Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadîm’inde Hazret-i Kur’an’ın hakikat ile dalâletin arasında berzah olduğunu beyan ediyor.
“O (Kur’an) elbette (Hak ile bâtılı) ayırt edici bir sözdür.” (Tarık: 13)
Allah-u Teâlâ bunu yarattıklarının (mahlûkun) zannına bırakmamıştır. Bir berzah çizmiş, hudutlarla çevirmiştir. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde kendisine inanan ve Resul’ünü tasdik eden kullarına; İslâm’ın bütün hükümlerini benimsemelerini, buyruklarını uygulamalarını, yasaklarını terketmelerini emir buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Hep birden tam bir teslimiyetle İslâm’ın sulh ve selâmetine girin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.” (Bakara: 208)
İslâm bir bütündür, hükümlerinden hiçbiri birbirinden ayrılmaz. Mülk O’nundur. O’ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye müdahale etmeye hakkı ve salâhiyeti yoktur. Hükmünü hiç kimse değiştiremez, verdiği kararı hiç kimse bozamaz. Emir, yasak, tedbir ve irade, tam tasarruf O’na âittir. Yaratmak, yaşatmak, yönetmek hüküm koymak O’na âittir. Esas olan O’nun hükmü, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in beyanıdır. Şeriat sahibi odur. Kur’an-ı kerim ona inmiştir. Mahlûkun hükmü yoktur. Mahlûk yaratanının hükmünü değiştirmeye kalkarsa Hazret-i Allah da o mahlûkun hükmünü değiştirir. Sıfatını da değiştirir, ismini de değiştirir, o sıfatla yaşar, o sıfatla ölür, o sıfatla diriltir, o sıfatla mahşere çıkar ve çetin bir azapla cezalandırılır.
Âyet-i kerime’de:
“İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabb’i olan Allah’ın şânı ne yücedir.” buyuruluyor. (A’râf: 54)
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyurulmaktadır:
“Hüküm, yüceler yücesi Allah’ındır.” (Mümin: 12)
Çünkü O mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O’nun verdiği hükümler, belirli bir zaman ve asır ile sınırlı değildir, kıyamete kadar geçerlidir.
Tatbikini emir buyurduğu bütün hükümler kemâle ermiş, tamamlanmıştır. Hiçbirisinde noksanlık ve eksiklik tasavvur edilemez, hükmünde yanılması düşünülemez. O’nun haber verdiği her şey gerçeğin ta kendisidir. O’nun haber verdiği her şey adaletlidir, O’nun dışında hiçbir şey adaletli değildir, O’nun yasakladığı her şey bâtıldır. Hiç kimse O’ndan daha doğru söyleyemez. Hiç kimse O’ndan daha âdil hüküm koyamaz. Hükümünde hikmet sahibidir, her şeyi hikmetle yapar. O’nun sözlerini değiştirebilecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse olamaz. Söz O’nun sözü, hüküm O’nun hükmü, kitap O’nun kitabıdır. Bütün insanlar ve cinler birleşerek bir araya gelseler, kasten bir Âyet-i kerime’yi inkâr etseler hepsi kâfir olurlar. Çünkü mahlûkun hükmü yoktur, O’nun hükmü esastır. O’nun hükmünü kim bozabilir?O’nun hükmünden kim kurtulabilir.
Âyet-i kerime’sinde:
“Rabb’inin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımında da tamamlanmıştır, tam kemâlindedir. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur.” buyuruluyor. (En’âm: 115)
İman ile küfür, hak ile bâtıl, hidayet ile dalâlet, nur ile zulmet, saâdet ile felâket apaçık delillerle birbirinden ayrılmıştır. İslâm’ın hak din olduğu, imanın insanı aydınlığa çıkardığı küfrün ise sapmışlık olduğu, insanları karanlıklarda bıraktığı apaçık ortadadır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İman ile küfür kesin olarak birbirinden ayrılmıştır.” buyuruluyor. (Bakara: 256)
İman nuru ile münevver olan hakikat ehli iman yolunu seçtiği için dünya saâdetine âhiret selâmetine kavuşacak, küfür karanlığında kalan dalâlet ehli ise dünyada ve âhirette cezasını çekecektir.
İman, aslâ kopmak bilmeyen sağlam bir kulp gibidir. O kulpa sarılan kişi kurtuluş yolunu asla kaybetmez, şaşkınlıklar içinde bocalamaz.
İman ile küfrün bu derece açığa çıkmasından sonra, kendilerine tutunanları küfre kaydıracak olan tâğutların, yoldan sapmış imamların çürük kulplarına yapışanlar ise Hakk’tan ve hakikatten uzaklaşırlar, hidayeti dalâlete değişirler, sapmışlık içinde bocalar dururlar.
Âyet-i kerime’de:
“Kim tâğut’u inkâr edip de Allah’a inanırsa muhakkak ki o, kopması mümkün olmayan en sağlam bir kulpa sımsıkı sarılmış olur.” buyuruluyor. (Bakara: 256)
Şeytan bütün haddi aşanların arkasındadır.
Âyet-i kerime’de:
“Allah işitendir, bilendir.” buyuruluyor. (Bakara: 256)
Hem sözleri işitir, hem de niyetleri bilir. Dili ile; “Ben de müslümanım” deyip içinde inkârı saklayan küfür ehlinin sapmışlıklarından Allah-u Teâlâ habersiz değildir. Hazret-i Allah’ın dostluğu, yardımı, inayeti iman edip Hakk yolunda yürüyenler ve Hakk’ı savunanların üzerindedir.
“Allah iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan kurtarıp nura çıkarır.” (Bakara: 257)
Allah-u Teâlâ hiçbir müminin kendi yolundan başka yollara gitmesine asla izin vermez.
Küfürde ve sapıklıkta inat edenlerin ve taraftarlarının dostu ise tâğuttur. Onlar nura değil, nara götürürler.
Âyet-i kerime’de:
“İnkâr edip, kâfir olanların dostları ise tâğuttur. Onları nurdan alıp karanlıklara götürür. İşte onlar cehennemliklerdir, orada ebedî kalacaklardır.” buyuruluyor. (Bakara: 257)
Hiçbir müslüman fert ve milletin, Allah-u Teâlâ’nın ve Peygamber’inin hüküm verdiği bir hususta kendi isteğine göre seçme hakkı yoktur. Müslüman kalmak, müslümanca yaşamak ve müslüman olarak ölmek isteyen bir kimse mutlaka Allah-u Teâlâ ve Resul’ünün emir ve arzusuna boyun eğmek “İşittim ve itaat ettim!”demek zorundadır. Boyun eğmeyi kabul etmezse, ne kadar müslüman olduğunu iddia etse de boştur. Bu gibi kimseler İslâm dairesinden çıkmış, kalbinde imandan bir eser kalmamıştır.
Halbuki yaratan O olduğu gibi, yaşatan da O’dur.
Âyet-i kerime’de:
“Hayır! Doğrusu biz onları kendilerinin de bildikleri şeyden yarattık.” buyuruluyor. (Meâric: 39)
Sen hiçbir şey değilken O seni bir damla kerih sudan yaratmadı mı?Sana hayat vermedi mi?O’nun sana verdiği hayat ile yaşıyorsun, hayatı çektiği zaman yoksun, ruhun da gider vücudun da gider. Ruhunu çektiği zaman toprakta çürüyorsun, çünkü vücudun zaten bir elbiseden ibaret, elbiseyi gösteren de O, seni tutan da O, seni yok eden de O. Her an tutuyor, bir an bıraksa o anda yoksun. İnsan hep O’nunla kâim de bilmiyor, hep “Ben!” diyor da helâk olup gidiyor.
Allah-u Teâlâ iradesini yerleştirmek ve kudretini göstermek için her şeyi sonradan ve yoktan var etmiştir. Yoksa ihtiyacı için değil. O Samed’dir, hiç kimseye muhtaç değildir, herkes O’na muhtaçtır.
“Şüphesiz ki Allah bütün âlemlerden müstağnidir.” (Ankebût: 6 -Âl-i imrân: 97)
Kim iman ederse kendi lehine, kim de inkâr ederse yine kendi aleyhinedir. Ne itaat edenlerin itaati O’na fayda verir, ne de âsilerin isyanı zarar verir.
Âyet-i kerime’de:
“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.” buyuruluyor. (Nisâ: 126)
Yalnız gökler ve yerdekiler değil, onların ötesinde, gerek âfâkta gerek enfüste hiçbir varlık yoktur ki başlangıcından ve sonundan, görünen ve görünmeyeninden Allah-u Teâlâ’nın kudreti ve azâmeti ile, ilâhi hükmü ile kuşatılmış olmasın.
Âyet-i kerime’de:
“İşte Rabb’iniz Allah budur, O’ndan başka ilâh yoktur, O her şeyi yaratır.” buyuruluyor. (En’âm: 102)
Bundan önce her şeyi yaratmış olan O olduğu gibi gelecekte de her şeyin yaratıcısı O’dur.
O’nun “Ol!..” emri ile her şey hayat bulur. “Öl!..” demesiyle de ölür.
Nitekim aklını kullanan kimseler, O’nun âyetlerinden pek çok istifade etmekte ve kendilerine yön vermektedirler.
Âyet-i kerime’de:
“Bak! Onlar iyice anlasınlar diye âyetleri nasıl açıklıyoruz.” (En’âm: 65)
Gönüldeki gerçek imanı açığa çıkaran en büyük ölçü, Allah’ın ve Peygamber’in hükmüne tereddütsüz boyun eğmektir.
Âyet-i kerime’de:
“Hidayet kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamber’e muhalefet edip inananların yolundan başkasına uyan kimseyi döndüğü yolda bırakırız. Âhirette de kendisini cehenneme sokarız. Ne kötü bir dönüş yeridir orası.” buyuruluyor. (Nisâ: 115)
Resulullah Aleyhisselâm’a itaat etmek, getirmiş olduğu esasların hepsini kabul etmeyi, Sünnet-i seniye’sine sımsıkı sarılmayı, ahlâkı ile ahlâklanıp, edebiyle edeplenmeyi gerektirir. Ona itaat etmekle Allah-u Teâlâ’nın emrine itaat etmiş olur. O’na itaat etmeyen ise Allah-u Teâlâ’nın gönderdiğine de iman ve itaat etmemiş olur.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Peygamber size ne verdiyse onu alınız, neyi yasak ettiyse ondan sakınınız.” (Haşr: 7)
Bu emr-i ilâhi’yi bizzat Allah-u Teâlâ buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor. Sünnet-i seniye’yi inkâr edenler bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyorlar. Böylece küfre kayıyorlar. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e itaat etmek, verdiği hükme râzı olmak, söylediği söze boyun eğmek, getirdiği her şeyi tereddütsüz kabul etmek mümin olmanın şartıdır. Aksi takdirde inanmanın mânâsı kalmaz. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e muhalefet ederek Allah-u Teâlâ’ya itaat etmek düşünülemez. Bu kesin hüküm iman esaslarından olduğu halde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz’i, onun nezih hayatını Sünnet-i seniye’sini, Hadis-i şerif’lerini hafife alıp inkâr eden, o yüce Peygamber’i rencide edici beyanlar eskiden olduğu gibi günümüzde de aynen devam etmektedir. Kendileri saptığı gibi müslümanları da saptırmak istemektedirler. Oysa Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in her emrine itaat etmek farz olup, aykırı hareket etmek ise haramdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Biz hiçbir peygamberi, Allah’ın izni ile kendisine itaat edilmesinden başka bir hikmetle göndermedik.” buyuruyor. (Nisâ: 64)
Bu bir Âyet-i kerime’dir, ilâhi bir hükümdür. Allah-u Teâlâ “İtaat et!” buyuruyor. Sapıklar ise “İtaat etmem” diyor. Âyet-i kerime’nin hükmünü inkâr ediyor. Halbuki bir tek Âyet-i kerime’yi dahi inkâr eden kâfir olur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Resul’üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni?Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkân: 43)
Güya inandıklarını söylüyorlar, fakat nefislerini ilâh edinerek Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerini hükümsüz sayıyor, kendi arzularını hüküm yerine koyuyorlar. Halbuki esas olan Allah-u Teâlâ’nın hükmü, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in beyanıdır. Mahlûkun hükmü yoktur. Şeriat-ı hakikinin sahibi Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir.
Emr-i ilâhi’yi bırakıp kendi arzularını hüküm yerine koyan, nefsin arzusunu ilâh edinen kimse hem şirke düşmüş hem de küfre girmiştir. Şeytanın yolundan gittiği için İslâm dininden çıkmıştır. Bu gibilerine tâbi olanlar da şeytan fırkasındandırlar ve aynı hükme girerler. Bu gibi din hırsızları hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar, iyi bilin ki onlar yalancılardır.
Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır. İyi bilin ki asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücâdele: 18-19)
Bunlar gökkubbe altındaki insanların en şerlileridirler. Hem Allah-u Teâlâ’nın hükmünü değiştirip kendi hükmünü koyuyorlar, hem de inkâra kalkıyorlar. Bu ise din-i İslâm’ı ifsattır, küfrün üzerinde bir küfürdür.
Âyet-i kerime’de:
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin.” buyuruluyor. (Muhammed: 33)
Hazret-i Allah Âyet-i kerime’sinde bizzat “İtaat edin” diye emrediyor.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise:
“Peygamber’e itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.” buyuruluyor. (Nûr: 56)
Allah-u Teâlâ ona her defasında itaat edilmesini bizzat emir buyuruyor. Ancak ve ancak bu suretle rahmete eriştireceğine vaad-i sübhanisi var. Buna aykırı hareket edenler bu rahmet-i ilâhi’den mahrum kalırlar. Bunlar Âyet-i kerime’dir, Âyet-i kerime’yi inkâr eden kâfir olur.
“Eğer siz gerçekten müminlerseniz, Allah’a ve Peygamber’ine itaat ediniz.” (Enfâl: 1)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim de bana isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur.” (Buhârî - Müslim)
Allah-u Teâlâ ona itaati kendisine yapılacak itaatle birlikte emretti, ona yapılan itaati kendisine yapılan itaat gibi saydı, ismini ismiyle birlikte zikretti ve Âyet-i kerime’sinde:
“Peygamber’e itaat eden, muhakkak ki Allah’a itaat etmiş olur.” buyurdu. (Nisâ: 80)
Zamanımızdaki saptırıcı münâfıklar Kur’an-ı kerim’i tahrif etmek Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz’in Sünnet-i beyanlarını hafife almak suretiyle ümmet-i Muhammedi sapıklığa götürmek istemektedirler.
Öz ve özden alanlar öz söyler. Özden nasipdar olmayanlar söz söyler. Bu sözleri söyleyenler nefis putuna dayanarak, şeytandan ilham alarak ve zanna uyarak söylerler.
Nur ehlinin kaynağı Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’dır. Diğerlerinin kaynağı ise şeytanın iğvası ve kendi zanlarıdır. Birisi Allah ehli, diğerleri ise dalâlet ehlidirler. Allah-u Teâlâ’nın hükmü esastır, mahlûkun hükmü yoktur. Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O’na âittir.
Rabb’im lütuf rızâsından ayırmasın. Zâtına kul, Habib’ine has bir ümmet etsin.
Zâtından gayrısına muhtaç etmesin, hükmünü sevdirsin, hakkımızda rahmetiyle kurtuluş nasip etsin.