“Dünyanın jandarması” rolünü oynamaya devam eden ABD dost, müttefik ülke sıfatıyla Süleymaniye kentinde kahpece bir taktikle 11 askerimizi, orada bulunan görevli Türkmenleri esir ederek, başlarına çuvallar geçirip Kerkük’e, oradan da sorgulanmak üzere Bağdat’a götürmüşler ve işkence dahil olmak üzere rezilce muamelelerde bulunmuşlardır.
Bunun bir Amerikalı Albay tarafından kendi başına buyruk yapılan bir eylem gibi gösterilmesi son derece yanlıştır. Olayın perde arkasını merak ediyoruz. Bu aşağılık hareket Türk Milleti’ne büyük bir ders vermelidir. Atalarımızın deyimi ile: “Domuzdan post, gavurdan dost olmaz” mış.
ABD ile münasebetlerimiz Irak’ın işgal edilmesinden sonra tezkerenin çıkmaması ile bozulmaya başlamıştı. Tezkere bahane edilerek Türkiye hedef tahtası olarak seçildi.
ABDTürkiye’den İran ve Suriye’ye karşı yapacağı savaş saldırılarında etkili bir destek istemektedir. Irak cinayetine ortak olmayan Türkiye’den ABD’nin bölgede yapacağı diğer cinayetlere ortak olması istenmektedir. Halbuki Türkiye istikrarlı bir Ortadoğu istemektedir ki bu İsrail ve ABD’nin işine gelmemektedir.
ABD Kongresi, kamuoyu ve yönetimine göre Türkiye artık güvenilir bir müttefik değildir. Türkiye’den her türlü politikalarına “Evet” oluru almak isteyen Amerika bizi esir-köle gibi görmektedir. Amerikan Yahudi Komitesinin başkanı Türkiye’den yerine getirmesini istedikleri şeyleri sıralamaktadır:
“ABD ile münasebetlerinizi yeniden düzeltmek istiyorsanız, bizim desteğimize ihtiyacınız var. Ancak bizim desteğimizi almak için İsrail ile olan mevcut ilişkileri çok daha fazla geliştirmeniz gerekir. Suriye ve İran ile ilişkilerinizi yeniden gözden geçirin. İsrail’in menfaatlerini ön plânda tutun. İsrail-Filistin meselesinde İsrail’in yanında yer alın...”
Yahudi asıllı Paul Wolfowitz Türkiye’nin İran ve Suriye ile iyi ilişkiler içine girmesinden son derece rahatsız olduklarını, Türkiye’nin tercihini yanlış yönde kullandığını bu olaydan daha önce açıklamıştı. Ve Türkiye’ye bir gözdağı verilmeli diye düşünülmüş olmalıydı.
ABD Senatosunda uzun yıllar görev yapan Virginia Senatörü Buyrd: “Uzun süredir dostumuz ve stratejik müttefiğimiz olan Türkiye’nin cezalandırılmasına yönelik sözleri şaşkınlıkla okudum. Hükümetimizin, sırf işlerini anayasaya ve demokratik kurumlara göre yürüttüğü için Türk hükümetini aşağılamaya kalkması hayret vericidir. Kurtarıcı olduğumuzu iddia ediyoruz. Ancak Irak halkını kurtaramadık. Iraklılara daha iyi hayat vaad ettik. Ancak orada su yok, elektrik bazen var, gıda sıkıntısı çekiliyor. Yaralılarla dolu hastaneler yağmalama sebebiyle yüzde 20 kapasite ile çalışıyor. Bölgenin tarihi hazineleri ve halkın malları yağmalandı. ABD askerleri sadece petrol kuyularını koruyor. Teröristleri azdırdık. Hiçbir zaman tam anlayamadığımız Ortadoğu bölgesinin istikrarını bozduk. Bizim gibi düşünmeyen eski dostlarımızı cezalandırmaktaki ısrarımız yüzünden de dünyanın çeşitli yerlerindeki müttefiklerimizi kendimizden uzaklaştırdık...” demektedir.
Bu bir nabız ölçme operasyonudur. Daha evvelce yanlışlıkla(!) Muavenet gemimiz vurulmuştu. İş tatlıya bağlanmıştı. Bu da tatlıya bağlanırsa Kuzey Irak’tan pılıyı pırtıyı toplayıp geri çekilmemiz ve ateş çemberine atılmamız gerekir.
ABD Irak’a “Kurtarıcı” olarak gelmişti. Var olduğunu iddia ettikleri kimyasal ve biyolojik silahlara bir türlü rastlanamadı. Silah denetçilerinin şefi H. Blix defalarca açıklamasına rağmen kimyasal silah bulmak için çöp tenekelerine kadar aramışlar, un fabrikalarını didik didik etmişler, dışişleri bakanı Powel’in kimyasal silah laboratuvarı dediğinin itfaiye aracı olduğu ortaya çıkmıştı.
Pentegon Savunma İstihbarat Ajansı bir rapor hazırlayarak Irak’ta nükleer, biyolojik ve kimsayal silah bulunmadığına dair bilgileri bakanlığa sunmuş ama savaş çığırtkanı şahinler tarafından örtbas edilmiş, değiştirilmiş ve dünyanın yanılması sağlanmıştır.
Savunma Bakanı yardımcısı P. Wolfowitz: “Savaşı haklı çıkarmak için herkesin kabul edeceği yasak silahları öne çıkardık. Bürokratik engelleri kolayca aşmak için, sadece kitle imha silahlarını gündeme getirdik. Çünkü bu herkesin üzerine mutabık kalabileceği bir sebepti. Kitle imha silahının olmadığını biliyorduk...” sözleri ikiyüzlü, sahtekâr ve yalancı siyasetin, sömürgeci, emperyalist zulmün kamufle edilmesi için yeterli bir sebepti. Hâlâ silah bulunamadı, aranıyor taranıyor olmadı.
Silahlar olmadığına göre peki ABD bu bölgede neden durmaktadır?Irak’a vaadettiği demokrasiyi, insan haklarını getirebilecek mi?
ABD, Irak’ta ne istikrarı sağlayabilmiş, ne düzeni oturtabilmiştir. Irak tam bir keşmekeşi, anarşiyi yaşamaktadır. P. Wolfowitz’in: “Irak halkının ABD birliklerini kurtarıcı olarak karşılayacakları” sözü havada kalmış, bizzat vatanperver Iraklılar Amerikan birliklerine karşı saldırılar düzenlemeye başlamışlardır. Amerikan ajanı olan Saddam ülkesini satmıştır.
ABD Irak’ta petrol kuyularının başını tutmakla meşguldür. Iraklı birbirini yemiş, ülkesini alçakça yağmalamış, ülke bölünmüş. Bütün bunlar ABD’nin istediği şeylerdir. Soygun, silahlı çatışmalar, yakıp yıkmalar Irak’ta durmadan artarak devam ettiği biliniyor. Barış ne gezer, yarası senelerce kapanmayacak kin tohumları ekilerek zâlim bir iç savaş için çeşitli oyunlar oynanmaktadır. Yapılan zulümler, işkenceler, haksızlıklar sömürgeci Amerika’nın perişan olmasına sebep olacaktır. Irak’ın başına getirdikleri Irak Ulusal Kongresi başkanı Ahmet Çelebi sömürgeci güçlerin adamı olmasına rağmen ABD’nin Irak politikasını tenkit etmektedir.
Uluslararası Af Örgütü “İnsan Hakları İhlalleri” başlığı ile yayınladığı raporda bizzat Amerika’nın başta Afganistan olmak üzere Irak ve diğer yerlerde zulüm yaptığını yazmakta ve ABD’den “dünya için büyük tehlike” diye bahsetmektedir.
Mustafa Necati Özfatura “Amerika’yı Kimler İdare Ediyor?” başlıklı yazısında şunları yazıyor: “ABD Başkanlık seçimleri göstermeliktir. Kimin seçileceğini siyonistler Bilderberg Zirvesi’nde karar vermiştir. Yahudi asıllı ve dünyanın en zenginlerinin başında yer alan John David Ruckefeller tarafından 1921’de kurulan ‘Council On Foreign Gelations’ (Dış İlişkiler Konseyi’ni) idare etmektedir. Bu konsey ‘Gizli dünya devletinin politbürosudur. Bu konseyin 3600 üyesi vardır. ABD’nin ileri gelenlerinden oluşan 40 kişilik bir iç çember vardır. Asıl yetkili olan burasıdır. Bunun da üstünde 10 kişilik asıl bir idare yeri vardır. Bu 10 kişilik heyete “Boğanın gözü’ denir. Dolar üzerinde piramidin üzerindeki göz bunu temsil eder. 3600 üyeden bir kaçı Ruckefeller, Kissinger, baba Bush, Colin Powel, John Deuscht (eski CIA başkanı)dır. Dışilişkiler konseyine üye olmayan asla bakan, başkan, yüksek rütbeli general, eyalet valisi, yüksek mahkeme üyesi olamaz. Netice olarak yahudiye hizmet eden bu konseye üye olmayan aslâ ABD yönetiminde söz sahibi ve yetkili olamaz. Düşmanı tanımayan onun vereceği zararlarla mücadele edemez.”
Terörü, demokrasiyi, insan haklarını bahane eden ABDile ilgili en açık yorum Ekonomik Demokrasi Enstitüsünün başkanı J.W. Shmith’ten gelmiştir: “Sözün özü, Batılı olmayan ülkeler, Batının istek ve emirlerine karşı çıkacak olursa, bedelini kanlarıyla ödemek zorundalar. Asıl terörist devlet ABD’dir. Çünkü 1945’ten bu yana stratejik ve ekonomik menfaatlerini sağlamak için sürekli olarak terörizmi finanse eder. ABD’nin bu çeşit terörizmi finanse etme eylemleri öylesine sık ve vahşi ki, bunların yanında 11 Eylül saldırısı -varsayalım iddia edilen kişilerce yapılmış olsa bile- ABD’nin terörü yanında çok küçük kalır.”
Demokrat Partinin başkan adaylarından Lyndon Larouche’un açıklamasını ibretle okuyunuz: “İran’daki üniversite öğrencilerinin protesto ve ayaklanmalarını ABD çıkardı. Ayaklanma için örtülü operasyon başlattı. Varılmak istenen rejim değişikliği değildir. İran’da istikrarsızlık meydana getirmektir. 3. ve bazılarına göre 4. Dünya savaşının içindeyiz. Sırada İran var. Bugün İran’da yaşanan hadiseler basit bir üniversite eylemi değildir. Ortadoğu’daki savaşı ancak ABD’nin içinden durdurabiliriz. Şaibeli bir şekilde, şahinlerin karanlık oyunları ile seçilen Bush, ya istifa edecek ya da onu yönlendiren bürokratlar gidecek. Bush ve bürokratları iktidarda kaldıkça savaş bütün Ortadoğu’ya yayılacaktır.”
Nato Genel Sekreteri George Robertson ülkeler arasında geçerli olan kuvvetler prensibini değişik bir yorumla şöyle uyarlamış: “ABDBush iktidarının sadece askeri açıdan güçlü bir Avrupa’yı dinleyeceğini söylemek istiyorum.” Zâlime karşı güçlü olmak gerekiyor. Anlamayana, anladığı dilden konuşmak icabediyor. Günümüzde haklı olan değil; kuvvetli, güçlü olan kazanıyor. Türkiye önce içindeki şer yuvalarını ortadan kaldırarak, hortumcuların işini bitirerek, yolsuzluğu önleyerek, ekonomisini düzelterek, kültürüne sahip çıkarak, milli eğitimini gerçekten millileştirerek işin üstesinden gelebilir, ABDve yandaşlarına anladığı dilden konuşabilir.