Muhterem Ömer Öngüt’ün “Çocuğun İlahî Ahkam Mucibince Terbiyesi ve Yetiştirilmesi” isimli eserinde “Çocuklara Bir Numune” başlığı ile takdim edilen ibretli bir Hadis-i şerif’te geçmiş ümmetlerden imanlı bir çocuğun hikayesi anlatılmaktadır:
“Suheyb -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Sizden önceki kavimlerin bir kralı, bu kralın da bir sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca hükümdara: ‘Ben artık ihtiyarladım. Bana bir çocuk göster de ona sihir öğreteyim.’ dedi. O da sihir öğretmesi için ona bir çocuk gönderdi. Çocuğun gelip gittiği yol üzerinde bir rahip vardı. Hemen yanına oturarak konuşmasını dinledi ve sözleri pek hoşuna gitti. Bundan böyle sihirbazın yanına giderken rahibe uğrar ve yanında biraz eğleşirdi. Sihirbazın yanına gittiğinde ise geç kalmasından ötürü ondan dayak yerdi. Çocuk bu durumu rahibe şikâyet etti.
Rahip ona dedi ki: ‘Sihirbazdan korktuğun zaman: ‘Beni âilem göndermedi.’ dersin, âilenden korktuğun vakit de: ‘Beni sihirbaz salmadı.’ deyiverirsin.’
Çocuk bu şekilde devam ederken, insanların yolunu kesen büyük bir hayvana rastgeldi. (Bu hayvan arslan veya yılandı).
Kendi kendine: ‘Sihirbaz mı daha üstün, yoksa rahip mi? Bugün öğreneceğim.’ dedi.
Eline bir taş alıp: ‘Allah’ım! Eğer rahibin durumu senin katında sihirbazın işinden daha güzel ve makbul ise, bu hayvanı öldür de insanlar işlerine gitsinler.’ dedi ve taşı atarak hayvanı öldürdü, insanlar da işlerine gittiler.
Akabinde rahibin yanına geldi ve hadiseyi ona haber verdi.
Rahip dedi ki: ‘Yavrucuğum! Artık sen bugün benden daha üstünsün. Görüyorum ki sen yüce bir mertebeye ulaşmışsın. Bundan sonra ağır imtihanlara tutulacaksın. Başına bir dert gelirse sakın beni ele verme!’
Çocuk anadan doğma körün gözünü açıyor, abraşları (cilt hastalıklarını) gideriyor, insanların başka hastalıklarını da tedâvî ediyordu.
Kralın gözü kör olan bir yakını bunu duydu ve kendisine birçok hediyeler getirerek: ‘Eğer beni şifâya kavuşturursan bütün bu hediyeler senin olacak.’ dedi.
Çocuk: ‘Ben hiç kimseye şifâ veremem, şifâyı ancak Allah verir. Eğer sen Allah’a iman edersen, ben ona duâ ederim, o da sana şifâ verir.’ karşılığını verdi. Adam Allah’a iman etti, Allah-u Teâlâ da şifâsını verdi, gözleri açıldı. Eskiden olduğu gibi kralın yanına gelerek oturdu.
Kral ona: ‘Senin gözünü kim açtı?’ diye sorunca adam: ‘Rabbim!’ cevabını verdi. Kral: ‘Senin benden başka Rabbin var mı?’ dedi. Adam: ‘Benim de, senin de Rabbin Allah’tır.’ karşılığını verdi.
Bunun üzerine kral onu tutukladı ve işkence etmeye başladı. Bu durum çocuğu ele verinceye kadar sürdü. Çocuk yakalandı ve kralın huzuruna getirildi.
Kral ona: ‘Yavrucuğum! Sihirin kör ve abraşları iyileştirecek ve daha başka şeyleri yapacak duruma ulaşmış.’ dedi. Çocuk: ‘Ben hiçbir kimseye şifâ veremem. Şifâyı ancak Allah verir.’ dedi. Bunun üzerine kral onu da tutukladı ve işkence etmeye başladı. Bu durum rahibi ele verinceye kadar devam etti. Bu sefer rahip getirildi. Kendisine: ‘Dininden dön!’ denildi, fakat o dönmedi. Kral bir testere istedi ve başının tam ortasına koyup adamı ikiye biçti. Hatta başının iki parçası yere düştü.
Sonra kralın adamı getirildi. Kendisine: ‘Dininden dön!’ denildi, o da dönmedi. Testereyi başının ortasına yerleştirip onu da ikiye böldü, hatta iki parçası yere düştü.
Sonra çocuk getirildi. Ona da: ‘Dininden dön!’ denildi, o da reddetti. Bunun üzerine çocuğu bir grup yakın adamlarının eline verdi ve: ‘Bunu filânca dağa götürün, dağın tepesine çıkarın. Tam zirveye ulaştığınızda, dininden dönerse ne âlâ, dönmezse onu aşağı atın!’ dedi.
Çocuğu alıp götürdüler ve o dağa çıkardılar. Çocuk: ‘Allah’ım! Beni onların şerrinden nasıl koruyacaksan koru!’ diye duâ etti. Bunun üzerine dağ birden bire sarsıldı, adamlar düşüp yuvarlandılar. Çocuk yürüyerek kralın yanına geldi. Kral ona: ‘Yanındaki adamlar ne oldu?’ diye sordu. ‘Allah beni onlardan korudu.’ dedi.
Kral bu sefer çocuğu bir başka gruba teslim etti ve: ‘Bunu götürün, bir gemiye bindirin, denizin ortasına varın. Eğer dininden dönerse ne âlâ, dönmezse denize atın!’ dedi.
Çocuğu götürdüler. Çocuk: ‘Allah’ım! Beni onların şerrinden nasıl koruyacaksan koru!’ diye duâ etti. Bunun üzerine gemileri alabora oldu, kralın adamları boğuldular. Çocuk yürüyerek kralın yanına geldi. Kral ona: ‘Yanındaki adamlar ne oldu?’ diye sordu. ‘Allah beni onlardan korudu.’ dedi.
Ayrıca krala şunu söyledi: ‘Ey kral! Sana emredeceğim şeyi yerine getirmedikçe sen beni aslâ öldüremezsin!’
Kral: ‘Nedir o?’ deyince çocuk şöyle dedi:
‘İnsanları düz bir meydanda toplarsın ve beni bir ağaca asarsın. Sonra torbamdan bir ok alırsın, onu yayın tam ortasına yerleştirirsin. Sonra da: ‘Bu çocuğun Rabbi olan Allah’ın adıyla!’ diyerek bana atarsın. Bunu yaparsan beni öldürürsün.’ dedi.
Bunun üzerine kral çocuğun dediklerini yaptı, halkı bir yere topladı, ve onu bir ağaca astı. Sonra torbasından bir ok aldı ve onu yayın ortasına koydu. Sonra da: ‘Bu çocuğun Rabbi olan Allah’ın adıyla!’ diyerek oku çocuğa attı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini okun isabet ettiği yere, şakağına koydu ve ruhunu teslim etti.
Bu hâli gören halk: ‘Çocuğun Rabbine iman ettik! Çocuğun Rabbine iman ettik! Çocuğun Rabbine iman ettik!..’ dediler.
Krala gidilerek: ‘Ne dersin? Sen neden korkuyorsan, vallahi korktuğun başına geldi, halk iman etti!’ denildi.
Bunun üzerine kral hemen yolların başlarına büyük hendekler kazılmasını emretti. Hendekler kazıldı ve içinde ateşler yakıldı. Sonra kral: ‘Kim dininden dönmezse, onu bu hendeğe atın!’ dedi. Denildiği gibi inananları bu hendeğe attılar. Nihayet kucağında emzikli bir yavrusu bulunan bir kadın geldi. Kadın hendeğe girmekte bir an tereddüt etti. Kucağındaki çocuk ise ona: ‘Ey anacığım! Sabret, çünkü sen hak üzeresin!’ dedi.” (Müslim: 3005)
Bu çocuk beşikte iken konuşan süt çocuklarından idi.
•
Kâfirlerden bir takım kimseler yerde hendekler açarak içinde ateşler yaktılar. İnananları bu ateşin karşısına diktiler. Dininden dönenleri bıraktılar, imanda ısrar edeni yaktılar.
Bu gibi hadiseler insanlık tarihi boyunca zaman zaman husule gelmiş, inananlar ölümü bile aratan çetin imtihanlardan geçirilmişlerdir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde imanlarından dolayı müminlere hakaret eden ve ateşte yakarak şehit eden eski bir kavmin başına gelen yangın azabını haber vermektedir:
“Andolsun burçlar sahibi gökyüzüne!” (Bürûc: 1)
Gökyüzü bu burçlarla süslenmiştir. Yüksekliklerinden dolayı saraylara benzetilmişlerdir. Bu burçlar gezegen yıldızların meskenleridir.
“Andolsun vaad olunan o güne!” (Bürûc: 2)
O vaad olunan ahiret günü ki, geleceğinden hiç şüphe yoktur. Dâvâların görüldüğü, cezâların verildiği, hüküm ve hükümranlığın sadece Allah-u Teâlâ’ya âit olduğu bir gündür. Bu dünyada zulmedenler çok iyi bilmelidirler ki, o gün çok uzak değildir.
“Andolsun şâhitlik yapana ve şâhitlik edilene!” (Bürûc: 3)
Kıyamet gününde öncekilerden ve sonrakilerden, şâhitlik edecek ve edilecek olanlar üzerine yemin edilmiştir.
“Kahrolsun o hendeğin sahipleri!” (Bürûc: 4)
Bu korkunç katliamı gerçekleştirenler Allah-u Teâlâ’nın gadabına maruz kalmışlar, günahları ile yakalanarak ilâhî kahra uğramışlardır. İlâhî rahmetten kovulmak suretiyle ezilmişler, başkalarına ibret olacak şekilde cezalandırılmışlardır.
“Tutuşturulmuş o ateşin.” (Bürûc: 5)
Hendek ateşle doldurulunca daha korkunç olmuştur. Kalplerdeki imanı bu şekilde yakmaya çalışanlar başarılı olamamışlar, aksine lânetlenmişler ve adları kötüye çıkmıştır.
“Hani onlar o ateşin başına oturmuşlardı.” (Bürûc: 6)
Dinlerini terkedenleri bırakıyor, terketmeyenleri ateşe atıp yakıyorlardı.
“Müminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı.” (Bürûc: 7)
Hendeğin etrafına toplanmışlar, en ufak bir acıma ve merhamet duymaksızın müminlere yapılan işkenceleri karşıdan zevkle seyrediyorlardı.
“O müminlere kızmalarının sebebi de sadece Azîz ve Hamîd olan Allah’a iman etmeleri idi.” (Bürûc: 8)
Onların hiçbir suçu yoktu, o müminler kendilerinden intikam alınmaya kalkışacak başka birşey yapmıyorlardı. Ancak Allah’a iman ediyorlar ve o iman ile gitmek istiyorlardı.
“Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) O’nundur. Allah her şeye şâhiddir.” (Bürûc: 9)
Kullarının yaptıkları işlerden hiçbir şey O’na gizli kalmaz.
“İnanmış erkek ve kadınlara fitne yoluyla işkence edip, sonra tevbe etmeyenlere cehennem azabı vardır ve onlar için yangın azabı vardır.” (Bürûc: 10)
İmanlarından çevirmek için onlara belâ olan ve mazlumları ateş dolu hendeklere atarak diri diri yakan zâlimler, cehennemde görecekleri azaptan ayrı bir ateşe daha gireceklerdir. Bu ateş hiç şüphesiz ki cehennemdeki ateşten farklı ve daha şiddetli olacaktır. Çünkü ceza, yapılan iş cinsinden olur.
Allah-u Teâlâ müminlere işkence eden kâfirlerin acı âkıbetlerini anlattıktan sonra, müminleri bekleyen güzel neticeyi beyan etmek üzere şöyle buyurmuştur:
“İman edip de sâlih ameller işleyenlere, altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur. (Bürûc: 11)
Cehennemden uzaklaşıp cennete girmekten daha büyük kurtuluş düşünülemez.” (Sahife: 247-256)