Muhterem Okuyucularımız;
Kıyamet alâmetlerinden birisi de fitne ve fesad çıkmasıdır. Öyle ki hergün yeni bir fitne çıkmakta, nezih, temiz, saf müslümanların gönüllerini bulandırmaktadır.
Kalbleri hasta olanlar tarafından çıkarılan fitneler sebebiyle din-iman ayaklar altına alınmakta, hakikatler saptırılmaktadır.
Halk çoğunlukla nefse uydukları, İslâm’ı yaşamak, emr-i ilâhî’yi tatbik etmek nefislerine zor geldiği için açık kapı aramaktadırlar. Onlar da halkın içindeki bu arzuları bildiklerinden dolayı halkın hoşuna giden fetvâları vererek ifsad ediyorlar, beşeriyeti peşlerinden sürüklemek istiyorlar. Şu kadar var ki kendilerine modern müslüman adını verenler bunların peşindedirler.
Zaten Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz âhir zaman ulemâsının gökkubbe altındakilerin en şerlileri olacağını çok zaman evvel bildirmişti. Bu gibilere hiç hayret etmeyin. Bu gibiler, sadece bugün değil, bundan evvel de vardı, bundan sonra da çıkacak. O zaman türediği gibi, bundan sonra da türeyecektir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkân: 43)
Emr-i ilâhî’yi bırakıp kendi arzularını hüküm yerine koyan hem şirke düşmüş hem de küfre girmiştir.
İslâmiyet son dindir, kıyamete kadar bâkidir. Her yönü ile ilâhîdir, günün şartlarına uymaz, o şartları değiştirip kendine uydurur. Zamanın değişmesiyle ilâhi hükümler değişmez ve değiştirilemez. İnsanların yeni bir dine ihtiyaçları yoktur. Fakat zamanla vesveselere dalıp arzu ve heveslere kapıldıkları için, hakikati hatırlatmaya, ruhlarını kuvvetlendirmeye ihtiyaçları vardır.
Buna rağmen dışarıdan âlim zannettiğiniz fesatçılar Allah-u Teâlâ'nın hudutlarını kaldırmak isterler. Kendilerine âlim süsü veren bu gibi kimseler, hem İslâm'ın ön safında görünmek isterler, hem de din-i mübini kendi arzu ve heveslerine uydurmaya çalışırlar.
Allah-u Teâlâ bu gibi kimseleri Âyet-i kerime'sinde bize tanıtıyor ve şöyle buyuruyor:
“Bunlar güya Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler.” (Bakara: 9)
İslâm’ı yaşamayanlar İslâm’dan bahsetmeye sahib-i salâhiyet değildirler.
İslâm’ı yaşamadıkları halde İslâm’dan bahseden, ileri-geri konuşan, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’leri hafife alıp, ortadan kaldıranlar tahripçidirler.
•
Allah'a emanet olunuz.
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz 1400 sene evvel şöyle haber vermiştir:
“Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna diğerleri hep ateştedir.
-Onlar kimlerdir yâ Resulellah?
Benim ve ashâbımın yolu üzerinde olanlardır.” (Ebu Dâvud)
İslâmiyet son dindir, kıyamete kadar bâkidir. Her yönü ile ilâhîdir, günün şartlarına uymaz, o şartları değiştirip kendine uydurur. Zamanın değişmesiyle ilâhi hükümler değişmez ve değiştirilemez. İnsanların yeni bir dine ihtiyaçları yoktur. Fakat zamanla vesveselere dalıp arzu ve heveslere kapıldıkları için, hakikati hatırlatmaya, ruhlarını kuvvetlendirmeye ihtiyaçları vardır.
Buna rağmen dışarıdan âlim zannettiğiniz fesatçılar Allah-u Teâlâ'nın hudutlarını kaldırmak isterler. Kendilerine âlim süsü veren bu gibi kimseler, hem İslâm'ın ön safında görünmek isterler, hem de din-i mübini kendi arzu ve heveslerine uydurmaya çalışırlar.
Allah-u Teâlâ bu gibi kimseleri Âyet-i kerime'sinde bize tanıtıyor ve şöyle buyuruyor:
“Bunlar güya Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler.” (Bakara: 9)
Âlim geçinen, fakat aslında câhil olan bu gibi kimselerin bu cehaletleri, din adına işlenen bir cinayettir. Dinimizin maruz kaldığı en büyük tehlikedir.
Kıyamet alâmetlerinden birisi de fitne ve fesad çıkmasıdır. Öyle ki hergün yeni bir fitne çıkmakta, nezih, temiz, saf müslümanların gönüllerini bulandırmaktadır.
Kalbleri hasta olanlar tarafından çıkarılan fitneler sebebiyle din-iman ayaklar altına alınmakta, hakikatler saptırılmaktadır.
Halk çoğunlukla nefse uydukları, İslâm’ı yaşamak, emr-i ilâhî’yi tatbik etmek nefislerine zor geldiği için açık kapı aramaktadırlar. Onlar da halkın içindeki bu arzuları bildiklerinden dolayı halkın hoşuna giden fetvâları vererek ifsad ediyorlar, beşeriyeti peşlerinden sürüklemek istiyorlar. Şu kadar var ki kendilerine modern müslüman adını verenler bunların peşindedirler.
Zaten Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz âhir zaman ulemâsının gökkubbe altındakilerin en şerlileri olacağını çok zaman evvel bildirmişti. Bu gibilere hiç hayret etmeyin. Bu gibiler, sadece bugün değil, bundan evvel de vardı, bundan sonra da çıkacak. O zaman türediği gibi, bundan sonra da türeyecektir.
Hakiki müctehidler ictihadlarını yürütüyorlardı. Bunlar ise ifsatlarını yürütüyorlar.
•
İslâm’ı yaşamayanlar İslâm’dan bahsetmeye sahib-i salâhiyet değildirler.
İslâm’ı yaşamadıkları halde İslâm’dan bahseden, ileri-geri konuşan, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’leri hafife alıp, ortadan kaldıranlar tahripçidirler.
Bunlar ruh adamı değil süs adamıdır, sun’i çiçeğe benzerler. Ruhları ölmüştür, yaşayan nefistir, her biri bir canlı cenazedir. Bunların hükmü budur.
Ruhu ölmüş, kalbi mühürlenmiş, nefis putuna tapmış kimseler yoldan sapmıştır ve yalancıdırlar. Zan ile hareket ederler. Kendileri saptıkları gibi, başkalarını da saptırmaya çalışırlar.
Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.” buyuruyor. (A’râf: 54)
Mahlûkun hiç hükmü yoktur, kim olursa olsun. Böyle olduğu halde emr-i ilâhî’yi kenara itip bırakan, kendi arzu ve reyini ortaya koyan, kendi nefsini ilâh olarak ilân etti demektir. Bu gibi kimselerin sözünü doğru kabul edenler de onu ilâh edinmiştir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkân: 43)
Emr-i ilâhî’yi bırakıp kendi arzularını hüküm yerine koyan hem şirke düşmüş hem de küfre girmiştir. Bunun böyle olduğunu kesin olarak bilin. Esas budur. Öz, Allah-u Teâlâ’nın kelâmı, Resulullah Aleyhisselâm’ın beyanıdır.
Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar.
Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır. İyi bilin ki asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücâdele: 18-19)
Öz ve özden alanlar öz söyler, özden nasipdar olmayanlar söz söyler. Bu sözleri söyleyenler nefis putuna dayanarak şeytandan ilham alarak ve zanna uyarak söylerler. Bunların da alâmeti budur.
Nûr ehlinin kaynağı Hazret-i Allah ve Resul’üdür. Diğerlerinin kaynağı ise şeytanın iğvâsı ve kendi zannıdır.
Birisi Allah ehli, diğeri dalâlet ehlidir.
Allah-u Teâlâ’nın hükmü esastır, mahlûkun hükmü yoktur. Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O’na aittir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise:
“Hüküm, yücelerin yücesi Allah’ındır.” buyuruluyor. (Mümin: 12)
Onlar ise kendi zanlarını yürüterek delilsiz ve mesnedsiz konuşmaktadırlar.
Onlar bu Âyet-i kerime’yi bilmiyor, görmüyor, görmek de istemiyorlar. Bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyorlar. Halbuki bir tek Âyet-i kerime’yi inkâr eden kâfirdir. Onlar ise sûreyi inkâr ediyorlar.
Hem Allah-u Teâlâ’nın hükmünü değiştirip kendi hükmünü koyuyorlar, hem de inkâra kalkıyorlar. Bu ise din-i İslâm’ı ifsattır, küfrün üzerinde bir küfürdür.
Bunlar gökkubbe altındaki insanların en şerlileridir.
•
Allah-u Teâlâ ancak “Ulül-elbâb”a varanların hakikati bileceğini beyan buyuruyor. Çünkü onların muallimi bizzat Hazret-i Allah’tır.
Onlar Allah-u Teâlâ’nın bütün emirlerini tatbik etmiş, nehiylerinden sakınmışlar, yani İslâm’ı yaşamışlardır.
Bunlar:
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd: 112)
Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere İslâm’ı yaşamışlar ve başkalarının da yaşamaları için gayret göstermişlerdir.
Bir kimse Allah-u Teâlâ’nın bütün emirlerine riâyet etmedikçe, her nehyettiği şeyden kaçınmadıkça hiçbir zaman hakikat ehli olamaz.
Yaşar Nuri Öztürk bir televizyon programında Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mucizelerini, Evliyaullah Hazeratı’nın kerametlerini “telekinezi” (Düşünce gücü ile cisimlere hükmetmek) kavramı ile açıklamış, “Kur’an’daki İslâm” isimli kitabında ise birçok konuda İslâm’ın emir ve hükümlerine aykırı sözler sarfetmiştir.
Onun bütün sözleri Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler ile çürütüldü.
Mucize; Peygamber Aleyhimüsselâm Hazeratı’nın ellerinde husule gelen harikulâde hallerdir. Hakikatte Hazret-i Allah’ın ezelî ve ebedî kudretinin o andaki tezahüründen ibarettir.
Mucize onlardan başka hiç kimsede zuhur etmez. Hazret-i Allah peygamber olarak vazifelendirdiği seçilmiş kullarının nübüvvetlerini halka ispat için onları mucizelerle desteklemiştir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Gönderilen peygamber kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti: ‘Mutlaka kendilerine yardım edilecektir.” (Sâffât: 171-172)
Allah-u Teâlâ peygamberlerine yardım edeceğini beyan buyuruyor. O ise Allah-u Teâlâ’nın beyanını görmüyor ve düşünme gücü ile onların mucize gösterdiklerini söylüyor. Bu sözü bu Âyet-i kerime’yi inkârdır.
Çünkü bunlar Allah-u Teâlâ’nın has kullarıdır.
Kendi iradesini Allah-u Teâlâ’nın iradesine vermiş, eritmiş seçkin kullar olan Peygamberân-ı izam Hazeratı’ndan, Allah-u Teâlâ’nın gücü ve iradesini göstermek, iman etmeyenleri korkutmak için Allah-u Teâlâ’nın dilemesi veya o peygamberin Allah-u Teâlâ’dan talep etmesi ile mucize husule gelir. O kul naz makamında olduğu için geri dönmez. Nitekim dönmemiştir de.
Peygamberan-ı izam Aleyhimüsselâm Hazeratı’ndan zuhur eden mucizeleri Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadîm’inde haber veriyor:
“Doğrusu Rabb’inin söz verdiği azabı hak edenler, elem verici azabı görünceye kadar, kendilerine (istedikleri) bütün mucizeler gelmiş olsa bile inanmazlar.” (Yunus: 96-97)
O ise mucizelerin Allah’tan geldiğine inanmıyor. “Düşünerek cisimlere hükmetmektir.” diyor, Âyet-i kerime’leri inkâr ediyor.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Peygamberlerden hiçbiri yoktur ki, ona beşerin emsaline iman ettiği mucizelerin bir misli verilmiş olmasın. Bana verilen mucize ise ancak Allah’ın bana vahyettiği (Kur’an-ı kerim)dir.
Binaenaleyh kıyamet gününde ben peygamberlerin en çok tâbi bulunanı olmayı ümit ederim.” (Müslim: 152)
Hadis-i şerif’leri de inkâr eden bu adam, bunca Âyet-i kerime’leri görmüyor. Göremez, çünkü Allah-u Teâlâ bu gibi kimseler için:
“Kör oldular, sağır kesildiler.” buyuruyor. (Mâide: 71)
•
Yaşar Nuri Öztürk “Kur’an’daki İslâm” isimli kitabında “Ebrehe’nin ordusunu helâk eden siccin taşlarının veba mikropları” olduğunu ifade etmiştir. Onun bu sözünü de Âyet-i kerime ile çürüttük.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in doğumundan 52 gün önce vukua gelen “Fil Vakası” Kur’an-ı kerim’in Fil sûre-i şerif’inde haber verilmektedir.
Arapların takvim başı olarak kullandıkları “Fil hadisesi”, Muhammed Aleyhisselâm’ın doğumundan 52 gün önce olmuştur.
Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde Ebrehe ve ordusunun başına gelenleri şöyle haber vermektedir:
“Resul’üm! Görmedin mi Allah (Kâbe’yi yıkmaya gelen) fil sahiplerine ne yaptı? Onların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı?” (Fil sûresi: 1-2)
Tabiatıyla bu bir ilâhî cezadır ki, tuğyan eden bir kavmi yok etmiş, düzenlerini boşa çıkarmış, insanların emniyet yeri olan Beyt’i muhafaza etmiştir.
“Üzerlerine sert taşlar atan sürü sürü Ebabil kuşları gönderdi. Sonunda onları yenilmiş ekin gibi paramparça yaptı.” (Fil sûresi: 3-4-5)
Âyet-i kerime’de geçen “Siccil” sert taş demektir. Yaşar Nuri küfre şirin görünmek için bu Âyet-i kerime’ye veba mikrobu deyip, Âyet-i kerime’nin asli mânâsını değiştirmiş, kendi zannını ortaya koymuştur.
Bu Âyet-i kerime’dir. İlâhî hüküm budur. Bir Âyet-i kerime’yi değil, bir tek harfi dahi inkâr eden kâfir olur. Hüküm budur.
Allah-u Teâlâ “Ebabil kuşlarını gönderdim, onlar sert taşlar atıyorlardı” diyor. O ise Ebrehe’nin ordusu veba mikrobu ile yok oldu diyor. Sûre’nin asli mânâsını değiştiriyor.
Eğer murad-ı ilâhi Ebrehe ordusunu bu gibi hastalıklarla yok etmeye yönelik bulunsaydı, Kur’an-ı kerim’de buna uygun bir anlatım tarzına yer verilir, ne uçan kuşlardan, ne de taşıdıklarından söz edilirdi.
Halbuki Ebabil kuşlarının attığı taşlar o insanların vücudunda derin yaralar açmış ve Allah-u Teâlâ’nın lütfuyla Ebrehe’nin ordusu yerle bir olmuştur.
Yine Yaşar Nuri’nin ilham aldığı reformculardan Abduh da Fil sûre-i şerif’indeki Ebabil kuşlarını sivrisinek, attıkları taşları da mikrop diye tefsir etmiştir. Aslında kuşlardan maksat ne sinek, ne de sivrisinektir, attıkları taşlardan da maksat ne mikrop ne de virüstür. Her yönüyle ilâhî kudretin tecelli eden hükmünü yansıtan bir mucizedir.
Allah-u Teâlâ sûre-i şerif’te açık olarak Ebabil kuşundan ve sert taştan mevzu ederken, bu kuşların sinek veya mikrop olduğuna inanmak ve bu fasit fikri yaymak fitne ve fesat çıkarmaktır.
Dünyayı ahirete tercih eden bu tahripçiler dinde yenilik isterler. Asıl gayeleri bozmak, bidat ve küfrü yaymaktır. Simalarına baksan çok şey görürsün. Kendilerine sorsan âlimim diye geçinirler. Âlimim demekten kendilerini alamazlar.
•
Yine aynı kitabında; “Hıristiyan ve yahudilerin de cennete gireceklerini” ifade ediyor. Onun bu sözü de Âyet-i kerime’lerle çürütüldü.
Allah-u Teâlâ kıyamet gününde insanları bir araya topladığı zaman her türlü anlaşmazlıklar hakkında hükmünü verecek, hak üzere olanlarla haksız olanların aralarını ayıracak, hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğu konusunda kararını bildirecektir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Şüphesiz ki iman edenler, yahudiler, sabiler, hıristiyanlar, mecusiler ve müşrik olanlar arasında Allah kıyamet gününde kesin hükmünü verecektir.
Allah her şeye şahiddir.” (Hacc: 17)
Âyet-i kerime’de altı tane dinden söz edilmiş, bunlardan sadece birisi iman sahibi olarak gösterilmiştir. Geri kalan beş zümre küfür ehlidir. Bunların dışında kalan dinler inanç bakımından bunlardan birine benzediği için onların isminden söz edilmesine lüzum görülmemiştir.
Allah-u Teâlâ o gün adaletle hükmedecek, kendisine iman edenleri cennete koyacak, inkâr edenleri ise cehenneme sokacaktır.
Yahudilerin imanı İsâ Aleyhisselâm’a gelinceye kadar Tevrat’a ve Musa Aleyhisselâm’ın sünnetine tâbi olmak idi. İsâ Aleyhisselâm gelince ona tâbi olmaları gerekirken, olmadıkları için yoldan çıktılar. Gerçekten tâbi olmuş olsalardı Tevrat’ı değiştirip tahrif etmeselerdi İsâ Aleyhisselâm’a iman ederlerdi.
Hıristiyanların imanı da İncil’e ve İsa Aleyhisselâm’ın şeriatına bağlanmak idi. Muhammed Aleyhisselâm gelinceye kadar bu imanları geçerliydi. Muhammed Aleyhisselâm geldikten sonra ona tâbi olmaları gerekiyordu. Olmayanlar yoldan çıktılar. İsâ Aleyhisselâm’a bağlı olduklarını iddia eden hıristiyanlar, gerçekten bağlı olmuş olsalardı, peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed Aleyhisselâm’a inanırlardı. Onun dini kendisinden önceki peygamberlerin getirdikleri dinleri yürürlükten kaldırmış, hükümsüz kılmıştır. Tevrat ve İncil’de Muhammed Aleyhisselâm’ın peygamberliğini haber veren müjdeler vardır. Onun son peygamber olduğuna ve bütün insanlığa gönderildiğine inanmak Allah-u Teâlâ’nın emridir.
Bütün bu milletler, bütün bu taifeler, bozuk inançlarını, yanlış hareketlerini bırakır, Allah-u Teâlâ’ya O’nun istediği şekilde iman etmiş olurlarsa doğru yolu bulmuş, hidayete ermiş olurlar.
•
“Şarap dışındaki içkilerin sarhoş etmeyecek kadar içilebileceğini” iddia etmektedir. Onun bu sözünü Âyet-i kerime ile çürüttük.
İslâm dini aklın muhafazasına çok ehemmiyet vermiştir. Aklı izâle edip faaliyetlerini durdurması yönünden insana çok büyük zararı olan içkiyi ve diğer uyuşturucu maddeleri yasaklamıştır. Çünkü bunlar insanın yalnız aklına ve vücuduna değil; nesline, malına, şeref ve haysiyetine de zarar verir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’lerinde:
“Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları, şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki saâdete eresiniz.
Şeytan; içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi zikrullahtan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz bunlardan vazgeçtiniz değil mi?” buyuruyor. (Mâide: 90-91)
Binaenaleyh, insanlar arasındaki ismi ne olursa olsun ve her neden yapılırsa yapılsın, sarhoşluk veren bütün içkilerin azı da çoğu da haramdır.
Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Her ne olursa olsun çoğu sarhoşluk veren şeylerin azından da sakınınız.” (İbn-i Mâce)
•
Kur’an-ı kerim’de “Recm” cezasının olmadığını söylemektedir.
Onun bu sözü de Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle çürütüldü.
Dinimiz evlilik dışı münasebetleri haram kılmıştır.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’sinde:
“Zinâya yaklaşmayın. Çünkü o, şüphesiz hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” buyuruyor. (İsrâ: 32)
Âyet-i Celîle’de “Zinâ etmeyiniz!” denilmiyor da, “Zinâya yaklaşmayınız!” şeklinde emir veriliyor. Çünkü insanı tahrik ederek zinâya götüren şehvet duygusundan ve tehlikelerden emin olmak, ancak zinâya yaklaşmamakla mümkün olur. Yaklaşıldığı takdirde bu emniyeti sağlamak güçleşir.
Bunun içindir ki, dinimiz zinâyı haram kılarken, ona götüren bütün hâl ve hareketleri şiddetle yasaklamış, zinâ kapısını kapatmıştır. Bu kapalı kapıdan içeri girenler hakkında ilâhi hükümler son derece ağırdır:
“(Bekâr olup da) zinâ eden kadın ve zinâ eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dinini tatbik hususunda o ikisine merhametiniz tutmasın. Müminlerden bir topluluk da onlara yapılan cezaya şahit olsun.” (Nûr: 2)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den rivayet edilen tatbikata göre; evli olup da zinâ eden erkek ve kadınlar recmedilirler.
Ebu Hureyre -radiyallahu anh-den rivâyet edilmiştir:
“Bedevîlerden birisi Resulullah Aleyhisselâm’a gelip ‘Yâ Resulellah! Size Allah namına yemin eder ve yalnız Allah’ın Kitab’ı ile hükmetmenizi dilerim.’ diyerek yanındaki ârâbîden dâvâcı oldu. Öbür hasım ise daha dirayetli ve edepli idi. O da ‘Evet Yâ Resulellah! Aramızda Kitabullah ile hükmet, fakat bana müsaade buyur da anlatayım.’ dedi, devam etti.
‘Benim bir oğlum bu adamın çobanı idi, nasılsa bunun karısı ile zinâ etmiş. Duydum ki her zinâ eden taşlanarak öldürülürmüş. Oğlum bundan kurtulsun diye bunlara yüz koyun bir cariye vererek oğlumu kurtarmıştım. Sonra öğrendim ki bekâr oğluma yüz değnek had ile bir sene sürgün cezası varmış, bunun karısı da taşla öldürülecekmiş. Allah’ın hükmü böyle ise koyunlarımı ve câriyemi geri versin.’
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz “Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki aranızda Kitabullah ile hükmedeceğim. Câriye ve koyunlar sana geri verilir, oğluna yüz değnek vurulur ve bir sene sürülür.” buyurdu. Sonra ashabdan Üneys’e “Ey Üneys! Şu dâvâcının karısı olan kadına git, günahını itiraf ederse onu recmet, Allah’ın emrini uygula!” diye emir verdi.
Üneys gitti. Kadın şahitlerin yanında fenâlığı itiraf etmesi üzerine Resulullah Aleyhisselâm’ın emri ile recmolundu.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1162)
•
Yine “Kur’an’daki İslâm” kitabında, “Saçların bütünüyle, görünmeyecek şekilde kapatılması emri diye bir ifade yoktur. Cenâb-ı Hakk bunu kulun tercihine bırakmıştır.” demektedir.
Onun bu sözü de Âyet-i kerime’lerle çürütüldü.
İslâm dininde tesettür kesinlikle farzdır.
Allah-u Teâlâ Nûr sûresi 31. ve Ahzâb sûresi 59. Âyet-i kerime’lerinde tesettürün farz olduğunu beyan buyuruyor.
“Resul’üm! Mümin kadınlara da söyle. Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını namuslarını korusunlar. Ziynet yerlerini açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz ve eller) müstesnâdır. Başörtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde) yakalarının üstüne koyup örtsünler.” (Nûr: 31)
Bu Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ tesettür hakkında kesin hududunu çizmiş, sadece yüz ve ellerin görünebileceğini belirterek, bu hükmü kulun tercihine bırakmamıştır.
“Resul’üm! Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle. Zaruri bir ihtiyaçları olup dışarı çıkmak istedikleri zaman, dış elbiselerini üzerlerine giysinler. Bu onların ahlâksız kadınlardan olmadıklarının bilinmesi ve incitilmemesi için daha elverişlidir.” (Ahzâb: 59)
Bu hüküm İslâm dinine göredir.
Tesettür kesin olarak uyulması gereken bir emirdir ve iman meselesidir.
Allah-u Teâlâ emir ve hükümlerini koymuş onu yasaklarıyla sınırlamıştır.
“Bu hükümler Allah’ın hudutlarıdır. Kim Allah’ın hudutlarını aşarsa kendisine yazık etmiş olur.” (Talâk: 1)
Allah-u Teâlâ, “Kim bu hudutları aşarsa kendisine yazık etmiş olur.” buyuruyorken “Tesettürü kulların tercihine bıraktığını” söylemek, açıkça bu hudutları aşmak demektir. Bu Âyet-i kerime’leri inkâr etmek demektir. İnkâr ise küfürdür.
•
Daha buna benzer birçok konuda İslâm’ın emir ve hükümlerini hafife almakta, küfre düşmekte, inananların gönüllerini bulandırmakta, İslâm’da büyük tefrika çıkarmaktadır.
“Doğrusu bir çokları bilmeden heva ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar.” (En’âm: 119)
Âyet-i kerime’lere ve Allah-u Teâlâ’nın hükümlerine ters konuştuğu için nefis arzusunu ilâh edinmiş şirke düşmüştür.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Resul’üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? Onu şirkten sen mi koruyacaksın.” buyuruyor. (Furkân: 43)
Hülasâ-i kelâm, bu gibi âlim görünen cahilleri tanıyın. Nasıl küfre kaydığını siz de görün âlem de görsün.
Bu gibilerin sözlerine kulak vermeyin. Allah-u Teâlâ’nın emir ve hükümlerine Resulullah Aleyhisselâm’ın sünnet-i seniye’sine tâbi olun.
2 Ağustos 1996 tarihinde bir televizyon programına çıkıp; Kitabullah’a ve Resulullah’a dil uzatıp yoldan sapan, tahripçi, reformcu, sahte Edip Yüksel hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Onların kalplerinde hastalık vardır.” buyuruyor. (Bakara: 10)
Öyle bir maraz ki tedavisi mümkün değil. Ahlâk-ı zemime içinde.
“Allah da onların hastalığını artırmıştır.” (Bakara: 10)
Kalbi mühürlenmiş, gözlerine perde çekilmiş, küfür ve nifak hastalığına tutulmuş kalbi hasta olan bu adam, bu hastalıklarını başkalarına aşılamaya çalışıyor.
“Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle onlara elem verici bir azap vardır.” (Bakara: 10)
Bunun kalbi çöplüğe dönmüş, “Eski yazdıklarımı çöplüğe at!” diyor.
Bu kalbi marazlı insanların kalpleri çöplüğe döndüğü için, bunların çöplüğe atılması lâzım.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Yeryüzünde haksız yere böbürlenip büyüklük taslayanları âyetlerimi idrakten çevireceğim, anlamaktan mahrum edeceğim.” (A’râf: 146)
Kalpleri öylesine mühürlenecek ki, ilâhî beyanların ihtivâ ettiği gerçekleri göremeyecekler, üzerinde düşünüp anlayamayacaklar.
Cenâb-ı Hakk kalplerini çevirmiş, mühürlemiş olduğu için hakikati duymazlar ve duymak da istemezler. Çünkü imansızdırlar.
•
Bu adam Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i, onun sözlerini, yaşayışını, hayatını hafife almakta, konuşmalarında Resulullah Aleyhisselâm’ı rencide edici beyanlarda bulunmakta, Sünnet-i seniye’yi ve Hadis-i şerif’leri inkâr etmektedir.
Onun bu sözlerini şu Âyet-i kerime’lerle çürüttük.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Biz hiçbir peygamberi, Allah’ın izni ile kendisine itaat edilmesinden başka bir hikmetle göndermedik.” buyuruyor. (Nisâ: 64)
Ona itaat etmekle Allah-u Teâlâ’nın emrine itaat edilmiş olur. Ona itaat etmeyen ise Allah-u Teâlâ’ya da, gönderdiğine de iman ve itaat etmemiş olur.
Şimdi bu bir Âyet-i kerime’dir. Âyet-i kerime’de “İtaat et!” buyuruluyor. O ise hem “İtaat etmem” diyor, Âyet-i kerime’ye karşı geliyor; hem de Âyet-i kerime’nin hükmünü kabul etmiyor, Âyet-i kerime’yi inkâr ediyor.
Halbuki bir tek Âyet-i kerime’yi dahi inkâr eden kâfir olur.
Resulullah Aleyhisselâm’a itaat etmek, getirmiş olduğu esasların hepsini kabul etmeyi, Sünnet-i seniye’sine sımsıkı sarılmayı, ahlâkı ile ahlâklanıp edebiyle edeplenmeyi gerektirir.
Âyet-i kerime’de:
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan sakının!” buyuruluyor. (Haşr: 7)
Bu emr-i ilâhîyi bizzat Hazret-i Allah buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor. Binaenaleyh Resulullah Aleyhisselâm’ın Hadis-i şerif’lerini ve beyanlarını hafife alanlar gerçekten imansız ve saptırıcıdırlar. Bunlar yolun başına oturmuş, halkı saptıran, âhir zaman ulemâsıdır. Halkı dinden imandan ayırıyorlar.
Bu adam zannı ile ortaya çıkmakta, şeytanın kuklası ve oyuncağı olduğunu görememekte ve bilmemektedir.
Allah-u Teâlâ kullarına ona uymayı ve yolundan ayrılmamayı emir buyurdu:
“O Peygamber’e uyun ki, doğru yolu bulasınız.” (A’râf: 158)
Bu Âyet-i kerime, Hazret-i Allah ve Resul’üne uyanların doğru yolda olduğunu beyan ederken, ona uymayıp hafife alanların da doğru yolda olmadığını ilan ediyor. Bu adamın doğru yolda olmadığını buradan çıkarabilirsiniz.
Ey insanlar! Uyanın, Allah’tan korkun! Âlim sıfatında görünen bu cahilleri tanıyın.
•
Bu adam, Resulullah Aleyhisselâm’ı bir tarafa itip, “Kur’an’ın mesajını insanlar işitsin” diyor.
Onun bu sözüne karşılık, Hazret-i Kur’an’ın mesajı.
“Resul’e itaat ediniz.” emr-i ilâhî’sidir. (Nûr: 54)
Bu adam bu mesajı işitmiyor mu? İşitemez. Çünkü Âyet-i kerime’leri inkâr eden adamın kulağı sağırdır.
Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a itaat etmemekle isyan etmiş, bunca Âyet-i kerime’leri inkâr etmekle küfre girmiştir. Bir tek Âyet-i kerime’yi inkâr eden ise kâfir olur. Bunu böyle bilin. Bu ve bunun gibilerini tanıyın. Sonra nedamet etmeyin.
•
Bu adam daha düne kadar sahte ve yalancı peygamber Reşat Halife’ye biat ediyor, onun temsilciliğini yapıyordu. Reşat Halife öldürüldükten sonra kendisine Cebrâil Aleyhisselâm’ın geldiğini, “Üç kırkbir” sesi işittiğini söylüyor.
Bu söz küfürdür. Onun bu sözünü şu Âyet-i kerime ile çürüttük.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, o Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.” (Ahzâb: 40)
Bu Âyet-i kerime Resulullah Aleyhisselâm’ın son Resul olduğunu beyan ederken bu adamın Resullere mahsus olan “Vahyolundu” demesi küfrüne delâlet eder.
•
Tevbe sûre-i şerif’inin son iki Âyet-i kerime’sini sahte peygamber Reşad Halife’nin ve kendi sahte peygamberliğinin mucizesi(!) kabul ettiği 19 rakamının sırrına(!) uymadığı gerekçesiyle kabul etmemesi ve uydurma demesi gerçek küfrüne delâlet eder. Onun bu büyük küfür sözlerini Âyet-i kerime’lerle çürüttük.
Allah-u Teâlâ bu gibiler hakkında Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Âyetlerimizi inkâr etmek için yarışırcasına gayret sarf edenler var ya, işte onlar için acıklı bir azap vardır.” (Sebe: 5)
“Onlar yeryüzünde durmadan fesad çıkarmaya koşarlar.” (Mâide: 64)
Bu adam da fesad çıkarmakta Tevbe sûre-i şerif’indeki son iki Âyet-i kerime’yi inkâr etmekte ve küfre kaymaktadır.
Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadîm’i olan Kur’an-ı kerim’i bizatihi koruyacağını, muhafaza edeceğini beyan buyuruyor:
“Bir zikir olan Kur’an’ı biz indirdik ve onun koruyucusu da biziz.” (Hicr: 9)
Allah-u Teâlâ böyle buyururken, bu adamın Kur’an-ı kerim’in bu Âyet-i kerime’lerinin yok olduğunu söylemesi bu Âyet-i kerime’yi de inkârdır. Bu ise küfür üstüne küfürdür.
Binaenaleyh değil Kur’an-ı kerim’in Âyet-i kerime’sini, bir harfini bile inkâr eden alenen kâfir olur.
Bu adam namaz kılmıyor, abdest almıyor, İslâm’ı yaşamıyor, bir de İslâm’ı tanıtmaya kalkışıyor.
Namaz kılmayan, abdest almayan, İslâm’ı yaşamayan nasıl din ve imandan bahsedebilir? Nasıl İslâm hakkında konuşabilir? Neden ve niçin ortaya çıktığı belli olmayan, şeytanın askeri, nefsinin oyuncağı olan bu adam ifsad edicidir, yol kesicidir.
Belki de bu adam cenabet geziyor.
Bunlar yoldan çıkmışlar, küfre kaymışlardır.
Yoldan çıkmak nasıl olur? Allah-u Teâlâ kalbini çevirdiği zaman o artık orada kalır. Bunun daha başka türlü dönmesi mümkün değildir. Meğer Cenâb-ı Hakk kalbinin üzerindeki mührünü söksün.
•
Edip Yüksel kıyametin ne zaman kopacağını biliyormuş. “Kıyametin kopma zamanı 2280 yılı” nda imiş. 19 mucizesi(!) ile Tevbe sûre-i şerif’inin son iki Âyet-i kerime’sini yok sayan adam kıyametin zamanını da biliyormuş.
Onun bu beyanını şu Âyet-i kerime ile çürüttük.
“Onu Allah’tan başka açığa çıkaracak yoktur.” (Necm: 58)
Yani Allah-u Teâlâ kıyametin ne zaman kopacağını dahi gizlediğini, yalnız kendisinin bildiğini beyan ediyor. Bu adam ise tarihini söylüyor. Bu sözü Hazret-i Allah’ın bu Âyet-i kerime’sini inkârdır. Bu söz küfürdür.
•
Edip Yüksel bir beyanında “Ölüye Kur’an okunmaz.” diyor. Bu sapıklıkla dünya ehlini sapıttığı gibi, ahirettekileri de mahrum etmek istiyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyor:
“Bir kimse ebeveyninin veya onlardan birisinin Cuma günü kabrini ziyaret ederek Yâsin-i şerif okursa, küçük günahları affedilir.” (Münâvî)
Hayırda çalışan hayrını, iyiliğini arttırır, sermayesini çoğaltır, iyi işler yapar. Şerde çalışan kötülüğünü arttırır, âkıbetini hazırlar, fitne ve fesadla meşguldür. Bu adam da hem dünyadaki inançlı insanları saptırmak, hem de ahiretteki insanlara yapılacak duâlardan mahrum etmek istiyor, ne büyük cehalet, ne büyük dalâlettir.
•
“İsa Aleyhisselâm’ın geleceğinin doğru olmadığı” nı söylüyor.
Allah-u Teâlâ’nın semâya çektiği, deccalin fitnesi ile müslümanların iyice bunaldığı bir sırada yeryüzüne göndereceği bir peygamber olan Hazret-i İsa Aleyhisselâm hakkında, Kur’an-ı kerim’de, Hadis-i şerif’lerde pekçok beyan vardır.
Gerçek gelecek olan Hazret-i İsa Aleyhisselâm, kıyametin en büyük ve en bariz alâmetlerinden birisidir.
Onun bu sözünü de Âyet-i kerime ile çürüttük.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki o, kıyametin kopacağını gösteren bir bilgidir.” (Zuhruf: 61)
Allah-u Teâlâ’nın ahirzamanda kıyametin kopmasına çok az bir zaman kala göndereceği İsa Aleyhisselâm hakkında şöyle beyanı vardır:
“Ehl-i kitap’tan her biri, ölümünden önce İsa’ya muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o onlara şahit olacaktır.” (Nisâ: 159)
İsa Aleyhisselâm’ın kıyamete yakın bir zamanda ineceğine dair Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki; çok sürmez Meryem oğlu İsa âdil bir hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak ve mal o kadar çoğalacak ki, onu kabul eden kimse bulunmayacaktır.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1018)
Bu Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lere göre İsa Aleyhisselâm’ın geleceği muhakkaktır. Öyle ise bu sözü Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’leri inkârdır. Âyet-i kerimeyi inkâr ise insanı küfre sokar, kişi kâfir olur.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Bunlara ne oluyor ki hiç bir sözü anlamaya yanaşmıyorlar!.” (Nisâ: 78)
•
Şerlerini ve ifsatlarını ortaya koymaya çalıştığımız bu adam Allah-u Teâlâ’nın dinini bırakmış, şeytanın adımlarına uymuştur. Onun içindir ki bu hale düşmüştür. Bu hale düştükleri gibi, müslümanları da bu hale düşürmeye çalışıyor.
Âhirzamanda, kıyametin kopmasına çok az bir zaman kala Allah-u Teâlâ’nın ümmet-i Muhammed’in başına gönderdiği bir komutan olan Hazret-i Mehdi, âdil bir idareci, dirayetli bir önder, şecâatli bir kumandandır. O doğrudan doğruya Resulullah Aleyhisselâm’ın vekâletini taşıyacak, onun hilâfetini, onun vazifesini yapacak. Garip duruma düşen İslâm’ı, gariplikten kurtarmaya çalışacaktır. Çünkü bunun için gönderilecek. Allah-u Teâlâ onu muzaffer edecektir.
Mehdi; kelime olarak hidayet kökünden gelir. Allah’ın hidayetine ermiş mânâsını taşır, Allah’ın izniyle hidayete erdirecek mânâsını da ifade eder.
Mehdi Aleyhisselâm hakkında çok sayıda Hadis-i şerif nakledilmiştir. Âlimler bunu mütevatir kabul ederler. Resulullah Aleyhisselâm’dan beri, müslümanlar âhir zamanda, Ehl-i beyt’e mensup bir zâtın çıkıp dini güçlendireceğine, adaleti hâkim kılacağına, müslümanların ona tâbi olup İslâm beldelerinde hâkimiyet kuracağına, bu kimseye Mehdi denileceğine inanmış ve bu âli zâtın gelmesini beklemektedirler.
Hadis-i şerif’lerde ifade edildiğine göre İsa Aleyhisselâm ile Mehdi Aleyhisselâm aynı zamanda çıkacak ve İsa Aleyhisselâm, Hazret-i Mehdi’ye yardımcı olacak, birlikte Deccâl’i öldüreceklerdir. Hatta Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın, Hazret-i Mehdi’nin arkasında namaz kılacağı rivayet olunmuştur.
•
Bugüne kadar “Mehdiyim” diyenlerin hepsi şeytanın kuklasıdır, maskarasıdır. Bu çıkanlar yalancıdır, sahtedir, soytarıdır. Bunların yalanını, sahteliğini Hadis-i şerif’ler ile çürüttük. Gelecek olan Hazret-i Mehdi’nin alâmetlerini Hadis-i şerif’lerden öğreniyoruz.
Câh’ıs-sadefî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Benden sonra halifeler bulunacaktır. Halifelikten sonra emirler, emirlerden sonra krallar, krallardan sonra da zâlim idareciler olacaktır.
Daha sonra ehl-i beyt’imden bir adam çıkacak, yeryüzü zulümle dolduğu gibi onu adaletle dolduracaktır.” (Câmiüs-sağîr: 4768)
•
Mehdi Hazretleri hakkında pek çok Hadis-i şerif nakledilmiştir. Ulemâ bunları mütevatir kabul ederler. Çünkü müslümanlar âhir zamanda Ehl-i beyt’e mensup bir zâtın çıkıp din-i İslâm’ı güçlendireceğine, adaleti hâkim kılacağına, bu kimseye Mehdi denileceğine inanmış ve bu âlî zâtın gelmesini beklemektedirler.
Zuhur etmeden önce zemin hazırlanacağı ve mutlaka tâbi olmanın gerekliliği, mutlaka gönderileceği ve nesebi, ehl-i beyt’ten oluşu, vehbî ilmi, bir gecede olgunlaştırılacağı, cennetle müjdelenmesi, insanlar tarafından çok sevilmesi, mücadeleci oluşu, zuhur senesini haber veren alâmetler ve zuhuru, çıkışından ümitlerin kesildiği bir sırada çıkması, zamanının en hayırlısı olması, zuhur şekli, hakimiyeti, zamanının bereketi hakkında rivâyet edilen bütün Hadis-i şerif’leri eserlerimizde ortaya sermişizdir.
•
İsa Aleyhisselâm ile buluşması hakkında Ebu Ümâme el-Bâhilî -radiyallahu anh-den şöyle rivayet edilmiştir:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bize hitap etti. Deccal’i anarak şöyle buyurdu:
“Sonra Medine şehri, sakinleriyle beraber üç defa sallanacak. Bunun üzerine Medine’de bulunan münafık erkek ve kadınlardan hiç kimse kalmayıp hepsi de Deccal’in yanına gidecekler. Böylece demirci körüğünün demirin kirini pasını giderip attığı gibi Medine de içindeki pisliği dışına atacak ve o güne kurtuluş günü denilecektir.”
Ümmü Şüreyk bint-i Ebi’l-Aker -radiyallahu anhâ-:
“Yâ Resulellah! Peki o gün Araplar nerede olacak?” diye sordu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Araplar o gün az olurlar ve büyük çoğunluğu Beyt’ül-Makdis (Kudüs)te bulunacaklardır. İmamları da sâlih bir insan (Mehdi) olacaktır. Sonra imamları öne geçip kendilerine sabah namazını kıldıracağı sırada Meryem oğlu İsa Aleyhisselâm sabah vaktinde inecektir. Bunun üzerine İsa Aleyhisselâm’ın öne geçip cemaate namaz kıldırması için imam (Mehdi) arka arka yürümeye başlayacak. Fakat İsa Aleyhisselâm elini onun omuzlarına koyacak ve ona:
‘Geç öne namazı kıldır! Zira kamet senin için getirildi.’ diyecektir.
Bunun üzerine imamları (Mehdi) onlara namazı kıldıracaktır.” (İbn-i Mâce: 4077)
•
Dini dünyaya âlet eden sapıtıcı imamlar, dini kendilerine uydurmaya çalışırlar. Madde ve menfaat, mevki ve şöhret uğruna dinden çıktıkları gibi, başkalarını da çıkarmaya çalışırlar.
“Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir.” (Bakara: 86)
Bununla da kalmayacak, Mehdiyim, hatta peygamberim diyen sahtekâr, soytarılar türeyecektir.
Bunları Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz haber vermiştir.
“Hepsi de Allah’ın peygamberi olduğunu iddiâ eden otuza yakın yalancı deccaller türemedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizî)
Şimdi deccaliyet devrinin içindeyiz, en son deccale gelinceye kadar devam edecek.
“Şüphesiz ki kıyametin önünde yalancılar zuhur edecektir.” (Müslim)
İşte bu yalancılar bu zamanda mevcuttur. Onların her şeyi yalan ve dolandır.
•
Ey müslümanlar!
Şeytanın istilâ ettiği bu sahteler şeytan taraftarıdırlar. Onlara tâbi olan da onlarla beraberdir ve şeytan fırkasındandır. Bu yalancılara kanmayın. Onları iyi tanıyın.
Şimdilerde türeyen sahte mehdi de şarabı helâl saymakta, başı açık gezilmesine, kadınların çıplak dolaşmasına izin vermekte, namazı hafife almaktadır.
•
Resulullah Aleyhisselâm’ın müjdelediği Hazret-i Mehdi, Resulullah Aleyhisselâm’ın soyundan, Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh-ın yolundan gelse gerek.
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri de bu hususta buyururlar ki:
“Sanıyorum ki Peygamber’imizin -sallallahu aleyhi ve sellem- geleceğini haber verdiği Mehdi, velâyetin en yüksek derecesinde olacaktır. O da bu Tarikat-ı aliye’den yetişmiş ve bu silsile-i aliye’yi tamamlamış ve tekmil etmiş olacaktır.
Zira bütün velâyet yolları, bu yolun altında bulunmaktadır. Diğer velâyetinin, nübüvvet makamının kemâlâtından nasibi azdır. Bu yoldan kazanılan velâyette ise, Sıddık-ı Ekber’in yolu olduğu için, o nübüvvet makamının kemâlâtından pek çok bulunur.” (251. Mektup)
•
Hülasa-i kelâm; İsa Aleyhisselâm ile Mehdi Aleyhisselâm beraberce İslâm dininin muzafferiyeti için çalışacaklar, kendilerine verilen vazifeyi bihakkın yapacaklardır.
Sahtelere ise bu vazifeyi kim veriyor? Şeytan veriyor.
Ve onlar şeytanın yardımcısı, askeridirler. Bunlar çıkacak fakat biz bu mevzuda da Hadis-i şerif’lerin nur ışığı üzerinde ümmet-i Muhammed’e gerçek Mehdi’nin alâmetlerini belirtiyor ve izah ediyoruz.
Bütün bu hadiselerin olması âhir zamanda olacaktır. O zaman artık fitne ve fesat artmış son haddini bulmuş olur.
Bu çıkanlar sahtedir. Bu çıkan ilk değil, sonuncusu da değil. Bundan sonra da çok çıkacak.
Hadis-i şerif’te:
“Ümmetimden yalancılar deccaller vücuda gelir.” buyuruluyor. (Münâvî)
Yalancı ve deccalden maksat, dıştan insanları irşad ve ıslah etmek sıfatıyla görünüp, gerçekte ise halkı ahkâma uymaktan alıkoyanlardır.
Hazret-i Allah’a ve Resul’üne isyan edenlerde akıl yoktur, onlara deli nazarı ile bakılır. Zaten bu adamın da deli raporu olduğu bilinmektedir.
Kendilerinin resul olduğunu söyleyen bu yalancılar, bir peygamberin “Nebi” olmadan “Resul” olamayacağını bilemeyecek kadar cahildirler. Gerçekten şeytan onlara bu yalanı süslü göstermiş, onları gururları aldatmış.
İlâhî emir ve hükümleri, bilgisizlik sarayı olan nefislerine soracaklarına ve şeytana uyacaklarına, Hazret-i Kur’an’a kulak verip itaat etselerdi bu rezil duruma düşmezlerdi.
Daha evvel şöyle arzedilmişti:
“Önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar, çok büyük harpler var. Şimdiden Hazret-i Allah’a ve Resul’üne dönmeye bakın.
Mehdi Aleyhisselâm ancak ihlâs sahiplerini ordusuna alacaktır. Gerçekten bir imam gelecek, fakat fakirin tahminine göre bu zamana daha vakit var. Nasibi olan bu hakiki imamı görür. Çıktığı zaman tereddütsüz biât edin.”
Şu kadar var ki İsa Aleyhisselâm’ın da geleceği Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler ile arzedildi. Ona ve Mehdi Aleyhisselâm’a gönülden teslim olup biat etmek şarttır.
Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde onun hakkında şöyle buyuruyor.
“Bakalım imamınız kendinizden olduğu halde Meryem oğlu İsa yanınıza indiği zaman durumunuz nasıl olur?” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1406)
Herkes imtihan olacak, böylece iman ile küfür ayrılacak.
Allah-u Teâlâ kime o lütuf nûr’unu koymuşsa ona tâbi olacak, kime koymamışsa olmayacak.
Nereden çıktığını unutan, yolunu sapıtan şu adamın çalımına bir bak!
Nice kimseler gerek alenen, gerek gizliden gizliye Allahlık dâvâsında bulundu. Nefsini ilâh edinenler, şeytanın askeri olanlar çıktı. Sahte peygamberler, sahte Mehdiler türedi. Ve şimdi de sahte Dabbet’ül-arz türedi.
Onun bu sahte ve yalan çıkışını ve sözlerini Allah-u Teâlâ’nın kitabı Kur’an-ı kerim’indeki Âyet-i kerime’lerle çürüttük.
Allah-u Teâlâ kitabı Kur’an-ı azimuşan’da şöyle beyan buyuruyor:
“Hevâ ve hevesini ilâh edinen, Allah’ın bile bile saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Câsiye: 23)
Allah-u Teâlâ bunları bile bile saptırmış. Bunlar beşeriyet için çok büyük tehlikedir. Bu adam nereden çıktığını bilmiyor, nereye gireceğini de görmüyor.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Zulmedenler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını, hangi deliğe tıkılacaklarını yakında göreceklerdir.” buyuruyor. (Şuarâ: 227)
•
Bu gibi kimseler ta Mehdi Aleyhisselâm çıkıncaya kadar beklenir.
Bu adam İslâm dini için çok tehlikelidir. İslâm dini ile hiçbir ilgisi yoktur. Dabbet’ül-arz olduğunu söylemesi hem fitnesine, hem niyetine, hem de gaye ve maksadına delâlet eder. Halbuki Dabbet’ül-arz Allah-u Teâlâ’nın emriyle yerden çıkacak, yani yerin altından çıkacak. O verilmiş olan ilâhi hükmü yerine getirecek. Ona asa ve mühür verilecek. Onun elinden hiçbir kimse kurtulamayacak, hiçbir fert de kaçamayacaktır. Bu ise nereden çıktığını bilmiyor, nereye gideceğini de görmüyor.
Bu adam bir alevidir. Ve aleviler için bir Kur’an meâli hazırlamış, ismi “Alternatif Kur’an” diye duyurulmuştur. Daha sonra “Kur’an, Heyet Alevi Dedeleri” ismindeki bu kitap piyasaya sürülmüştür. Bu kitapta te’vil ve yorumlar yapılmış, Âyet-i kerime’lerdeki mânâlarda alevilikle ilgili lâfızlar aranmış ve çok yanlış, yalan dipnotlar yapılmıştır. Öyle ileri gidilmiş, mânâlar öyle saptırılmıştır ki, Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz’e ilâhlık isnat edilmiştir.
Yâsin sûre-i şerif’inin 81. Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ:
“Ve hüvel hallâkül alîm” = “O herşeyi hakkıyla bilendir.” buyuruyor. Bu Âyet-i kerime için “Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz’in ulûhiyeti hakkındadır” diyerek Hazret-i Allah’a ortak koşmuştur. (Kur’an Heyet Alevi Dedeleri. sh: 444)
Ulûhiyet demek; İlâh demektir. Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz ilâhlaştırılmıştır. Bu söz küfürdür, söyleyen kâfirdir. Şirktir, söyleyen müşriktir. Bu adamın müslümanlıkla alâkası yoktur.
Bir de Ehl-i beyt’ten bahsediyor. Müslüman olmayan birinin Ehl-i beyt’ten bahsetmeye hakkı yoktur. Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-den bahsetmeye, Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den, Hazret-i Hasan ve Hüseyin -radiyallahu anhümâ-dan bahsetmeye sahib-i salâhiyet değildir.
Herşeyden önce iman nedir? İman, İslâm dinine göre; Allah-u Teâlâ’nın varlığına birliğine, Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’ın O’nun kulu ve peygamberi olduğuna ve onun Allah-u Teâlâ tarafından bize getirip tebliğ ettiği esas ve hükümlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddüt etmeden kesin olarak inanmaktır.
İslâm dinine girmenin ilk şartı olan bu iki esas “Kelime-i Şehâdet”te toplanmıştır. Kelime-i Şehâdet’i kalp ile tasdik edip dili ile de söyleyen bir kimseye “İnanmış” mânâsına gelen “Mümin” adı verilir.
İman kalbî ve vicdanî bir durumdur. İmanın esası kalpte olan tasdiktir.
Allah-u Teâlâ münâfıklar hakkında Âyet-i kerime’sinde:
“Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızları ile inandık diyenlerle, yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin.” buyurarak, imanın kalbin tasdiki olduğunu belirtmiştir. (Mâide: 41)
Dil ile inandıklarını söyleyip de kalbiyle tasdik etmeyenler hakkında da şöyle buyuruyor:
“Bedevîler ‘iman ettik’ dediler. De ki: ‘Siz iman etmediniz, bari ‘müslüman olduk’ deyin. İman henüz kalplerinize yerleşmedi.’” (Hucurât: 14)
Mümin olmak için, imanın kalbe nüfuz etmesi ve o kimsenin takvâya bürünmesi lâzımdır.
Şimdi imanın birinci şartı yani müslüman olmanın birinci şartı Allah’ın varlığına ve birliğine, ondan başka bir mevcud, ilâh olmadığına inanmak olduğuna göre; senin Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz’e kitabında ulûhiyet isnad etmen şirktir, küfürdür. Otomatik olarak İslâm’dan çıkmaktır.
•
Dabbet’ül-arz beyanına gelince: Bu sözü Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle çürütüldü. Kur’an-ı kerim’de kıyametin yaklaştığını ifade eden Âyet-i kerime’ler olmakla birlikte bu müthiş hadisenin alâmetlerine genel olarak işaret eden Âyet-i kerime’ler de bulunmaktadır. (Muhammed sûre-i şerif’i 10. Âyet-i kerime’si gibi)
Hadis-i şerif’lerde ise kıyamet alâmetleri “büyük ve küçük”, “fiilen vaki olanlar, kıyametle çok yakın bir zamanda gerçekleşecek olanlar” şeklinde çeşitli bölümlerle ifade edilmiştir.
“Dabbet’ül-arz”ın çıkışı da kıyamet alâmetlerindendir. Dâbbet’ül-arz, âhir zamanda Allah-u Teâlâ’nın emirlerinin terkedildiği, insanların gerçek dini değiştirdikleri sırada çıkacak olan bir hayvandır. Tâkip edenin yetişemeyeceği, kaçanın kurtulamayacağı bir süratte olacaktır.
Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“(Kıyametin kopacağına dair) O sözün tahakkuk zamanı yaklaşınca onlara yerden bir dabbe çıkarırız da insanların âyetlerimize yakînen iman etmemiş olduklarını söyler.” (Neml: 82)
Allah-u Teâlâ bu Dabbe’yi kıyametin kopması gibi büyük bir hadisenin başlangıcı olarak, insanların Kur’an-ı kerim’e kesin olarak inanmayışları sebebiyle ortaya çıkaracaktır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Dabbet’ül-arz, beraberinde Musa Aleyhisselâm’ın âsâsı, Süleyman Aleyhisselâm’ın mührü bulunduğu halde çıkar. Mühür ile müminin yüzünü parlatır, âsâ ile kâfirin burnunu kırar. Öyle ki insanlar sofra üzerinde biraraya gelirler de, mümin kâfirden ayırt edilip tanınır.” (Tirmizî)
Böyle bir gün yaklaştığı zaman tevbeler kabul edilmeyecek, içinde bulundukları duruma göre insanların hükümleri verilecek.
Diğer bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Üç şey vardır ki, bunlar çıktıkları zaman, daha önceden iman etmeyen veya imanında bir hayır kazanamayan hiçbir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez. Güneşin batıdan doğması, Deccal ve Dabbet’ül-arz.” (Müslim: 158)
Çünkü o zaman edilen imanla, işlenen amel-i salihin hükmü, can boğaza geldiği zaman edilen imanın hükmü gibidir.
•
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruyor:
“Onların çoğu Allah’a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar.” (Yusuf: 106)
Denir ki, “Minareyi çalan kılıfını hazırlar.” Bu büyük yalanın kılıfı nerede? Buna hangi Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le doğru olduğuna dair delil getirebilir. Bunun için bu büyük yalanın karşısında bu adamın saklanması lâzım.
Daha Mehdi Aleyhisselâm gelmediği gibi Dabbet’ül-arz da daha çıkmamıştır. Bu zamanda çıkarsa buna küfür damgası vurulur. Neden? Âyet-i kerime’leri inkâr ettiği için ve nefsini ilâh edindiği için. Zira Allah-u Teâlâ nefsini ilâh edinenlerin şirk içinde olduğunu ferman buyurmuştur.
“Resul’üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkân: 43)
Bunlar zamanın büyük fitnelerindendir. Müslümanların çok uyanık bulunması lazımdır.
Şu kadar var ki;
Ancak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lere çok dikkat etmeli ve ona iman etmelidir. Ve yalnız bu ikisine tutunan kurtulacaktır.
•
Bu adam “Ehl-i beyt” isimli kitabında müslümanlara fitne ve fesad sokmak istemekte, “Hacca gitmeyen yüzmilyonlarca müslümanın bulundukları yerden doğru kesim yapmaya kalkışması, sadece hayvan katliamı yapmak olur.” demektedir. (sh. 85)
Onun bu sözünü şu Âyet-i kerime ile çürüttük.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Rabb’in için namaz kıl, kurban kes!” buyuruyor. (Kevser: 2)
Kurban, Allah-u Teâlâ’ya yaklaşmak niyeti ile belli günlerde kesilen hayvana verilen addır.
Kurban kesmek hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır. Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Hâli vakti yerinde olup da kurban kesmeyen kimse namazgâhımıza yaklaşmasın.” (İbn-i Mâce)
Hemen bütün semavî dinlerde kurban kesmek, insanı Allah’a yaklaştıran ve ulaştıran bir ibâdet sayılmıştır.
Kur’an-ı kerim’de Âdem Aleyhisselâm’ın oğullarının kurban kesmelerinden bahsedilmektedir.
Bir Âyet-i kerime’de:
“Biz her ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık.” buyuruyor. (Hacc: 34)
•
Buna mümasil birçok konuda yanlış fikir ve inanışlara sahip olan kişi şimdi de çıkıp Dabbet’ül-arz’lığa soyunuyor, İslâm’ım diyor, Ehl-i beyt müdafiliği yapıyor. Sen önce müslüman ol.
Ehl-i beyt risalesinde birçok Sahabe-i kiram Hazeratı’na dil uzatmakta; Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-, Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz’e çirkin saldırı ve hakaretlerde bulunmaktadır.
Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şeref-i sohbetinde bulunan Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Efendilerimiz’in hepsine hürmet ve muhabbet de edeptendir.
Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer Peygamberân-ı izam -aleyhimüsselâm- Efendilerimiz’den üstün olduğu gibi, onun Ashâb-ı güzin’i de bütün insanlardan üstündür.
Onlar Resulullah Aleyhisselâm’ın ef’al ve ahvâlini gördüler. Onların imanları şuhudidir, vahyin ve sohbetin bereketi ile hakikatleri göre göre iman ettiler. Böyle bir devlet onlardan başkasına müyesser olmamıştır. Resulullah Aleyhisselam ile sohbet faziletine muâdil tutulacak hiçbir fazilet ve kemâlât tasavvur edilemez.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Sahabemi bana terkediniz. Nefsim kudret elinde olan Cenâb-ı Allah’a yemin ederim ki, fakir ve düşkünlere Uhud dağı ağırlığında altın infak etseniz, onların amelinin sevabı gibi sevaba nâil olamazsınız.” (Buhârî)
•
Ehl-i beyt müslümanım diyen herkesin muhabbet beslemesi gereken insanlardır. Ehl-i beyt’e sevgi ve muhabbet İslâm’ın emri, imanın alâmetidir. Sen ise diline hep Ehl-i beyt’i dolamışsın. Ehl-i beyt adı altında İslâm’a sokulmaya çalışılan fitne ve fesatların son halkası mısın?
Bütün meselelere Ehl-i beyt maskesi altında alevilik açısından bakıyorsun.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in muhabbet ettiği akrabalarına muhabbet etmek de vaciptir.
O nasıl ki bütün insanların en üstünü ise, zevceleri de hanımların en hayırlısı, Ehl-i beyt’i de insanların hayırlısıdır.
•
Yazdığı kitabında, “Hicr 40, Cin 18-19. Âyet-i kerime’lerinde geçen mescid lafızlarını cemevi olarak tevil etmiştir.” Halbuki cemevinde namaz kılınmadığı aşikardır. Onun bu sözünü de Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler ile çürüttük.
İbâdetlerin toplu halde eda edilebilmesi için câmi ve mescidler yapılmıştır. Dinimiz cemaat ruhuna büyük önem vermiştir. Cemaatte rahmet ve bereket vardır. Bunun içindir ki her mescidin fazileti çok büyüktür.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan kimseler imar eder.” (Tevbe: 18)
Mescidler Beytullah yani Allah’ın evi olduğu için gereken saygı gösterilmeli, edeplerine riâyet edilmeli ve her türlü taşkınlıktan sakınılmalıdır.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Kulluk vazifelerini yapmak için gönlü câmilere bağlı ve onları seven bir kimseyi görürseniz kemâl-i imânına şehâdet ediniz!” (Tirmizî)
Bu ve bunun gibi bir çok meselelerde zan, nam, fitne ve fesad için Kur’an-ı kerim âyetlerini ehil olmadan tevil etmek insanı küfre sokar. Kur’an-ı kerim’in bir çok ahkamını esasından çıkarmaya içten içe yıkmaya çalışanlar için Allah-u Teâlâ’nın şöyle ferman-ı ilâhî’si vardır:
“(İnsanlar) kabul edip girdikten sonra, Allah’ın dini hakkında tartışmaya girişenlerin iddia ve delilleri, Rabb’leri katında hükümsüzdür.
Onlara bir gazap vardır ve çok çetin bir azap da onlar içindir.” (Şurâ: 16)
Bu gibi kimseler İslâm göründüklerinden, tahripleri dış düşmandan daha büyüktür ve daha tesirlidir.
Siz İslâm dinini yıkmaya ve bozmaya çalışıyorsunuz.
•
Hülâsa-i kelâm; senin önce tecdid-i imâna ihtiyacın var. Ondan sonra ancak Ehl-i beyt’ten bahsedebilirsin.
Maksad ve gayen; İslâm âlemini bulandırmak Ehl-i beyt’ten görünmek suretiyle İslâm’da fitne fesad çıkarmaktır.
Kur’an-ı kerim’i istismar ederek neye, hangi maksada hizmet etmeye çalışıyorsun?
Soyadı Sakallıoğlu, kendisinde sakal bile yok. Fakat bu türemeler beklenir beklenir... Hazret-i Mehdi’ye kadar bu türemeler beklenir.
Bu adam bilerek yıkıcıdır. Gayesi din-î İslâm’ı bozmaktır. Bu adamın aleni olarak küfrü meydandadır.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in gerek kapalı ve gerekse açık olarak Hadis-i şerif’lerinde haber verdiği fitnelerin gün yüzüne çıktığı bir fitne devrinde yaşıyoruz.
Bakıyorsunuz kimi dini kaldırıyor, kimisi kendine malediyor. Bir diğeri namazı, bir diğeri orucu, bir diğeri zekâtı kaldırıyor.
İslâm dinine o kadar saldırılar olacak ki, kâfirler toplanıp Kur’an-ı azimuşan’ın hükmünü kaldıracaklar, yani değiştirecekler.
Bir çok sahteler, sapmışlar türeyecek. Bunların içinde kimi uluhiyet, kimi peygamberlik, kimi dabbet’ül-arz, kimi mehdilik davasında bulunacak. Kimi zinayı, kimi fâizi, kimi içkiyi mübah sayacak. Hırsızlar alkışlanacak. Hazine yağmalanacak, soygun alenî olacak. Türemeler bir bir, arka arkaya çıkacak.
Hepsi emr-i ilahî’yi değiştirip kendi kurdukları dinlerine kendi hükümlerine göre karar verecekler. Onlar münafık olduklarını göstermemek ve din-i İslâm’ı bozmak için, bu emri almışlar. Herbiri bu icraatı yapıyorlar. Sahte İsa’nın yaptığı gibi.
Refet Kayserilioğlu isminde birisi “Sevgi Birliği Derneği” adı altında faaliyet göstermekte; gündüzleri İsa, geceleri insan olduğunu söylemektedir. Bu adamın yalanlarını, sahteliğini Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle çürüttük.
•
Allah-u Teâlâ kâfirlerin sapıklık, müminlerin de doğru yolu bulmalarının sebeplerini açıklamak üzere Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“İşte böyle, inkâra sapanlar bâtıla uydular, iman edenler ise Rabb’lerinden gelen Hakk’a uydular.” (Muhammed: 3)
Hakk’a uymak, Hakk ehline uymakla mümkün olur. Çünkü onlar hakkı gerçekleştirmekte ve ona yol göstermekte peygamberlerin vârisleridirler.
Hakk ehline uyan hakikati bulmuş ve hidayete ermiştir, bâtıl ehline uyan da sapıtmıştır.
“Allah insanlara misallerini işte böyle anlatır.” (Muhammed: 3)
Allah-u Teâlâ her iki zümrenin durumunu bir berzah olarak apaçık beyan ediyor ki, insanlar ibret ve öğüt alsınlar.
•
Allah-u Teâlâ’nın semâya çektiği, Deccal’in fitnesi ile müslümanların iyice bunaldığı bir sırada yeryüzüne göndereceği bir peygamber olan Hazret-i İsa Aleyhisselâm hakkında, Kur’an-ı kerim’de, Hadis-i şerif’lerde pek çok beyan vardır.
Gerçek gelecek olan Hazret-i İsa Aleyhisselâm, kıyametin en büyük ve en bariz alametlerinden birisidir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki o, kıyametin kopacağını gösteren bir bilgidir.” (Zuhruf: 61)
Onun yeryüzüne inişi ile kıyametin kopmasının yakın olduğu bilinir.
İsa Aleyhisselâm ölmemiş, semâya çekilmiştir. Cesedi ile birlikte semâda yaşamaktadır. Deccal’in fitnesi ile müslümanların iyice bunaldığı bir sırada yeryüzüne inecektir ve icraatlarını gerçekleştirecektir. Bu husus tevâtür derecesine ulaşmış; Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabit olmuştur.
•
İsrailoğulları Romalıların esareti altında zillet içinde yaşıyorlardı. İsa Aleyhisselâm elinden o kadar parlak mucizeleri gördükleri halde, dâvetine icabet etmediler. Çünkü kurtarıcı bir Mesih bekliyorlardı. Bu Mesih’in çok mücadeleci bir kişi olacağına ve diğer milletlerin esaretinden kurtararak yahudileri dünyaya hakim kılacağına inanıyorlardı. İsa Aleyhisselâm’ı çok yumuşak ve merhametli gördükleri için, onun Mesih olduğuna inanmadıkları gibi, dâvetine kulak vermekten insanları alıkoymaya çalıştılar. Fakat başvurdukları her teşebbüs neticesiz kaldı. İman etmek şöyle dursun, Yahya Aleyhisselâm gibi İsa Aleyhisselâm’ı da öldürmeye karar verdiler.
İçlerinden birini inanmış gibi göstererek havarîlerin arasına soktular. Toplandıkları yeri ve zamanı öğrenip baskın yapacaklardı.
Fakat Allah-u Teâlâ kendi kurdukları tuzağa kendilerini düşürdü, plânlarını boşa çıkardı.
Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“(Yahudiler gizlice) tuzak kurdular. Allah da onların tuzaklarına karşılık verdi. Allah tuzak kuranlara karşılık vermekte en güçlü olandır.” (Âl-i imrân: 54)
Allah-u Teâlâ kulu ve Resul’ü İsa Aleyhisselâm’a vahiyle durumu haber verdi:
“O vakit Allah şöyle buyurdu: Ey İsa! Ben seni eceline yetireceğim ve seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden tertemiz ayıracağım, sana tâbi olanları kıyamet gününe kadar inkâr edenlerin üstünde tutacağım. Sonra da dönüşünüz bana olacak.
İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.
İnkâr edip kâfir olanları, dünyada da ahirette de şiddetli bir azaba çarptıracağım. Onların hiç yardımcıları da olmayacak.” (Âl-i imrân: 55-56)
Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ı İdris Aleyhisselâm gibi göğe kaldırdı, onlara ruhsat vermedi. Casus olarak gönderdikleri münâfığı İsa Aleyhisselâm zannederek yakaladılar ve astılar.
•
İsa Aleyhisselâm göğe yükselmeden önce bütün insanlara en büyük müjdeyi vererek şöyle söylemişti:
“Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat’ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim.” (Saf: 6)
Yani;
“Ben, Allah tarafından size bunları bildirmek ve açıklamak için gönderilen bir peygamberim.” diyor.
Görülüyor ki Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin geleceğini bütün peygamberlerine ismiyle ve cismiyle nasıl tanıtmış ve bildirmiştir.
Bu o kadar büyük bir vebaldir ki, hiç bir hıristiyanın ve hiç bir yahudinin bu vebalin altından kurtulması mümkün değildir. Allah-u Teâlâ’nın ve ulül-azm bir peygamberin açık bir fermanı var. “Ben bilmiyordum, duymadım.” gibi bir itiraz kabul edilmeyecektir. Binaenaleyh onların İsa Aleyhisselâm’a yaptıkları iman hiç bir zaman makbul değildir.
•
Buraya kadarki yazımızda İsa Aleyhisselâm’ı tanıtmaya çalıştık.
İsa Aleyhisselâm’ın kıyamete yakın bir zamanda ineceğine dâir Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki; çok sürmez Meryem oğlu İsa âdil bir hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak ve mal o kadar çoğalacak ki, onu kabul eden kimse bulunmayacaktır.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1018)
Ümmet-i Muhammed’in her asırdaki âlimlerinin ileri gelenleri, İsa Aleyhisselâm’ın kıyamete yakın bir zamanda ineceği hakkında icmâ etmişler, muhalefette bulunmamışlardır. Ancak bir takım filozoflar inkâra kalkışmışlardır.
İsa Aleyhisselâm’ı çok sevmeli ve gelmesini de beklemeliyiz, ancak henüz daha gelmiş değil. Bu yüzden bu çıkanların hepsi sahtedir, yalancıdır, soytarıdır.
Sahtelere ise bu vazifeyi kim veriyor? Şeytan veriyor.
Ve onlar şeytanın yardımcısı, askeridirler. Bunlar çıkacak fakat biz her zaman olduğu gibi bu mevzuda da Hadis-i şerif’lerin nur ışığı üzerinde ümmet-i Muhammed’e gerçek İsa Aleyhisselâm’ın alâmetlerini belirtiyor ve izah ediyoruz.
•
Şeytanın gönderdiği yalancı İsa’ların çıkacağını haber veren Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
“Hepsi de Allah’ın peygamberi olduğunu iddiâ eden otuza yakın yalancı deccaller türemedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizi: 2219)
Şimdi deccaliyet devrinin içindeyiz, en son deccale gelinceye kadar devam edecek.
“Şüphesiz ki kıyametin önünde yalancılar zuhur edecektir.” (Müslim)
İşte bu yalancılar bu zamanda mevcuttur. Onların her şeyi yalan ve dolandır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde bu gibilerin durumunu şöyle açıklamaktadır:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancılardır. Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır. İyi bilin ki, asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücâdele: 18-19)
Ey müslüman!
Şeytanın istila ettiği bu sahteler şeytan taraftarıdırlar. Onlara tâbi olan da onlarla beraberdir ve şeytan fırkasındandır. Bu yalancılara kanmayın, onları iyi tanıyın.
Çünkü bunlar yalancıdır, sahtedir, soytarıdır.
Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Ümmetimden yalancılar deccaller vücuda gelir.” (Münâvî)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde onları bize şöyle tanıtıyor:
“Onları ateşe çağıran imamlar kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.” (Kasas: 41)
Allah-u Teâlâ’nın, meleklerin ve müminlerin lâneti üzerlerine olacak, rahmet-i ilâhîden tardedileceklerdir.
Onları halk seçer. Seçtikleri halkı da cehenneme götürürler. Bütün iş ve icraatlarının hepsi ahkama ters düşer. Para toplarlar. Nam, şöhret peşinde koşarlar. Bunların ahirette hiçbir nasipleri olmaz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Eğer onlara uyarsanız siz de müşrik olursunuz.” (En’am: 121)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadırlar:
“Devlet malı belirli çevrelerin menfaati yapıldığı, emanet kelepir ve zekât angarya sayıldığı, ilim dinden başka gaye için tahsil edildiği, kişi karısına itaat edip annesine asi olduğu ve dostunu kendisine yaklaştırıp babasını uzaklaştırdığı, mescidlerde gürültüler başgösterdiği, fâsık kimsenin kabilenin başına geçtiği ve aşağılık adamın milletin lideri olduğu, şerrinden korkulduğu için kişiye ikramda bulunulduğu, şarkıcı kadınlar ve çalgı âletleri türediği, şaraplar içildiği ve bu ümmetin sonunda gelenler evvel gelenleri lânetlediği zaman; işte o zaman kızıl bir rüzgâr, zelzele, yere batma, şekil değiştirme, taşlanma ve ipi kopan bir kolyenin tanelerinin birbiri ardı sıra gitmesi gibi birbirini takip eden alâmetler beklesinler.” (Tirmizî)
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki gayretleri mideleri, şerefleri servetleri, kıbleleri karıları, dinleri dirhemleri ve dinarları olacak. Onlar mahlûkatın en şerlileridir ve onların Allah katında hiçbir nasipleri yoktur.” (Deylemi)
“Her milletin başına münafıklar geçmedikçe kıyamet kopmaz.” (Mecmauz-Zevaid)
“Bir kimse hakkında ne kadar kahraman zâttır, ne kadar zarif kişidir, o ne kadar akıllı kimsedir, diye övülür. Halbuki onun kalbinde hardal tanesi kadar iman yoktur.” (Müslim)
“İnsanların dünyaca en bahtiyarını âdi oğlu âdiler teşkil etmedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizî)
“Hepsi de Allah’ın peygamberi olduğunu iddiâ eden otuza yakın yalancı deccaller türemedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizî)
“Şüphesiz ki kıyametin önünde yalancılar zuhur edecektir.” (Müslim)
Bu sahtekârların içyüzünü ortaya koyuyoruz, kimisi “Mehdiyim!” dedi, kimisi “İsayım!” dedi. Oysa onların gelmesine hayli zaman var.