Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
MAKALE - Sevgiye Lâyık Yalnız Allah’tır - Ömer Öngüt
Sevgiye Lâyık Yalnız Allah’tır
MAKALE
Misafir Yazar
1 Aralık 2003

 

Sevgiye Lâyık Yalnız Allah’tır

 

Arzu Balkanlı


Sevgiye lâyık ve müstehak olan yalnız Allah-u Teâlâ’dır. Ondan başkasını seven kimse, O’nun sevgisinin ne olduğunu bilmeyen kimsedir. O’nun sevgisine vasıta olmayan her şey bâtıldır.

Allah-u Teâlâ’dan başkasını seven kimse nefsini ve şehvetini sevmiş, süfli arzularıyla meşgul olmuş olur. O’ndan başkasını sevmek; O’nun kendisini yoktan var edip terbiye etmesinden ve her hususta O’na muhtaç bulunuşundan gafil olmasının eseridir. Gafletse, Allah-u Teâlâ’yı lâyık olduğu bir şekilde bilememek ve tanıyamamaktır. Hasan-ı Basri (k.s) buyuruyor ki:

“Rabbini bilen, O’nu sever. Dünyanın geçici ve oyalayıcı güzelliğini bilen de, yaşadığı müddetçe, Allah-u Teâlâ’nın yasak kıldığı şeylerden sakınmaya devam eder. Gerçek mümin Cenâb-ı Hakk’ı unutacak kadar eğlenceye dalmaz, düşündükçe hüznü ve kederi artar.”

Onlar ki Hazret-i Allah’ı bilmişler, bulmuşlar ve istimdat istercesine çağırmışlar. Bizler kalplerimizdeki bu kadar masiva ile nasıl O’nu çağırabiliriz? O’ndan yardım isteyip, meded ummak için O’nunla olmak gerekir. Şu dünya hayatı o kadar zalimâne ki, bizi bizden alıp götürüyor. İçimizdeki eş, çocuk, ana-baba, arkadaş, mal-mülk sevgisi o kadar çoğunlukta ki Allah (c.c) sevgisi belki filizlenmiş, belki de daha ekilmemiş. Bunlarla dolu olan tarlaya ne ekebiliriz ki? Nazargâh-ı ilâhi olan kalp evine her şey doldurulmuş. Bizim için sonu hüsranla sonuçlanacak bir yaşam. Dikkat edersek şöyle bir yaşantımıza göz atalım. Kaç kişi vardır ki hayatında, en yakınım, can yoldaşım, sırdaşım diye dost edindiği bir beşerden gün gelince canı yanmasın! Elini tuttuğu elini kırıp geri vermesin! Zavallı insan, zavallı bizler. Hep bir hayalât peşindeyiz. Bir önceki kötü çıktı, belki bir sonraki iyidir deyip tekrar acımasız hayatın peşinden sürükleniyoruz. Nereye kadar gidecek? Tabii ki kabre kadar. En iyi, en can görünen dostlarımız bizi kabre kadar getirip, dönüp gidecek.

Bilmem arkamızdan bir fatiha okuyacaklar mı? İşte bundan sonra Hazret-i Allah ve sen varsın. Eğer dünyada O’nu kendine dost edindiysen ürpermeyecek, şaşırmayacaksın. Çünkü gerçek dost olan Allah (c.c) sana yetecek. Dünyada zaten O’nunlaydın. Kabirde de, mahşerde de O’nunla olmanın mükâfatını tadacaksın. Fakat bizler Allah’ı (c.c) hemen kendimize dost edinecek kapasitede değiliz. O, dost olma sermayesini bize bahşedecek ki, bizler O’nunla O’nu bulalım. O kadar aciziz ki “Yâ Rabbi, seni dost edinmek istiyorum” demek bile yetersiz. “Rabbim seni dost edinecek sermayeyi gönlüme koy ki, o sermayeyle seni isteyim. Zâtınla olayım.” dersek inşallah duâlar nisbetinde isteklerimiz verilir. Bu istekler bile kulun Rabbini dost edinmesine yetmeyecektir. Bir rivayete göre bir zât Resulullah (s.a.v) Efendimiz’in huzuruna gelerek:

-”Ey Allah’ın Resul’ü. Seni çok seviyorum.” dedi.

Resulullah (s.a.v):

-”Öyle ise fakir olmaya hazırlan.” buyurdu.

-”Ey Allah’ın Resul’ü. Ben Allah-u Teâlâ’yı da çok seviyorum.” deyince, Resulullah (s.a.v):

-”Öyle ise O’ndan gelecek ibtilâlar için hazırlıklı ol.” buyurdu.

Görülüyor ki her isteğin bir bedeli var. Mevlâ yakınlık kapısını aralarsa önce dostluğunu, devamında sevgisini, sonrasında bekâya ermenin mutluluğu olan aşkını sunacaktır. Bize düşen dilenci olmak. Sabırla beklemek. Bu bekleyiş sırasında bizi Allah’a yakınlaştıracak bir arkadaş da nasip olursa, bu da ilâhi bir lütuf olur. Çünkü “Önce refik, sonra tarik” buyurulmuş. Arkadaşlık din kardeşliğine dönüşecek ki yol Hazret-i Allah’a götürsün. Bu kişiler birbirlerini duâ ile sık sık anmalı. Resulullah (s.a.v) Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Birbirini sevenlerin arkalarından yaptığı dualar red olunmaz.” buyuruyor.

Bu dualar öyle güzel ve düşünülerek yapılmalı ki, “Amin” denildiğinde yanlarımızdaki melâike-i kirâm’ın da “Amin” diyeceği unutulmamalı. Bir başka husus da din kardeşi için daima kusur örtücü olmalı. Yine Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Mümin hep mazeret, münâfık da hep ayıp arar.” buyuruyor.

Bir iyilikle on kusuru örtmek lâzımdır. Her kusura bir mazeret, bir te’vil bulmaya uğraşmalı.

Câfer-i Sâdık (r.a); “Beş kimse ile arkadaşlık etmeyin” buyuruyor:

1- Yalancı: Ona karşı uyanık ol, her zaman aldatabilir.

2- Ahmak: Sana iyilik etmek istese de, anlamadan kötülük yapar.

3- Bahil: En çok lâzım olduğunda bırakıp gider.

4- Korkak: İhtiyacın düştüğü zaman kaçar.

5- Fâsık: Seni bir lokmaya, hatta daha az bir menfaate satar.

Bütün bu huyları üzerinde toplayan birisinden şiddetle kaçınmak gerekir. Faydasından çok zararı olur. Kişi ne için arkadaşlık ettiğini bilmeli. Velhasıl arkadaşlık yaşacağın kimse seni din kardeşliğine götürmeli. Buna rağmen din kardeşinin sevgisi bile Hazret-i Allah’tan fazla olmamalı. Allah-u Teâlâ Davud Aleyhisselâm’a şöyle buyuruyor:

“Ey Davud! Eğer yarattıklarımdan birisiyle benden fazla dostluk kurar ve onu seversen seni kendimden uzaklaştırırım. Zira ben iki kimseyle ilgimi keserim. Bunlardan birisi, benimle olmayı geciktiren tul-i emel sahibi kimse, diğeri de kendi hayatından memnun olup beni unutan kimsedir.”

Allah-u Teâlâ’ya sevginin alâmetlerinden birisi de, aklın ve fikrin tamamının O’na kulluk edip, O’na niyaz etmenin zevkine dalmış olmaktır.

Bu duygu doğrudan doğruya sevgiliye yalvarış ve yakarış gibidir. Güzel olan o ki, o sevgili ayıplarını yüzüne vurmaz, isteklerini reddetmez.

Sevgi insan tabiatının zevk aldığı şeye karşı meyletmesidir. Bu meylin şiddetli ve kuvvetli bir arzuya dönüşmesine aşk denir. Aşıkın maşukuna karşı aşkı, muhakkak ki yüzüne karşı değil, gıyabında meydana gelir. Her an yanımızda olana aşık olunmaz. Aşk; var olan, fakat o anda göremediğimiz ve henüz vuslatına eremediğimiz bir şey için kavuşmak arzusu ve hasretidir. Gördüğümüz ve yanımızda olan bir şeyin hasreti olmaz ki, arzusu olsun. Hazret-i Allah: “İçinizdeyim, görmüyor musunuz?” (Zâriyat: 21) buyuruyor. Fakat O’nu görmek için O’nunla olmak gerekir. O’nu bilmeden ne aşkını, ne de hasretini biliriz. Bu duygu yokluk içinde varlık satmaya benzemez. Kişi olmayanı satabilir mi?

İbrahim binEthem (k.s) buyuruyor: “Ey Rabbim! Senin aşkınla divaneye döndüm. Ne söylediğimi bilemiyorum. Suçumu bağışla ve bana senin için lâyık olanı söylememi ve istememi nasip et.”

Muhammed Es’ad Erbili (k.s) Hazretleri’nin de şu beyitleri aşkın, sevginin ötesinde olduğunun haklı bir kanıtıdır.

“Ey Gönül! Gerçekçi isen;

Sevgilinin tükenmez eziyetlerine tahammül et.

Aşık canını, cânânına feda edendir.

Canına kıymayan, cânâna meyletmesin.

Cefa çekici aşığın zevki, ağlayıp inlemededir.

Aşığın örneği varsa, ancak pervanededir.

Aşığın kemâli canını, cânânına vermesidir.

Canını vermeyenin, eksikliğini itiraf etmesi gerekir.”

Yine Mevlânâ (k.s) Hazretlerimiz ile, Şems Tebrizi (k.s) Hazretlerimiz, aşık ve maşuk anlayışının yaşamış efsaneleridir. Mevlânâ (k.s) “Aşk mecazide olsa, hakikate köprüdür.” buyurmuş ve mecazi aşkla, ilâhi aşkı şu şekilde birbirine bağlamış:

“Ahmaklar bilgisizliklerinden mecnuna dediler ki:

-Leyla pek o kadar ahım şahım bir şey değil.

Mecnun dedi ki: ‘Suret testidir. Güzellik şarap! Allah bana onun suretinden şarap içirmede. Aşk illeti sıhhatin bile canıdır. Aşkın eziyetleri, her rahatın hasret çektiği eziyetlerdir.’”

Bütün bu örneklerden anlaşıldığı üzere vuslata ermek, her kişinin değil, er kişinin harcı. Bizler Mevlâ’dan haddimizi aşmadan, sadece yolunda bulundurup, yolunda can verebilmeyi niyaz ederiz.

Resulullah (s.a.v) Efendimiz’in yaptığı şu dua da, inşallah bizleri Hakk’a yaklaştırmak için basamak olsun.

“Ey Allah’ım! Senin sevgini, seni sevenlerin sevgisini, beni senin sevgine iletecek ameli senden isterim.

Ey Allah’ım!Senin sevgini bana canımdan, âilemden, malımdan ve soğuk sudan daha sevimli kıl!” (Tirmizi) Amin.