Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Allah’tan size bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir.”(Mâide: 15)
Bu Âyet-i kerime ile haber verilen Nur’un muhatabı Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’dir. O bizim gibi bir insandır ama sadece bizim gözümüzle! Çünkü içimizdeki nefis varlığı, tek olan varlığı görmeye perdedir. Muhterem müellifimizin bu konudaki beyanı arza şâyandır:“Var ile övünüyorum, varlığımdan utanıyorum.”
İçimizdeki nefis putu var oldukça, o Nur’un hakikatini anlayabilmek mümkün değildir. O Nur, Allah-u Teâlâ’nın Nur’udur. O’nun nuru olduğu için âlemdeki her zerre ondan menfaat görür. Onunla kâinat nurlanır. İlim yürütülmez. Akıl oynatılmaz. Niçin? Hiçbir beşer aklının yetmeyeceği için. Eğer imanın varsa “Peki!” de geç, git.
Çünkü insanda nefis ve şeytan galip olduğu için cismaniyete aldanır. Allah-u Teâlâ’nın nurunda noksanlık aramaya başlar. Zannını ortaya koyar ve imandan kayar. Nefsi noksan olduğu için kendi noksanlığını orada arar. Aynası ters olduğu için hep ters görür.
Resulullah (s.a.v) Efendimiz’e iman ettiğimiz gibi, onun devamı olan Hâtem-ül veli’ye de aynı oranda iman etmemiz gerekiyor. Çünkü Resulullah (s.a.v) Efendimiz’de bulunan nur, vekili olan Hâtem-ül veli’de sonlanmıştır. Mevlânâ (k.s) Hazretleri de bütün ehl-i İslâm’ı Hâtem-ül veli’ye tâbi olup imana dâvet edişini şöyle belirtiyor:
“Açtılar kenz-i füyuzu, olunuz hil’ât-pûş
Mustafa geldi yine, cümleniz iman ediniz.”
Yaratıcı ve yönetici, hüküm verici yalnız Hazret-i Allah’tır. Bizim yapacağımız O’nun şer-i hükümlerine uymak, Zâtına kul, Habib’ine de ümmet olabilmektir.
Zâtına kul olmak için, O’na kulluk görevini tam yapmak lâzım. Ümmet olabilmek için de o güzelin tarif ettiği kurtuluş fırkası olan, fırka-i naciye’ye girebilmek, sünnet-i seniye’sini uygulamak gerekmektedir.
Bize önce Hazret-i Allah’ın rızâ-i bârisi lâzım. Rahman’ın yolunda çalışıp, O’nun uğruna son nefesini verip, Cennet-i âlâ ile şereflenmek varken, ne işimiz var şeytan yolunda. O şeytan değil mi ki, karı-kocayı, ana-baba-evlâdı, kardeş-kardeşi birbirine düşürüp, sonra da karşılarına geçip gülen! Dünyaya tamah ettiğimiz sürece, bizlere de şeytan hükmünü kolayca sürecektir. Bizler teslimiyetçi olmak için çaba sarfederiz. Hatta daha ileri gidip çevremizdeki kişileri de kaderci ve teslimiyetçi olmaya davet ederiz. Ne fayda ki okuduğumuz şeyleri Hazret-i Allah fiiliyata dönüştürdüğü anda, içimizde bastırdığımız kötü ejderha ortaya çıkar ve icraatını yapmaya başlar. Biz hiçbir şey olmamış gibi yaşantımıza devam ederiz. Farzlarımızı yapmaya çalışır, sünnet-i seniye ve ahkâmn kuvvetli savunucuları oluruz. Kimi kandırıyoruz! Bizi bir bilen ve gören var. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İçinizde... Görmüyor musunuz?” (Zâriyat: 21) buyuruyor.
Bu yetmiyormuş gibi isimleri değiştirip, büyük zâtların isimlerini takarız. Şefaâta mazhar olmak için. Daha ileri gidip isimlerin sonuna nur ekleriz, nurlanmak için!
Rabb’im bağışlayandır, esirgeyendir. Engin merhamete sahiptir. Ne kadar cahilce ve düşüncesizce işler yapıyoruz. Rabb’im şeytana ruhsat vermesin. Kalbimizi karartıp döndürmesin. Boş işlerle bizi meşgul etmesin. Aciziz, beşeriz. Akl-ı meaş’ta olan kişilerden ne beklenir. Rabb’im bizleri ahiret âleminde inşaallah çocuk mesabesinde huzuruna çıkarsın. İlim istemiyoruz. İlim bilmektir, bilmek olmaya perdedir, varlıktır, eneliktir. Rabb’im sadece ‘İşittik, itaat ettik!’ emrini uygulamaya gayret ediyoruz dediği kullarından eylesin.
Muhterem müellifimiz Ömer Öngüt’ün bu konudaki beyanı şöyledir:
“Nur ismi takmış kişiyi, nar diye çağırsam hoşuna gider mi? Nefsi beğenmedim diyecektir. İsim yakaya takılan bir rozettir. Anne-baba ismi süsleyip nur ekliyor. Rabb’im nur olmayı nasip etsin. O ismi zâtı taksın. Rabb’im yakıştırsın. Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Cehennem nefsin istekleri ile, cennet de nefsin hoşlanmadıkları ile örtülüdür.”
Yolumuz hiçlik yolu, mahviyet yoludur. Bize verilen ölçü Hadis-i şerif’te buyurulan, nefsin istemediği şeyleri yapmaya çalışıp ona muhalefet etmektir. Ulul-elbâb ile akl-i meaş arasındaki fark, teşbihte hata olmaz ise karınca ile file benzer. Bunlar filin lokması, karınca nasıl yutar? Onlar ki nur demeye hâyâ ediyorlar, bizler hâyâ etmekten bile aciziz. Rabb’im sadrımızı genişletsin.
“Ey Allah’ım kalbime bir nur ver, kabrime bir nur ver, önüme bir nur, arkama bir nur, üstüme bir nur, altıma bir nur, kulağıma bir nur, gözüme bir nur, saçıma bir nur, derime bir nur, kemiklerime bir nur ver.
Ey Allah’ım! Nurumu büyüt. Bana bir nur ver. Benim için bir nur yarat.”
Resulullah (s.a.v) Efendimiz bu duâyı yapardı. O bu duâyı yaparsa, bizlerin neler yapması gerekir? Evvelâ, müslümanın işi, içi, dışı temiz olacak.
1- İşi nasıl temiz olacak?
Helâl kazanacak. Faiz girmeyecek. Faizini şüphesi bile olmayacaktır. Cenâb-ı Hakk Bakara Sûresinin 275. Âyet-i kerime’sinde: “Allah alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır.” buyurmuştur. Adını kâr payı koyup, finans kurumu adı altında çalışanlara dikkat edecek. Müslüman uyanık olacak. Lâfa, saza, söze değil, Hazret-i Kur’an’daki Âyetlere iman edecek.
2- İçi nasıl temiz olacak?
Herkes ben namaz kılmıyorum, oruç tutmuyorum ama kalbim temiz diyor. Sen iyi diyorsun ama bakalım Hazret-i Allah sana iyi diyor mu? İyi bir amelin var mı? Varsa bu amele bu kadar nasıl güveniyorsun? Yaptığın ibadetlerde nefsin pay aldı, ben yapıyorum diye benlik girdi, riyâ girdi, buna mı güveneceksin?
Resulullah (s.a.v) Efendimiz:
“Allah’ım beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsime bırakma!” diye niyaz ederken, sen neyine güveneceksin. İçini nasıl nurlandırırsın? Nur nasıl husule gelir? İbadetin onda dokuzu helâl lokmada aranacak. Helâl yiyip, helâl içecek. Bunların başında besmeleli kesilen et gelir, sonra yağlar ve böyle devam eder. Şüpheli bile olsa miğdeye girmeyecek. Helâl lokma yenir, o helâl lokma ibadet taatla yakılırsa, vücut nurlanır ve hikmet husule gelir. Artık o el harama gitmez, o göz harama bakmaz, o kulak haram bir şey duymak istemez, o artık harama gitmez. Herkes bu aynada imanını ölçsün, ben acaba neredeyim?
3- Dışı nasıl temiz olacak?
Helâlinden temiz elbise giyecek. 54 farzın birisi de budur. Helâl olacak, temiz olacak ki, İslâmiyet’in nezafetini gösterecek. Hadis-i şerif’te “Nezafet imandandır.” buyurulmaktadır.
Bütün bunlara bağlı olarak;
Kur’an okumak, nuru artırır. Çünkü kelâm kıymetli hazinelerin anahtarı, içenlerin ölümden kurtulacağı âb-ı hayat, hastaların şifa bulacağı ve içenlerin hasta olmayacağı bir ilâçtır. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde: “Kur’an insanların kalp gözlerini açacak bir nur, sağlam bir bilgi edinmek için hidayet ve rahmettir.”(Câsiye: 20) buyuruluyor.
Namaz kılmak; Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’sinde “Onların yüzlerinde secde izinden nişanları vardır.” (Fetih: 29) buyuruyor.
Onların alâmetleri alınlarındadır. Devam ettikleri secdelerin feyzi olarak simalarında ayrı bir güzellik bulunur.
Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Gece namazı çok olanın, gündüz yüzü güzel olur.”
O simayı veren, o nuru bahşeden O’dur. O’nun verdiği nur yüzüne akseder. Arı bal yapmazsa kovanın ne hükmü olur? Sen bir kovandan ibaretsin. O koyacak ki sende nur olsun. Teheccüd namazı nurlanma olduğu gibi kurtuluş sebebidir. Nurlu kimseyi toprak çürütmez, ateş yakmaz, işte geldik, işte gidiyoruz. Vücudumuzu nurlandıralım ki kabirde çürümeyelim, ateş bizi yakmasın. Gaye bu şekilde nur olmak, isimle değil!
Hadis-i şerif’te buyuruluyor ki:
“Nur abdest azâlarında bulunur ve onları kaplar. Nurunun çoğalmasına gücü yeten yapsın. Abdest azâlarınızı daha etraflı yıkamak suretiyle nurunuzu artırın.”
Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz yüzünü yıkarken “Allah’ım dostlarının yüzü ağardığı günde, benim yüzümü de senin nurun ile nurlandır. Zulümatın ile düşmanlarının yüzü karardığı günde benim yüzümü karartma.” duâsını okurdu.
Rabb’im cümlemizi nuruna mazhar edecek işlerle meşgul eylesin. Âmin.