Gerek ABD'nin gerekse büyük devletlerin faaliyetleri her geçen gün azalan değerli madenlerin ve bu madenleri bağrında taşıyan coğrafyaların -kan, zulüm ve katliam pahasına da olsa- paylaşılmasını, tarumar edilmesini beraberinde getirecektir.
Bor, altın, su, toryum, aliminyum, uranyum hatta petrol ve buna benzer madenler bizde fazlasıyla mevcuttur. Milletçe topyekün kalkınmamızı sağlayabilecek derecede zenginliğe sahip olduğumuz gibi iştah kabartıcı bu durum aynı zamanda yamyam ruhlu devletlerin şimşeklerini de üzerimize çekecektir. Birçok devletin yağmalanmasının, toplumsal karışıklıklara düşmesinin, parçalanmasının esas nedenleri arasında sahip oldukları madenler vardır.
Özellikle “Çok Uluslu Şirketler” ve bu şirketlerin üssü durumundaki ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler madenleri bloke etmenin savaşlarını acımasızca sürdürmektedirler.
Ülkemizde bu savaşın yansımalarını görmekteyiz. Özelleştirme statüsü adı altında madenlerimiz üzerinde çok müthiş bir baskı kurulmuş bulunmaktadır. Ülkemizi yöneten siyasi iktidar mensupları işin farkındadırlar. Ancak henüz gerekli icraatlar hayata geçirilememiştir.
Bilim adamları yakın bir gelecekte petrol ve daha başka madenlerin tükeneceği görüşünde hemfikirdirler. Bu durum savaşların çıkış nedenlerinde, ülkelerin karıştırılmasında ana faktör durumundadır. Dünya hammadde kaynakları gelişmiş ülkelerin büyük şirketlerinin kontrolü altında toplanmakta, tröstler oluşmaktadır.
Maden varlığımız milletimizin ve devletimizin önemli bir hayat kaynağıdır. Ne yazıktır ki bugüne kadar ciddi enerji-maden politikalarından mahrum bırakılan Türkiye’mizin maden varlığı ciddi tehlikelerle karşı karşıya bırakılmıştır. "Endüstriyel Bölgeler yasası” bu kapsamda madenciliğimize ipotek koymak isteyenlere zemin hazırlamıştır.
Bu konuyu sona bırakmak üzere büyük servetlerin içinde nasıl varlık içinde yokluk çektiğimizi gözler önüne sermeye çalışalım:
Toryum: Tehlikesiz, ama misli görülmemiş bir enerji kaynağıdır. Boğaziçi Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Engin Arık’ın açıklamalarını özetlemeye çalışalım: "Türkiye'deki tonlarca toryum yatakları bitecek gibi değil. Yani kömür gibi düşünmeyin bunu. Kömürün bir çuvalını yaktığınızda bir evi ısıtıyorsunuz. Bunun bir çuvalını yaktığınızda belki bir ülkeyi ısıtıyorsunuz. Kütleyi enerjiye dönüştürdüğünüzde müthiş bir enerji elde ediliyor. Toryum, enerji bağımsızlığımızı sağlayacak. Bizim için en önemli şey bu teknolojiyi öğrenmemiz. Şu bir iki yıl içinde ciddi şekilde üzerinde çalışmamız lâzım. 2005 yılına kadar toryumla çalışan nükleer reaktör prototipi üretebilecek bilgiye ulaşmış elemana sahip olabiliriz. Bunun için gereken yatırım 40-50 milyon dolar. 2006-2010 yılları arasındaki ikinci aşamada ise 1 Gigawatt'lık bir deneme reaktörünün kurulması için 1 milyar dolar civarında bir yatırım gerekiyor. Türkiye'de uzman sayısı çok sınırlı. Deneyimli bilim adamı olarak toplarsanız 10-15 kişi zor çıkar.
Türkiye, Avrupa'da CERN laboratuvarı başta olmak üzere ABD ve Japonya'da bu konuda araştırma yapan gruplarla işbirliği yaparak, bu araştırmaların detaylarına vakıf bilim adamları yetiştirmeli. Bu araştırmaları koordine edecek bir ulusal konseyi oluşturmalı..."
Aynı bilim adamımız Türkiye'nin sahip olduğu Toryum rezervinin enerji üretimi açısından 120 Trilyon dolarlık petrole eşdeğer olduğunu, bu rakamın ABD'nin 2001 yılı milli gelirinin 12 katına eşdeğer olduğunu söylemektedir. Dünya toryum rezervlerinin toplam 1 milyon 200 bin ton olduğu bunun 800 bin tonunun Türkiye'de bulunduğu dikkate alınırsa nasıl bir servete sahip olduğumuzu daha iyi anlamış oluruz.
Türkiye'de en kısa bir zamanda bir Toryum araştırma merkezinin kurulması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Dursun Ali Ercan konunun uzmanlarından birisi:
"Adam başına elektrik tüketiminin yıllık 5 bin kws olabileceği 80 milyon nüfuslu bir Türkiye'nin en az yüz yıllık enerji ihtiyacını karşılıyabilecek olan Toryum, Türkiye'ye has kritik ve çok özel bir element. Türkiye'de toryumla çalışan 20 reaktör kurulsa 100 bin kişilik bir istihdam sağlanabilir. Benim çalışmama göre bu enerjiyi kullanmak için yapılması gerekli tüm giderlerin toplamı 100 milyar dolar mertebesindedir. Türkiye'de 100 milyar dolarlık bir yatırım maliyetinin mümkün olmayacağı görüşleriyle bu teknoloji şimdiye kadar taraftar bulamamıştır. Toryum, çeşitli vesilelerle istenmeyen yan ürün olarak kaybolup gidiyor. Hiç değilse bu değerli kaynağımızın kaybedilmeden gelecek kuşaklara aktarılması için önlemler alınmalıdır..."
Uranyumdan farklı olarak toryum'un patlama tehlikesi yok. Radyoaktif kalıntısı nötronlarla yokedilebiliyor. Uranyumda olduğu gibi zincirleme reaksiyona girmediği için güvenli. Atıkları da uzun ömürlü değil.
Altın: Dünyada en çok altın rezervi bulunan ülke Güney Afrika'dır. İkinci sırayı 70 milyar dolarlık bir değerle Türkiye almaktadır. Altın yeterince işletilse, çıkarılıp piyasaya sürülse ekonomimize sağlayacağı katma değerin 300 milyar dolar civarında olacağı hesaplanmaktadır. Türkiye’de 580 yerde 6500 ton altın rezervi olduğu hesaplanmaktadır. Dünyadaki altın rezervinin toplam olarak 43 bin ton olduğu hesaplanırsa yine nasıl bir zenginlik kaynağına sahip olduğumuz ortaya çıkmaktadır. Sadece Almanya'nın işlenmiş olarak Türkiye'ye sattığı altının 5 milyar dolar tuttuğu hesaplanmaktadır. Aynı ülke Türkiye'ye altın çıkarmaması için baskı yapmaktadır. Dünyada altın rezervine sahip olduğu halde altını işletmeyen tek ülkenin Türkiye olduğu çok düşündürücüdür.
ATO başkanı Sinan Aygün Türkiye'nin altın rezervlerinin atıl durumda bulunduğunu vurgulayarak: "AB ülkelerinde altın cevherine sahip olup da işlemeyen tek bir ülke yoktur. Ama bu ülkeler bizim altın madeni işletmemizi istememekte ve bu yönde çaba gösteren çevreci kuruluşları desteklemektedir. Bergama bunun en açık örneğidir." demektedir.
•••
Daha önemli bir husus yukarıda kısaca bahsettiğimiz Endüstriyel bölgeler yasası vb. kanunlarla yabancı firmalara verilen imtiyazların milli egemenliğimizi ve milli çıkarlarımızı tehdit edecek boyutlara ulaşmasıdır:
"Ulusal ekonominin döviz girdisini azaltacak, yine ulusal kaynakları ve parasal varlığımızı yok pahasına yurtdışına aktararak ulusal sermayeyi ve tüketiciyi köleleştiricek, ulusal kaynakların, ormanların, kültür ve tabiat varlıklarının talan edilmesine neden olacak, ulusal sermayeden ziyade Çok Uluslu Şirketler’e her türlü korumayı sağlayarak, onlara ulusal sınırlar içinde hukuksuz, kanunsuz ve kuralsız faaliyet imtiyazı tanıyarak, ulusal sermayeye üvey evlât muamelesini öngören 'Endüstriyel Bölgeler Yasa Tasarısı'nın ülkemiz gündemine alınması, ulus devletin 'Egemenlik Hakkı' ve 'Bağımsızlığına' MAI'nin yaptığı bir saldırı olarak değerlendirilmelidir." (MAI: OECD içerisinde geliştirilen Çok Taraflı Yatırım Anlaşması) (Bor Gerçeği. ATO yayını. sh.178)
•••
Doğal kaynaklar bakımından zengin olan Türkiye, hammadde işletmecilğinde yeterli yatırımlara sahip olmadığı için ihraç ettiği hammaddelerin işlenmiş türevlerini daha yüksek fiyatlarla ithal etmektedir. Hammadde işletmeciliği yapmak isteyen yerli yatırımcılarımıza büyük zorluklar çıkartılmaktadır. İhanet şebekeleri bu sahada da icraatını yürütmektedir.
Madenciliğimizin GSMH'daki payı 1940'lı yıllarda %44 düzeyinde iken, 1950'lerden itibaren azalmaya başlamış ve 2001 yılında bu durum 1,7 milyar dolar gelir ile %1,17 olarak gerçekleşmiştir.
Yukarıda bahsi geçen kitapta konuyla alakalı iki paragraf şöyle:
"Bir ülkeye ambargo uygulamakla, aynı ülkenin hammadde kaynaklarını sınırsız bir serbestiyetle ucuz bir şekilde yurtdışına aktarmanın sonuçları endüstri açısından aynıdır. Birinci halde ambargo konulan ülkenin sanayisi çok kısa sürede ikinci halde can çekişerek çöker.
Yine unutulmamalıdır ki; tarih, ulusların bağımsız olarak hayatta kalabilmek için birbirleri ile kesintisiz yaptıkları savaşın bir özetidir. Bu savaş kimi zaman sıcak ve silahlı, çoğu zaman soğuk, sinsi bir yapıdadır. Dostlukların derecesi sağlanan çıkarlarla ölçülüdür. Bu savaş ulusların tarih sahnesinde kalabilmesini sağlayan trajik bir ölüm-kalım oyunudur. Günümüzde bu oyunun oyuncakları, teknoloji, bilim, ekonomi ve hammadde kaynaklarıdır. Bu oyuncakları elinde tutan ve üreten uluslar kazanır ve yaşar. Kaybeden ise yokolmaya mahkûmdur. Ayrıca, var olma savaşını kazanmanın temel stratejilerinden biri de tarihin bizlere anlattığı ya da geçmişte yaşadığımız olayları hatırlayıp, geçmişte yapılan hatalara düşmemektir." (191. sahife)
Son sözü İ.T.Ü. Üretim Metalurji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İsmail Duman'a bırakalım:
"Türkiye topraklarının yaklaşık %14'üne ait istimlâk hakkının, sömürgeci maden şirketlerine devredildiği uyarısını yaparak, mevcut durumun ulus devletin temeline dinamit koyma girişimi olduğunu ve yabancıların bu amaçlarının tahakkukunda Danıştay’ı önlerinde engel olarak gördüklerini, tekelci maden şirketlerine Türkiye'nin kapıları 1985 yılında çıkarılan 3213 sayılı Maden Kanunu ile açılmış, kanun çıkar çıkmaz kurulan çok uluslu altın şirketine Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı eliyle 580 arama 170 ön işletme ve 17 İşletme Ruhsatı verilmiştir. Her bir maden şirketinin aldığı ruhsatın ortalama 100 kilometrekare alanı kapsadığı düşünülürse ükemizin 58 bin kilometrekare toprağı yani 13 buçukta biri yabancı şirketlere verilmiştir. Maden ruhsatlarının aynı zamanda istimlâk hakkı verdiği dikkate alınırsa, böyle bir imtiyazın 2. Sevr Antlaşması anlamına geldiği her türlü izahtan varestedir. Artık bizi pasaportla ülkelerine sokmayanlara onbinlerce kilometrekare toprağın (adeta altın tepsiyle) sunulduğu uyarısını yaptıracak vehamet bir boyuttur."
Savaşlar ve çıkış sebepleri göz önüne alınırsa bu konu üzerinde neden bu kadar durduğumuz anlaşılacaktır. Önümüzdeki senelerde namluların üzerimize çevrilebileceğini hesap etmeliyiz.