Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF’UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - Büyük Arş Büyük Allah’ın Büyük Maskesidir! - Ömer Öngüt
Büyük Arş Büyük Allah’ın Büyük Maskesidir!
TASAVVUF’UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Dizi Yazı - Tasavvuf
1 Haziran 2003

 

TASAVVUF’UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

 

Büyük Arş Büyük Allah’ın Büyük Maskesidir!

Hiçbir haberciye ihtiyaç duymaksızın açığı da gizliyi de bilen, her türlü noksan sıfatlardan uzak ve en yüce sıfatlarla muttasıf olan Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“O ki gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattı.

Sonra arşa oturdu. (Oradan mülkünü yönetmektedir.)

Rahman’dır. (O’nun rahmeti bütün varlıkları kaplamıştır. Varlık ve hayat O’nun rahmetinin eseridir. Bütün kâinata Allah’ın arşından hayat ve vücut dağıtmaktadır.)” (Furkan: 59)

Bu beyan-ı ilâhi kullarının kavrayabilmesi içindir. Ve fakat aslında hep O’dur.

Her Âyet-i kerime’nin zâhirî mânâsı olduğu gibi bâtınî mânâsı da vardır. Şu kadar var ki bu mânâyı çözmek de Allah-u Teâlâ’nın kendi katından ilim verdiği has kullarına mahsustur. Doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ ile kulu arasındadır. Kime hangi ilmi verdiyse.

İşte bu ampuller, Allah-u Teâlâ’nın verdiği nuru saçan kandillerdir. Çünkü içindeki nur O’nun nurudur. O nuru kalplerine döktüğü için kitabullah oluyor. Çünkü o kitabı kalplerine döktü. Onlar da kalplerindeki kitabı satırlara döktü.

Onlara gelen ilim Allah-u Teâlâ’nın has ilmi olduğu için de onlar Allah-u Teâlâ’nın has kullarıdır.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:

“Öyle ilim var ki, gizlenmiş mücevherat gibidir. Onu ancak Ârif-i billâh olanlar bilirler. Bu ilimden konuştukları vakit, Allah’tan gafil olan kimseler anlamazlar.

Binâenaleyh Allah-u Teâlâ’nın kendi fazlından ilim ihsan ettiği âlimleri sakın tahkir edip küçük görmeyin. Çünkü Cenâb-ı Hakk onlara o ilmi verirken tahkir etmemişti.” (Erbaîn)

Bu gizlenmiş mücevheratları Allah-u Teâlâ verir. Yüzüne yüzüyle yönelmesiyle, kalbine nurunu akıtmasıyla dilediği kadar İlmullah’tan ona ilim verir. Bu has bir ilimdir ki O’nun duyurduğundan başka bunu kimse bilmez.

“Bunu bir bilene sor!” (Furkan: 59)

Âyet-i kerime’si bir emr-i ilâhî’dir. Çünkü dilediğine dilediği kadar ihsan ediyor.

İşte bu arzedilen Hadis-i şerif, onlara verilen ilmi beşeriyetin anlayamayacağını da teyid ediyor. Onlar bu ilimden bahsederken beşeriyet bunu anlamaz. Çünkü akılları ve ilimleri yetmez. Onların muallimi Allah-u Teâlâ olduğu için, onlara verilen ilim Allah-u Teâlâ’dan verildiği için, bir kimse âlim de olsa bu ilmi idrak edemez. Çünkü onun muallimi benî beşerdir. Zâhirî ilimde ne kadar ilerlerse ilerlesin bu ilmi anlamaz.

İtiraz edenler bu Âyet-i kerime’lerin, bu Hadis-i şerif’lerin tecelliyatlarından mahrum oldukları için bilmeyerek itiraz ediyorlar.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“İlim ikidir. Biri dilde olup (ki bu zâhiri ilimdir) Allah-u Teâlâ’nın kulları üzerine hüccetidir. Bir de kalpte olan (mârifet ilmi) vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur.” (Tirmizi)

Zira onlara dilediği kadarını bildirmiştir. Azametini göstermiştir. Bütün mahlûkatın bir zerreden ibaret olduğunu bildirmiştir.

O zerreler misal âlemindeydi. Zerreler kendi içlerini bilmek istedikleri için dünyaya gönderdi. Onları açtı. Asıllarını gördüler. Hükmünü tebliğ etti. Ve yine aslı zerreden ibarettir. Zira o zerre ile yine dirilecek, mükellef olduğu emirle hesaba çekilecektir.

Allah-u Teâlâ bir şeyi yaratmak istediği zaman, onu düşünüp taşınmaya, mekâna ve numuneye muhtaç değildir. O’nun istemesiyle o şeyin meydana gelmesi bir olur.

Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Allah gökleri ve yeri ve bunların arasında olan şeyleri altı günde yaratan(dır).” (Secde: 4)

Yaratmak; bir anda dilemek ve meydana getirmek, “Ol!” demekle oluvermekten ibaret olmakla birlikte, O bunların hepsini birden değil, ilâhî hikmetleriyle geliştire geliştire, olgunlaştıra olgunlaştıra yaratmıştır. Bu yükseklik ve genişlikteki yedi kat gökleri, bu yoğun ve geniş yerleri bir anda da yaratmaya gücü yeten Kâdir-i mutlak, her birini bir ölçü ile takdir ve bir zamana tahsis etmiştir.

O’nu gören, yani Allah-u Teâlâ’yı gören, bütün âlemleri O’nunla görür. Hepsinin bir örtüden ve kabuktan ibaret olduğunu görür. Örtüyü yaratan, her yarattığı şeye ayrı ayrı şekil veren, ziynetlendiren O’dur.

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için elbette deliller vardır.” (Âl-i imran: 190)

O, semâvâtı da, yeri de yarattı. Geceyi gündüzü de O yaratıyor ve O yönetiyor. Hep O, vücud O, mevcud O...

Bu şekilde yaratma da ilâhî kudrete delâlet etmektedir. Hiçbir tedricen ilerleme olmadan bütün yaratıklar bir defada ve bir anda yaratılmış olsaydı, hiçbiri diğerinin yaratılışına şâhid olamazdı. Diriden ölü, ölüden diri, ateşten toprak, topraktan su, çamurdan hayat ortaya çıkması şöyle dursun; gece ve gündüz birbirini takip etmez, insandan insan bile doğmazdı. Atalarımız yaratılmış olsa biz olmazdık, biz olursak onlar olmazdı veya hepimiz olur, ata-evlât olmazdık. Şu halde birçok yaratılışları da içine alan dereceleme ile yaratmada Allah-u Teâlâ’nın ayrıca bir kudreti ve azameti gözler önüne serilmektedir.

Kur’an-ı kerim’in yedi yerinde göklerin ve yerin “Altı gün”de yaratıldığından söz edilmektedir. Bu günlerden maksat, yirmidört saat süren dünya günleri değil, müddetini ancak Allah-u Teâlâ’nın bildiği merhaleler ve devrelerdir.

“Sonra arşa oturdu. (Oradan mülkünü yönetmektedir.)” (Furkan: 59 - Secde: 4)

“Oturdu” demek, “Hükmetti” demektir. “Arşırahman”dan bütün yaratıklarına hükmünü sürdürmeye devam ediyor.

Bu Âyet-i kerime, olduğu gibi Vahdet-i vücud’u tarif ettiği gibi, bütün yaratıklarını nereden ve nasıl yönettiğini bildiriyor.

Arş’ın Allah-u Teâlâ’ya tahsisi, mahlûkatın en büyüğü olmasındandır. Kâinat Arş ile son bulmakta ve Allah-u Teâlâ mekândan münezzeh olarak O’nun da ötesinde ve aslında her yerde bulunmaktadır.

Bu istivâ; keyfiyetsiz, teşbihsiz, temsilsiz bir istivâdır. Kâinat yaratıldıktan sonra Allah-u Teâlâ onu yönetmekte ve onunla ilgili bütün düzenlemeleri yapmaktadır.

Arş, diğer cisimleri kuşatan bir cisimdir. Yüksekliğinden dolayı veya hükümdarın tahtına benzetildiğinden dolayı bu isim verilmiştir.

Allah-u Teâlâ Arş’ı ihtiyaç için değil, azametini ve kudretini göstermek için yaratmıştır.

Arş-ı âzam, insanın akıl ve hayali almayacak bir azamete sahiptir.

Yerden göklere, göklerden Arş’a varıncaya kadar bütün yaratıklar; O’nun hüküm ve idaresinin altında, andan ana, halden hâle, şekilden şekile, devirden devire, oluş ve yokoluş, farklılık ve benzeyiş ile değişip gitmektedir.

O ise tam bir hakimiyet ve tam mülkiyet ile bütün zerrelerin ve kürrelerin, ruhların ve cisimlerin, güçlerin, saltanatların ve iktidarların üstünde bir azamete sahiptir. Oradan hem yaratıyor, hem yaşatıyor, hem yönetiyor, hem rızıklandırıyor, hem de öldürüyor.

Her şeyi yaratan, her şeye kâdir olan O’dur. O benzersizdir, yardımcısı, eşi ve dengi yoktur. O’ndan başka hiçbir ilâh, O’nun dışında hiçbir Rab yoktur.

O yaratıyor, O yaşatıyor, aynı zamanda O yönetiyor.

“Gökten yere kadar her işi O düzenler.” (Secde: 5)

O’nun düzenlemesi, hikmetine göre dilemesidir.

Arşından arzına varıncaya kadar mahlûkatın bütün işlerini hikmet ve maslahatın gerektiği şekilde bizzat kendisi yönetir ve yönlendirir. Önünü ve sonunu bilerek ve gözeterek takdir eder. Hiç kimse O’nun hiçbir tedbirine mâni olamaz. Hükümranlığı kayıtsız şartsız ve devamlıdır.

O yaratıyor, O yönetiyor. Meselâ gökten yağdırıyor, yağdıran O’dur. Yerden fışkırtıyor, fışkırtan O’dur. Sonsuz nimetleri ihsan ve ikrâm eden yine O. Hazine-i ilâhî’den durmadan akıyor.

“Sonra işler sizin hesabınıza göre bin yıl kadar tutan bir günde yine O’na yükselir.” (Secde: 5)

Dünyanın işini yukarıdan aşağı indirmek suretiyle tedbir eder. O’nun tedbiri hikmetine göre dilemesidir.

Allah-u Teâlâ’nın bir iradesinin hükmü olan bir emir, bir iş, bir hadise, bazen böyle bin senelik bir devir ile biter, O’nun bir günü, böyle büyük bir devir teşkil eder.

Bunun elli bin sene edeni de vardır:

“Melekler ve ruh (Cebrâil) oraya miktarı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkarlar.” (Meâric: 4)

Bu ise Sidre-i münteha’dan itibaren ellibin senedir. Bir anda iner ve çıkar.

“İşte O, görülmeyeni de görüleni de bilendir, Azîz’dir, merhamet edendir.” (Secde: 6)

Kullarının işlerini yönetme hususunda da merhametlidir.

Arş, diğer cisimleri kuşatan bir cisimdir. Yüksekliğinden dolayı veya hükümdarın tahtına benzetildiğinden dolayı bu isim verilmiştir.

Allah-u Teâlâ Arş’ı ihtiyaç için değil, azametini ve kudretini göstermek için yaratmıştır.

Kur’an-ı kerim’de Arş’ın Allah-u Teâlâ’ya nisbet edildiği onsekiz kadar Âyet-i kerime mevcuttur ve yedi gökten ayrı bir âlem olarak ele alınmıştır.

Bir Âyet-i kerime’de:

“Göklerin ve yerin Rabbi, Arş’ın da Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıkları noksan sıfatlardan münezzehtir.” buyuruluyor. (Zuhruf: 82)

Bazı Âyet-i kerime’lerde ise yine “Arş’ın sahibi” mânâsına gelen “Zül-arş” tabiri kullanılmaktadır.

“De ki: Eğer onların dedikleri gibi, Allah ile beraber başka ilâhlar da bulunsaydı, o takdirde bu ilâhlar Arş’ın sahibine ulaşmak için yol ararlardı.” (İsrâ: 42)

Bu Âyet-i kerime’den anlaşılıyor ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. O bütün yarattıklarını çepeçevre kuşatmıştır.

Arş-ı âzam dört melek tarafından taşınmaktadır, kıyamet gününde ise bu meleklerin sayısı sekiz olacaktır.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“O gün Rabbinin arşını onlardan başka sekiz melek yüklenir.” (Hâkka: 17)

Arş-ı âzam, Allah-u Teâlâ’nın yarattığı cisimlerin en büyüğüdür. Kürsî’yi de kaplamıştır.

Bir kısım melekler de Arş-ı âzam’ın çevresini sarmış olup tavaf ederler, Allah-u Teâlâ’yı övgü ve tesbih ile anarlar.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Melekleri görürsün ki Rablerini hamd ile tesbih ederek Arş’ın etrafını kuşatmışlardır.” (Zümer: 75)

Arş, göklerle yer yaratılmadan önce mevcuttu.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“O Allah ki, yeri ve gökleri altı günde yarattı. Bundan evvel Arş’ı su üzerinde idi.” (Hud: 7)

Bu mevzu Muhterem Müellif Ömer Öngüt Efendi’nin
“Tasavvuf’un Aslı Hakikat ve Marifetullah İncileri” isimli eserinden alınmıştır.


Sonraki