Türkiye hiçbir dönemde olmadığı kadar tehlikeli oyunların içine çekilmek istenmektedir. Dost(!), müttefik(!) ABD Türkiye’yi ateşe çekmek için olmadık dolaplar çevirmektedir.
Irak’a kitle imha silahlarını bulmak ve yok etmek, insan haklarına saygılı bir irade kurmak için geldiğini söyleyen ABD’nin sadece Türkiye’ye değil, bütün dünyaya yalan söylediği ortaya çıkmış oldu. Nitekim ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz şu itirafta bulundu:
“Savaş sonrası için hazırlıksızdık. Irak’ta baskı ve zulümle de olsa hukuk ve düzeni sağlayan milli kuruluşlar, savaş bitince hızla çöktü. Devlet ve otorite kalmadı. Bunu beklemiyorduk. Ön hazırlığımız ve plânlarımız ise yoktu...”
ABD şimdi de Mehmetçiği Irak cehennemine çekmenin, bir taşla birkaç kuş vurmanın plânlarını yapmaktadır.
Irak halkı, ABD’yi düşman olarak görmekte ve her geçen gün tepkisini yeni saldırılar düzenleyerek ortaya koymaktadır. Değişik bölgelerde ölümle neticelenen saldırılar karşısında Amerikan askerleri büyük bir panik içinde bocalamaktadırlar. Bir an evvel ülkelerine geri dönmek için başkaldırmaktadırlar.
ABD “Irak petrolü benim olsun ve idaresini elimde tutayım, gerisi ne olursa olsun” ziynetini taşımaktadır.
Irak’taki saldırılarla ilgili bizzat ABD Savunma Bakanı Rumsfeld “Irak’taki saldırılar bir gerilla savaşı veya organize direniş değil” demesine rağmen onu kendi komutanı tekzip etmekte ve şöyle demektedir: “Giderek daha iyi organize olan bir gerilla savaşıyla karşı karşıyayız.”
ABD’nin Irak valisi Bremer Sünni Arap ve Türkmenlere düşmandır ve bunu oluşturduğu Konsey üyelerinin seçimiyle ortaya koymuştur. Bu adam aynı zamanda Başkan yardımcısı D. Cheney’in eski yönetim kurulu başkanı olduğu petrol şirketinin ortağıdır. Bu şirket bundan sonra Irak petrollerini işletecek ve dünyaya pazarlayacak olan şirkettir.
ABD Kuzey Irak’ta irtibat görevi yapan Türk subaylarını neden gözaltına aldı? Servet Kabaklı şu bilgileri veriyor:
“Baskın sırasında ABD’lilerin eline geçen evraklar arasında önemli istihbari bilgiler vardı. Bunların en önemlileri de malum bölgede konuşlandırılmış olan Türkiye’nin sınır güvenliği tehdit oluşturan PKK-KADEK çapulcu çetesinin, silahlı eğitim yapan 4500 militanı ile alakalı bilgilerdi. Irak’ın kuzeyinde yamaçları İran sınırına uzanan ve Türkiye sınırına da yakın olan Kandil Dağı’na yerleşen bu caniler çetesinin elebaşlarının, ABD’nin hangi gizli veya bilinen görevli ve yetkilileriyle, hangi tarihte, hangi saatte, nerede buluştukları, hatta bazı buluşmalarda neler konuştukları dahi, iddialara göre ABD’lilerin eline geçmiş bu dökümanlar arasındaydı... ABD’nin gün ışığına çıkmasını istemediği, Türkiye’nin de resmi veya gayri resmi olarak asla üstlenmediği bir olay gerçekleşmiştir. Kandil Dağı çevresinde PKK-KADEK çetesine tonlarca silah ve mühimmat taşıyan bir ABD nakliye helikopteri 1 ile 3 Temmuz tarihleri arasında vurularak düşürülmüştür. İşte ABD hem bu olayın ortaya çıkması telaşıyla, hem de helikopterin vurulmasının intikam ateşiyle, Türkiye’ye gözdağı vermek üzere bu kalleş çuvallama operasyonunu bizzat Savunma Bakanı Rumsfeld ve ABD’nin adı üstünde Bush Başkanı’nın bilgileri ve talimatları dahilinde gerçekleştirmiştir.
ABD-İngiliz ‘Vahşi batı koalisyonu’ güçleri Irak’ı bombalamaya başlar başlamaz, 5 bin militanıyla İran sınırı yakınlarına yerleşmiş olan ve Talabani adlı çapulcunun çetesi ile çatışan Ensar El İslam Örgütü üzerine tonlarca bomba yağdırdığı halde, güya stratejik dost ve ortak olduğu Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit eden PKK-KADEK çetesine niçin yiyecek, giyecek, çadır ve diğer barınma malzemeleri ve iddiaya göre silah ve mühimmat yağdırmıştır? ABD yetkilileri PKK’yı muhatap alıp görüşürken, gerçekten iddia ettikleri gibi Türkiye’yi bilgilendirerek mi hareket etmişlerdir, yoksa Türkiye’ye bu görüşmelerin bilgilerinin bizzat kendi çabalarıyla mı elde etmiştir? ABD, PKK-KADEK çetesinin elebaşlarıyla, Kandil Dağı’nda yaptığı gizli görüşmelerle, Türkiye’ye yönelik ihanet kandilleri yanarken Türkiye’de eve dön kılıflı ‘Cani affı’ taslağı, kanunlaşma yoluna hangi sebeplerle girmiştir?... 2 Eylül’den sonra ‘Terörü yokedeceğim’ diye dünyanın başına ‘kılıcından kan damlayan kabadayı kesilen’ ABD, Ensar El İslam’ı bombalarken PKK-KADEK terör çetesine niçin dokunulmamıştır?...” (28 Temmuz 2003, Tercüman)
Bu arada ele geçirilen raporlarda 7 üst düzey PKK yöneticisinin ABD’de özel bir tim tarafından eğitime tutulduğu ifadeleri yer almaktadır.
Başbakan Erdoğan’ın: “Türkiye, ABD’nin stratejik ortağı değildir. ABD’nin stratejik ortağı Mısır, İngiltere, Kanada, İsrail’dir. Türkiye ile ekonomik anlamda stratejik ortaklık vardır. Oda sağlıklı işlememektedir.” sözleri Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde daha hassas olması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Bu arada Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün ABD’e ziyareti dikkat çekti. Konuların detaylarını öğrenmek mümkün olmadı. Gelen bilgilere göre asker istiyorlar, bu kesin. Türkiye’den istenecek askerin hangi bölgede, hangi görevde, hangi ülkenin komutası altında bulunacağı bilinmiyor. Bağdat’ta, güney Irak’ta konuşlanması söz konusu imiş, Polonya’nın komutasında olması planlanıyormuş. Ermeni sınırının açılması, Annan planının kabul edilmesi Türk askerinin bundan sonra PKK’ya karşı sınır ötesi hareket yapmaması şart koşuluyormuş. Aksi halde yapılacak her türlü askeri operasyonlara karşı ABD “Kürt vatandaşlara karşı zor kullanım, soykırım uyarısında bulunma hakkını” saklı tutacakmış. ABD, İran ve diğer Ortadoğudaki ülkelerle yapacağı askeri operasyonlarda Türkiye destek verecek, Türk askerinin komutası ABD’de olacakmış. Şu stratejik ortaklığa, dostluğa ve müttefikliğe bakınız.
Türk askerinin Irak, Ortadoğu cephelerinde İngiliz altınlarıyla kandırılarak bıçaklarla Araplar tarafından nasıl doğrandıkları hafızalardan silinmedi. Bizim askerlerimizin Irak’ta Amerika’nın emireri olmasına izin verilmemelidir. Birbirleri ile mücadele eden grupların varlığı tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Irak her yandan kaynamakta, yanmaktadır. Amerika, her türlü sinsi ve kahpe oyunları ile bize ağır hareketlerde bulunurken neden askerimizi istiyor?
Şu satırları dikkatlice okuyalım:
“ABD ekonomik, siyasi ve askeri olarak Türkiye’den başka kapıya gidemez. Gidemedi de. Hem aşağıladı, hem de kapımızı çaldı. Süleymaniye’de olandan sonra, şimdi utanmadan ‘Biz derin stratejik ortağız, Bağdat’a da asker gönderin’ diyorlar. Yarın Suriye’ye giriyoruz, asker ver, öbür gün İran’ı vuruyoruz asker ver diyecekler. Hatırlayın, hafızaları yoklayın, geçen sene eski başkan Clinton, ondan önce de Corc Soros ne demişti? Türkiye’nin en iyi, en kaliteli ihraç ürünü ordusu. ABD’nin bölgedeki operasyonlarına asker ihtiyacıyla destek verin, para kazanın! Hükümet kurlardaki düşüş nedeni ile ağlaşan ihracatçıların ve oluşacak cari işlem açıklarını ‘Irak’a asker ihracıyla kapatma’ peşinde mi? ABD asker istedi diye, nerede ise zil takıp oynamamız isteniyor. Bağdat’tan ABD’ye her gün birkaç cenaze gidiyor, işgale ortaklık demek, bu defa her gün birkaç Mehmetçiğin cenazesinin Bağdat-Basra yollarından gelmesi demek.
Türkiye bir komşusunun işgaline ortak olamaz. Askerini, ABD askerinin güvenliğini sağlamak için Bağdat’a gönderemez. Süleymaniye’de askerlerimizi çuvallayıp “Kuzey Irak’tan çıkın, PKK-KADEK’i rahat bırakın” diyenler, ne hikmetse Irak’ın güneyine Türk askeri istiyor. ABD Hindistan’ın da kapısını asker için çaldı, ‘BM kararı ve yönetimi yoksa yokum’ yanıtını aldı. Gazeteciler Tony Blair’e ‘eline kan bulaştı mı?’ diye soruyor. CIA Başkanı ‘Abartılı rapor verdik, başkanı yanılttık’ diye kendisini feda edip, Başkan Bush’u kurtarmaya çalışıyor. ABD tuzağına değil, savaşın uzağına düşelim.” (Zülfikar Doğan, 22 Temmuz 2003 Akşam)
Türkiye başkalarının dümen suyuna girerek değil, kendi ayakları üstüne sağlam basarak geleceğini kurmalıdır. Yaşanan olaylar ABD’ye inanmanın, güvenmenin bizi felâketlere götüreceğini ispat etmiştir. Dostluğu değil artık düşmanlığı gün gibi ayyuka çıkan Şaron ve şürekasının yönettiği zavallı Amerikan halkı çevrilen dolapları anlayamayacak kadar sarhoş edilmiş durumdadır. Türkiye ortadoğu, Kafkaslar ve Ortaasya’da Amerika, Çin, Rusya gibi ülkelerden daha aktif rol oynamak istiyorsa milli politikalar üretmeli ve ona göre hareket etmelidir. Ismarlama politikalarla bu işlerin üstesinden gelinemeyeceği iyi bilinmelidir.