Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Türkiye’de Yaşanan Ayrışma, Dogru Kanala İcra Edilmelidir! - Ömer Öngüt
Türkiye’de Yaşanan Ayrışma, Dogru Kanala İcra Edilmelidir!
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Ocak 2004

 

Türkiye’de Yaşanan Ayrışma, Doğru Kanala İcra Edilmelidir!

 

Türkiye üzerinde oynanan oyunlar bakımından Kıbrıs seçimleri gerek seçim öncesi gerek seçim sonuçları itibariyle çok ilginç bir laboratuvar gibidir. Bu küçük adadaki bir avuç soydaşımız AB ve Annan planı etrafında şekillenen bir ayrımcılığa, kamplaşmaya, iç çatışmaya sürüklenmek istenmiştir. Seçim sonuçları öyle ilginç bir tablo ortaya çıkartmıştır ki, gerilimler gevşemiş, bütün husumetler sükuta uğramış, dış güçler oyunlarında muvaffak olamamışlardır.

Şu günlerde Kıbrıs’ta olduğu gibi Türkiye’de de ülkeyi ve halkı kamplara bölme oyunu oynanmaktadır. Eskinin sağ-sol kamplaşmasının yerine yeni tanımlar, yeni sloganlar, yeni simgeler etrafında yeni oyunlar tertip edilmek istenmektedir. (ABD’nin küresel oyununun bir uzantısı olarak Türkiye’deki bu oyunun ana teması İslam’dır. Ancak Küreselci sömürgeciler için Türkiye çok zor bir ülke haline geldi. Zira bu ülkelerin gerek niyetleri gerekse taktikleri tarih boyunca hiç olmadığı kadar deşifre olmuştur. Bundan üç yıl önce yahudilerin dünya üzerindeki hakimiyet tesisi gayretlerinden, Amerikan yönetimi üzerindeki etkilerinden bahsetmek nerede ise imkansız iken bugün bunlar rahatça konuşulmakta, basında ve hatta devlet başkanları düzeyinde dile getirilmekte, televizyon dizilerine konu olabilmektedir. Aynı zamanda ABD ve yandaşları bütün inandırıcılıklarını kaybetmişlerdir. Bunun son örneği Saddam’ın yakalanması hadisesinde görülmektedir. Ortada ABD’nin “Saddam’ı şöyle yakaladım, böyle yakaladım” reklamlarından daha önemli bir sonuç vardır. O da artık kimsenin ABD’ye inanmadığıdır. Yakalanma şekli, zamanı ve daha birçok konuda ortada dolaşan sorulara, spekülasyonlara bakıldığı zaman asıl üzerinde durulması gerekenin ABD’nin bütün inandırıcılığını kaybettiği ve insanlar arasında ABD’ye karşı büyük bir güvensizlik duygusunun hakim olduğudur.)

Türkiye’de yapılmak istenenlere, Türkiye’nin elinde avucunda ne varsa almaya çalışanlara bir tepki olarak Küresel sömürgecilere ve manevî işgal gayretlerine dur demek isteyen bir fikir çok geniş bir taban üzerinde artan bir ivme ile taraftar bulmakta, Türkiye büyük bir hızla “Bağımsızlaşma Süreci” yaşamaktadır.

Bu sürecin başarıya ulaşması, halk desteği alabilmesi ve Türkiye üzerindeki oyunların akamete uğratılabilmesinde anahtar konu “İslâm”dır. Eğer Türkiye ikinci bir defa İslam’ı dışlayarak bağımsızlaşma macerası yaşamaya kalkarsa bu ancak Küresel Sömürgecilerin ekmeğine yağ sürecek bir sürecin başlamasına sebep olacaktır.

Bu sebeple kafalarda uçuşan yanlış fikirlerin, yanlış tanımlamaların ve insanlar ve kurumlar hakkındaki yanlış kanaatlerin hızla düzeltilmesi gerekmekte, vatanı ve memleketi düşünme durumundaki herkesin birbirini doğru anlamaya ihtiyacı bulunmaktadır.

 

Tesirli Bir Akım, Büyük Bir Ayrışma:

Türkiye’de uzunca bir süredir bir ayrışma yaşanıyor. Her zamanki gibi medyada fazla bir yer edinemeyen bu ayrışmayı iyi tahlil etmek, önemini iyi kavramak ve kesinlikle küçümsememek gerekiyor.

Türkiye’nin “Yönetici elit”i (bu tanımlama, ekseriyeti yüksek tahsil yapmış; devlet sektöründe görev alan bürokrat ve memurlardan, özel sektörde görev alan insanlarımıza büyük bir yelpazede düşünülmelidir.) arasında geniş bir zemin bulan, ABD’nin ahlaksız politikalarına ve saldırılarına karşı tepki ile simgeleşen, “Ulusalcılık” gibi çeşitli kelimelerle tanımlanan bu ayrışma; memleketimiz için büyük hayırlara sebep olabilecek bir potansiyeli barındırdığı gibi objektif analiz ve tanımlamadan sapan partizan yaklaşımlar, bu zemini kendi felsefesini yaymak için fırsat bilen gruplar sebebiyle büyük tehlikeler de barındırmaktadır.

“Yönetici elit” arasında zemin bulan bu akımı küçümsemek büyük bir hatadır. Zira hiçbir halk hareketi bu kesimden destek almadan başarı sağlayamaz, halkın oyuna güvenen hükümetler bu kesimi karşısına alarak muvaffak olamazlar. Emperyalist saldırılara ve “Küreselleşmeciler”in kişiliksizleştirme gayretlerine bir tepki olarak ortaya çıkan bu durum sebebiyle endişe duymak da küçümsemek kadar büyük bir hatadır. Sonuçta ülkemizin manen işgaline karşı ortaya çıkmış vicdani tepkilere kulak vermek icap etmektedir.

Türkiye’nin âkil insanları ve ülkeyi idare makamındaki yöneticileri bu akımı doğru kanala icra etmek, kafalardaki karışıklıktan istifade etmek isteyen dış odaklara fırsat vermemek zorundadır.

 

Dış Merkezlerden Yönlendirilen Büyük Oyun:

Ülkemiz üzerinde, ülkemiz insanları üzerinde hayasızca oyunlar tertip edildiği, 1980 öncesi kamplaşmaların benzerleri inşa edilmeye çalışıldığı şu günlerde bu durum (yukarıda izah edilen akımın doğru kanala icrası) daha bir önem arzetmektedir.

Zira Türkiye üzerinde sahnelenmek istenen bu oyun büyük bir oyundur: “Türkiye’yi İsrail-ABD eksenine çekme” oyunudur. Bu becerilemezse “Türkiye’yi etkisizleştirme”, her hal ve durumda “Türkiye kendine biçilen sıkleti aşmasın” oyunudur.

İstanbul’da patlatılan bombaların asıl hedefi budur. Bunun bir benzeri ABD’de yaşanmıştır. Evet, yanlış okumadınız!.. Şu anda bütün hışmıyla müslümanların üzerine saldıran ABD’nin başındaki iktidar aslında gerçek tasarlanmış iktidar değildir. Gerçekte iktidara gelmesi tasarlanan ortadoks bir yahudiyi (Liberman) başkan yardımcısı olarak ilan eden demokratların adayı Al Gore idi. Nitekim ABD başkanı ilk günlerinde Filistin meselesine ve Ortadoğu’ya pek ilgi duymuyordu. İsrail’i desteklemeye çok da hevesli değildi. Arkasından yaşanan 11 Eylül hadisesi ABD hükümetini derinden vurdu. Fakat bu bile Ortadoğu hakkında fazla bir kıpırdanmaya sebep olmadı. Ne zaman ki Enron skandalı patlak verdi, hükümet yelkenleri suya indirdi. Kumandayı yahudilere teslim etti. Şahsi ikballeri için bütün bir insanlığı yakacak adımları atmaya ikna oldu.

ABD’de yaşananlardan şöyle bir sonuç çıkartılabilir: İstanbul’da patlatılan bombalar Türkiye’yi ABD-İsrail eksenine çekmeye muvaffak olamaz, Suriye ve İran hakkındaki tasarılara Türkiye ortak olmazsa tıpkı ABD’de olduğu gibi ikinci bir perde sahneye konulabilir. Belki yeni bombalar patlatılır, belki direk ikinci perde oynanır. Tiyatronun ikinci perdesi ekonomi konulu olabilir. Son perdenin senaryosunda muhtemelen iç karışıklık ve kaos bulunmaktadır. (Milleti birbirine düşürme gayretleri dikkate alındığında son perdenin açılmış olduğu kanaatine varmak da mümkündür.) Nitekim bombalardan sonra bu bombalar hükümeti istemeyen ordunun gizli bir eylemi havası yayılmaya çalışıldı. BBC Türk gazetecilere bu minval üzere açıkça sorular sordu. Bu soruları E. Özkök köşesinde dile getirdi.

Tabii senaryoları tiyatrolarda sahnelemek kolaydır. Eğer Hazret-i Allah bu senaristlere fırsat ve ruhsat vermiş olsaydı, bugün Türkiye şu konumda olmazdı. Daha zayıf, ABD işgalinde, Suriye ve İran’la hırlaşan bir Türkiye’de yaşıyor olurduk.

Senaryoları bilelim tedbirimizi ona göre alalım. Zira bu oyunu sahnelemek isteyenler nereden vuracaklarını, nereyi karıştıracaklarını, piyon olarak kullanmak istedikleri tarafların zaaflarını gayet iyi biliyorlar. Nitekim devleti koruma makamında ve iddiasında olduğu halde bu oyuna alet olan bazı devlet ricalimizin varlığına şahit oluyoruz.

Bu oyunun minyatür bir şekli Kıbrıs’ta denendi. Halk birbirine düşürülmeye çalışıldı. Ancak ilahi takdire bakın ki son Aralık seçimlerinde öyle bir sonuç ortaya çıktı ki kavga isteyenlerin sesi soluğu kesildi, ortalık karıştırıcıların elinde hiçbir malzeme kalmadı. Avrupa ve ABD mosmor kesildi.

 

Mühim Olan:

Dış odaklar her zaman Türkiye üzerinde oyun oynamak isteyecektir. Mühim olan bizim kendimizi tanımamız, bu oyunlara karşı sağlam bir yapı oluşturabilmemizdir. Zihinler ve gönüller paramparça olursa hiçbir destek işe yaramayacaktır.

Nitekim yaklaşık beş-altı yıl öncesine kadar Türkiye çok kolay bir ülkeydi. Medya ve dış destekli sermaye kullanılarak bir iki ufak hamleyle, birkaç provokasyonla hadiseleri yönlendirmek mümkündü. Ancak artık eskisi gibi değil. Elden kayan sabun misali Türkiye ABD’nin avucundan kayıyor. Bu süreç hızlandıkça ABD agresifleşiyor.

 

Türkiye’deki Ayrışmanın Tarafları:

Yukarıda izah etmeye çalıştığımız ayrışma esas itibarı ile dış güçlerin maşası yapılanmalar ile yerli, vatanperver insanlar arasında olması gerekmektedir. (Kıbrıs’ta buna benzer bir ayrışma yaşanmış ve maalesef Kıbrıs halkı kötü bir sınav vermiştir.)

Bahsettiğimiz şekilde bir ayrışma elbette yaşanmaktadır. Ancak bizim üzerinde durmak istediğimiz ve büyük tehlikeler barındıran konu şudur:

Bu ayrışmanın tarafları bizzat ayrışmaya taraf olan insanların kafasında henüz bir netliğe kavuşmamış, hatta birçokları tarafından saflar yanlış tayin edilmiştir. Bunun en büyük sebebi zihinlerde dolaşan yanlış felsefe ve kanaatlerdir.

 

Yanlış Kanaatler:

Doğru veriler yanlış verilerle karıştırılıp yanlış felsefelerle yoğrulduğu zaman ortaya çok çarpık kanaatler çıkmakta, bu da ülkemize büyük zarar vermektedir.

Daha açık konuşmak gerekirse, kimi kanaate göre; hükümet ve hükümet başkanı ABD ve AB işbirlikçisi bir hain gibidir. AKP ABD’nin Türkiye üzerindeki senaryosunun tabi bir neticesi olarak iktidara gelmiştir. Kimi kanaate göre rejimin materyalist argümanlarına sahip çıkmayan geniş bir halk kitlesi devlet düşmanıdır, irtica talepçisidir. Kimi kanaate göre Türk insanının sermaye piyasasında boy göstermeye başlaması irtica tehlikesidir. Kimi kanaate göre Türban siyasal bir simgedir, başörtüsü değildir. Diğer taraftan kimisine göre bu saydığımız kanaat sahipleri materyalist-ateist ufak bir azınlıktır. Maksatlı hareket etmektedirler. Anti-emperyalist ve Anti-Amerikan söylemleri komünistleri andırmaktadır. Geçmişlerine bakılınca ne oldukları anlaşılır. Yine kimine göre Cumhurbaşkanı’nın dahi bunlardan etkilenmesi, militan sol mahkumları sağlık problemleri sebebiyle affetmesi onun da zihniyetini ortaya koymuştur. Kimi kanaate göre Laik güruh din ve devlet işlerinin ayrılmasından ziyade dinin yok edilmesi, bastırılması için çalışan güçlü bir azınlıktır.

Bu listeyi uzatmak mümkündür. Ancak burada temel bazı noktaları daha da açık bir şekilde irdelemeye çalışalım:

 

ABD’nin Ilımlı İslam Projesi ve AKP İktidarı:

ABD’de özellikle Türkiye hakkında iki farklı görüş açık açık tartışılmaktadır. (Tabi bu tartışmaların gizli boyutunu bilme imkanımız sınırlıdır.) Bernard Lewis gibi bazıları Türkiye’de laik yapının desteklenmesi gerektiğini düşünmekte, iktidardaki neo-con’ların fikir babalığını yapan diğerleri ise Türkiye’deki laik yapının İslâm dünyasında geçerli bir karşılık bulmasının mümkün olmadığını, ılımlı bir İslami hükümetin iktidarda olmasının daha iyi olacağını söylemektedir. ABD’deki bu tasarımların üzerine ABD başkanının Erdoğan’la görüşmesi, AKP’nin ABD’den zımnî bir destek alması, Irak ve daha başka -özellikle dış politika- konularında AKP iktidarının ABD ile ters düşmeme gayreti gibi faktörler eklendiğinde -bir de ideolojik olarak zıt fikirde iseniz- AKP’ye Amerikan partisi, Erdoğan’a ABD ajanı yaftası vurmanız için elinizde bolca malzeme var demektir. Mesela İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek’in Aydınlık dergisi kapaktan AKP’yi Türkiye’yi saran düşman çemberinin bir parçası olarak tasvir etmiş, Kuşatmayı yarmak için hükümetin devrilmesi gerektiğini yazmıştır.

Ancak bu tür görüşler ve AKP’nin ABD tasarımı olduğuna dair kanaatler doğru değildir. Zira ABD AKP vasıtasıyla Türkiye’yi kontrol edebilmeyi denemiştir ancak bunda muvaffak olamamıştır.

Üstelik ABD’nin tasarladığı iktidar bugünkü iktidar değildir. Bir yıl önceki 3 Kasım seçimleri öncesinde yaşanan hadiseler irdelendiğinde bunu görürüz.

Irak’a müdahaleye kesin karar vermiş olan ABD bu işgal sürecinin en büyük atlama taşı olarak Türkiye’yi tasarlamıştı. Hatta bazı iddialara göre Türkiye’ye asker yerleştirebilmek için Irak savaşını bu kadar büyütmüştü. Bu sebeple Türkiye’de bütün bu projelere boyun eğecek bir iktidar dizayn edilmeye çalışıldı. 2002 Kasım seçimleri öncesindeki iktidar oyunları incelendiğinde görülecektir ki ABD’nin Türkiye’de ilk tercihi masonik karakterli bir hükümet tesis etmekti.

“Türkiye'den kimlerin davet edileceği merakla beklenen Bilderberg Toplantısı bu yıl Washington'da yapılıyor.

Türkiye'den üç isim çağrıldı toplantıya: Kemal Derviş, Özdem Sanberk ve Koç Holding'in CEO'su Bülent Özaydınlı.

Neler konuşulduğu her zaman gizli tutulan toplantıya çağrılan isimlere bakılınca global süreçlerin etkin ve güçlü isimlerinin Türkiye'de Ecevit sonrası bir siyasi oluşumun nasıl olabileceği ve bu oluşumun ekonomik krizden çıkışa etkilerinin nasıl olacağını düşünme ihtiyacı içinde oldukları ortaya çıkıyor.

Türkiye'nin yakın geleceğinde Kemal Derviş'in çok daha etkili bir rol oynayacağı bence Bilderberg Toplantısı'nı düzenleyenlerin daveti ile daha da net ortaya çıktı ama asıl önemli nokta onun bu rolünün hangi çerçevede olacağında düğümleniyor.

O konuda henüz net bir tavır yok uluslararası çevrelerde, çünkü Kemal Derviş'in rolünün nasıl olacağını belirleyebilecek birkaç gelişme birden yaşanmakta.” (Serdar Turgut, 31 Mayıs 2002)

DSP’nin parçalanması, Troyka, Derviş derken bunda muvaffak olamadılar. Derviş kimi zaman ABD’ye gitti, bir hafta ortadan kayboldu. Yeni taktiklerle döndü. Hiç olmazsa koalisyonlu bir hükümetin etkin bir üyesi olması için gayret edildi. Sonra Troyka’sını sattı CHP’ye geçti. (Burada CHP de ayrı bir inceleme konusu olabilir. Bağımsızlıkçı söylemle hükümeti vurmaya çalışan Baykal’ın şahsi ikbali için bu senaryoya kucak açması ibret-i şayandır.)

Sonuçta aynı Kıbrıs seçimlerinde olduğu gibi kimsenin tahmin edemediği bir Meclis ortaya çıktı. İlk tezkere oylamasında Abdullah Gül’ün zımnî muhalefeti ve ortaya çıkan sonuç göstermektedir ki şu andaki iktidar yapısı ABD açısından büyük bir başarısızlıktır.

Neo-con’ların “Ilımlı İslâm Projesi”ne gelince; bu projenin arka planında İsrail’in Ortadoğu çıkarlarına zarar vermeye başlayan ordunun etkinliğini kırma gayretleri bulunabilir. Ayrıca Osmanlı’nın hoşgörü ortamına bir geri dönüş tasarlanıyor da olabilir.

7 Mayıs 2002 tarihli bir gazete haberi:

*ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz ...California’daki Dünya İlişkileri Konseyi forumunda, İslam’ın hoşgörü geleneğine örnek olarak, 15. Yüzyıl’da İspanya Kralı Ferdinand’ın ülkeden dışladığı Musevilere kucak açan Sultan Beyazıt’ı gösterdi. Wolfowitz, şunları söyledi:

‘Bu olay gösteriyor ki, katı, zalim bir dönemde, Müslüman camiası dünyanın en hoşgörülü ve gelişmiş camialarından biriydi.’

...

‘Sorunlarını yenen ve son yüzyıldaki çerçevede gelişmeye devam eden bir Türkiye, Müslüman dünyasına örnektir. Türkiye, dini inançların, modern, laik, demokratik kurumlar adına kurban edilmesine gerek olmadığını gösteriyor.’”

Amerika ve İsrail, ülkelerin siyasetlerine müdahale etmek ve kendi adamlarını iktidara getirmek isterler. Siyasetine müdahale ettirmeyen ülkeler -hele Türkiye gibi önemli bir konumda iseler- “Serseri devlet”tir, tehlikelidir. ABD Osmanlı hoşgörüsünü kullanarak Osmanlı’nın son zamanlarında olduğu gibi gayr-i milli unsurların etkisini artırmak ve siyasete rahat müdahaleler yapmak istiyor olabilir. Bu sebeple hoşgörü yapacağım diye siyasete dış müdahalelerin yolunu açacak serbestlikler tesis edilmesi sakıncalıdır. Yılan gibi sokmak için fırsat kollayan güçlü ülkelerin bulunduğu bir dünyada yılan deliklerini kapatmak bir zarurettir. Yahudilerin ve yahudi sermayenin siyasete müdahalesine izin vermeyen, medyadaki tekelleşme ve dış kaynaklı yapılanmaların üzerine şiddetle giden bugünkü Rusya’dan alınacak dersler vardır.

 

AKP’nin Hataları:

Tayyip Erdoğan’ın Amerikalı ve Amerikancı danışmanları kendisini özellikle seçimlerden sonra çok yanlış yönlendirmiştir. Dış politikada önemli hatalar yapılmıştır. Özellikle Kıbrıs konusunda kullanılan satranç söylemi çok yanlıştır. Bir defa satranç, tavla gibi oynanması menedilmiş sıradan bir oyundur. Kıbrıs gibi bir can damarının böyle sıradan bir oyunda piyon feda etmekle bir tutulması büyük hatadır. AB’ne girmek için her türlü talebin yerine getirilebileceği izlenimini vermek de diğer bir hatadır. Türkiye’de AB üzerinden politika ve tartışma üretme devrinin bitmesi gerekmektedir.

Bütün bu hatalara rağmen AKP iktidarı, geçmişin söylemde milliyetçi ve bağımsızlıkçı, özde dışarıya bağlı masonik iktidarları ile kıyaslandığında “Hain” muamelesini kesinlikle ve kesinlikle haketmemektedir.

AKP iktidarı, yazının başında ortaya koymaya çalıştığımız “Bağımsızlıkçı söylem”le ortaya çıkan, ABD ve AB’nin sömürge zihniyetli taarruzlarına şiddetli tepki gösteren akıma kulak vermek ve bu akımı doğru tahlil etmekle de mükelleftir.

 

Bağımsızlıkçı Akım’ın Hataları:

Aslında tek bir akımdan ve tek bir söylemden bahsetmek pek mümkün değildir. Mesela Ülkü ocağı gençlerinin İşçi partisinin gençleri ile birlikte eylem ve miting yapması artık pek yadırganmayan bir durum olmuştur.

Bunlardan bazıları bütün felsefe ve icraatlarını Anti-Amerikancılıkla tanımlamaktadır. Bu tavır ve düşünce analiz yeteneğini köreltmekte düz bir mantıkla hareket eden tavır sahiplerinin yönlendirilme ve manüple edilme ihtimalini artırmaktadır. ABD veya bir başkası gizli gayesi için doğru söylem kullandığı zaman onların oyununa gelmektedirler. Mesela bağımsızlıkçılıkla hiçbir alakası olmayan masonların bu tür söylemlere sahip çıkıyor gibi yaparak insanımızı ve kurumlarımızı gizli gayeleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışması bunun en büyük delilidir. Cumhurbaşkanı da masonlar tarafından rahat yönlendirilebilir hale gelmiştir. Bütün bu analiz ve hareket hatalarının en büyük sebebi materyalist zihniyet yapısıdır. Cumhuriyet kurulurken verilen bağımsızlık mücadelesine duyulan hayranlığın 20. yy başında bütün dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de etkileyen materyalist felsefeleri de sahiplenecek şekilde günümüze taşınmak istenmesi en büyük hatalardan birisidir. Bu felsefe sahiplerine göre devletine, vatanına bayrağına sahip çıkan, savaşta kanını, barışta emeğini feda eden çok geniş bir halk tabakası bu materyalist mirasa sahip çıkmadıkları için cumhuriyet düşmanı yaftası yiyebilmektedir. Özellikle türban tartışmaları ile simgeleşen bu durum ülkemize büyük zarar vermektedir. “Türban siyasal bir simgedir” sözü çok saçmadır. Türban ya da başörtüsü arasında kelime farkından başka bir anlam farkı yoktur. Örtünmek dinimizin emridir. Türban veya başka bir şeyle örtünülebilir. Türkiye’de hızla yayılan ve genel kabul gören modern bir giysi olarak kabul edilebilecek türbandan rahatsız olmanın izah edilebilir bir tarafı yoktur. Bu konuyu en çok kaşıyanlar bu memlekete en az aidiyet hissi duyanlardır. Bunlar Türkiye’yi kendi malı gibi gören etkili bir azınlıktır. Üzücü olan bir çok yerli insanımızın bu tip azınlıkların oyunlarına alet olmasıdır. Türkiye’ye sahip çıktığını zannederek Türkiye düşmanlarına hizmet etmeleridir.

Uzunca izah etmeye çalıştığımız, ülkemizde yaşanan ayrışma; olması gerektiği gibi değil de, dış güçlerin istediği gibi olursa, bu duruma alet olanlar çok büyük bir vebal yüklenmiş olacaktır.


  Önceki Sonraki