yeniden yaratılışı “Acbu’z-zeneb” adı verilen ve çürümeyen kuyruk sokumu kemiğinden başlatılacaktır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Bir kemik hariç, insanın çürümeyecek hiçbir yeri yoktur. Çürümeyen bu kemik, acbu’z-zeneb denen kuyruk sokumu kemiğidir. Kıyamet gününde halk bundan derlenip toplanacaktır.” (Buhari, Tefsir - Müslim: 2955)
Yaratılışın aslı son derece küçük bir zerre olan bu kemik olduğu gibi, derlenip toplanma da ondan olacaktır. Vücudu yoktan yaratan Allah-u Teâlâ’nın, ikinci yaratışta elbette böyle bir şeye ihtiyacı yoktur. Bunun hikmetini de yalnız O bilir.
Akıllara hayranlık veren yüce kudretini açıklayarak Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“O, ölüden diri çıkarır, diriden de ölü çıkarır. Yeryüzünü ölümünden sonra O canlandırır.
Ey insanlar! İşte siz de kabirlerinizden böylece çıkarılacaksınız.” (Rûm: 19)
Her şeyi sarsıp titreten ilk üfürmeyi ikinci üfürme takip eder.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O gün o sarsıntı sarsar, peşinden bir diğeri gelir.” (Nâziat: 6-7)
Bu üfürme, diriliş ve kabirlerden kalkış üfürmesidir.
Allah-u Teâlâ’ya göre insanları ilk olarak yaratmakla ölümünden sonra tekrar diriltmek arasında hiç fark yoktur. Dileyince var eder, dileyince yok eder.
“Önce yaratan, ölümünden sonra dirilten O’dur. Bu O’nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde bulunan en yüce sıfatlar O’nundur. O Aziz’dir, hükmünde hikmet sahibidir.” (Rûm: 27)
Bu üfürme ile yaratılışın başından sonuna kadar gelip geçen herkes hayata döndürülür. Kabirlerde bulunanların hepsi, haşrolunacakları yere doğru koşarlar. O gün toplanma ve sevk günüdür.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O gün yer yarılır, insanlar kabirlerinden süratle çıkarlar.
Onları böylece toplamak bizim için pek kolaydır.” (Kaf: 44)
İnanmayanların düşündükleri gibi, insanları ölümlerinden sonra diriltmek, kabirlerinden kaldırmak, mahşerde toplamak, herkesin hesabını sormak, ceza veya mükâfatlarını vermek O’nun kudreti karşısında zor bir şey değildir.
Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Gökleri ve yeri hak ile yaratan O’dur. ‘Ol!’ dediği gün her şey oluverir. O’nun sözü haktır.
Sûr’a üflendiği gün de hükümranlık O’nundur.
O gizliyi de açığı da bilendir, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.” (En’âm: 73)
O gün perdeler kalkar. Dünyada kendilerini saltanat sahibi imiş gibi görenlerin hepsi de, gerçekte hiçbir otoritelerinin olmadığını ve hakimiyetin yalnızca O’na ait olduğunu apaçık görürler.
Fâil-i mutlak’ın yüce iradesine gönülden teslim olanlar ise o günü fiilen müşahede ederler. İnandıkları gerçeğin ayan-beyan tecelli etmesiyle mutmain olurlar.
“Sûr’a da üfürülmüş, böylece biz onların hepsini bütünüyle bir araya getirmişizdir.” (Kehf: 99)
Kabirler açılacak, ölen insanlar nerede ve ne durumda olurlarsa olsunlar; mükâfat ve mücazatlarını görmek üzere, önceden yaratıldıkları gibi, pek kolaylıkla yeniden vücut bulup kabirlerinden kalkacaklar.
“Kabirlerin içi dışına çıktığı zaman.” (İnfitar: 4)
“Herkes yapıp gönderdiklerini ve yapmayıp geride bıraktıklarını bilecektir.” (İnfitar: 5)
Şüphesiz ki bu hadise insan hafsalasının çok çok üstündedir.
“Andolsun ki sen bundan gafildin. İşte şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir.” (Kaf: 22)
Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere, perde kalktığı zaman bu hadisenin beşer idrakinin fevkinde olduğu görülecektir.
“O günde ki, bütün gizli sırlar meydana çıkarılır.” (Târık: 9)
Âyet-i kerime’si ile haber verildiği gibi, gönüllerde saklanan bütün gizli sırlar, niyetler, maksatlar ortaya serilir.
Diğer Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“O insan, kabirlerde bulunanların çıkarılacağı ve kalplerde olanların ortaya konulacağı bir zamanın geleceğini bilmez mi?” (Âdiyat: 9-10)
Dünyada peygamberler vasıtası ile, geleceği ümmetlerine vâdolunduğundan o güne “Yevm-ül vaîd” denilmiştir.
“Sûr’a üfürülür. İşte bu, geleceği vâdedilen gündür.” (Kaf: 20)
O zorlu günde insanlar kendilerini mahşer yerine çağıran Allah’ın davetçisine icabet ederler. Nereye emrolunmuşlarsa, sağa sola sapmadan oraya doğru hızla giderler.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O gün insanlar hiçbir tarafa sapmaksızın, mahşere çağıranın (İsrafil’in) davetine uyarlar.
Rahman’ın korkusundan bütün sesler kısılmıştır. Bu yüzden, fısıltıdan başka bir şey işitemezsin.” (Tâhâ: 108)
Allah korkusu gönülleri sarar, sesler kısılır. Ayak sesleri ve fısıltılar dışında hiçbir ses duyulmaz.
Utanç ve şaşkınlık bütün benliklerini bürür. Yönelip gidecekleri belli bir yönü olmayan çekirgeler gibi yayılırlar. Bununla beraber hiç gecikmeden davetçiye doğru koşarlar.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“O çağrıcının, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün; gözleri dalgın dalgın (zillet ve dehşet içinde), tıpkı etrafa yayılan çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar, kendilerini çağırana doğru koşarlar.
Kâfirler ise: ‘Bu çetin bir gündür!’ derler.” (Kamer: 6-7-8)
Öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerin âkıbetleri işte böyle acıklı bir felâkettir. Cehennemin kendileri için hazırlandığını görünce bürünecekleri hâl ve ahval hiçbir kelime ile ifade edilemez.
Gözleri yuvasından fırlamış, bir daha kapanmayacak şekilde açılmış, korku ve heyecandan gözlerini sağa sola çeviremiyorlar, hiç kimse diğerine bakamıyor, hiçbir şey düşünemiyorlar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Başlarını dikerek koşarlar. Gözleri kendilerine bile dönüp bakamayacak şekilde sabit kalmış.
Gönülleri ise bomboştur.” (İbrahim: 43)
Nasıl baksınlar ki o gün felâket ve musibet günüdür, dalgınlık günüdür. İnkâr edenler ve hazırlıksız olanlar için korku günüdür.
Allah-u Teâlâ kâfirlerin hesap yerine hızla gitmelerini, dünyada iken belirli günlerde putlarına doğru hızlı adımlarla koşmalarına ve çevresinde toplanmalarına benzeterek Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“O gün onlar sanki dikili taşlara koşuyorlarmış gibi, gözleri dönmüş, yüzleri zillet bürümüş olarak kabirlerinden çabuk çabuk çıkarlar.
İşte bu, onlara vâdolunan gündür.” (Meâric: 43-44)
Bu benzetme ile cehalet ve dalâletleri ortaya konulmuş, ne kadar kıt akıllı oldukları belirtilmiş oluyor. Çünkü onlar bir olan Allah’a ibadeti bırakmışlar, ibadete lâyık olmayan şeylere tapınmış durmuşlardır.
O günün şiddeti kâfirler ve münafıklar için olacaktır. Dünyadaki serkeşliklerinin ve azgınlıklarının cezasını fazlasıyla görecekler, çok büyük zorluklarla karşılaşacaklardır.
Yüzleri kararacak, gözleri göğerecek, herkesin gözü önünde rezil ve rüsvay olacaklar, kendi dertleriyle başbaşa kalacaklar, başkalarının hallerini sormaya mecalleri bulunmayacaktır.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Sûr’a üfürüldüğü vakit, işte o gün çetin bir gündür. Hele kâfirler için hiç de kolay olmayan zorlu bir gündür.” (Müddessir: 8-9-10)
Kur’an-ı kerim’de Kıyamet hadisesinden söz edilirken üfürülecek âlete on kadar yerde “Sûr” adı verilmekte, burada ise bu alete “Nâkur” denilmektedir. Çok korkunç bir ses çıkardığı için ona “Nâkur” adı verilmiştir.
O günün şiddetinden; mihnet ve meşakkatinden kalpleri korkuyla dolar. Geçmiş günleri, kaçırılan fırsatları, değerlendirilemeyen imkânları hatırladıkça içten içe kavrulurlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“O gün Sûr’a üflenir ve biz o gün suçluları gözleri dehşetten göğermiş olarak toplarız.” (Tâhâ: 102)
Herkes kendi ameli ve niyetiyle başbaşa kalır, getirdiği yükün derdine düşer, birbirlerine karşı acıma ve şefkat duymazlar, akrabalık ve hısımlık bağları kopar, birbirlerinin durumlarını soramazlar.
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Sûr’a üfürüldüğünde o günün dehşetinden aralarında ne nesep bağı kalır ne de birbirlerine bir şey sorabilirler.” (Mü’minun: 101)
Vakit geldiğinde herkesin ayağa kalkması için bir tek ses yeterlidir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O sadece korkunç bir sesten ibarettir. O anda gözleri birden bire açılıp etrafa bakarlar.” (Saffât: 19)
Âyet-i kerime’de geçen “Zecre” ikinci üfürüş olan sayhadır, seslenerek sevketmek olduğu için “Zecre” denilmiştir.
O anda, kendileri için vâdedilmiş olan şeyleri görmeye başlarlar.
Ceza gününe iman etmeyenler, o gün zuhur ediverince, dünyada işitip de inanmadıkları şeylerin doğruluğunu gördükleri zaman haşyet ve hasretle haykırırlar ve şöyle derler:
“Eyvah bize! İşte bu hesap günüdür.!” (Saffât: 20)
Onlar böyle bir şaşkınlık içinde iken, hiç beklemedikleri bir ihtar ve azarlama ile karşılaşırlar:
“İşte bu, yalanlayıp durduğunuz hüküm günüdür.” (Saffât: 21)
Kâfirler için bu kadar zor ve zahmetli olan o gün, şüphesiz ki müminler için o nisbette kolay olacaktır.
Görüldüğü üzere Allah-u Teâlâ’nın her işi plânlı ve düzenlidir.
Kıyametin kopması, canlıların ölmesi, kabirlerden kalkış, mahşere sevkediliş safhaları hep bir plan dahilinde gerçekleşecektir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Sadece tek bir sayha olur, sonra hepsi birden toplanıp huzurumuza getirilirler.” (Yâsin: 53)
Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’in birçok Âyet-i kerime’lerinde kullarını cennete girmeye ve salih ameller işlemeye teşvik etmektedir.
Bir Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Ey insanlar! Rabbiniz tarafından bağışlanmaya; Allah’a ve peygamberlerine inananlar için hazırlanmış, genişliği yerle göğün genişliği kadar olan cennete koşun!” (Hadid: 21)
Böylesine geniş ve ferah cennete ve mağfirete nail olmak; hiç şüphesiz ki Allah’a ve Peygamber’ine dosdoğru iman etmek, sevapları ve dereceleri elde etmeye vesile olan itaatları işlemek, haramları terketmekle olur.
“Bu Allah’ın fazl-u ikramıdır, kime dilerse ona verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Hadid: 21)
Fakat:
“Kim Allah’a şirk koşarsa, muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar.” (Mâide: 72)
Çünkü cennet, bir olan Allah’a inananların yurdudur.
“Asıl hayat ahiret yurdundaki hayattır. Keşke bilmiş olsalardı!” (Ankebut: 64)
Eğer insanoğlu bu dünya hayatının imtihan için verilmiş bir süre olduğunu ve insan için gerçek hayatın ahiret hayatı olduğunu bilselerdi, bu hazırlık ve imtihan dönemini oyun ve eğlence ile geçirmez, her dakikasını ebedi hayatları için hazırlık yaparak geçirirlerdi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de birçok Hadis-i şerif’lerinde ümmetini bu hususta teşvik etmişlerdir.
Buyururlar ki:
“Cennet için kollarını sıvayıp paçasını toplayan bir kimse yok mudur?
Çünkü cennetin hiç bir suretle yok olma endişesi yoktur. Kâbe’nin Rabbi hakkı için, o bütünüyle ışıl ışıl ışıldayan nurdur, titreşip duran reyhandır, sağlam saray, akıp duran nehirdir, olgunlaşmış meyve, güzel ve çekici eştir, sayısı belirsiz kat kat elbiselerdir. Selâmet yurdunda sonsuz makamdır. Yüksekçe yerlerde yeşil meyve, hayır ve nimettir.”
-Yâ Resulellah! Biz kollarımızı sıvayıp, paçalarımızı topluyoruz.
“İnşaallah deyiniz!”
- İnşaallah... (İbn-i Mâce. Zühd: 39)
Enes bin Malik -radiyallahu anh-den rivayet edilen diğer bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Her kim Allah’tan üç kere cennet dilerse, cennet ‘Allah’ım! Onu cennete sok!’ diye duâ eder.
Her kim de cehennemden üç kere aman dilerse cehennem ‘Allah’ım! Ona cehennemden aman ver!’ diye duâ eder.” (Tirmizi: 2691)
Merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri Kur’an-ı kerim’in bir çok Âyet-i kerime’lerinde ahiret gününün çetin azabından kullarını korumak ve sakındırmak için öğütlerde ve uyarılarda bulunmaktadır.
•
“Elif. Lâm. Mîm. Sad. Resulüm! Bu, sana indirilen bir Kitap’tır. Bu hususta göğsünde bir sıkıntı olmasın. Onunla (insanları) uyarman ve inananlara öğüt vermen için (indirildi).” (A’raf: 1-2)
Çünkü ondan faydalanacak olanlar müminlerdir. Müminler Kur’an-ı kerim’i ellerinde ve gönüllerinde tutarlar. Onun iznine ve yasağına göre hayatlarına yön verirler.
•
“Elif. Lâm. Mîm. Râ. Bunlar Kitab’ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen haktır, fakat insanların çoğu inanmazlar.” (Ra’d: 1)
Kıt akıllı, kısır düşünceli kişiler yalan yanlış fikirlerinde ısrar edip dururlar, âlemlerin Rabbinin Kitab-ı kerim’ini nazar-ı itibara almazlar.
•
“Andolsun ki biz onlara ilim ile açıkladığımız, inanan bir topluluk için hidayet ve rahmet olarak bir kitap getirdik.” (A’raf: 52)
Öyle bir kitap ki, iman edenler için bir hidayet ve rahmet vesilesidir.
•
“Bu (Kur’an), insanlar için bir açıklama, takvâ sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür.” (Âl-i imran: 138)
Bu Kitab-ı kerim’de iyiliklere teşvik, kötülüklerden korkutma, haramlardan uzak durma emirleri vardır. Fakat bu hidayet ve öğütten ancak takvâ sahipleri yararlanabilir.
•
“İşte bunlar Allah’ın âyetleridir. Onları sana hak olarak okuyoruz. Allah âlemlere zulmetmek istemez.” (Âl-i imran: 108)
Fakat insanlar kendilerine zulmediyorlar. Allah-u Teâlâ kullarına zulmetmek istemediği için, kimseyi suçsuz yere sorumlu tutmaz. Suçlunun cezasını artırmadığı gibi, iyilik yapan bir kimsenin de sevabını eksiltmez. Hiç kimse zerre kadar haksızlığa uğratılmaz. O gün herkese ancak yaptığı ile kazandığı fayda verir.
•
“Sen o (Kur’an’la) öğüt ver ki, kişi kazandığı amel sebebiyle helâke uğramasın. O kimse için Allah’tan başka ne bir dost, ne de şefaatçı vardır.” (En’am: 70)
Allah-u Teâlâ’dan dilekte bulunarak hiçbir kimse ona şefaatçı olamayacaktır.
•
“Siz farkında değilken ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun!” (Zümer: 55)
O mübarek Kitab-ı kerim’de beyan edilen emir ve yasakları gözetmek hususunda dikkatli olun. Azabın ne zaman geleceği belli olmadığı için, tedbir alıp hazırlık yapınız.
•
“De ki: ‘Söyleyin bana! Eğer Allah kulaklarınızı ve gözlerinizi alsa, kalplerinizin üstüne mühür vursa, Allah’tan başka onları size getirecek ilâh kimdir?’
Bak! Âyetleri nasıl türlü türlü anlatıyoruz, sonra onlar yüz çeviriyorlar.” (En’am: 46)
Onlar bu âyetleri görerek, bunun sonucunda imana ulaşacakları yerde, küfürlerini katmerleştiriyorlar.
•
“Andolsun ki biz sizden önce kendilerine kitap verilenlere de, size de: ‘Allah’tan korkun!’ diye tavsiye ettik. Eğer küfre kayarsanız, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah zengindir, hamdedilmeye lâyıktır.” (Nisâ: 131)
İtaat edenlerin itaatı O’na bir fayda sağlamadığı gibi, isyan edenlerin isyanı da O’na zarar vermez. Kullar O’na hamdetse de, etmese de, yine de övülmeye lâyık O’dur.
•
“Kendiniz için önceden gönderdiğiniz her hayrı Allah katında bulursunuz. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızı görmektedir.” (Bakara: 110)
Artık sen bilirsin, seç al ve beğendiğini yap. Ahiret gününde ona göre ceza veya mükâfat göreceksin.
•
“De ki: Söyleyin bana! Allah’ın azabı size ansızın veya açıkça gelirse, zâlimler gürûhundan başkası mı helâk olur?” (En’am: 47)
Hayır! Ancak bu zâlimler mahvolurlar. Çünkü onlar yoldan çıkmışlar, Allah-u Teâlâ’nın gadabını üzerlerine çekmişlerdir. İnananlar için böyle bir tehlike yoktur.
•
“Andolsun ki hepinizi, geleceğinde şüphe olmayan kıyamet gününde bir araya toplayacaktır. Kendilerini hüsrana uğratanlara gelince, onlar iman etmezler.” (En’am: 12)
Bu şekilde kendi kendilerine zulmetmiş olurlar. Onlar için ahirette bir mizan kurulmaz, orada onların cehennemden başka bir payları yoktur.
•
“Bu işten dolayı senin yapacağın hiçbir şey yoktur. Allah ya onların tevbelerini kabul eder, ya da onlara azap eder. Çünkü onlar zâlimdirler.” (Âl-i imran: 128)
Bu zulümleri sebebiyle de azaba müstehak olmuşlardır.
•
“O, kullarının üstünde kahredici güce sahiptir. Ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.” (En’am: 18)
Şu halde bir kulun en başta gelen vazifesi, Efendisini tanıması ve O’na kulluk yapmasıdır.
O her yaptığını bir hikmete göre yapar, kullarının bütün durumlarını ve her türlü gizli işlerini bilir. Hikmet sahibi ve haberdar olmasaydı, hikmet ve hayır nişaneleri nereden gelirdi?
•
“Ancak dinleyenler dâveti kabul ederler. Ölülere gelince, Allah onları diriltir, sonra O’na döndürülürler.” (En’am: 36)
Onlar işte ancak o zaman işitirler, ondan önce işitmezler. Fakat bu işitme onlara hiç fayda vermez, lâyık oldukları azaba kavuşmuş bulunurlar.
•
“Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla uyar. O’ndan başka bir dostları ve şefaatçileri yoktur. Umulur ki Allah’tan korkar.” (En’am: 51)
Sen onları uyar ki Allah’tan korksunlar, küfür ve isyandan uzaklaşsınlar.
•
“Her haberin kararlaştırılmış bir zamanı vardır. Yakında bileceksiniz.” (En’am: 67)
Size haber verilen cezalar ergeç başınıza gelecektir. O zaman yapacağınız pişmanlıklar size fayda vermeyecektir.
•
“Allah’tan korkanlara, o kâfirlerin hesabından bir şey yoktur. Sadece hatırlatmak gerekir. Umulur ki korkarlar.” (En’am: 69)
İman eder, küfrü terkederler, sapıklıktan vazgeçerler.
•
“De ki: Allah’ı bırakıp da bize bir fayda ve zarar veremeyen şeylere mi tapalım? Allah bize hidayet ettikten sonra topuklarımızın üzerinde geriye mi döndürülelim? O kimse gibi ki, şeytanlar saptırarak şaşkın bir halde onu çölde bırakmışlar, arkadaşları ise: ‘Bize gel!’ diyerek doğru yola çağırıyorlar. De ki: Şüphesiz ki asıl hidayet ancak Allah’ın hidayetidir ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.” (En’am: 71)
Bu ifade Allah yolunu terkedip sapan, şeytanın adımlarına uyan, diğer taraftan hidayete dâvet edildiği halde onlara doğru dönüp bakmayan kimsenin halini açıklamaktadır.
•
“Ve bir de: ‘Namaz kılın ve O’ndan korkun!’ diye. Huzuruna varıp toplanacağınız yalnız O’dur.” (En’am: 72)
Allah-u Teâlâ ahiret gününde herkesin yaptığının karşılığını verecektir.
O günde Allah-u Teâlâ’nın himayesinden başka sığınacak bir yer yoktur. Müstehak olanlardan hiç kimsenin azabı kaldırmaya gücü yetmeyecektir.
•
“De ki: ‘Ben buna karşılık sizden hiç bir ücret istemiyorum.’ Bu, âlemler için ancak bir öğüttür.” (En’am: 90)
Bir topluluğa, bir millete değil; bütün insanlara ve cinlere yapılan bir öğüttür.
•
“Hepinizin dönüşü O’nadır, bu Allah’ın hak olan vaadidir.” (Yunus: 4)
Bunda hiç şüphe yoktur. O halde O’na kavuşmaya hazır olunuz.
•
“Kim sâlih bir amel işlerse kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize döndürüle-ceksiniz.” (Câsiye: 15)
Kıyamet gününde hesap görmek üzere ilâhî mahkemeye sevk edileceksiniz.
•
“Dönüşünüz Allah’adır. O, her şeye kâdirdir.” (Hud: 4)
Kim kendisini o ilâhî azaptan kurtarabilir?
•
“Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Hud: 123)
İnananları sonsuz lütuflara nâil ettiği gibi, yoldan çıkanları da ebedî felâketlere uğratır.
•••
Bu mevzu Muhterem müellif Ömer Öngüt Efendi’nin “Kalplerin Anahtarı” Külliyatı’nın “Kıyamet ve Alâmetleri” isimli eserinden derlenmiştir.