Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Küresel Tekelcilere Teslimiyet Çok Büyük Bir Tehlikedir! - Ömer Öngüt
Küresel Tekelcilere Teslimiyet Çok Büyük Bir Tehlikedir!
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Haziran 2003

 

Küresel Tekelcilere Teslimiyet
Çok Büyük Bir Tehlikedir!

 

Irak ve Kıbrıs gibi yakın ve büyük korkularımız geçici de olsa sükûta uğramış, tam da kendi iç problemlerimizle, kavgalarımızla baş başa kalmıştık ki, ABD'deki çetenin elemanlarından (Wolfowitz, Grosman vb.) ve JINSA gibi yahudi örgütlerden peşi sıra zılgıtı yemeye başladık ve tekrar "Ne oluyoruz?" diye sormaya başladık. Korku ve teslimiyet empozecileri hemen icraata başladı: "ABD ve yahudiler bizi desteklemezse battık!", "ABD artık bize muhtaç değil, stratejik önemimiz azaldı!", "ABD'yi desteklemediğimiz için Irak'ta söz sahibi olamıycaz!"...

Tabi milletimizin büyük çoğunluğu bu korkuları yaymaya çalışan nüfuzcular gibi düşünmüyor, ancak millet olarak kafa karışıklığımız yani hastalıklı halimiz devam ettiği için ondan-bundan zılgıt yemeye devam ediyoruz.

 

Çakalların Maskarası Olduk:

Dünya rekortmeni bir maratoncu olabilirsiniz. Ancak hasta yatağınızda şifa bekliyorsanız, koşu sahasına bile inemezsiniz.

Ormanları titreten bir arslan olabilirsiniz ancak yaralı ve hasta iseniz çakalların maskarası olursunuz.

Türkiyemizin misali de bunlara benziyor. Bir tarafta genç -ve her şeye rağmen eğitimli- bir nüfusu, diğer tarafta tarihinden, coğrafyasından, kültüründen beslenen çok büyük bir mirası ile yeni rekorlara, büyük işlere imza atabilecek bir potonsiyelimiz, dünyanın en kudretli devletini, en büyük medeniyetini kurabilecek kabiliyetimiz var. Ancak hasta yatağımızda sırtlanların maskarası oluyoruz. Bu kabiliyetimizi bilen rakiplerimiz iyileşmemizi istemiyor, hatta hastalığımızın ilerlemesi için -kimisi de ölmemiz için- mütemadiyen yemeğimize zehir katıyor.

Kabiliyetlerimizi ortaya çıkartabilmek için önce hastalığımızı teşhis etmeliyiz, sonra yemeğimize zehir katanları tanımalı ve gerekli tedbirleri almalıyız

 

Türkiye’deki Gelişmeler Bütün Dünyayı Etkiliyor:

Elindeki zehirli şırınga ile ensemizde fırsat kollayan düşmanlarımızı hafif görmemek gerekiyor. Çünkü Türkiye sıradan bir dünya ülkesi değildir. 21. yüzyılın askeri, siyasi cereyanlarının merkezinde olan bir ülkedir. Türkiye'nin hastalığının seyri, iç çekişmelerinin neticesi sadece Türkiye'yi değil, bütün dünyayı etkileme potansiyeli taşımaktadır.

Bir örnek vermek gerekirse; Türkiye'nin Irak savaşı öncesi Amerika'ya direnmesi savaşın çıkmasını önleyemese de ertelenmesine sebep oldu. Üstelik gerek savaş öncesi gerek savaş sonrası dünyadaki Amerika'ya karşı direnişin tetikleyicisi ve önderi oldu. Avrupalı dünya aktörlerinin seslerinin daha kuvvetli çıkmasından tutun, BM Güvenlik Konseyi üyesi küçük devletlerin Amerikan şantajlarına boyun eğmemesine kadar uzanan bir direnişin -istemeden de olsa- hazırlayıcısı Türkiye oldu. Çok da iyi oldu. Burnumuzun dibine hatta içimize yerleşmeye çalışan gerçek ve büyük bu düşmanın gücü kırıldı, bütün dünyayı kendi ihtiraslarına payanda yapmaya çalışırken, bütün dünyayı karşısında buldu. Çünkü işine gelmediği zaman BM ve NATO gibi kurumları dahi yıkmayı göze alabileceğini, yıllardır reklamını yaptığı "Üstün değerleri(!)" bir çırpıda çiğneyivereceğini ve ne kadar bencil olduğunu bütün dünya görmüş oldu.

Karanlıklar Prensi lakaplı Richard Perle’ün 21 Mart 2002 tarihinde The Guardian’a yazdığı “Tanrıya çok şükür ki BM öldü” başlıklı makalesini hatırlayalım:

“Saddam Hüseyin'in terör rejimi sona ermek üzere. Kısa süre sonra çekip gitmiş olacak; ancak giderken beraberinde BM'yi de götürecek. Belki tamamını değil. BM'nin iyi çalışmaları kalacak, sözgelimi düşük riskli barışı koruma bürokrasileri kalacak, Hudson üzerindeki koyunlar melemelerine devam edecek. Ölecek olan, BM'nin yeni dünya düzeninin kurucusu olduğu fantezisi. Enkazı kaldırdığımızda, uluslararası hukuka korunan o kibirli liberal güvenlik fikrinin nasıl bir entelektüel yıkıntı olduğunu daha iyi göreceğiz.

…21. yüzyılda, yeni dünya düzenini korumanın yeni yollarını arayıp bulma umudu var. Fanatik terörü, ona karşı yürüttüğümüz savaşı kök bulduğu bölgelere taşıyamadığınız sürece ne alt edebilir ne de engelleyebiliriz...” (Perle bu yazıyı yazdığı günlerde Pentagon'a danışmanlık yapan Savunma Politikası Kurulu'nun başkanlığını yapıyordu)

Amerika İslam dünyası'nı çiğneyebilmek için kendi dünyasını, kendi değerlerini çiğnemek zorunda kaldı. İslâm-Batı savaşı çıkartıp Türkiye’yi piyon olarak kullanmak istiyordu, bu savaşta yalnız kaldı, Türkiyeyi kullanamadı. Birçok büyük ülkeyi de karşısında buldu. Türkiye’nin direnişi olmasa idi, bugünkü konjenktürün oluşması mümkün değildi.

Amerikan gücüne taparcasına Türkiye'yi işbirliğine davet edenler ise Amerika'nın Türkiye'nin ve dünyanın başına ne büyük bir bela haline geldiğini göremiyorlar, görmek istemiyorlar.

Amerikalı yazar Texe Marrs’ın dünya egemenlerini anlattığı İllimunati isimli kitabının Türkçe baskısı için 23 Ocak 2002’de yazdığı önsözden aldığımız aşağıdaki satırları daha evvel de dikkat nazarlarınıza arzetmiştik:

"İlluminati’nin karanlık beyinleri, Türk milletinin anahtarını ele geçirebilirse, sadist ve açgözlü hedeflerine ulaşma yolunda uzun bir mesafe katetmiş olacaklar. Tamamen kontrolleri altına alamadıkları bir Türkiye, bu misyonlarını imkânsız hale getirmese bile, şüphesiz ki, bir hayli zorlaştıracaktır.

Bundan dolayı, önümüzdeki günlerde, bu karanlık karakterlerin, Türkiye’yi etkileri altına alabilmek için daha fazla gayret göstereceklerini tahmin edebiliriz. Çünkü, Türkiye’nin de fethedilmesi gerektiğine inanıyorlar. Mümkünse sinsi komplolarla. Ekonomik yıkımlarla ya da gerekirse kaba güç kullanarak."

Hatırlarsak ABD eski başkanı Clinton TBMM’nde yaptığı konuşmada 20. yy.lı Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması neticesinde ortaya çıkan siyasi yapının tayin ettiğini, 21. yy.ın şekillenmesinde de Türkiye’nin bulunduğu yerin belirleyici rolü olacağını söylemişti.

 

Küreselleşme Denilen Şey:

Genel olarak dünyada özel olarak ülkemizde son on yılda yaşanan gelişmeler derinlemesine tetkik edildiğinde görülecektir ki küreselleşme adı altında yapılanlar aslında bütün dünya finans sistemini-ekonomisini tekelleştirme çalışmalarından başka bir şey değildir.

IMF, Dünya Bankası, GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması), DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü, WEF (Dünya Ekonomik Forumu), GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) gibi küresel ticari kuruluşlar ve anlaşmalar bu sistemin işleyişine hizmet ederler.

Küreselleşmecilere teslimiyeti tavsiye etse de Yaman Törüner küreselleşmenin finansal boyutunu rakamlarla ortaya koyuyor:

“Aşağıdaki rakamları inceleyin, dünyanın nereye gitmekte olduğunu anlayacaksınız. Bizim nerede olduğumuzu ve ne yapmamız gerektiğini de bu rakamlar anlatıyor. Milliyetçiliğin yerini global yönetimin alacağını söyleyenler de bu rakamlardan yola çıkıyorlar. Bankacılık sisteminin de, para politikalarının da önemi bu rakamlarda gizli.

• Dünya kambiyo borsalarındaki günlük döviz alım satım miktarı 1973 yılında 15 milyar dolar iken, bu miktar 1998'de 1.490 milyar dolara yükselmiş. Yani, sadece döviz borsalarında yapılan günlük işlem Türkiye'nin dış borcunun yaklaşık on katı.

• Dünya kambiyo borsalarındaki bir aylık alım satımın ise tüm dünyanın milli hasılaları toplamına eşit olduğu ve 2001 yılında 30.000 milyar doları aştığı hesap ediliyor. Yani, bu hesapla her ay sadece döviz borsalarında dünyadaki yıllık üretim kadar işlem yapılıyor.

• 2001 yılında türev işlemler hariç borsalarda gerçekleştirilen hisse senedi ve tahvil işlemlerinin toplamının 99.800 milyar dolar olduğu hesaplanıyor.

• Yabancı pasaportluların başka ülkelerdeki mevduatları 1964 yılında sadece 20 milyar dolar iken, bu rakam 2001 yılında 9.600 milyar dolara yükselmiş. İşte yeni para düzeninin hedefi. Bu rakam bizde 2003 yılı Mayıs ayında bile 2 milyar dolar civarında.

• 1970'li yılların başında toplam 200 milyar dolar olan uluslararası bankaların sendikasyon kredileri, 2001 yılında 8.000 milyar doları aşmış vaziyette.

• Uluslararası piyasalara yeni ihraç edilen tahvil ve bonoların toplam miktarı 1960 yılında sadece 1 milyar dolar iken, ihraçlar 1995'te 461 milyar dolara ve 2000'de de 1.246 milyar dolara yükselmiş.

• Uluslararası piyasalara satılan toplam tahvil ve bono miktarı ise, 2001 yılında 7.000 milyar dolar seviyesinde.

• 1970'lerin başında kurulmuş olan uluslararası menkul kıymet takas sistemleri Euroclear ve Cedel (yeni adıyla Clearstream)'in toplam iş hacimleri 1999'da 60.000 milyar dolara yükselmiş.

• Uluslararası elektronik ödemeler sistemi SWIFT 194 ülkedeki 7.000 den fazla mali kurumu birbirine bağlıyor. Bu sistem ayrıca bu ülkelerdeki Cirrus ağına bağlı 400.000'den fazla otomatik para çekme makinesine de hizmet veriyor.

…Bu veriler paranın ve bankacılık siteminin dünyaya hükmetmeye başladığını çok açık gösteriyor…" (Yaman Törüner, 15 Mayıs 2003)

Bu sistemin arkasındaki güç daha önceki yazılarımızda defaatle ortaya koymaya çalıştığımız gibi Amerika’yı elinde bulunduran, İsrail projesinin mimarları, dünya ekonomisinin başındaki hanedan temsilcilerinden meydana gelen bir avuç insandır. Bunların elinde Amerika bile bir araçtır. Amerikan halkı ise bilim kurgu filimlerini aratmayacak şekilde ipnotize edilmiş, beyinleri köreltilmiş, sembollerle yönlendirilen, köleleştirilmiş zavallı bir halktır.

 

Küreselleşme’nin Askeri Aşaması Başladı:

Şu anda bu küresel projenin askerî aşamasında bulunuyoruz. Bu sebeple çok büyük hadiselere, çok büyük savaşlara, akla-hayale gelmeyecek olaylara hazırlıklı olmak gerekmektedir.

Bu küresel projenin önündeki engelleri iki kategoriye ayırabiliriz. Birincisi ideolojik anlamdaki engeller. Diğeri bağımsızlık yönünde kararlı hareket eden devletlerdir. İdeolojik anlamda en büyük engel İslâm dini’dir. (İslam dini bir ideoloji değildir. Ancak onlar böyle gördükleri için bu tabiri kullanıyoruz. Nitekim bu öngörüleri yanlış olduğu için başarıya ulaşamayacaklardır.)

Eski CIA Başkanı James Woolsey The Guardian'daki makalesinde adeta savaş ilanı yapıyordu:

"Dördüncü Dünya Savaşı başladı. Terörizme karşı savaş bunun sadece bir parçası. Bu savaş, 20'nci yüzyıl boyunca (1'inci ve 2'nci Dünya Savaşları'nda ve 3'üncü Dünya Savaşı da denilebilecek Soğuk Savaş'ta) inşa edip savunduğumuz liberal uygarlığa, Arap ve Müslüman dünyasından gelen tehditlere karşı demokrasiyi genişletme savaşıdır. Soğuk Savaş gibi 40 yılı aşkın bir süre kadar uzun sürmeyeceğini umut ediyorum, ama 1 ve 2'nci Dünya Savaşları kadar da kısa olmayacak. 4'üncü Dünya Savaşı, belki 10 belki de 20 yıl sürebilecektir.

Saddam Hüseyin, Suudi kraliyet ailesi mensupları ve teröristler artık şunu anlamalılar biz, ABD son 100 yılda 4'üncü kez uyandırıldı. Bu ülke artık harekete geçti. Bu savaşı biz seçmedik. Baasçı faşistler, İslamcı Şiiler, İslamcı Sünniler seçti. Diğer savaşları kazandığımız gibi bu savaşı da kazanacağız. Bu savaş daha önceki savaşlar gibi bizim, onlara karşı savaşımız değil. Bu savaş, özgürlüğün zorbalığa karşı savaşıdır.

Teröristleri ve diktatörleri sinirlendirdiğimizin farkındayız. Onları sinirlendirmek istiyoruz zaten. Onların Amerika'nın artık harekete geçtiğini ve korkuttukları insanların yanına aldığını anlamalarını istiyoruz."

ABD Dış İlişkiler Konseyi (CFR) üyesi Max Boot "ABD tabii ki emperyalist" başlığını kullandığı ibretlik makalesinde şu tavsiyelerde bulunuyor:

"ABD'nin Irak'ı yeniden inşa etme çabalarında karşılaşabileceği en büyük tehlike ne: Şii köktendinciliği mi? Kürt ayrılıkçılığı mı? Sünni uzlaşmazlığı mı? Türklerin, Suriyelilerin, İranlıların veya Suudi Arapların işe karışması mı?

Bunların hepsi gündemde ancak hiçbiri kısa sürede halledilemeyecek kadar derin değil. …ABD finansal ve askeri açıdan tüm rakiplerini arkada bırakır.

En büyük tehlike, ABD'nin 'ben' kelimesinden (emperyalizm) duyduğu korku nedeniyle gücünün tamamını kullanmaması. 28 Nisan'da El Cezire televizyonunda ABD'nin bir imparatorluk mu kurduğu sorusuna Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, kadın iç çamaşırları giyip giymediği sorulmuş gibi bir tepki verdi. "Biz imparatorluk istemiyoruz" diye yanıt verdi bakan içerleyerek. "Biz emperyalist değiliz. Hiçbir zaman da olmadık."

Halka yönelik bir yanıt olarak güzel. Yanıtın tek kötü yanı, doğru olmaması. …Resmi imparatorluk İkinci Dünya Savaşı sonrasında kaybolurken, ABD Almanya ve Japonya üzerinde başka bir emperyalizm dönemine girişti. Pardon, o emperyalizm değildi; 'işgal'di. Ama zaten Amerikalılar yabancı hükümetler kurduğunda buna verilen adlar hep farklı oluyor. Tıpkı Somali, Haiti, Bosna, Kosova ve Afganistan'daki 'ulus kurma' deneyimlerinin, farklı farklı isimler takılmış emperyalizm olması gibi.

...'Emperyalizm'in sırtındaki tarihi yükü düşünecek olursak, ABD hükümeti bu terimi benimsemese de olur. Ancak uygulamasını kesinlikle benimsemeli.

Kendimizden korkmayalım

ABD'nin bu konuda göstereceği çabaların maliyeti yalnızca para olarak değil, asker olarak da ölçülecek. Bush ve Rumsfeld akıllı davranarak erken bir 'çıkış stratejisi' üzerine konuşmaktan kaçınsa da, hâlâ ABD güçlerinin Irak'ta iki yıldan fazla kalmasına gerek olmadığını düşünüyor. Hatta Rumsfeld, ABD silahlı kuvvetlerinin Irak'ta kalıcı üs açmayı planladığına dair bir haberi yalanladı. Kalmayı düşünmeseler bile, düşünmeliler.

…İttifak yönetimi Almanya'da dört yıl, Japonya'da ise yedi yıl sürdü. Amerikan askerleri her iki ülkede de 50 yıldan uzun bir süredir, hâlâ duruyor.

…Irak'ın hızla Somali'ye dönüşmesini istemiyorsak, ABD askerlerinin orada daha yıllarca, hatta onlarca yıl konuşlanmasına kendimizi alıştıralım.

'ABD emperyalist' diye başkaları kızarsa kızsın. ABD ne yaparsa yapsın emperyalist olarak anılacak. Kim bilir, belki de başarılı bir imparatorluk olur." (Radikal yorum, 19/05/2003)

İkinci kategoride ele aldığımız bağımsız hareket etmek isteyen devletlere dünyanın her tarafında rastlayabiliriz. Ancak bu küresel projenin mimarlarının kafası İsrail merkezli çalıştığı için ideolojik hedeflerine de uygun olarak genelde Filipinlerden Fas’a bütün İslâm dünyasını özelde Ortadoğu ülkelerini hedef almış bulunuyorlar.

 

Türkiye Kenarda Kalamaz:

Bu süreç artan bir ivme ile bu şekilde büyüyerek devam edeceği için -Irak savaşında da görüldüğü gibi- Türkiye’nin kendisini sıyırması, “Beni ilgilendirmez” diyerek kenara çekilmesi mümkün değildir. Esas itibari ile Türkiye bütün bu gelişmelerin merkezinde bulunmaktadır. Türkiye’ye biçilmiş en iyi rol Amerika’nın Ortadoğu işgaline taşeronluk yapmaktır. Bize “Bundan iyisi can sağlığı öp başına koy!” denilmektedir.

Nitekim Rusya Devlet Başkanı Putin’in danışmanı Alexander Dugin’in tarihî işbirliği çağrısındaki şu cümlelerde de bu duruma işaret vardır:

“Geçmiş ve yeni başlayan bin yılın sınırı, geçtiğimiz yola bir kere daha göz atmak ve gelecek için planlarımızı kurmak ve işbirliği için iyi bir vesiledir. Hem Rusya için hem de Türkiye için geçmişte hatırlanacak çok şey vardır. Geleceğimize gelince, hem sizin hem de bizim durumumuz çok parlak değildir. Bugün hem Ruslar hem de Türkler geleceğe bakarken çok büyük bir endişe duymalıdır. Gerek 10 yıl önce dünyanın süper gücü olan ülkemiz, gerekse de sizin şanlı vatanınız bugün, fazla iyi bir manzara arzetmiyor. ABD tehdidi altındadır. Bu tehdidi birlikte önlemeye mahkumuz... Sizi belki geçici olarak Yeni Dünya Düzeni’nin gece bekçisi veya uşak ve köleleri olarak işe alacaklar. Bugünkü duruma göre bu bekleyeceğiniz maksimum yani en yüksek yerdir..." (M. Necati Özfatura, 12 Nisan 2003)

Türkiye gibi bir ülkenin köleliğe razı olması kendi varlığını inkar etmesidir. İşte Türk-ABD ilişkilerinde fırtınaları kopartan nokta tam burasıdır.

Mesela İsviçre Cumhurbaşkanı Pascal Couchepin’in Irak savaşıyla ilgili değerlendirmesinde sarfettiği ''Türkiye en çok kayba uğrayan ülke, çünkü AB müzakere kapılarını açmadı ve Türkiye Amerikan desteğinin bir kısmını kaybetti. Türkiye şu andaki krizde biraz zor durumda. Böyle büyük bir ülkenin tecrit edilmesi ve zor durumda olması sağlıklı bir şey değil'' sözlerinden Batı’da Türkiye’nin tecrit edilmesi seçeneğinin tartışıldığı sonucunu çıkartabiliriz.

 

Türk Siyasetine Müdahaleler:

Teslim alınmış bir Türkiye Texe Marrs’ın da dediği gibi işlerini çok kolaylaştıracaktır. Bu sebeple geçen yıldan beri Türk siyasetini ele geçirme gayretlerinde birçok muvaffakiyetsizlikler yaşamış olsalar da vazgeçmiş değiller.

 

Büyük Bir Tehlike:

Türkiye’nin yakın gelecekte alacağı şekil bu askeri aşamanın hedefi olup olmayacağını da tayin edeceği için çok büyük önem taşıyor. Bu karanlık çete Türk milletinin anahtarını ele geçirebilmek için siyaset dünyasını ve ekonomiyi kullanıyor. Bunu da semitik-masonik örgütler vasıtasıyla yapıyorlar. İsmi en fazla duyulan Rotary, Lions gibi bir yüzü halka dönük örgütler küresel hegomanyacıların hiyerarşi piramidinin en altındakilerdir. Bu sebeple buralara girmiş olanlar genel olarak bilinçsiz bir şekilde şahsi ikballeri ve maddi çıkarları uğruna Amerika’daki “Merkez”e hizmet etmektedirler. Yine de bu örgüt mensuplarına küresel gizli bir ordunun birer neferi olarak bakılabilir. Bir ordunun emir-komuta hiyerarşisi içerisindeki neferin gerçekleri ne kadar görse de bağımsız hareket etmesi mümkün değildir. Ki zaten bunların içerisine girip de gerçekleri görebilenler azın da azıdır. Bu sebeple bu örgütler bütün dünya için olduğu kadar Türkiye için de çok büyük bir tehlikedir. Ellerindeki para ve medya gücü ile birçok ülkede istedikleri gibi at koşturmaktadırlar. Türkiye’de her istediklerinde muvaffak olamıyorlar. Ancak yıllar yılı içimize zerk ettikleri zehirler sayesinde bizi birbirimize düşürüp yine de bazı işlerde muvaffak olabiliyorlar.

Bütün bu anlatılanları gayet iyi bilmek durumunda olan Meclis başkanı olsun, başbakan olsun gidip Rotary kulüplerinde konuşmaları, Amerika merkezli küresel semitik projeye hizmet ettiği su götürmez Bilderberg toplantısına bir bakanlarını göndermeleri affedilemez hatalardır. Hiçbir tevil bu hatayı örtemez. Öyle anlaşılıyor ki Amerika’daki çete bunların bazı korkularını gayet iyi kullanarak oltayı geçirmişlerdir.

Bu korkuyu Hüseyin Gülerce’nin Wolfowitz’in zılgıtını yorumladığı Zaman’daki 8 Mayıs tarihli yazısında da bulabilirsiniz: “Wolfowitz’in çıkışı ABD’nin samimi bir çağrısı olarak değerlendirilmelidir. ...En kötüsü ise, Amerika’nın bize dönerek "ne haliniz varsa görün, darbe bile umurumda değil..." demesidir.”

Bunların durumu gemide karışıklık var diye denizdeki ejderhaya sarılmaya benziyor. Gemi elden gittikten sonra sen olsan ne olur, olmasan ne olur?

Bir tarafta eski bölücü zihniyetin zehri ile masonlara sarılanlar diğer tarafta masonların yıllar yılı akıttığı zehri atamayıp nereye sarılacağını bulamayanlar. Ortada sahneyi seyreden bu tehlikeli örgütler. Bu gidiş pek iyi bir gidiş değil. Hz. Allah sonumuzu hayır etsin. Amin.


  Önceki Sonraki