Muhterem Okuyucularımız;
Son günlerde medyada bir kısım kişilerce Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın ve Hazret-i Mehdi’nin geleceğinin inkâr edilmesi üzerine bu iki mevzuyu tekrar ele alıyoruz.
•
Âdem Aleyhisselâm ilk insan olarak yeryüzüne geldikten sonra devran devam etmiş, yüz yirmi dört bin peygamber, onların tâbileri ve muhalifleri gelip geçmiş, yaşlı dünya binlerce defa dolmuş-boşalmış, nice nice hadiselere şâhit olmuş, artık dünyanın sonuna gelinmiştir.
Kıyametin büyük alâmetleri de bütünüyle ortaya çıktıktan sonra kıyamet kopuncaya kadarki zaman hakkındaki bilgileri Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Hadis-i şerif’lerinden öğreniyoruz. Buna göre erkekler azalarak kadınlar çoğalacak; mal çoğalacak; putperestlik canlanacak, Kur’an-ı kerim kaldırılacak; Kâbe-i Muazzama yıkılacak; müminlerin ruhları alınacak ve en şerli insanlar üzerine kıyamet kopacaktır.
•
Allah-u Teâlâ üzerinde yaşadığımız bu dünyayı ve bütün mahlukatı geçici bir zaman için yaratmıştır. Her canlının bir eceli olduğu gibi, dünyanın da bir ömrü vardır. Yarattıklarını dilediği kadar yaşattıktan sonra öldürecek, var olan her şey kıyametin kopmasıyla bir gün yok olacak ve sonsuza kadar devam edecek olan ahiret hayatı başlayacaktır.
Kıyamet inancı, imanın altı esasından birisi olan “Ahiret inancı”nın bir bölümüdür. Ahiret hayatı kıyametle başlar. Bunu mahşer, mizan, sırat, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmeleri ve ebedi bir hayatın başlaması safhaları takip eder.
İnsan başıboş olarak gâye ve maksatsız yaratılmamıştır. Öyle olsaydı mükellef olmaz, yaptığı şeylerden mesul tutulmaz, ceza veya mükâfat görmezdi. Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“İnsan başıboş olarak bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet: 36)
Kıyamet, dünyayı ve geçici dünya hayatını arzu edenlerin isteklerine muhaliftir. Bunun içindir ki çekinmeden onu inkâra cüret ederler. Şehvetlerinden, lezzetlerden ayrılmamayı, ileride onlara devam etmeyi, ahlâki ve dini herhangi bir engel olmadan kötülükleri ve günahkârlığı sürdürmeyi isterler. Bu hallerinden dolayı hiçbir üzüntü duymazlar. Tevbekâr olmak istemezler, hallerini ıslaha çalışmazlar.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Fakat insan, ileriye doğru devamlı suç işlemek (ömrünü günahla geçirmek) ister: ‘Kıyamet günü ne zamanmış?’ diye sorar.
Göz kamaştığı, Ay tutulduğu, Güneşle ay bir araya getirildiği zaman!” (Kıyâmet: 5-9)
Allah-u Teâlâ o gün için hazırlık yapılmasını emreder ve şöyle buyurur:
“Allah katından geri çevrilmesi mümkün olmayan bir gün gelmezden önce, Rabb’inizin davetine icabet edin. O gün hiçbiriniz sığınacak yer bulamaz, inkâr da edemezsiniz.” (Şûrâ: 47)
O günde Allah-u Teâlâ’nın himayesinden başka sığınacak bir yer yoktur. Müstehak olanlardan hiç kimsenin azabı kaldırmaya gücü yetmeyecektir.
“Öyle bir günden korkun ki, o günde hepiniz Allah’a döndürülürsünüz. Sonra herkese kazandıkları noksansız verilir ve hiç kimse haksızlığa uğratılmaz.” (Bakara: 281)
Allah'a emanet olunuz.
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
Allah-u Teâlâ üzerinde yaşadığımız bu dünyayı ve bütün mahlukatı geçici bir zaman için yaratmıştır. Her canlının bir eceli olduğu gibi, dünyanın da bir ömrü vardır. Yarattıklarını dilediği kadar yaşattıktan sonra öldürecek, var olan her şey kıyametin kopmasıyla bir gün yok olacak ve sonsuza kadar devam edecek olan ahiret hayatı başlayacaktır.
“Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Müminûn: 115)
Son günlerde medyada birkısım kişilerce Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın ve Hazret-i Mehdi’nin geleceğinin inkâr edilmesi üzerine ehemmiyetine binaen bu iki mevzuyu tekrar ele alıyoruz:
Mehdi; kelime olarak hidayet kökünden gelir. Allah-u Teâlâ’nın hidayetine ermiş mânâsını taşır. “Allah-u Teâlâ’nın izniyle hidayete erdirecek.” mânâsını da ifade eder.
Allah-u Teâlâ kıyametin kopmasına çok az bir zaman kala Hazret-i Mehdi’yi ümmet-i Muhammed’in başına gönderecek, bu zât-ı muhterem doğrudan doğruya Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in vekâletini taşıyacak, onun vazifesini yapacak, garip duruma düşen İslâm’ı gariplikten kurtarmaya çalışacak. Çünkü bunun için gönderilecek. Allah-u Teâlâ onu muzaffer edecektir. Hazret-i Mehdi adil bir idareci, dirayetli bir önder, şecâatli bir kumandandır
Câhı’s-sadefî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Benden sonra halifeler bulunacaktır. Halifelikten sonra emirler, emirlerden sonra krallar, krallardan sonra da zâlim idareciler olacaktır.
Daha sonra ehl-i beyt’imden bir adam çıkacak, yeryüzü zulümle dolduğu gibi onu adaletle dolduracaktır.” (Câmiu’s-Sağîr: 4768)
Bu zât-ı âlî, şeriat-ı mutahhara’nın emir ve hükümlerine, tarikat-ı münevvere’nin edeb ve erkanına harfiyyen riayet edecektir; Allah-u Teâlâ’nın ahkam-ı ilâhîsini, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sünnet-i seniyyesini yaşayacak ve yaşatacaktır.
Mehdi Hazretleri hakkında pek çok Hadis-i şerif nakledilmiştir. Ulemâ bunları mütevatir kabul ederler. Çünkü müslümanlar âhir zamanda Ehl-i beyt’e mensup bir zâtın çıkıp din-i İslâm’ı güçlendireceğine, adaleti hakim kılacağına, bu kimseye Mehdi denileceğine inanmış ve bu âlî zâtın gelmesini beklemektedirler.
Mehdi Hazretleri ile ilgili muhtelif Hadis-i şerif’leri arzediyoruz:
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh- anlatıyor:
“Biz, Resulullah Aleyhisselâm’ın yanında iken Benî Hâşim’den bir grup genç geldi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onları görünce, gözü doldu ve rengi değişti. Ben: ‘Ey Allah’ın Resul’ü! Şimdiye kadar, mübarek yüzünüzde hoşumuza gitmeyen bir manzara hiç görmemiştik, (şimdi ne oldu da bizi üzen bir ifade ile karşılaşıyoruz?)’ dedim.
Şu cevabı verdiler:
“Biz öyle bir Ehl-i beyt’iz ki, Allah bizim için dünyaya mukabil ahireti tercih etmiştir. Benim Ehl-i beyt’im benden sonra belâ, kaçırılma ve sürgüne maruz kalacak. Nihayet, doğu tarafından beraberlerinde siyah bayraklar olan bir kavim gelecek. Bunlar hayır (saltanat) isteyecekler, fakat istekleri yerine getirilmeyecek. Bunun üzerine onlar savaşacak. Allah onlara yardım edecek. Bundan sonra istedikleri (hükümdarlık) kendilerine verilecek. Ne var ki, onlar bunu kabul etmeyip emirliği Ehl-i beyt’imden bir adama tevdi edecekler. Bu (Emîr) de, insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle dolduracaktır.
Artık sizden kim o güne yetişirse kar üstünde emeklemek suretiyle de olsa onlara varsın (katılsın).” (İbn-i Mâce: 4082)
“Kıyametin kopmasına bir gün bile kalsa, Allah-u Teâlâ o günü uzatarak benim soyumdan bir kişi gönderecektir. Adı adımın, babasının adı babamın adının aynısı olacak, zulüm ve zorbalık altında inleyen yeryüzünü huzur ve adaletle dolduracaktır.” (Ebu Dâvud, Tirmizi)
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’den rivayet edilmiştir:
“O adam benim soyumdandır ki benim vahy üzere mücadele verdiğim gibi, o da sünnetim üzere mücadele verir.” (Ikdü’d-Dürer)
Hazret-i Ali -radiyallahu anh-, oğlu Hazret-i Hasan -radiyallahu anh-e baktı ve şöyle buyurdu:
“Bu oğlum, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in isimlendirdiği üzere Seyyid’dir. Bunun sulbünden Peygamber’inizin adını taşıyan birisi çıkacak. Ahlâkı yönüyle Peygamber’inize benzeyecek, yaratılışı yönüyle ona benzemeyecek.” (Ebu Dâvud: 4290)
Hazret-i Ali -radiyallahu anh-, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e:
“Ya Resulellah! Mehdi bizden Âl-i Muhammed’den mi, yoksa bizim gayrımızdan mı?” diye sordu.
Buyurdular ki:
“Hayır, bilakis bizdendir! Allah bu dini nasıl bizimle başlatmışsa onunla sona erdirecektir. Onlar bizimle nasıl şirkten kurtulmuşlarsa, onunla da fitneden kurtulacaklardır. Allah bizimle insanları nasıl şirk adavetinden kurtararak, onların kalplerine ülfet ve muhabbet yerleştirmiş ve din kardeşi yapmışsa, Mehdi ile fitne adavetinden kurtaracak ve kardeş yapacaktır.” (Naîm bin Hammâd, Taberanî)
“Mehdi, kızım Fatıma’nın çocuklarından ve benim Ehl-i beyt’imdendir.” (Ebu Dâvud: 4284)
“Mehdi’nin çıkış yeri Medine’dir, peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in Ehl-i beyt’indendir.” (İmam-ı Süyûtî)
“Müjdeler olsun yâ Fâtıma! Mehdi sendendir.” (İmam-ı Süyûtî)
“Mehdi kırk yaşındadır.” (İmam-ı Süyûtî)
“Mehdi bendendir. Alnı geniş, burnu ince uzun ve ortası biraz yüksekçedir.” (Ebu Dâvud: 4285)
“Mehdi’nin kaşları ince, yüzü parlak ve gözlerinin siyahı büyük olacaktır.” (İmam-ı Süyûtî)
“Mehdi neslimden bir şahıstır, yüzü parlak yıldız gibidir.” (Câmiu’s-Sağîr: 9245)
“Sağ yanağında siyah bir ben vardır. Üzerinde kutvanî bir aba bulunur. Tavırları İsrailoğulları’nın erkeklerine benzer.” (İmam-ı Süyûtî)
“Dişleri aralıklı, alnı geniştir.” (İmam-ı Süyûtî)
“Mehdi Hasan’ın soyundandır, bacakları aralıklıdır.” (İmam-ı Süyûtî)
“Mehdi, gerges kuşunun kanadı ile titremesi gibi Allah’tan çok korkan bir kimsedir.” (İmam-ı Süyûtî)
Rivayet edilmiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Mehdi’yi anlatırken, dilinde pelteklik olacağını ve kelimeyi telâffuz etmek ona zor geldiğinde sağ elini sol uyluğuna vuracağını söyledi.” (İmam-ı Süyûtî)
“O, kimsenin bilmediği gizli bir duruma kılavuzlandığı için kendisine ‘Mehdi’ denilmiştir.” (İmam-ı Süyûtî)
“Onun fıkıh bilgisi on âliminkine bedeldir.” (İmam-ı Süyûtî)
“Âhir zamanda bir halife gelecek, malı taksim edecek, saymayacaktır.” (Müslim: 2914)
“Mehdi bizden, ehl-i beyt’imizdendir. Allah onu bir gecede ıslah eder.” (İbn-i Mâce: 4085)
Allah-u Teâlâ onu hıfz-u himaye’sine ve tasarruf-u ilâhî’sine alacak, bir gecede olgunlaştıracaktır. O gece onu Nûr’u ile dolduracak, yani onu Nûr’u ve Kudsî ruhu ile destekleyecektir.
“Biz Abdülmuttalib oğullarıyız. Cennet ehlinin efendileriyiz: Ben, Hamza, Ali, Câfer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi.” (İbn-i Mâce: 4086)
“Mehdi zuhur eder. Herkes sadece ondan konuşur. Onun sevgisini içer ve ondan başka bir şeyden bahsetmez.” (İmam-ı Süyûtî)
“O vaadinden dönmez ve hesapları seri olarak görücüdür.” (İmam-ı Süyûtî)
“Benim vahiy üzerine savaştığım gibi, o da benim sünnetim üzere çarpışacaktır.” (İmam-ı Süyûtî)
“Mehdi’nin beş alâmeti bulunur: Bunlar Süfyânî, Yemânî, semâdan bir sayha, Beydâ’da bir ordunun batışı ve günahsız insanların öldürülmesidir.” (İmam-ı Süyûtî)
“Bizim Mehdi’miz için iki alâmet vardır ki, Allah gökleri ve yeri yarattığından bu yana böyle bir şey vâki olmamıştır.
Bunlar Ramazan’ın ilk gecesinde ay, yarısında ise güneş tutulmasıdır.” (İmam-ı Süyûtî)
“Mehdi’nin çıkışından önce, şarktan parlak kuyruklu bir yıldız doğacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
“Güneş alâmet olarak, doğmadıkça, Mehdi çıkmayacaktır.” (İmam-ı Suyûtî)
“Ramazandaki olayların alâmeti, kendisinden sonra insanlar arasında ihtilâfın olacağı semâda bir alâmettir. Sen ona yetişirsen azığını gücün yettiği kadar çoğalt.” (İmam-ı Suyûtî)
“İnsanların ümitsiz olduğu ve: ‘Hiç Mehdi falan yokmuş!’ dediği bir sırada Allah Mehdi’yi gönderir.” (İmam-ı Süyûtî)
“İnsanların üzerine belâ üzerine belâ yağdığı ve onun çıkışından ümit kesildiği bir sırada Mekke’de zuhur eder.” (İmam-ı Süyûtî)
“Mehdi ile müjdelenin. O Kureyş’den ve Ehl-i beyt’imden bir şahıstır. O insanların ihtilâf ve sarsıntılar içinde bulundukları bir sırada çıkar.” (İmam-ı Süyûtî)
“Açıkça Allah-u Teâlâ inkâr edilmedikçe Mehdi’ye biat edilmez.” (İmam-ı Suyûtî)
“Büyük şehirler, dün sanki yokmuş gibi helâk olur. Süfyani ile ordusu kalabalık beş kabileyi istilâ eder.” (İmam-ı Suyûtî)
“Muhammed ümmetinin en hayırlısı ve sizin zorlukları gideren veliniz olan kimseye katılın. O Mekke’dedir. O Mehdi’dir.” (İmam-ı Süyûtî)
“Bir halifenin ölümü anında (ehl-i hâl ve akd arasında) ihtilaf olacak. (O zaman) Medine ahalisinden bir adam (Mehdi), kaçarak Mekke’ye gidecek. Mekke halkından bir kısmı ona gelecek ve istemediği halde onu (evinden) çıkaracaklar. Rükn-ü Yemanî ile Makam-ı İbrahim arasında ona biat edecekler. Onları (ortadan kaldırmak için) Şam’dan bir ordu gönderilecek. Ordu Mekke-Medine arasındaki el-Beyda’da yere batırılacak. İnsanlar bunu görünce Şam’ın Ebdâl’ı ve Irak ahalisinin velileri ona gelip biat ederler. Sonra Kureyş’ten, dayıları Kelb kabilesinden olan bir adam zuhur eder ve (Mehdi ve adamlarına) karşı bir ordu gönderir. Ama onlar bu orduya galebe çalarlar. Bu ordu, Kelbî’nin (ihtirasıyla çıkarılmış) bir ordudur. Bu Kelbî’nin ganimetine iştirak edemeyen zarara uğramıştır. Mehdi, malı taksim eder. Halk arasında peygamberlerinin sünnetini (ihya eder ve onun) ile amel eder. İslâm yeryüzüne yerleşir. Yedi yıl hayatta kalır. Sonra ölür ve müslümanlar cenaze namazını kılarlar.” (Ebu Dâvud: 4286, 4288, 4289)
“Ticaret ve yolların kesildiği ve fitnelerin çoğaldığı zaman, muhtelif beldelerden yedi âlim, her birinin beraberinde üç yüz on küsür kişi olduğu halde, birbirlerinden habersiz bir şekilde Mekke’de bir araya gelirler.
Biri diğerine: ‘Burada ne arıyorsun?’ diye sorar.
Ona şöyle derler:
‘Biz o şahsı aramak için geldik ki, fitneler onun eliyle sönebilir. Kostantiniyye onunla feth edilir. Biz onu ismi ile ve anasının, babasının ismiyle ve ordusu ile tanırız, Mekke’de olduğunu da biliyoruz.’
Bu yedi âlim bu konuda birleşirler, onu ararlar ve Mekke’de bulurlar. Ve kendisine: ‘Sen falan oğlu falansın’ derler. O ise: ‘Ben sadece Ensâr’dan birisiyim.’ der. Onların elinden kurtulur. Onu tanıyan ve bilenlere anlatırlar. Bunun üzerine: ‘Aradığınız sahibiniz odur ve Medine’ye gitmiştir.’ denilir. Bu defa onu ararlar, halbuki o tekrar Mekke’ye dönmüştür. Onu tekrar Mekke’de bularak yine: ‘Sen falan oğlu falansın, annen de filân kızı filânedir, sende şu alâmetler vardır. Birinci defa bizden kurtuldun, uzat elini sana biat edelim.’ derler. Bunun üzerine o ‘Ben aradığınız değilim.’ der ve tekrar Medine’ye gider. Medine’de yine aranınca tekrar Mekke’ye döner. Mekke’de kendisini Rükûn’da bularak şöyle derler: ‘Eğer biatlarımızı kabul etmezsen, bizi aramakta olan ve başında Haddam’dan birisinin bulunduğu Süfyanî ordusuna karşı korumazsan, günahlarımız senin üzerine ve kanlarımız da boynuna olsun!’ derler. Bunun üzerine Mehdi, Rükûn ile Makam arasına oturur ve elini uzatarak biatları kabul eder.
Allah da onun muhabbetini insanların sinelerine yerleştirir. O daha sonra gündüz arslan, gece ise âbid olan bir kavimle beraber olur.” (İmam-ı Süyûtî)
“Mehdi’nin bayrağında: ‘Biat Allah içindir.’ yazılıdır.” (İmam-ı Suyûtî)
“O zât insanlar içerisinde Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in sünneti ile amel eder. İslâm yeryüzüne tam mânâsı ile yerleşir. Yeryüzünde yedi sene kalır, sonra vefat eder ve müslümanlar onun üzerine namaz kılarlar.” (Ebu Dâvud: 4286)
“Benim ümmetim o devirde öyle bir refah bulacak ki, o güne kadar onun benzerini kesinlikle bulmamıştır. Yer yemişini verecek ve insanlardan hiçbir şey saklamayacaktır. Mal da o gün çok birikmiş olacaktır. Adam kalkıp: ‘Bana ver!’ diyecek, Mehdi de: ‘Al!’ diyecek.” (İbn-i Mâce: 4083)
“Onun hilâfetine yer ve gök ehli, yabani hayvanlar, kuşlar, hatta denizdeki balıklar bile sevinir. Zamanı bereketli olur, nehirler suyunu, yer verimini artırır, hazineler çıkarılıp Şam’a getirilir.” (İmam-ı Süyûtî)
Ebu Ümâme el-Bâhilî -radiyallahu anh-den şöyle rivayet edilmiştir:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bize hitab etti. Deccal’i anarak şöyle buyurdu:
“Sonra Medine şehri, sakinleriyle beraber üç defa sallanacak. Bunun üzerine Medine’de bulunan münâfık erkek ve kadınlardan hiç kimse kalmayıp hepsi de Deccal’in yanına gidecekler. Böylece demirci körüğünün demirin kirini pasını giderip attığı gibi Medine de içindeki pisliği dışına atacak ve o güne kurtuluş günü denilecektir.”
Ümmü Şüreyk bint-i Ebi’l-Aker -radiyallahu anhâ-:
“Yâ Resulellah! Peki o gün Araplar nerede olacak?” diye sordu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Araplar o gün az olurlar ve büyük çoğunluğu Beyt’ül-Makdis (Kudüs)te bulunacaklardır. İmamları da sâlih bir insan (Mehdi) olacaktır. Sonra imamları öne geçip kendilerine sabah namazını kıldıracağı sırada Meryem oğlu İsa Aleyhisselâm sabah vaktinde inecektir. Bunun üzerine İsa Aleyhisselâm’ın öne geçip cemaate namaz kıldırması için imam (Mehdi) arka arka yürümeye başlayacak. Fakat İsa Aleyhisselâm elini onun omuzlarına koyacak ve ona:
‘Geç öne namazı kıldır! Zira kamet senin için getirildi.’ diyecektir.
Bunun üzerine imamları (Mehdi) onlara namazı kıldıracaktır.” (İbn-i Mâce: 4077)
İsa Aleyhisselâm’ın inişini bildiren hadis-i şerif’lere göre; İsa Aleyhisselâm bir sabah namazı zamanı Şam’a inecektir. Üzerinde açık sarı elbise bulunacak ve kendisini bir bulut getirecektir. Bulutun üzerinde İsa Aleyhisselâm iki melek araasında ve onların omuzlarından tutunmuş vaziyette bulunacaktır. Onun indiğini duyunca hemen yahudiler ve hıristiyanlar karşılamaya koşarak: “Biz senin ümmetiniz!” diyeceklerse de onlara: “Yalan söylüyorsunuz!” diyerek kendilerini paylayacak ve ashabının ancak müminler olduğunu söyleyerek onların halifesini arayacak ve onu namaz kıldırırken görünce geri çekilecektir.
Câbir bin Abdullah- radiyallahu anh-den rivayet edilen diğer bir Hadis-i şerif’lerinde de şöyle buyuruyorlar:
“Ümmetimden bir taife, kıyamet gününe kadar hakk için muzaffer bir şekilde mücadeleye devam edecektir.
O zaman Meryem oğlu İsa da iner. Müslümanların emiri ‘Gel bize namaz kıldır!’ der. Fakat o: ‘Hayır! Allah-u Teâlâ’nın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize emirsiniz.’ buyurur.” (Müslim: 156)
“Deccal, Beytül Makdis’de müminleri muhasara altına alır ve onlara (müminlere) öylesine şiddetli bir açlık icabet eder ki açlıktan yaylarının kirişini bile yemek zorunda kalırlar.
Onlar bu halde iken, âniden karanlığın içinden bir ses işitirler ve: ‘Bu tok bir adamın sesidir!’ derler. Bir de bakarlar ki o, İsa bin Meryem’dir. Namaza kalkarlar, müslümanların imamı Mehdi geri çekilir. Bunun üzerine İsa bin Meryem; ‘Geç öne namaz senin için ikâme olundu!’ der. Mehdi de onlara namaz kıldırır ve bundan sonra İsa Aleyhisselâm imam olur.” (İmam-ı Suyûtî)
Yani Allah-u Teâlâ’nın ona verdiği lütfu tebeyyün ediyor. “Siz Allah-u Teâlâ’nın Resulü’nün nurunu taşıyorsunuz.” mânâsına gelir.
İsa Aleyhisselâm dahi onu kabul edecek ve Allah-u Teâlâ’nın tayini olduğu için öne geçmeyecek.
İsa Aleyhisselâm ki önüne geçmiyor, onun önüne kim geçebilir? Veya karşı gelebilir? Geçtiği zaman durumu ne olur?
Onun nurunu, onun vekâletini taşıdığı için ulül-azm bir peygamber dahi öne geçemiyor.
Hülasa-i kelâm İsa Aleyhisselâm ile Mehdi Aleyhisselâm beraberce İslâm dininin muzafferiyeti için çalışacaklar, kendilerine verilen vazifeyi bîhakk’ın yapacaklardır.
İsa Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’nın İsrailoğulları’na gönderdiği ve mucizevî bir şekilde doğmuş bir peygamberidir. Kudsî ruhla desteklenmiştir ve Allah-u Teâlâ’nın bir kelimesidir. Kendisinden önce Musa Aleyhisselâm’a verilen Tevrat’ı tasdik etmekle birlikte, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmek üzere gelmiş, muhataplarını Allah-u Teâlâ’nın kulluğuna yönelmeye teşvik etmiştir. Allah-u Teâlâ’nın mütevazi ve seçkin kullarından birisi ve peygamberidir.
Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ın gerçek kişiliğini Âyet-i kerime’sinde şöyle beyan buyurmaktadır:
“Meryemoğlu İsa’ya açık mucizeler verdik.” (Bakara: 87 ve 253)
Allah-u Teâlâ onun mucizelerini, onun üstünlüğünün ve derecelerinin farklılığına sebep göstermiştir.
Allah-u Teâlâ henüz işin başında:
“Ve onu kudsî ruh ile destekledik.” (Bakara: 87 ve 253)
Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere onu Kudsî ruh’la desteklemişti.
Gerek Âyet-i kerime’lerde, gerekse Hadis-i şerif’lerde; hayat menkıbesi anlatılan ulül-azm peygamberlerden birisi de İsa Aleyhisselâm’dır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:
“İnsanlar arasında Meryem oğlu İsa’ya dünyada ve ahirette en yakın olan benim. Bütün peygamberler kardeştir, bir babanın ayrı kadınlardan doğmuş evlâtları gibidir. Dinleri birdir.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1403)
Peygamberlerin dinlerinin bir olması, asıl itibariyle aynı olmasını ifade eder. Bu asıl “Tevhid”dir. Aralarındaki ayrılık, gelişen şartlara tâbi olarak ortaya çıkan bazı fürû meselelerindedir.
İsa Aleyhisselâm otuz yaşlarında iken vahiy geldi, peygamberlikle vazifelendirildi. Allah-u Teâlâ’nın emir ve nehiylerini İsrailoğulları’na tebliğ etti. İsa Aleyhisselâm bu dâvet görevini yahudi toplumu içerisinde yürütüyordu. İsrailoğulları Musa Aleyhisselâm’a gönderilen ilâhî dinin hükümlerini değiştirmişler, Tevrat’ı tahrif etmişlerdi. Peygamberlerin gösterdiği doğru yoldan saptılar. Mânevî hayattan da uzaklaştılar. Kıyameti, hesabı, azabı inkâr ediyorlardı. Nefislerine uydular, lezzetlere ve şehvetlere daldılar.
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ; dine sonradan soktukları hurafeleri ve bâtıl fikirleri düzeltmesi, onları doğru yola çevirmesi için İsa Aleyhisselâm’ı peygamber olarak gönderdi.
İsa Aleyhisselâm onlara Allah-u Teâlâ’nın emir ve nehiylerini tebliğ etmeye, dinin hükümlerini öğretmeye başladı. Bu hükümlerin bir kısmı, isyanları sebebiyle haram kılınmış bazı şeylerin tekrar helâl edilmesi idi.
Onları, kendisine tâbi olmaya çağırdı, Allah’ı anlattı, ahireti, hesabı, azabı hatırlattı, saplantılardan kurtarmaya çalıştı.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“İsa apaçık delilleri getirdiği zaman demişti ki: Ben size hikmet getirdim. Bir de ayrılığa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklamak için geldim.” (Zuhruf: 63)
Sizi uyarmaya, ihtilâflarınızı aranızdan kaldırmaya memur oldum.
İsrailoğulları Romalılar’ın esareti altında zillet içinde yaşıyorlardı. İsa Aleyhisselâm’ın elinden o kadar parlak mucizeleri gördükleri halde, dâvetine icabet etmediler. Çünkü kurtarıcı bir Mesih bekliyorlardı. Bu Mesih’in çok mücadeleci bir kişi olacağına ve diğer milletlerin esaretinden kurtararak Yahudileri dünyaya hakim kılacağına inanıyorlardı. İsa Aleyhisselâm’ı çok yumuşak ve merhametli gördükleri için, onun Mesih olduğuna inanmadıkları gibi, dâvetine kulak vermekten insanları alıkoymaya çalıştılar. Fakat başvurdukları her teşebbüs neticesiz kaldı. İman etmek şöyle dursun, Yahya Aleyhisselâm gibi İsa Aleyhisselâm’ı da öldürmeye karar verdiler.
İçlerinden birini inanmış gibi göstererek havarilerin arasına soktular. Toplandıkları yeri ve zamanı öğrenip baskın yapacaklardı.
Fakat Allah-u Teâlâ:
“Kötü tuzak, ancak sahibine dolanır.” (Fâtır: 43)
Âyet-i kerime’si mucibince, kendi kurdukları tuzağa kendilerini düşürdü, plânlarını boşa çıkardı.
Daha sonra Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ı öldürmek için tuzak kuranlar hakkında bilgi vererek şöyle buyurdu:
“(Yahudiler gizlice) tuzak kurdular. Allah da onların tuzaklarına karşılık verdi. Allah tuzak kuranlara karşılık vermekte en güçlü olandır.” (Âl-i imrân: 54)
Onlardan daha sağlam tuzak kurar, onları kendi kazdıkları kuyuya düşürür. Cezaya çarpılanın nereden geldiğini bilemeyeceği bir şekilde ceza vermeye en çok muktedir olandır.
Allah-u Teâlâ kulu ve Resul’ü İsa Aleyhisselâm’a vahiyle durumu haber verdi, tuzak hazırlayanların bu tuzaklarını nasıl başarısızlığa uğrattığını açıkladı.
“O vakit Allah şöyle buyurdu: Ey İsa! Ben seni eceline yetireceğim ve seni nezdime yükselteceğim.” (Âl-i imrân: 55)
Allah-u Teâlâ bu beyanı ile İsa Aleyhisselâm’ı Yahudiler’in elinden kurtaracağını ve kendisine hiçbir eziyet edilmeden, sağ salim göklere kaldıracağını müjdelemektedir:
“Seni inkâr edenlerden tertemiz ayıracağım.” (Âl-i imrân: 55)
Artık onlarla bir ilgin kalmayacak, onlar sana bulaşamayacaklar.
“Sana tâbi olanları kıyamet gününe kadar inkâr edenlerin üstünde tutacağım.” (Âl-i imrân: 55)
Bu müjde müslümanlara âittir. Çünkü İsa Aleyhisselâm’a hem de diğer bütün peygamberlere gerçek mânâda tâbi olanlar Muhammed Aleyhisselâm’ın ümmetidir.
“Sonra da dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.” (Âl-i imrân: 55)
İhtilâflarda kimlerin haklı, kimlerin haksız olduğu o gün apaçık tecellî edecek. Mümin ve muvahhid olanlar ebedî olarak mükâfata erecekler, münkir ve müşrik olanlar da ebedî azaplarla cezalanacaklar.
“İnkâr edip kâfir olanları, dünyada da ahirette de şiddetli bir azaba çarptıracağım. Onların hiç yardımcıları da olmayacak.” (Âl-i imrân: 56)
Onlardan herhangi birini ilâhi azaptan kurtaracak bir fert de bulunmayacak.
•
Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ı, İdris Aleyhisselâm gibi göğe kaldırdı, onlara ruhsat vermedi. Casus olarak gönderdikleri münâfığı İsa Aleyhisselâm zannederek yakaladılar ve astılar.
Göklerdeki ve yerdeki gizlilikleri bilen, olanları ve olacakları bilen Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde kesin bir ifade ile şöyle buyuruyor:
“Bir de inkâr etmelerinden, Meryem’in üzerine büyük bir iftira atmalarından ve: ‘Allah’ın Resul’ü Meryemoğlu İsa Mesih’i öldürdük!’ demelerinden ötürü...” (Nisâ: 156-157)
Allah-u Teâlâ âlemlerdeki bütün kadınlara üstün kıldığı halde Hazret-i Meryem’i fahişelikle suçlamaları sebebiyle büyük bir iftirada bulundukları için kalpleri mühürlendi. Ayrıca İsa Aleyhisselâm’ı öldürdüklerini iddiâ ettikleri için aşırı şekilde yüzsüzlük ettiler.
Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ın öldürülmesini ya da asılmasını şu Âyet-i kerimesi ile reddetmiştir:
“Halbuki onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara, benzer gösterildi.” (Nisâ: 157)
Ona benzeyen birisini öldürdüler ve astılar.
“Onun hakkında anlaşmazlığa düştüler.” (Nisa: 157)
Bir kısmı öldürülen şahsın İsa olduğunu, bir kısmı da onun İsa değil bir başkası olduğunu iddiâ ettiler. “Bu öldürülen İsa ise, arkadaşımız nerede? Eğer bu arkadaşımız ise İsa nerede?” dediler. Bir kişinin öldürüldüğünde ittifak ettiler, fakat öldürülenin kim olduğu hususunda ihtilâfa düştüler.
“Bu hususta bir bilgileri yoktur, sadece zanna uyuyorlar.” (Nisâ: 157)
Bu mesele hakkında birçok farklı inanca sahip olmaları, onların bu hususta kesin bir bilgiye sahip olmadıklarını gösterir.
Öldürmüş olduklarını iddiâ etmiş olmalarına rağmen:
“Kesin olarak onu öldürmediler.” (Nisâ: 157)
Şu halde öldürme cinayeti ile övünmeleri de yalandır.
“Bilâkis Allah onu kendi katına yükseltti.” (Nisâ: 158)
İsa Aleyhisselâm’ı onların şerrinden kurtardı, cesedi ve ruhu ile birlikte diri olarak göğe kaldırdı.
“Allah güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ: 158)
Bütün yaptıklarını bir hikmete göre yapar. İsa Aleyhisselâm’ın göğe çıkarılması ve cesedi ile beraber yaşaması da bir hikmete dayalı olarak gerçekleşmiştir.
•
İsa Aleyhisselâm’ın yeryüzüne gelişi “Kıyametin Büyük Alâmetleri” bölümünde açıklanmıştır.
Bu noktada bir Hadis-i şerif arzetmekle iktifa ediyoruz;
Ebu Ümâme el-Bâhîlî -radiyallahu anh- şöyle demiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir kere bize bir konuşma yaptı. Konuşmasının çoğu bize Deccal’i anlatan ve bizi ondan sakındıran buyruk teşkil etti idi. Buyruğunun bir bölümü şu idi:
‘Allah’ın Âdem Aleyhisselâm’ın zürriyetini yarattığı andan beri yeryüzünde Deccal’in fitnesinden daha büyük bir fitne olmadı ve Allah’ın gönderdiği her peygamber ümmetini behemehal Deccal’in fitnesinden sakındırdı. Ben peygamberlerin sonuncusuyum. Siz de ümmetlerin sonuncususunuz ve o (Deccal) çare yok siz(in döneminiz)de çıkacaktır. Eğer ben aranızda iken çıkarsa her müslüman için onu ben yenip def ederim. Şayet benden sonra çıkarsa herkes kendi nefsini savunarak onu yenmeye çalışır. Allah da her müslüman hakkında benim halifemdir (koruyucu ve yardımcıdır). Şüphesiz ki o, Şam ile Irak arasında bir yoldan çıkacak ve sağa sola fesat (bozgunculuk) saçacaktır. Ey Allah’ın kulları! Artık (dinde) sebat ediniz! Şimdi ben onu size öyle vasıflandıracağım (tanıtacağım) ki hiçbir peygamber onu o biçimde vasıflandırmamış (tanıtmamış)tır:
O (habis) önce: ‘Ben bir peygamberim!’ diyecektir. Halbuki benden sonra hiçbir peygamber yoktur. Sonra ikinci bir iddiâda bulunarak: ‘Ben sizin rabbinizim!’ diyecektir. Halbuki siz ölünceye kadar Rabb’inizi göremezsiniz ve o (habis) a’ver (yani gözü sakat)tır. Halbuki Rabb’iniz a’ver değildir. Deccal’in iki gözü arasında ‘Kâfir’ yazılıdır. Onu yazarlığı olan veya yazarlığı olmayan her mümin okur. Şüphesiz ki, beraberinde bir cennet ve bir cehennemin bulunması da onun fitnesindendir. Aslında cehennemi bir cennet olup, cenneti de bir cehennemdir. Artık kim onun cehenneminin belâsına uğrarsa Allah’tan yardım dilesin ve Kehf sûresinin ilk âyetlerini okusun ki (Nemrud’un yaktığı) ateş İbrahim Aleyhisselâm’a olduğu gibi bu ateş de o kimseye soğuk ve selâmet olsun.
Fitnesinden birisi de şudur: O, bir bedevîye: ‘Söyle bakayım! Eğer ben senin için babanı ve ananı diriltirsem benim senin Rabb’in olduğuma şehâdet eder misin?’ diyecek. Bedevî de: ‘Evet!’ diyecek. Bunun üzerine iki şeytan onun babası ve anası suretlerinde ona görünecekler ve ona: ‘Ey oğulcuğum! ona tâbi ol, çünkü o muhakkak senin Rabb’indir!’ diyecekler.
Onun bir fitnesi de şudur: O, tek bir kişiye musallat kılınarak o kişiyi öldürüp testere ile biçecek. Hatta o kişinin cesedi iki parçaya bölünmüş olarak ayrı ayrı yerlere atılacaktır. Sonra Deccal orada bulunanlara: ‘Şu öldürdüğüm kuluma bakınız! Şimdi ben onu dirilteceğim, sonra benden başka bir Rabb’inin olduğunu söyleyecek.’ diyecektir. Sonra Allah o kişiyi diriltecek. Habis Deccal da o kişiye: ‘Senin Rabb’in kimdir?’ diyecek. Adam da: ‘Rabb’im Allah’tır. Sen de Allah’ın düşmanı Deccal’sin. Allah’a yemin ederim ki hiçbir zaman bugünkü kadar senin hakkında güçlü basiret (şuur) sahibi olmadım!’ diyecektir. Deccal de bir daha ona dokunamayacaktır.”
Ebu’l-Hasan et-Tenafisi dedi ki: El-Muharibi bize senediyle olan rivayetlerine göre Ebu saîd-i Hudrî -radiyallahu anh- demiştir ki:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ‘Deccal’in öldürdüğü o adam ümmetim içinde cennette derecesi en yüksek olanıdır.’ buyurdu.
Râvi demiştir ki:
‘Ebu Saîd-i Hudrî: ‘Vallahi Ömer bin Hattab vefat edinceye kadar biz kendisinin o adam olacağını sanıyorduk.’
El-Muharibî demiştir ki: ‘Ebu Saîd-i Hudrî’nin hadisinden sonra Ebu Râfi’nin hadisine döndük. Ebu Râfi’nin rivayet ettiği Ebu Ümame’nin hadisine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- konuşmasına devamla buyurdu ki:
‘Deccal’in buluta yağmur yağdırmasını emretmesi, bulutun da bu emir üzerine yağmur yağdırması ve onun yere bitki bitirmesini emredip yerin de bitki bitirmesi onun fitnesinden bir kısımdır.
Deccal’in bir fitnesi de bir kabileye uğraması, o kabilenin kendisini yalanlaması ve bunun sonucu olarak o kavmin otlanmakla beslenen tüm hayvan sürülerinin helâk olmasıdır.
Fitnesinden birisi de şudur: O, bir kavme uğrayacak da bunlar onu tasdik edecekler (yani Rabb olduğuna inanacaklar). Sonra o buluta yağmur yağdırmasını emredecek, bulut da bu emir üzerine yağmur yağdıracaktır. O, yere bitki bitirmesini emredecek, yer de bu emir üzerine bitki bitirecektir. Nihayet o kavmin küçük baş ve büyük baş hayvanları o gün her zamandan fazla semiz, muazzam, böğürleri en şişkin ve memeleri sütle en dolgun olarak akşamleyin meradan dönecektir. Mekke ve Medine hariç, yeryüzünde Deccal’in ayak basmadığı ve hükümran olmadığı hiçbir yer kalmayacaktır. O, Mekke’ye ve Medine’ye yollarının hangisinden varmak istediğinde mutlaka melekler çıplak kılıçlarla karşısına çıkacak, geri çevireceklerdir. Nihayet o Zürayb-ı Ahmer (kırmızı dağcık) yanına, çorak arazinin bitim noktasının yanına inecektir. Sonra Medine şehri, sakinleriyle beraber üç defa sallanacak, bunun üzerine (Medine’de bulunan münafık erkek ve kadınlardan hiç kimse kalmayıp hepsi onun yanına gidecekler ve böylece demirci körüğünün demirin kirini pasını attığı gibi Medine de pisliği (yani habis insanları) dışına atacak ve o güne ‘Kurtuluş günü’ denilecektir.’
Bunu üzerine Ümmü Şerik bint-i Ebil-Aker:
‘Yâ Resulellah! Peki o gün Araplar nerede olacak?’ diye sordu. O: ‘Araplar o gün azdır ve büyük çoğunluğu Beytü’l-Makdis (Kudüs)te bulunacaktır. İmamları da sâlih bir adam (olacak)tır. Sonra imamları (Mescid-i Aksa’da) öne geçip onlara sabah namazını kıldıracağı sırada sabahleyin onların üzerine İsa bin Meryem Aleyhisselâm inecektir. Bunun üzerine İsa Aleyhisselâm’ın öne geçip cemaate namaz kıldırması için imam geri geri yürümeye başlayacak. Fakat İsa Aleyhisselâm elini onun omuzları arasına koyarak: ‘Öne geç de namaz kıldır! Çünkü kamet senin için getirildi!’ diyecektir. Bunun üzerine imamları onlara namaz kıldıracak, sonra imam namazını bitirince İsa Aleyhisselâm:
‘Kapıyı açınız!’ diyecek ve kapı açılacaktır. Kapının önünde Deccal beraberinde yetmiş bin yahudi olduğu halde bulunacaktır. Hepsi süslü süslü kılıç kuşanmış, yeşil şallı olacaktır. Deccal, İsa Aleyhisselâm’a bakınca tuzun suda eridiği gibi eriyecek ve kaçmaya başlayacaktır. İsa Aleyhisselâm da ona:
‘Sana öyle bir darbem vardır ki sen ondan kurtulamayacaksın!’ diyecek ve Lüdd’ün doğu kapısı yanında yetişip onu öldürecektir. Allah yahudileri de hezimete uğratacaktır. Artık Allah’ın yarattığı yaratıklardan arkasında bir yahudinin saklanıp da Allah’ın konuşturmayacağı hiçbir şey kalmayacaktır. ‘Ey Allah’ın müslüman kulu! İşte bu bir yahudidir. Gel de onu öldür!’ demeyen ne bir taş, ne bir ağaç, ne bir duvar, ne de bir hayvan olacaktır. (Yalnız Gargad ağacı bu hükmün dışındadır. Çünkü bu ağaç onların ağaçlarındandır, konuşmayacaktır.)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- konuşmasına devamla buyurdu ki:
‘Ve Deccal’in günleri (devri) kırk yıldır. Bir yılı yarım yıl gibi ve bir yılı ay gibidir. Ayı da bir hafta gibidir ve kalan günleri kıvılcım gibi (hızlı gidici)dir. Biriniz o günlerde sabahleyin Medine’nin kapısı yanında olur da Medine’nin diğer kapısına akşama kadar varamaz.’
Bunun üzerine:
‘Yâ Resulellah! O kısa günlerde nasıl namaz kılacağız?’ diye soruldu. O:
‘Siz namazı şu uzun günlerde nasıl takdir (hesap) ettiğiniz gibi o kısa günlerde de öyle takdir edersiniz. Sonra namaz kılınız.’ buyurdu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- konuşmasına devamla buyurdu ki:
‘İsa bin Meryem Aleyhisselâm benim ümmetim içinde (Muhammedî), adaletli bir hakim ve (yönetimde) adil bir imam olacak, haçı kırıp ezecek ve domuzu öldürecektir. (Zimmilerden) cizyeyi kaldıracak ve zekâtı terk edecektir. Artık ne koyun, keçi, sığır sürüsü, ne de deve sürüsü üzerine zekât memuru çalıştırılmayacaktır. Düşmanlık ve kin de kaldırılacaktır. Zehirli olan her hayvanın zehiri de sökülüp alınacaktır. Hatta küçük oğlan çocuğu elini yılanın ağzına sokacak da yılan ona zarar vermeyecektir. Küçük kız çocuğu da arslanı kaçmaya zorlayacak da arslan ona zarar vermeyecektir. Kurt, koyun-keçi sürüsü içinde sürünün köpeği gibi olacaktır. Kap su ile dolduğu gibi yeryüzü barış içinde olacaktır. Din birliği de olacak, artık Allah’tan başkasına tapılmayacaktır. Savaş da ağırlıklarını (silâh ve malzemelerini) bırakacak, Kureyş kabilesinden hükümdarlığı alınacaktır. Yeryüzü gümüş sofrası gibi olup, Âdem Aleyhisselâm’ın ahdi ile bitkisini bitirecektir. Hatta bir üzüm salkımı üzerinde bir nefer (sayısı ona kadar olan insan topluluğu) toplanır da o salkım hepsini doyuracak ve bir nar üzerinde bir nefer toplanır da o nar hepsini doyuracaktır. Öküz şu kadar (üstün değerdeki) mala tekabül edecek, at da birkaç (önemsiz) dirhemciğe tekabül edecektir.
Sahabeler:
‘Yâ Resulellah! Atı ucuzlatan nedir?’ diye sordular. O:
‘Savaş için ata ebedî olarak yani hiç binilmeyecektir. (Çünkü hiç savaş olmayacaktır.) buyurdu. Ona:
‘Öküzün fiyatını bu kadar pahalılaştıran nedir?’ diye soruldu. O:
‘Toprağın tamamı sürülecektir. Deccal’in çıkmasından evvel (kıtlığı) şiddetli üç yıl bulunur. O yıllarda insanların başına büyük bir açlık felâketi gelecektir. Allah birinci yıl buluta, yağmurunun üçte birisini tutmasını emredecektir. Sonra Allah ikinci yıl buluta emredecek, bulut da yağmurunun üçte ikisini hapsedecektir ve Allah yere emredecek, yer de bitkisinin üçte ikisini hapsedecektir. Sonra Allah üçüncü yıl buluta emredecek, bulut da yağmurunun tamamını hapsedecektir. Artık bir damla yağmur yağmayacaktır. Allah yere de emredecek ve yer bitkisinin tamamını hapsedecektir. Artık yer yeşillik diye hiçbir şey bitirmeyecektir. Artık çift tırnaklı (geviş getiren) hiçbir hayvan kalmayıp hepsi helâk olacak, Allah’ın (yaşamasını) dilediği hayvan hariç.’ buyurdu.
Ona:
‘O zamanda insanları yaşatan (azık) nedir?’ diye soruldu. O:
‘Tehlil, tekbir, tesbih ve tahmid. Bu zikirler insanlara yemek yerine geçirilecektir.’ buyurdu.” (İbn-i Mâce: 4077)
Âdem Aleyhisselâm ilk insan olarak yeryüzüne geldikten sonra devran devam etmiş, yüz yirmi dört bin peygamber, onların tâbileri ve muhalifleri gelip geçmiş, yaşlı dünya binlerce defa dolmuş-boşalmış, nice nice hadiselere şâhit olmuş, artık dünyanın sonuna gelinmiştir.
Kıyametin büyük alâmetleri de bütünüyle ortaya çıktıktan sonra kıyamet kopuncaya kadarki zaman hakkındaki bilgileri Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Hadis-i şerif’lerinden öğreniyoruz:
Ebu Musa -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“İnsanlara mutlaka öyle bir zaman gelecek ki, bir kimse altından olan zekâtını (diyar diyar) dolaştıracak, onu alacak hiçbir kimse bulamayacak. Erkeklerin azlığından, kadınların çokluğundan dolayı bir erkeğin peşinden ona sığınmak isteyen kırk kadının gittiği görülecektir.” (Müslim: 1012)
Bütün bunlar kıyamet alâmetlerindendir.
O zaman yeryüzüne semânın bütün bereketleri inecek, yer olanca bereketlerini meydana çıkaracak, yerde gömülü bütün defineler meydana çıkacak, mal kapıdan taşacak, fakat insanlar çok az kalacak. Halk kıyametin pek yakın olduğunu bildiği için mal biriktirmeye tamah etmeyeceklerdir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Mal çoğalıp kapıdan taşmadıkça kıyamet kopmaz. O derecede ki; bir adam malının zekâtını çıkaracak, fakat onu kabul edecek hiçbir kimse bulamayacak. Hatta Arabistan çayırlara ve nehirler akan yerlere dönecektir.” (Müslim: 157)
Arap diyarının çayır ve çimenliklere dönmesinden murad; son derece ziraate elverişli olması, fakat yine de metruk bırakılmasıdır. Bunun da sebebi harp ve fitnelerden sonra erkeklerin azalması, kıyamet yaklaştığı için insanlarda mal hırsı kalmaması, bağa bahçeye önem veren bulunmamasıdır.
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Yer bütün ciğerparelerini altın ve gümüşler hâlinde kusacaktır. Katil gelerek: ‘Ben bunlar için öldürdüm!’ diyecek. Akrabasına yardım etmeyen kişi gelerek: ‘Ben bunlar için akrabamla alâkamı kestim!’ diyecek. Hırsız gelerek: ‘Benim elim bunlar için kesildi.’ diyecek. Sonra bu altın ve gümüşü terkedecek, onlardan hiçbir şey almayacaklar.” (Müslim: 1013)
Çıkan altın ve gümüşlerin ciğerpareye benzetilmesi, onların halk tarafından çok sevilen şeyler olduğunu belirtmek içindir.
Bu hâl kıyamete yakın zamanda zuhur edecektir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Kahtan kabilesinden bütün insanları sopası ile sürüp sevkedecek biri çıkmadıkça kıyamet kopmaz.” (Buharî, Fiten 23 - Müslim: 2910)
Bu zât-ı muhteremin ismi Cahcah’tır. Çok kıymetli bir kimse olup, Mehdi Resul Hazretlerinden sonra çıkacak ve onun yolunu tutacak, çok büyük dirayet sahibi olacak ve bütün dünyayı koyun güder gibi güdecek, hükmünü yürütecek.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Cehcah denilen bir adam melik olmadıkça günlerle geceler gitmez.” (Müslim: 2911)
Bütün bu hadiselerden sonra bu olacak. Ne yahudi kalacak ne Çinliler kalacak. Allah-u Teâlâ dünyayı doldurduğu gibi boşaltacak, dünya hakimiyetini müslümanlara verecek.
Bunlar iki veya üç kişi olacak, birbiri peşinden gelecekler.
Bu kumandanların zuhuru da kıyamet alâmetlerindendir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Devs kabilesinin kadınlarının kıçları, Zü’l-Halasa putunun etrafında titremedikçe kıyamet kopmaz.” (Müslim: 2906)
Bu Hadis-i şerif zâhirî mânâda adı geçen kadınlara işaret ediyorsa da, umumi mânâda putperestliğin kıyamet kopmadan hemen önce yine revaç bulacağına işarettir.
•
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz der ki:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Lât ve Uzzâ’ya (tekrar) tapılmadıkça gece ile gündüz gitmeyecektir.”
Bunun üzerine ben:
‘Yâ Resulellah! Allah-u Teâlâ:
‘Dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamber’ini hidayet ve hak din ile gönderen O’dur.’ (Tevbe: 33 - Saff: 9)
Âyet’ini indirdiği zaman ben bunun tam olduğunu zannetmiştim.’ dedim.
“Şüphesiz ki bu hususta Allah’ın dediği olacak. Sonra Allah hoş bir rüzgâr gönderecek. Bunun tesiriyle kalbinde hardal tanesi kadar imanı olan herkesi öldürecek, yalnız kendisinde hiçbir hayır olmayan kimseler kalacaktır. Bunlar da babalarının dinine döneceklerdir.” buyurdu.” (Müslim: 2907)
Bu hoş rüzgâr Allah-u Teâlâ’nın mümin kullarına olan bir ikramıdır. Hiçbir mümin kıyametin şiddetini görmeyecek, bir lütuf eseri olarak ruhları o günden önce lâtif bir şekilde kabzolunacaktır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki Allah Yemen’den, ipekten daha yumuşak bir rüzgâr gönderecektir. Ki bu rüzgâr kalbinde bir dane ağırlığında imanı olanlardan ruhunu almadığı kimse bırakmayacaktır.” (Müslim: 117)
Bu rüzgârın iki tane olmasının mânâsı, birinin Yemen’den, diğerinin Şam’dan olması muhtemeldir. Veya bu iki iklimin birinden başlayarak ötekisine erişmesi ve oradan her tarafa yayılması da bir ihtimaldir.
Enes -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Allah Allah diyen hiçbir kimsenin üzerine kıyamet kopmaz.” (Müslim: 184)
Gün gelecek, yerüzünde Allah Allah diyen insan kalmayacak, bu sebeple de kıyamet kopacak.
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Elbisenin nakışı eskiyip gittiği gibi İslâmiyet de eskiyip gider. Hatta oruç nedir, namaz nedir, Hacc ve Umre nedir, sadaka nedir bilinmeyecektir.
Azîz ve Celîl olan Allah Kur’an’ı bir gecede kaldırıp götürecek ve yeryüzünde ondan tek bir Âyet bile kalmayacaktır. Çok yaşlı erkekler ve pek ihtiyar kadınlardan meydana gelen bir takım insanlar kalacak ve: ‘Biz babalarımıza Lâ ilâhe illâllah kelimesi hâli üzerine yetiştik ve (dinden bildiğimiz) bu kelimeyi söyleriz.’ diyeceklerdir.”
Huzeyfe -radiyallahu anh- bu hadisi rivayet edince orada bulunan Sıla kendisine:
“O yaşlılar namaz nedir, oruç nedir, Hacc ve Umre nedir, sadaka nedir bilmezken ‘Lâ ilâhe illâllah’ kelimesi onlara bir yarar sağlamaz,” dedi.
Huzeyfe -radiyallahu anh- Sıla’nın bu sözünü cevapsız bıraktı. Sonra Sıla bu sözü Huzeyfe’ye karşı üç defa tekrarladı. Her defasında Huzeyfe onun sözünü karşılıksız bıraktı, yüzüne bakmadı. Nihayet üçüncü defasından sonra Sıla’ya dönerek üç defa:
“Yâ Sıla! Tevhid kelimesi onları (ebedî) ateşten kurtarır.” dedi. (İbn-i Mâce: 4049)
Bütün bunlar İsa Aleyhisselâm’ın yeryüzüne gelip ıslahatından ve vefatından sonra kıyamet senelerinde olacaktır.
•
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Yeryüzünden kaldırılmadan önce Kur’an’ı okuyun! Zira Kur’an yeryüzünden kalkmadıkça kıyamet kopmayacaktır.”
Ashâb: “Bu mushaflar kaldırılacak, fakat kalplerde mahfuz olan Kur’an nasıl olacak?” diye sordular.
Buna karşılık buyurdu ki:
“Gece yatacaklar, sabah kalkınca Kur’an kalplerinden silinecek ve fakat: ‘Biz bir şey biliyorduk!’ deyip şiire dalacaklar.” (Beyhakî)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kâbe’yi Habeşliler’den incecik baldırlı biri harap edecektir.” (Müslim: 2909)
•
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kapkara, ince bacaklı, koca ayaklı birinin Kâbe’yi taş taş yıktığını görüyorum sanki.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 790)
Bu hususa temas eden başka Hadis-i şerif’ler de vardır. Kâbe-i muazzama’yı kıyamete çok yakın bir zamanda, başlarında ince bacaklı şiş karınlı bir kimsenin yer aldığı Habeşliler gelip yıkacaklar, taş taş sökecekler, taşlarını da denize atacaklar.
Nevvâs bin Sem’an el-Kilâbî -radiyallahu anh-den rivayet edilen ve İsa Aleyhisselâm’ın yeryüzüne gelişini anlatan Hadis-i şerif’lerinin nihayetinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“İşte bunlar böylece bolluk içinde müreffeh bir hayat geçirirken, Cenâb-ı Hakk hoş bir rüzgâr gönderir ve bu rüzgâr bütün müminlerin ruhlarını kabzeder. Geri kalan insanlar, en şerli insanlardır, yekdiğeri ile boğuşurlar, merkepler gibi halkın huzurunda alenen çiftleşirler. Kıyamet de onların üzerine kopar.” (Müslim: 2937 - İbn-i Mâce: 4075)
•
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet yalnız kötü insanların üzerine kopacaktır.” (Buhârî - Müslim: 2949)
“Kıyamet” kelimesi “Kıyam”dan türemiş olup; dikilmek, ayağa kalkmak, ayaklanmak mânâlarına gelir ve Kur’an-ı kerim’de yetmiş yerde geçmektedir. Kıyam’dan türemiş diğer kelimelerin sayısı iki yüz civarındadır. Kıyameti tasvir eden, gözle görülür bir şekilde anlatan Âyet-i kerime’lerin sayısı ise dört yüze yakındır.
Dini bir tabir olarak kıyamet ise; içinde yaşadığımız dünyanın ve onun bünyesinde yer aldığı kâinatın parçalanıp dağılması, daha sonra insanların hesap vermek üzere Allah-u Teâlâ’nın huzur-u izzetinde, mahiyetini bilemediğimiz bir biçimde kıyam etmesidir.
Allah-u Teâlâ üzerinde yaşadığımız bu dünyayı ve bütün mahlukatı geçici bir zaman için yaratmıştır. Her canlının bir eceli olduğu gibi, dünyanın da bir ömrü vardır. Yarattıklarını dilediği kadar yaşattıktan sonra öldürecek, var olan her şey kıyametin kopmasıyla bir gün yok olacak ve sonsuza kadar devam edecek olan ahiret hayatı başlayacaktır.
Kıyamet inancı, imanın altı esasından birisi olan “Ahiret inancı”nın bir bölümüdür. Ahiret hayatı kıyametle başlar. Bunu mahşer, mizan, sırat, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmeleri ve ebedi bir hayatın başlaması safhaları takip eder.
İnsan başıboş olarak gâye ve maksatsız yaratılmamıştır. Öyle olsaydı mükellef olmaz, yaptığı şeylerden mesul tutulmaz, ceza veya mükâfat görmezdi.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“İnsan başıboş olarak bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet: 36)
İnsanların çoğunun anlayışı böyledir. İlâhî emir ve yasakların yükümlülüğü altına girmek, ilâhî bir terbiye görmek istememektedirler. Halbuki kâinatta hiçbir şey mânâsız, hikmetsiz ve gayesiz yaratılmamıştır. İnsan nasıl başıboş bırakılabilir?
“Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Müminûn: 115)
Kullarını mükellef tutmak, ibadet etmek, sonra da huzur-u izzetine döndürmek için yaratmıştır.
Kıyametin kopmasının yakın olduğunu gösteren birçok Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler vardır.
Nitekim bir Âyet-i kerime’de mühim bir ihtar mahiyetinde:
“Kıyamet yaklaştıkça yaklaşmıştır.” buyuruluyor. (Necm: 57)
Kâinatın ömrüne nispetle kıyametin kopması çok yakın sayılır. Bu sebeple bu hadiseye “Âzife” denilmiştir.
Kıyamet, olanca şiddet ve sıkıntıları ile insanları kuşattığında onu Allah-u Teâlâ’dan başka kimse açamaz ve geri çeviremez.
“Onu Allah’tan başka açığa çıkaracak yoktur.” (Necm: 58)
Kıyametin kopması Kur’an-ı kerim’de “Saat” kelimesiyle ifade edilmiştir. Beklenmedik bir zamanda ve çok süratli olarak gerçekleşecektir.
“Kıyamet saati mutlaka gelecektir, bunda aslâ şüphe yoktur.” (Mümin: 59)
İnanmak imanın gereğidir.
“Fakat insanların çoğu inanmıyor.” (Mümin: 59)
Kıt akıllı, kısır düşünceli olan bu gibi kimseler; kıyameti tasdik etmezler, öldükten sonra dirilmeyi ve mahkeme-i kübrâ’yı inkar ederler, inanmadıkları için de mücadeleye girişirler, yalan yanlış fikirlerinde ısrar edip dururlar.
Kıyametin kopacağı kesindir. Bütün Enbiyâ-i izam, bütün semâvî kitaplar onu haber vermişlerdir.
Sehl bin Sa’d -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şehadet parmağı ile orta parmağını yanyana göstererek:
“Ben, kıyamet şöyle yakın olduğu halde gönderildim.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Rikak 39 - Müslim: 2950)
Mekkeli müşrikler her ne zaman kıyametin korkunçluğunu, onda olan-biten şeyleri, neticesinde olacak hesap ve cezayı duyarlarsa, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e gelerek tekrar tekrar kıyametin ne zaman kopacağını sorarlar: “Eğer sen Peygamber isen bize zamanını haber ver!” derlerdi.
“Sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar.” (A’râf: 187 - Nâziat: 42)
Kıyamet saati Allah-u Teâlâ’nın kendi ilminde kalmasını istediği, bunun için de yarattıklarından hiç kimseyi ona muttali kılmadığı bir gaybtır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resul’üm! De ki: Onu ancak Rabb’im bilir. Onun vaktini O’ndan başka bilecek yoktur.
Ağırlığını göklerin ve yerin kaldıramayacağı o saat, sizlere ansızın gelecektir.” (A’râf: 187)
İnsanlar dünyaya ve dünyanın imarına kendilerini kaptırmış oldukları bir halde, hiç umulmadık bir anda geliverecektir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Andolsun ki kıyamet kopacaktır. O kadar ki, alıcı ile satıcı aralarındaki elbiseyi açacaklar, amma alım-satım henüz tamamlanmadan ansızın kıyamet kopacak, açık kalan elbiseyi katlayıp dürmek mümkün olmayacaktır.
Yemin ederim ki elbette kıyamet kopacaktır. Öyle ki, sağmal devesinin sütünü sağıp gelen kişiye ondan içmek nasip olmadan ansızın kopacaktır.
Hiç şüphe yok ki, kıyamet mutlaka kopacaktır. Öyle ki, kişi havuzunu sıvayıp onaracak, amma kıyamet ansızın kopacak da havuzun suyunu kullanmak mümkün olmayacaktır.
Kıyamet elbette kopacaktır. O kadar ki yemek yemeğe başlayan kişi lokmasını ağzına götürecek, derken ansızın kıyamet kopacak, o lokmayı yemek nasip olmayacaktır.” (Buhârî-Müslim: 2954)
Kıyamet Allâmül-ğuyûb olan Allah-u Teâlâ’nın kendi Zât-ı akdes’ine tahsis ettiği gayb işlerindendir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. Resul’üm! De ki: Onun bilgisi ancak Allah’ın katındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (A’râf: 187)
İnsanların çoğu bunun bilgisinin Allah katında olduğunu bilmedikleri gibi, kıyametin kopma zamanının gizli tutulmasındaki sırrı da bilmemektedirler.
Diğer Âyet-i kerime’lerde ise şöyle buyuruluyor:
“Sende ona âit bilgi yoktur ki anlatasın. Onun bilgisi Rabb’ine âittir. Sen ancak ondan korkacak olan kimselere o tehlikeyi haber verensin.
Onlar o kıyameti gördükleri gün, sanki dünyada bir akşamdan veya kuşluk vaktinden fazla kalmamış gibi olurlar.” (Nâziat: 43-46)
Kıyamet gününde dirilip kıyam edenler, o günün şiddet ve dehşeti, sonsuzluk ve sınırsızlığı karşısında ömürlerinin bir akşam veya bir kuşluk vakti gibi çabuk geçtiğini anlayacaklar ve kaçırdıkları fırsatlar için derin bir pişmanlık duyacaklardır.
Kur’an-ı kerim’in kıyamet ve mahşerin korkunç manzaralarına geniş yer ayırması, canlı bir şekilde vasıflandırması karşısında Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e devamlı surette kıyametle ilgili sorular soruluyordu. Yahudiler ise bir imtihan maksadıyla böyle bir suale cüret etmişlerdi. Çünkü gerek Tevrat’ta gerekse diğer semâvî kitaplarda kıyametin zamanı bildirilmemişti. Bu soruyu soranlar, Resulullah Aleyhisselâm’ın bunun aksine bir şey söyleyip söyleyemeyeceğini anlamak istiyorlardı. Yoksa bilgi edinmek niyetinde değillerdi.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’üm! İnsanlar sana kıyametin zamanını soruyorlar.
De ki: Onun bilgisi Allah’ın katındadır.
Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır.” (Ahzâb: 63)
Allah-u Teâlâ ancak kendisinin bildiği bir hikmet gereğince, bunun bir sır olarak kalmasını takdir buyurmuştur.
“Kıyametin vaktine dair bilgi O’nun katındadır.” (Zuhruf: 85)
O’nun ezelî ilmi her şeyi kuşatmıştır. O’nun ilminden hiçbir şey gizli kalmaz, O’nun takdir buyurmadığı hiçbir şey meydana gelmez.
İnsanın vazifesi, geleceği muhakkak olan o günü düşünerek, elde fırsat dilde ruhsat varken hayatını düzene sokmak, hâlini ıslah etmekten ibarettir. Çünkü ahirette iyiler iyiliklerinin, kötüler de kötülüklerinin karşılıklarını daha çok göreceklerdir.
“Kıyamet ne zaman kopacak?” diye soran bir zâta Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“O gün için ne hazırladın?” buyurmuşlardır. (Tirmizî)
Allah-u Teâlâ müşriklerin yalanlama, inat ve inkârlarından dolayı, azabın kendilerine gelmesini uzak görerek, alay ve eğlence yollu, başlarına azabın hemen gelmesini istediklerini haber vererek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Diyorlar ki:
Eğer doğru söylüyorsanız, vâdettiğiniz kıyamet günü ne zaman?” (Enbiyâ: 38 - Sebe: 29 - Yâsin: 48 - Mülk: 25)
Gerçekte onlar kıyametin gelişini imkânsız sanıyorlardı. Halbuki onun geleceği muhakkaktır ve herhangi bir kimse istemediği için geri kalmaz, herhangi bir kimsenin istemesiyle de vaktinden önce gelmez.
“De ki:
Size vâdolunan bir gün vardır ki, siz ondan ne bir saat geri kalırsınız, ne de ileri geçebilirsiniz.” (Sebe: 30)
Kıyamet, insanların ecelleri gibidir. İnsanın eceli geldiğinde, bir göz açıp kapatıncaya kadar ileri veya geri alınmadığı gibi, kıyamet zamanı geldiğinde de bir saniye olsun ileri veya geri alınmaz.
İnanmayanlar, azap her taraftan kendilerini kuşattığı zamanki durumlarının korkunçluğunu eğer bilselerdi, elbette onu acele istemezlerdi. Fakat kalplerinin körlüğü bu tehdidi onlara basit gösterdi, uyanıp da Hakk’a yönelmediler.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Kâfirler ne yüzlerinden ne de sırtlarından ateşi savamayacakları, kendilerine yardım da edilmeyeceği zamanı bir bilselerdi!” (Enbiyâ: 39)
Fakat uyarılar onlara hiç fayda vermiyor, etraflarını saran küfür karanlığı gerçeği göstermiyor.
“Doğrusu o, onlara ansızın gelecek ve onları şaşkına çevirecek.
Artık onu ne geri çevirmeye güçleri yeter, ne de kendilerine mühlet verilir.” (Enbiyâ: 40)
Ki tevbe edebilsinler, mazeret beyan etsinler!
“Size vâdedilen mutlaka gelecektir. Siz onun önüne geçemezsiniz.” (En’âm: 134)
İşte iman etmeyenlerin ebedî cezaları! Kıyametin gelmesini kendilerinden çeviremedikleri gibi, tevbe edip özür beyan etmeleri için kendilerine mühlet de verilmez.
Allah-u Teâlâ Muhammed Aleyhisselâm’a bu toplanmanın muhakkak olacağını ve kaçınılmasının imkânsız olduğunu bildirmesini emretmiş, görevinin sadece tebliğ olduğunu beyan buyurmuştur:
“Resul’üm! De ki: O bilgi ancak Allah katındadır. Ben ise apaçık bir uyarıcıyım.” (Mülk: 26)
Cebrâil Aleyhisselâm’ın genç bir insan şeklinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e gelmesi, İslâm ve ihsan’dan sorup cevap aldıktan sonra kıyametin ne zaman kopacağını sorması, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in de:
“Bu hususta kendisine sorulan kimse, sorandan daha bilgili değildir.” diye cevap vermesi meşhurdur. (Buhârî - Müslim)
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Kıyamet saatini bilmek Allah’a havale edilir.” (Fussilet: 47)
Bir kimseye: “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sorulursa: “Onu Allah-u Teâlâ bilir!” denilmelidir.
“Kıyamet saatini bilmek ancak Allah’a mahsustur.” (Lokman: 34)
İnsana düşen, geleceği muhakkak olan o günü düşünerek daha dünyada iken hayatını düzene sokmaktan ibarettir.
Allah-u Teâlâ o günü daha önce hükmettiği belirli bir zaman için ertelemektedir. Bu süre ne artar ne de eksilir.
Âyet-i kerime’de:
“Biz onu ancak sayılı bir müddetin sona ermesi için erteledik.” buyuruluyor. (Hûd: 104)
Dünyanın sayılı müddeti son bulup ömrü tamam oluncaya kadar ahiret tehir olunacak ve o sayılı hesabın bittiği dakikada kıyamet kopacaktır. Her gelecek yakındır.
Allah-u Teâlâ kıyamet vaktini gizledi ki, insanlar kıyametin kendilerine ansızın gelmesine karşılık devamlı bir hazırlık içinde olsunlar, kötülüklerden sakınsınlar.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, zamanını gizli tuttuğum kıyamet mutlaka gelecektir. Buna inanmayan ve nefsinin arzusuna uyan kimse seni ondan alıkoymasın. Yoksa helâk olursun!” (Tâhâ: 15-16)
İnsanları ahiret fikrinden uzaklaştırmak isteyen şeytan tabiatlı kimseler her zaman için mevcutur. Fakat akıllı bir mümin, o gibi kimselerin akıntısına kapılmaz, onlara aslâ uymaz, kulluk görevlerini yerine getirerek ahiretini kazanmaya muvaffak olur.
İlâhî mahkemenin kurulup amellerin ölçüleceği, hesabın görüleceği o kıyamet günü gelmek üzeredir. Çok yakınlarında olmasına rağmen insanlar ondan gafil bulunuyorlar. O korkunç gün, mukadder vakti gelince ansızın gelecektir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Onlar kıyamet zamanının ansızın başlarına gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?” (Muhammed: 18)
Kıyametin kopacağına dâir bunca Âyet ve alâmetler varken, inkârcılar yine de küfürlerinde devam edip dururlar.
“Ne bilirsin, belki de kıyamet saati yakındır. Ona inanmayanlar, onun çabuk gelmesini istiyorlar.” (Şûrâ: 17-18)
Alaylı bir şekilde onun takdir edilen zamanından önce gelmesini ister dururlar.
“İnananlar ise ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler.” (Şûrâ: 18)
Gönüllerindeki gerçek iman açığa çıkar.
“İyi bilin ki kıyamet saati hakkında tartışanlar apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Şûrâ: 18)
Allah-u Teâlâ kıyamet karşısında müminlerin tutumlarıyla münkirlerin tutumlarını tasvir buyurmaktadır.
Müminler aynel-yakin bildikleri için kıyametten korkarlar ve titrerler. O günde bütün insanların bir muhasebeye ve muhakemeye çekileceklerine inandıkları için hallerini düzeltmeyi lüzumlu görürler.
Münkirler ise kıyametin asılsız bir vehimden ibaret olduğunu sanırlar. Kalplerini hiçbir şey titretmez. Olacağına inanmadıkları içindir ki kendilerini bekleyen âkıbeti tahmin edemezler.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“İnkâr edenler, kendilerine o saat ansızın gelinceye, yahut da o kısır günün azabı kendilerine gelinceye kadar onun hakkında hep şüphe içindedirler.” (Hacc: 55)
Göz önünde bunca deliller varken, Âyet-i kerime’ler yüzlerine karşı okunurken; bunlar Hakk’ı hatırlamazlar, Hakk’tan yana olmazlar, imansızlık ve müşriklik ederler, Allah’tan korkmazlar, ahiret için hazırlanmazlar, ömür sermayelerini boşa harcayıp dururlar. Emniyet içinde olduklarından değil, ilerisini düşünemediklerinden, basiretsiz olduklarından dolayı öyle yaparlar.
Allah-u Teâlâ bu gibi kimseleri uyarmak üzere Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurur:
“Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emin mi gördüler?” (Yusuf: 107)
Ki hiçbir şeyden habersiz bir şekilde gaflet içinde yaşayıp duruyorlar.
“Onlar hiç ummadıkları bir sırada kıyamet zamanının ansızın başlarına gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?” (Zuhruf: 66)
Böyle bir hâlde yaşayıp dururlarken, büyük felâket başlarına geliverecektir.
Kıyamet, dünyayı ve geçici dünya hayatını arzu edenlerin isteklerine muhaliftir. Bunun içindir ki çekinmeden onu inkâra cüret ederler. Şehvetlerinden, lezzetlerden ayrılmamayı, ileride onlara devam etmeyi, ahlâki ve dini herhangi bir engel olmadan kötülükleri ve günahkârlığı sürdürmeyi isterler. Bu hallerinden dolayı hiçbir üzüntü duymazlar. Tevbekâr olmak istemezler, hallerini ıslaha çalışmazlar.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Fakat insan, ileriye doğru devamlı suç işlemek (ömrünü günahla geçirmek) ister: ‘Kıyamet günü ne zamanmış?’ diye sorar.
Göz kamaştığı,
Ay tutulduğu,
Güneşle ay bir araya getirildiği zaman!” (Kıyâmet: 5-9)
Gözler o günde görecekleri şiddet ve dehşetten dolayı şimşeğe tutulmuş gibi bir hâle gelir. Kâinat alt-üst olur, ay ve güneş birbirine katılır, ışıkları söner simsiyah kesilir.
“İşte o gün insanlar: ‘Kaçacak yer neresi?’ der.” (Kıyâmet: 10)
Bu sorusu ile sanki kurtuluş ümidi aramaktadır.
“Kıyamet kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?” (Muhammed: 18)
Çünkü o gün sorgulama ve yargılama, cezâ ve mükâfat günüdür. O gün herkes kendi derdi ile meşgul olmaya mecbur olur, herkes kendisini azaptan kurtarmak için çırpınır.
•
Merhametlilerin en merhametlisi olan Rabb’imiz Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri Kur’an-ı kerim’in bir çok Âyet-i kerime’lerinde ahiret gününün çetin azabından kullarını korumak ve sakındırmak için öğütlerde ve uyarılarda bulunmaktadır:
“İnsanların hesap görme zamanı yaklaştı, fakat onlar hâlâ gaflet içindedirler.” (Enbiyâ: 1)
Gaflet; hatırlanması gereken şeyin insanın aklından çıkması, onu hatırlamaması demektir. Yapması gereken şeyi ihmal ederek yapmayan kimseye gafil denir.
Nefsin arzularına, şeytanın adımlarına uymuş, zevk ve safaya, oyun ve eğlenceye dalmış, gerçek hayatın bu dünya hayatı olduğunu zannetmiş, böylece ömrünü tüketiyor, gerçek hayatın ölümden sonra başlayacağını bilmiyor, ahiret tedarikinin çaresine bakmıyor.
Allah-u Teâlâ o gün için hazırlık yapılmasını emreder ve şöyle buyurur:
“Allah katından geri çevrilmesi mümkün olmayan bir gün gelmezden önce, Rabb’inizin davetine icabet edin. O gün hiçbiriniz sığınacak yer bulamaz, inkâr da edemezsiniz.” (Şûrâ: 47)
O günde Allah-u Teâlâ’nın himayesinden başka sığınacak bir yer yoktur. Müstehak olanlardan hiç kimsenin azabı kaldırmaya gücü yetmeyecektir.
“Öyle bir günden korkun ki, o günde hepiniz Allah’a döndürülürsünüz. Sonra herkese kazandıkları noksansız verilir ve hiç kimse haksızlığa uğratılmaz.” (Bakara: 281)
•
Bu mevzu Muhterem müellif Ömer Öngüt Efendi’nin “Kalplerin Anahtarı” Külliyatı’nın “Kıyamet ve Alâmetleri” isimli eserinden derlenmiştir.