Muhterem Okuyucularımız;
İslâm’ın önderi, kurtarıcısı imiş gibi görünen Erbakan, etrafında destekçileri görünce asliyetini inkâr etti ve hemen dinini ilân etti.
Çünkü apaçık din kurdu. “Refah’tan başka İslâm yoktur.” demişti.
Allah-u Teâlâ 1400 küsür sene evvel kendi dinini ilân etmiş, Âyet-i kerime’sinde:
“Allah katında din İslâm’dır.” buyurmuştur. (Âl-i imrân: 19)
Allah-u Teâlâ böyle buyuruyor, o ise bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyor ve böyle söylüyor. Bu sözü ile alenen Hazret-i Allah’a karşı geldiğini resmen ilân etti.
Diğer taraftan kendi dinini ayakta tutmak için: “Refah partisinden olmayanlar patates dinindendir.” diyerek, Allah-u Teâlâ’nın dinini patatese çevirdi. Kendi dinini yüceltmek için İslâm dinini küçülttükçe küçülttü.
Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i imrân: 85)
Bu Âyet-i kerime onun bu beyanını çürüttü, reddetti.
Erbakan öyle büyük bir fitne çıkardı ki Allah-u Teâlâ’nın dinine sahip çıktığı gibi, bununla da kalmadı İmam Hatip mekteplerine de sahip çıktı, sanki kendisi kurmuş gibi... Kur’an kurslarına sahip çıktı, sanki kendisi kurmuş gibi... Tesettüre sahip çıktı, sanki ilâhi emirleri o veriyormuş gibi...
Sonra da bunların hepsinin kalkması için imza vermedi mi? Oysa vermek zorunda değildi. İcabederse sandalyesini bile terk edebilirdi ve fakat böyle yapmakla asıl icraatını ortaya koymuş oldu.
Şu kadar var ki bunların yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını sanmayın.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa alet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Azîz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur:
‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.’” (Tirmizî. Zühd, 60)
Setrin müdafisi gibi görünüyorlar. Setrin kalkması için imza vermedi mi?
Kur’an-ı kerim kurslarının müdafisi gibi görünüyorlar. Kapatılması için imza vermedi mi?
“İmam-Hatip mektepleri bizim evimizin arka bahçesidir.” dedi. Bunu da kendilerine mâletmek istedi. Bu mekteplerin kapanması için de imza vermedi mi?
Ve Ümmet-i Muhammed’e gelen bütün zararlar, bunlardan gelmedi mi?
•
Allah'a emanet olunuz.
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
Biz Size Erbakan’ın Küfre Kaydığını On Âyet-i Kerime İle İzâh ve İspat Ediyoruz, Delil Getiriyoruz.
Siz de Müslüman Olduğunuza Dair Bir Tek Âyet-i Kerime Bize Getirin.
“Hizbullah’a Tâbi Olanlar, Hizbüşşeytan’a Tâbi Olanlar, Hizbülvahşet’e Tâbi Olanlar” isimli kitabımızın bölümlerine ehemmiyetine binaen kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Sûret-i hakk’tan görünen bu bölücüler, evvelâ kendilerini İslâm’ın ön safında gösterdiler ve İslâm’ın müdafisi gibi göründüler. “Hakk geldi bâtıl gitti.” diyerek ortaya çıktılar ve ortalığı çınlattılar. Saf müslümanlar hak zannıyla saflarına geçti, çünkü imana susamışlardı. Bu suretle etraflarında fertler toplandı. Vaktaki birazcık iktidara gelince ve koltuğa oturunca, Hakk’ı bıraktılar, bâtıl olan maddeye sarıldılar. İçleri dışarıya çıktı. Sonra kendilerine tâbi olanların imanlarını soydular ve halkı da kaz gibi yoldular.
•
İslâm’ın önderi, kurtarıcısı imiş gibi görünen Erbakan, etrafında destekçileri görünce asliyetini inkâr etti ve hemen dinini ilân etti.
Çünkü apaçık din kurdu. “Refah’tan başka İslâm yoktur.” dedi.
Allah-u Teâlâ 1400 küsür sene evvel kendi dinini ilân etmiş, Âyet-i kerime’sinde:
“Allah katında din İslâm’dır.” buyurmuştur. (Âl-i imrân: 19)
Allah-u Teâlâ böyle buyuruyor, o ise bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyor ve böyle söylüyor. Bu sözü ile alenen Hazret-i Allah’a karşı geldiğini resmen ilân etti.
Diğer taraftan kendi dinini ayakta tutmak için: “Refah partisinden olmayanlar patates dinindendir.” diyerek, Allah-u Teâlâ’nın dinini patatese çevirdi. Kendi dinini yüceltmek için İslâm dinini küçülttükçe küçülttü.
Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i imrân: 85)
Bu Âyet-i kerime onun bu beyanını çürüttü, reddetti.
Gerek din kurmakla, gerekse bu Âyet-i kerime’leri inkâr etmekle bu adam allahlık dâvâsı gütmüştür ve bu Âyet-i kerime’ler mucibince küfre kaymıştır. Çünkü bir tek Âyet-i kerime’yi inkâr eden kâfir olur. Bu böyledir, bunu katiyetle bilin.
•
Dinini ilân etmekle kalmayıp allahlık dâvâsında bulundukları gibi, kurdukları dini ayakta tutmak için Allah-u Teâlâ’ya ve dinine hasım kesildiler ve küçümsediler.
“İnsan, bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yâsin: 77)
Hazret-i Allah’ın Din-i mübin’i olan İslâm’ı; menfaatlerine, gaye ve maksatlarına âlet ederek, İslâm’ın ulvî hükümlerini kendi çıkarları doğrultusunda bozmaya, değiştirmeye, yozlaştırmaya çalıştılar.
“O, bizim âyetlerimizden bir şeyler öğrendiği zaman onlarla alay eder. İşte öyleleri için alçaltıcı bir azap vardır.” (Câsiye: 9)
Bu sapıtıcı imamlar, dinlerini ilân edip ilâhlık dâvâsında bulunduklarından din-i İslâm’dan çıktılar, onlara tâbi olup ilâh kabul edenleri de dinden çıkardılar. Hepsi iman hırsızı oldular, yani imanlarından soyundular, küfre kaydılar.
•
Hazret-i Allah’ın dinini bırakıp din kuranların durumu:
Hani o “Hakk geldi batıl gitti!” diyenler? Hani o “Refah’tan başka İslâm yok!” diyenler? Hani o Allah-u Teâlâ’nın dinini kendisine mâletmek isteyen, allahlık dâvâsında bulunan ve: “Zekâtı bize vermezsen kabul olmaz.” diyenler? Hani o “Refah partisinden olmayanlar patates dinindendir.” diyenler? “Refahçı olmayanın Hacc’ı kabul olmaz, nikâhı sahih olmaz.” diyenler? Tesettürün kalkması için imza verenler? Refah dini için erkeği dişisi kapı kapı dolaşıp dilenenler ve halkı soyanlar? Hakkı ceplerine atıp bâtıl olup çıkanlar?
Bunların bütün gayeleri, kendi kurdukları dinlerine dâvet etmekti.
Ve fakat bu hakikat nuru çıkınca, bu cihatçıların meydana çıkması ile; yıldızların karanlığı delip geçtiği gibi, bu nur zulmâniyeti deldi geçti. Hak gelince bâtıl gitti, bunlar da bâtıl olup gittiler.
Bu ilâhi dâvet karşısında maskeleri düştü. Nûr-i ilâhî hâkim oldu. Ne allahlık dâvâsı kaldı, ne de onları ilâh edinen türemelerinde bir bağlılık kaldı. Hepsi de sükût-u hayâle uğradılar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Bu dünya hayatında biz onların peşine bir lânet taktık (daima lânetle anılacaklardır.) Kıyamet gününde ise onlar çirkinleştirilip iğrenç kimselerden olacaklardır.” (Kasas: 42)
Allah-u Teâlâ bunlara daha dünyada iken gadap etti, rezil ve rüsvay oldular. Ahiretteki durumları ise Allah’a kalmış.
Bunların yaptıkları yanlarına kâr kalmayacak, hepsi de rezil ve rüsvay olacak. Mülkün sahibi herkesi imtihan edecek, dilediğini dilediğine verecek.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Aralarında çıkan gruplar, birbirleriyle ayrılığa düştüler. Acıklı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin haline!” buyuruyor. (Zuhruf: 65)
Hakikat güneşi meydana çıkınca, ruhu ölenlerin kimisi dirildi, kimisi de ebedî âfâta gömüldü.
Erbakan, kurduğu Refah dininin dallarını İslâm dini ile süslemek istediyse de her dalı kurudu ve çürüdü.
Kurduğu dinine neler mâletmek istedi?
1. “Refah’tan başka İslâm yoktur.” dedi. (N. Erbakan’ın Düzce konuşması) Bu küfürdür.
Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imrân: 19)
2. Kendi dinine girmeyenler hakkında: “Refah partisinden olmayanlar patates dinindendir.” dedi. (N. Erbakan’ın Sivas Sıcakçermik konuşması)
Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:
“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i imrân: 85)
Ayakta dimdik duran din budur.
3. Allah-u Teâlâ’nın veli kulları hakkında: “Burada bir veli varmış! Refah’a hizmet mi etti de veli oldu?” dedi. (N. Erbakan’ın Bolu konuşması)
Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:
“İyi bilin ki, Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Yunus: 62)
4. “Refahçı olmayanın Hacc’ı kabul olmaz.” dedi. (N. Erbakan’ın Sivas Sıcakçermik konuşması)
Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:
“Hacc’a gidip gelmeye gücü yeten herkesin Kâbe’yi ziyaret etmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse şüphesiz ki Allah âlemlerden müstağnidir.” (Âl-i imrân: 97)
5. “Zekâtı bize vermezseniz kabul olmaz.” dedi. (N. Erbakan’ın Sivas Sıcakçermik konuşması)
Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:
“Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak fakirlere, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlara, kölelik altında bulunanlara, borçlulara, Allah yoluna ve yolcuya mahsustur. Allah bilendir, hükmünde hikmet sahibidir.” (Tevbe: 60)
6. “Refahçı olmayanın nikâhı sahih olmaz.” dedi. (N. Erbakan’ın Sivas Sıcakçermik konuşması)
Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:
“Nikâhınıza aldığınız kadınların mehirlerini bir hak olarak seve seve verin. Bununla beraber eğer mehirlerinin bir kısmını kendiliklerinden gönül hoşnutluğu ile size bağışlarlarsa onu da afiyetle yiyin.” (Nisâ: 4)
7. Yaptığı açıklamalarla; küfrünü ilân edip, Hazret-i Allah’a secde etmeyenleri, Hazret-i Kur’an’ı inkâr edenleri, İslâm’ı yaşamayıp, abdestle gusülle ilgisi olmayanları “Kardeş olarak kucaklıyoruz.” dedi. (RP. 4. Olağan Kongresi - Ankara)
Erbakan: “Aleviler bizim kardeşimizdir.” dediğine göre, meğer o da alevî imiş.
Şu Âyet-i kerime’ler ile onun bu sözünü çürüttük:
“Mü’minler kardeştirler.” (Hucurât: 10)
“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, O’nun Peygamberi’dir. Bir de, Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazlarını kılan, zekâtlarını veren müminlerdir.” (Mâide: 55)
8. Yahudi ve hıristiyanlarla müslümanların eşit olduğunu söyledi. (RP. 4. Olağan Kongresi - Ankara)
Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:
“Ey inananlar! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık ferman vermesini mi istersiniz?” (Nisâ: 144)
9. Ayrı bir parti kurarak bölücülük yapmış, Allah-u Teâlâ’nın hizbine karşı partisini ilân etmiştir.
Şu Âyet-i kerime ile onun bu durumunu çürüttük:
“İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi)dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah’ın hizbi (partisi)dir.” (Mücâdele: 22)
10. Setir hakkındaki Âyet-i kerime’leri inkâr edip setrin kalkması için imza vermiştir.
Onun bu hareketinin ne kadar yanlış olduğunu şu Âyet-i kerime’lerle izah ve ispat ettik:
“Mümin kadınlara da söyle! Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını namuslarını korusunlar. Ziynet (yerlerini) açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan, (yüz ve eller) müstesnâdır. Baş örtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde) yakalarının üstüne koyup örtsünler.” (Nûr: 31)
Onun bu hareketinin şu Âyet-i kerime’ler mucibince de ne büyük bir küfür olduğunu ortaya koyduk:
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerdir.” (Mâide: 44)
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerdir.” (Mâide: 45)
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar fâsıklardır.” (Mâide: 47)
Önce O’nun indirdiğini reddetmekle küfür suçu işlemiştir. İkinci olarak O’nun hükümlerini çiğnemekle zulüm suçunu işlemiştir. Üçüncü olarak ise sapmakla fâsık olmuştur.
İlk din kuran Erbakan’dır. İlk para toplayan Erbakan’dır. İlk olarak müslümanları İslâm dininden kaydırıp kendi dinine sokan yine odur. İlk çığırı o açmıştır.
Erbakan öyle büyük bir fitne çıkardı ki Allah-u Teâlâ’nın dinine sahip çıktığı gibi, bununla da kalmadı İmam Hatip mekteplerine de sahip çıktı, sanki kendisi kurmuş gibi... Kur’an kurslarına sahip çıktı, sanki kendisi kurmuş gibi... Tesettüre sahip çıktı, sanki ilâhi emirleri o veriyormuş gibi...
Sonra da bunların hepsinin kalkması için imza vermedi mi? Oysa vermek zorunda değildi. İcabederse sandalyesini bile terk edebilirdi ve fakat böyle yapmakla asıl icraatını ortaya koymuş oldu.
Şu kadar var ki bunların yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını sanmayın.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa alet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Azîz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur:
‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.’” (Tirmizî. Zühd, 60)
Setrin müdafisi gibi görünüyorlar. Setrin kalkması için imza vermedi mi?
Kur’an-ı kerim kurslarının müdafisi gibi görünüyorlar. Kapatılması için imza vermedi mi?
“İmam-Hatip mektepleri bizim evimizin arka bahçesidir.” dedi. Bunu da kendilerine mâletmek istedi. Bu mekteplerin kapanması için de imza vermedi mi?
Ve Ümmet-i Muhammed’e gelen bütün zararlar, bunlardan gelmedi mi?
Şimdi soruyorum size!
Bunu müslüman yapar mı hiç?
Onun bütün bu İslâm’a aykırı beyanlarının her birini Âyet-i kerime’lerle nasıl çürüttük!
“De ki: Hak geldi bâtıl gitti. Çünkü bâtıl yok olmaya mahkûmdur.” (İsrâ: 81)
Ey Refahçılar!
Şimdi size soruyorum. Kendi vicdanınıza bir danışın. Bu Âyet-i kerime’ler Allah-u Teâlâ’nın hükmüdür.
Diğer taraftan sizin ilâh edindiğiniz imamın hükümlerini sıralıyorum. Bütün gayemiz ikaz ve irşaddır.
Her ne kadar isim değişti ise de zihniyet değişmemiştir. Bu zihniyete bir kör tapa vurmamız lâzımdır.
Bunların içinde öyle insanlar biliyorum ki, İslâm için canını, malını feda etmeye hazır. Bu kadar iyi insanlar içlerinde mevcuttur. Bunları gördükçe yüreğim parçalanıyor. Allah’ım hidayet ihsan buyursun, imanımızı kemâlleştirsin.
Burada bir şey daha var ki; çok hulusi bir kalb-i selim ile Hazret-i Allah’a yönelip, tevbe ederse, tekrar İslâm dinine girerse, Allah-u Teâlâ’nın partisine dahil olursa, Allah-u Teâlâ tevbesini kabul ederse, dünya saâdetine, ebedî selâmete erebilir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Eğer tevbe ederlerse haklarında hayırlı olur.” buyuruyor. (Tevbe: 74)
Şayet İslâm dinine dönmezse; âkıbetlerini açıklıyorum!
Küfür içinde yaşar, küfür içinde ölür.
Oysa Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde:
“Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa O’na yaraşır şekilde öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.” buyuruyor. (Âl-i imrân: 102)
İşte bunlar gerçek ziyana uğrayan ve cehennemi boylayanlardır. Ve her şeyden mahrum kalanlardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyuruyor ki:
“Kendisine Rabb’inin Âyetleri hatırlatıldıktan sonra, onlardan yüz çevirenden daha zâlim kim olabilir?” (Secde: 22)
O kadar azmışlar ki, Allah-u Teâlâ onlara “Zâlim” diye hitap ediyor.
Başka bir Âyet-i kerime’de ise:
“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, onunki asla kabul edilmeyecektir. Ahirette de ziyan edenlerden olacaktır.” buyuruyor. (Âl-i imrân: 85)
İşte bunlar İslâm’ı bırakıp, Refah dinini kurdular ve saf müslümanları da bu dinin içine çekmeye çalışıyorlar.
İşte Allah-u Teâlâ’nın haklarında verdiği hüküm budur. Hadi bunu da inkâr etsinler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Hakkı bâtıl ile karıştırmayın. Bilerek hakkı gizlemeyin.” buyuruyor. (Bakara: 42)
Bakınız bütün bu ferman-ı ilâhî’yi inkâr edip, Allah-u Teâlâ’nın hükmünü çiğniyorlar ve dalâleti hakikat ile karıştırıyorlar. Böyle olduğu halde hâlâ bazıları bunlara müslümandır gözüyle bakıyor. Bu ne büyük gaflettir!
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Aralarında çıkan gruplar birbirleriyle ihtilâfa düştüler. Acıklı bir günün azabı karşısında, vay o zulmedenlerin haline!” buyuruyor. (Zuhruf: 65)
Bunlar ise Allah-u Teâlâ’nın mümin ve kâfir hudutlarını kaldırarak, “Kâfir de kardeşimizdir.” demekle alenen küfrünü ilân ediyor.
İmansız, şuursuz şakşakçı yine şakşak diyor.
Ve devleti, milleti paramparça yapacağını şimdiden haber veriyor.
Makam ve mevki hırsı için koca devleti yok etmeye çalışıyor ve böyle olmasını temenni ediyor. Ve buna rağmen imansız şuursuz şakşakçı yine ona şak şak diyor.
Onun içindir ki bunlara cehennem müstehak.
•
Hakikati bilmeyenler din kurucuların faaliyetlerini hâlâ İslâm için zannediyor. Onların faaliyetleri ancak kurdukları dini kuvvetlendirmek içindir. Onlar din-i İslâm’dan çıkalı çok oldu.
Âyet-i kerime’leri ve Hadis-i şerif’leri dikkatle oku ve incele.
İmanın varsa iman et! Eğer bu Âyet-i kerime’lere ve Hadis-i şerif’lere iman etmezsen, bil ki sen de o kâfirlerle berabersin.
Ey Refah dini mensupları!
Zekâtın kime verileceğini Allah-u Teâlâ Tevbe Sûresi 60. Âyet-i kerime’sinde beyan ediyor:
“Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, düşkünlere, onlar üzerinde çalışan (zekât toplayan) memurlara, kalpleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara, kölelik altında bulunanlara, borçlulara, Allah yolunda savaşa katılanlara ve yolcuya mahsustur. (Toplanan zekât, ancak bu sayılan yerlere verilir.) Allah bilendir, hikmet sahibidir.”
Zekât kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlara verilir.
Siz ise bu emr-i ilâhî’yi de dininize göre çevirdiniz.
Şöyle ki, Erbakan diyor ki: “Kim zekâtı bize vermezse kabul olmaz.”
Hâşâ! Allah mısın? Sen kimsin ki hükm-ü ilâhî’yi değiştiriyorsun?
Ey Refahçılar! Kim ki zekâtı partiye ve buna mümasil ahkâm-ı ilâhî’ye uymayan yerlere verirse zekâtı vermiş olmadığını kesinlikle bilsin.
Daha evvel de arz etmiştik: Partiye-pırtıya, binaya-zinâya zekât verilmez. Zira fakirin hakkını gasbedip, boğazından kesip yiyen kimse her şeyi yapar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
“Fasığa ikram eden kimse İslâmiyet'in yıkılmasına yardım etmiş olur.” (Münâvi)
İslâm dininden çıkmış, bir isimle din kurmuş bölücüye zekât veren, din-i İslâm yıkılsın diye yardım ettiği için zekâtını vermediğini kesinlikle bilsin. Oysa Hadis-i şerif'te belirtildiği üzere, zekât vermeyen kimsenin kıldığı namazı da imanı da şayân-ı kabul değildir.
Fakirin hakkı olan zekâtı, fakirin boğazından kesip alıyorlar. Bu ise Refah dinine ve kitabına göre bir hükümdür. Bu da hükm-ü ilâhî’ye ters düşer. Yani ilâhi hükmü kaldırıyor. Kendi dinini hüküm yerine koyuyor. Ve bunlara ‘Küfür icraatı yapıyorsunuz.’ dediğin zaman itiraz ediyorlar. Oysa senin yaptığın işlerin hiçbirisi İslâm’a uymuyor.
Bu İslâm dinine yakışır mı? İslâm dinine yakışır mı ki, İslâm gibi görünüyorlar.
“Bana zekâttan ver!” diyen bir zâta Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Yüce Allah zekât hakkında peygamber veya bir başkasının hükmüne râzı olmamıştır. Bu bakımdan onlar hakkında hükmü bizzat kendisi vermiştir ve zekâtı sekiz gruba paylaştırmıştır. Eğer sen bu gruplardan birisi isen sana veririm.”(Ebu Dâvud)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz peygamber olduğu halde bu hükmü verememiştir. Ve fakat bu bölücüler yolu kapatıyorlar, fakirin lokmasını alıyorlar. Bu bir gasp değil midir? Bütün bölücüler de bunu yapmıyorlar mı?
Bunlara zekât veren suret-i katiyede zekât vermiş sayılmaz. Yeniden vermesi lâzımdır. Eğer bu Âyet-i kerime’yi bilip iman etseydi, onların doğru yolda olmadığını görecekti.
Zira Âyet-i kerime’de:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” buyuruluyor. (Yâsin: 21)
Bu Âyet-i kerime mihenktir, ölçüdür. İman edenlere bu Âyet-i kerime kâfidir.
Erbakan İslâm dinini kendine mâl ederek, “Refah’tan başka İslâm yoktur.” demek suretiyle bütün ilâhi emir ve hükümleri inkâr ederek resmen dinini kurdu ve açıkladı. Açık olarak da ilân etti.
Allah-u Teâlâ ise Kelâm-ı Kadim’inde:
“Allah katında din İslâm’dır.” buyuruyor. (Âl-i imran: 19)
Allah-u Teâlâ benim dinim budur diyor, o ise bu emre karşı geliyor. İnkâr ediyor ve “Refah’tan başka İslâm yoktur.” diyor.
Refahtan olmayanlara “Patates dinindendir.” demesiyle Allah-u Teâlâ’nın dinine hakaret ediyor. Bir milyar müslümanı da kendine göre kâfir yapmış oluyor. Ve kendine göre bir şeriat kurmuş oluyor.
Dini ayrı, kitabı ayrı olduğuna göre kendine göre bir şeriatı var. Şeriat deyince o Erbakan’ın kendi şeriatıdır. Bunu İslâm şeriatı kabul etmeyin.
Şeriatı arzetmiştik ki; Allah-u Teâlâ’nın emri ve hükmüdür. Oysa Erbakan’ın şeriat dediği bu kelime, kendi dinine, kendi kitabına göredir. Kendi kurduğu şeriattır. Bunu başka türlü anlamayın.
Hülâsa, onun dini ayrı olduğu için şeriatı da ayrıdır. Onun şeriat dediği Refah dininin hükümlerine göredir. Kendini ilân ettiği için dini ayrı, kitabı ayrı, şeriatı ayrı olmuş oluyor. Ve Refah dinine, Refah kitabına göre iş ve icraat yapıyor. Oysa bunların yaptığı işlerin hepsi İslâm dini ile yani Allah-u Teâlâ’nın hükümleri ile ters düşer. Ve İslâm dinine göre yaptıkları bütün işler haramdır.
Ey saf ve temiz müslümanlar!
Eğer bunları ayırt etmeye bilgin yoksa Hazret-i Allah’ın kitabına müracaat et. Zira bütün Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’leri önünüze sürüyorum.
Allah-u Teâlâ onların dininin ayrı olduğunu beyan ediyor. Ben de dinimizi ve vatanımızı bölen bölücülerin de dininin ayrı olduğunu size arz ediyorum. Gerçek iman edersen bu böyledir.
Bu Âyet-i kerime’lere imanın yoksa her Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’e cevap vermek mecburiyetindesin. Ya iman edip müslüman olacaksın. Yahut inanmamakla küfredip kâfir olduğunu bileceksin. Doğru ise kabul edin, değil ise cevap verin.
Ama size arzettiğim gibi hep Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le cevap verin. Çünkü sizin önünüze hep Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif sunuyorum. Lâf katiyyen kabul edilmez.
Müslümanların fırkalara ayrılması, ihtilâf ve tefrikaya düşmeleri Kur’an-ı kerim’de şiddetle yasaklanmıştır.
“İnsanlar ilk önce bir tek ümmet idiler. Sonradan ayrılığa düştüler.
Eğer Rabb’inden ezelde bir takdir geçmemiş olsaydı, ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında hüküm çoktan verilmiş olurdu.” (Yunus: 19)
Allah-u Teâlâ bunlara karşı ne kadar gazaba gelmiş ki, yaratıkları sayılı bir ecele kadar geciktirmemiş olsaydı, gadab-ı ilâhî hemen üzerlerine inecekti.
Ezelden onlara tanınmış bir sürenin dolmasını murad ettiğinden, hemen helâk etmediğini ve fakat bunları er-geç helâk edeceğini beyan buyuruyor ve şiddetli bir azap ile azap edeceğini haber veriyor.
Allah-u Teâlâ zâlime mühlet verir, o verilen mühlet sırasında günah işledikçe azabını artırır. O ise bu mühleti kendisi için rahmet zanneder.
Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:
“Bilmiyorum, belki de bu (azabın ertelenmesi) sizi denemek ve bir süreye kadar sizi yaşatıp barındırmak içindir.” (Enbiyâ: 111)
Yani bu bölücülerin yaptıkları yanlarına kâr kalacak sanılmasın. Cezanın gecikmesi, azaplarının artmasına vesiledir.
“Aralarında çıkan gruplar birbirleri ile ayrılığa düştüler. Acıklı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin hâline.” (Zuhruf: 65)
Bunca Âyet-i kerime'ler onlara hitap ettiği halde hiçbirine aldırış etmiyorlar. Üstelik bu bölücülüğü İslâm namına yapıyorlar ve kendilerini müslümanların ön safında gibi göstermeye çalışıyorlar. Gayeleri bozgunculuk ve bölücülük. Bütün bölücüler böyledir.
İyi bilin ki onlar cehenneme girenlerin öncüsüdürler. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lere iman ediyorsanız bunu göreceksiniz.
Allah-u Teâlâ bunları nasıl acıklı bir azaba müstehak edeceğini ve acıklı bir azapla karşılaştıracağını açıkça beyan buyuruyor:
“İşte böyle... Çünkü onlar Allah'ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır. Bunun için Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır.” (Muhammed: 9)
Hazret-i Allah da onlardan hoşlanmamıştır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
“Allah-u Teâlâ'ya muhabbetin alâmeti zikrullahı sevmek, buğzunun alâmeti zikrullahı sevmemektir.” (C. Sağir)
Bu Hadis-i şerif de Allah-u Teâlâ'nın onlara buğzettiğine dair açık bir delildir. Çünkü onlar Hazret-i Allah'ın zikrinden göz yummuşlardır. Küfürlerini yaymaya çalışmaktadırlar.
Bunca Âyet-i kerime’ler onlara hitap ettiği halde hiçbirine riâyet etmiyorlar. Üstelik bunu İslâm nâmına yapıyorlar ve kendilerini müslümanların ön safında zannediyorlar. Gayeleri bozgunculuk ve bölücülük.
Madem ki bunca Âyet-i kerime’lere riâyet etmeyip ters düşüyorlar; buna İslâm dâvâsı demesinler de Refah dâvâsı desinler. Bunlar Refah’ın görüşüdür, İslâm’a atfedilmemeli. İslâm ise Hazret-i Allah’ın ve Resulullah Aleyhisselâm’ın hükmüne dayanır.
Âyet-i kerime’de:
“Yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.” buyuruluyor. (A’râf: 54)
En büyük gadab-ı İlâhî’ye maruz kaldıkları husus, Allah-u Teâlâ’nın kesinlikle yasak etmiş olduğu şeylere, “Allah-u Teâlâ böyle emrediyor.” diye göstermeleridir.
Bu gibiler solculardan daha tehlikelidir. Solcu aslını icrâ eder, gayesi bellidir. Lâkin bu gibiler, güya Din-i mübin’i onlar temsil ediyorlarmış gibi görünerek, Ümmet-i Muhammed’i bölmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla İslâm dini’ne en büyük darbeyi vuruyorlar. Bunu bir dış düşmanı yapamaz.
Mâide suresi’nin 44. Âyet-i kerime’sini müslümanların arasına bugünkü huzur bozucu tevili ile ilk ortaya atan ve kargaşa kapısını açan “Hariciler”dir. Onlar Hazret-i Ali -radiyallahu anh-, Hazret-i Muâviye -radiyallahu anh-, Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- ve buna mümasil birçok zevât-ı kiram’a cehaletleri yüzünden küfür damgası vurdular.
Bu ne haldir ki, Refahçılar Din-i İslâm’ı âlet ederek balon uçuruyorlar.
1. Uçursunlar amma Kelâmullah’ı âlet etmesinler!
2. Uçursunlar amma câmilerimizi işgal ve âlet etmesinler!
3. Uçursunlar amma güzel vatanımızda bozgunculuk yapmasınlar!
Bunları kendi parti binalarında yapsınlar. Refah partisine atfetsinler, İslâm dinine değil!
Bundan evvel de Erbakan Düzce toplantısında böyle bir balon uçurmuştu ve şu cevabı yazmıştık:
“Refah’tan başka İslâm yoktur.” dedi.
Yalandır! Bu sözünün doğruluğunu hangi Âyet-i kerime ile ispat edebilir? Bu, Hazret-i Allah’ın dinidir, lâf işi değil.
Aynı zamanda bu bir sözü ile iki yerden küfre kayıyor.
Birincisi:
“İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi)dir. İyi bil ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah’ın hizbi (partisi)dir.” (Mücadele: 22)
Âyet-i kerime’sini inkâr edip, Refah Partisi’ni onun yerine koyduğundan.
İkincisi ise, bir milyar müslümana küfür isnad ettiğinden ötürü.
“Bir kimse müslüman kardeşine küfür isnad etmesin. Zira o kimsede bu haller yoksa, sözler sahibine döner.” buyuruluyor. (Buhârî)
Biz size dememiş miydik her bölücü yalancıdır diye. Bu sözümüzü şu Âyet-i kerime’lerle ispat edebiliriz:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb’inizim. O halde benden korkun.
Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.
Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak!
Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır onlar işin farkında değiller.” (Müminûn: 52-56)
Bu Âyet-i kerime’leri daha önceleri sık sık arzetmiştik. Fakat dimağınıza iyice yerleştirmek için, Allah-u Teâlâ’nın çizdiği hudutları çiğneyerek dinden çıkan bu bölücülerin durumlarını şimdi size izah edeceğiz.
52. Âyet-i kerime:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb’inizim. O halde benden korkun.”
Bu Allah kelâmıdır, Ahmet’in Mehmet’in beyanı değil.
Cenâb-ı Hakk inananları tek ümmet kabul ediyor ve bu teklikten ayrılanlar huduttan ayrılmış oluyor. Onlar bu emr-i ilâhî’yi dinlemediler ve korkmadılar. Yetmiş üç fırkadan yetmiş ikisi huduttan böyle çıktı. Allah-u Teâlâ’nın emrine uymadıklarından ve ters düştüklerinden, dinden çıktılar.
53. Âyet-i kerime:
“Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.”
Dinden murad isimleri, kitaptan murad ise zan ve tüzükleridir.
İslâm’dan çıktıktan sonra her bir bölücü birer isim yaptı. Bu isimler birer dindir. Oysa İslâm’da bir tek ümmet, bir tek din vardır.
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imrân: 19)
Allah-u Teâlâ’nın yanında makbul olan din yalnız budur.
Kitaba gelince; İslâm dininin kitabı birdir, o kitap Hazret-i Kur’an’dır. Onların kitapları ise kendi zanlarına göre uydurdukları hüküm ve tüzükleridir. Allah-u Teâlâ burada açık olarak işaret ediyor. Murad-ı ilâhî budur, bunu böyle bilmemiz lâzımdır.
Onların dini ayrıdır, kitapları ayrıdır. Her bölük kendi dinine göre, kendi kitabına göre hareket ediyor. Böylece dinden çıkıyorlar ve bundan pek memnundurlar, aralarında bununla seviniyorlar. Hepsine sor, hepsi de kendi tuttukları yoldan memnundur. Bu yoldan onları alıkoymak da mümkün değil.
54. Âyet-i kerime:
“Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıklarıyla başbaşa bırak.”
Allah-u Teâlâ burada bölücülerin dalâlet batağında yüzdüğünü bir bir beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor.
55-56. Âyet-i kerime:
“Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller!”
Buradaki murad-ı ilâhî, Allah-u Teâlâ bunlara karşı o kadar gazaba gelmiş ki, bunlara bolluk verme ile dalâlet batağında daha rahat yüzmelerini, daha büyük azapla yakalamak için bol günah işlemelerini sağlamaktadır. Çünkü dünya Allah-u Teâlâ’nın yanında sevimsizdir. Amma bu gafillerin farkında da olmadıklarını buyuruyor, iman edenlere duyuruyor.
Diğer Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Âyetlerimizi çekişmeye dalanları gördüğünde onlardan yüz çevir.” (En’âm: 68)
“Bırak onları, yesinler, zevk alsınlar, arzu onları oyalayadursun. Yakında bilecekler!” (Hicr: 3)
Nitekim dinini dünyaya satan, kendilerine mahsus din kuran, işleri güçleri halkı soymak ve yolmak olan bu bölücüler zevk ve sefâ ile yaşarlar ve bu hayatın hiçbir zaman ellerinden gitmesini istemezler. Allah-u Teâlâ’nın dini yıkılsın, kendi dinleri ayakta kalsın isterler. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın kelâmı, onların dalâlette olduklarını göstermektedir. Bunun içindir ki Allah-u Teâlâ’ya şirk koşmuşlardır ve bunlar apaçık birer müşriktir.
Ve bunlara meyil dahi eden bunlardandır.
“Onların malları da çocukları da seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla dünya hayatında onların azaplarını artırmayı ve canlarının kâfirler olarak güçlükle çıkmasını istiyor.” (Tevbe: 55)
Bu Âyet-i kerime’de de görüldüğü gibi, Allah-u Teâlâ gerçekten bunlara o kadar gazaba gelmiş ki; onları büyük bir azapla yakalamak için, nefislerinin arzularını yerine getirmekte ve bol günah işlemelerine imkân vermektedir. Deccal’e vereceği gibi.
Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:
“Allah’ın emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belânın gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nûr: 63)
Bu Âyet-i kerime’lerle, bu gerçeklerle, kendi tuttukları yolun vicdanlarında bir muhasebesini yapıp kararlarını versinler. Ya Âyet-i kerime’lere inanacaklar, bölücülükten vazgeçecekler; ya da inkâr edecekler, yoldan çıktıklarını kabul edecekler. Açık olarak küfrü kabul etmiş olacaklar.
Vay bölücülerin haline!
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Doğrusu kitaplılar kendi dinlerinde yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Biri hariç diğerleri cehennemliktir.” buyururlar. (Ahmed bin Hanbel)
Fakat bu bölücüler yahudileri de hıristiyanları da geçtiler, yetmiş üç fırkaya ayrıldılar.
Bölücüler Müminûn Sûre-i şerif’inin 52-56. Âyet-i kerime’lerini çürütüp hükümsüz hale getirmek ve kendi dinlerini ayakta tutmak için, çeşitli yollara başvuruyorlar.
Ezcümle bu Âyet-i kerime’lerin güya yahudiler hakkında nâzil olduğunu iddia etmeleri bunun bir ifadesidir.
Halbuki gerek Âyet-i kerime’lere gerekse Hadis-i şerif’lere bakıldığında, müfessirin-i izâm hazeratının beyanlarına dikkat edildiğinde, Ümmet-i Muhammed’e âit olduğu görülür.
Diğer taraftan “Sebebin hususiyeti hükmün umumiyetine mâni değildir.” kaidesi unutulmamalıdır. Çünkü Kur’an-ı kerim’de mevcut olan her hüküm, kim hakkında nâzil olursa olsun, Ümmet-i Muhammed’e de şâmildir.
Kelâmullah sanki asırların ve devirlerin kitabı değilmiş gibi “Sebeb-i nüzul!.. Sebeb-i nüzul!..” diye diye bu ilâhî fermanı on dört asır öncesi hadiselere hasretmek, Kur’an-ı kerim’i ifsad etmek için ancak bölücülerin başvurdukları bir âdettir.
“Halbuki Kurân-ı Azîmüşan kendisini bütün insanlığa duyurmak ve anlatmak için nâzil olmuş ve duyurmuştur. Ancak, onun mânâları ihata olunup bitirilemez. Bir mânâsı inkişaf ederken arkasından bir mânâ daha, arkasından bir mânâ daha yüz gösterir. Nurunun aydınlığı içinde gizlilik zuhur eder.
Mümine hitap ederken kâfire bir inzar fırlatır. Kâfiri inzar ederken mümine bir tebşir nüktesi uzatır. Avama hitap ederken havassı düşündürür. Âlime söylerken câhile dinletir, câhile söylerken âlime dokundurur. Geçmişten bahsederken geleceği gösterir. Bugünü tasvir ederken yarını anlatır. En sade müşahadelerden en yüksek hakikatlere götürür. Müminlere gaybı anlatırken, kâfirleri halden bizar eder. Ve bütün bunları hâle, makama, mekâna, zamana, mevzua göre en uygun en lâtif kelimelerle ifade eder.” (Hak dini Kuran dili)
•
Müminûn sûre-i şerif’inin ilgili Âyet-i kerime’lerinin yahudiler hakkında nâzil olduğunu söylemeleri, Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerinin hükmünü çürütmektir. Çünkü bu Âyet-i kerime’ler kendi kurdukları dinlerinin içyüzlerini gösteriyor. Kendi dinlerini kuvvetlendirmeye, Allah-u Teâlâ’nın dinini yıkmaya ve kelâmını çürütmeye çalışıyorlar.
Biz de bu hükümleri üzerlerinden kaldırmak isteyen bu bölücülerin önüne, aynı hükmü taşıyan; Hicr: 90-94, Enbiyâ: 92-94 ve Rûm: 30-31. Âyet-i kerime’leri sırayla koyuyoruz. Bu müşrikler bu hükümlere ne ad takacaklar?
Bu Âyet-i kerime’lere iman mı edecekler, yoksa küfürde mi kalacaklar diye denemek için bu Âyet-i kerime’leri önlerine sürüyorum.
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’âm: 159)
Bu Âyet-i kerime bütün bölücülerin İslâm dâiresinden atıldıklarına dair hudut çizmektedir.
Allah-u Teâlâ onları kulluğundan tardetmiş, dininden atmış, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine de tardetmesi için emir buyurmuştur. “Benim onlarla ilgim yok, senin de olmasın.”
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de onları:
“Ayrılık yapan bizden değildir.” (Münâvî)
Hadis-i şerif’i ile ümmetliğe kabul etmiyor.
Bu şuna benzer; bir baba çocuğunu evlâtlıktan reddetmiş, nüfusundan da sildirmiş. Artık o evlât her ne kadar “Ben filân kişinin oğluyum.” dese bile mirastan mahrum edilmiştir.
Bunlar da imandan ve İslâm’dan mahrum edilmişlerdir.
Allah-u Teâlâ rahmet kapılarını onların üzerine kapamış, bölücüler hakkında hükmünü vermiş, âkıbetlerini açık olarak beyan etmiştir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- Hazretleri bu Âyet-i kerime’nin ümmet-i Muhammed hakkında nâzil olduğunu söylemiştir.
Müfessir Elmalı’lı Hamdi Yazır Efendi’nin bu Âyet-i kerime hakkındaki beyanları şöyledir:
“Dinin bazı ahkâmını tanıyıp bazısını tanımayarak parçalayan; veya dinlerini tevhid-i Hakk’ta toplamayıp muhtelif emeller, mâbudlar, metbûlar (liderler) ve türlü türlü yollarla çatallandıran, hak dinden ayrılmaya kalkışanlar, içtihadlarını tevhid için değil tefrik için sarfedenler, her biri ayrı bir lidere ve nefislerinin arzularına taraftarlık ederek fırka fırka olup yahudi ve hıristiyanlar gibi tefrikaya düştüler.
Ne teessüf ki müslümanlar da bu hallere düşmüşlerdir.
Nitekim Aleyhisselâtü Vesselâm Efendimiz buyurmuştur ki:
“Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir. O bir fırka-i nâciye ise benim ve ümmetimin üzerinde gittiğimiz yolda gidenlerdir.”
Bundan şu anlaşılır ki yahudilerden bir, hıristiyanlardan bir, müslümanlardan bir olmak üzere üç fırka-i nâciye yoktur. Her zaman için bir fırka-i nâciye vardır ki, o da Peygamber Aleyhisselâm’ın ve ashâbının yürüdükleri tarik-ı hak ve sırat-ı müstakim olan tevhid (birlik) yolunda yürüyenlerdir.
Diğerlerine gelince, sen onlardan hiçbir şeyle âlâkalı değilsin. Dinlerini tefrik edenlerden ve fırka fırka olanların fırkalarından, hallerinden ve felâketlerinden ne mesulsün, ne haklarında Allah’tan bir şey sorup istemeye salâhiyetin vardır, ne onların sana tutunmaya ve gittikleri yolu sana isnad etmeye hakları vardır, ne de senin onlara şefaât etmeye salâhiyetin vardır.
Onlara yapılacak iş, tatbik olunacak emir yalnız Allah’a aittir. Ne yapacağını ancak O bilir. Sonra zamanı gelince onlara ne yaptıklarını haber verecektir.” (Hak dini Kur’an dili cilt: 3 sh. 2110-2111)
•
Bu bölücüler İslâm için değil, isim için çalıştıklarından, Allah-u Teâlâ onları reddetmiştir. Biz İslâm için çalışırız, onlar isim için çalışırlar.
İyi bilin ki bizim onlarla hiçbir ilgimiz yoktur. Onlarla muhatap değiliz, onları Hazret-i Allah ile muhatap bırakıyoruz. Ya inanacak iman edecek, saâdet-i ebediyeye kavuşacak ve sonra da bize teşekkür edecek. Veyahut inanmayıp küfür batağına batacak. Bu vebal kendisine aittir.
Allah-u Teâlâ’nın emir ve hükümlerini yerleştirmek istiyorum ve Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerine iman etmeye dâvet ediyorum. Eden eder, kalan kalır. Sadece tebliğe memurum.
“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.
Eğer belirli bir süre için Rabb’inin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hükmedilerek iş bitirilmiş olurdu.” (Şûrâ: 14)
Buradan anlaşılıyor ki Allah-u Teâlâ onlara karşı ne kadar gazaba gelmiş!
Bir taraftan kulluğundan tardetmiş, diğer taraftan da en şiddetli bir azabı onlara hazırladığını beyan buyurmuş.
Bunlar da bölücülükte sevinedursunlar. Bunlara uyanlar da ibret alsınlar. Çünkü aynı azabı onlar da tadacaklar. Uymak şöyle dursun, onlara meyletmek dahi helâk olmaya kâfidir.
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
“Azabı gördükleri zaman kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler.” (Furkân: 42)
Amma kaçıp kurtulmak ne mümkün?
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Fırkalar kendi aralarında ayrılığa düştüler. O büyük güne şahit olunduğu zamanda vay o kâfirlerin haline!
Bizim huzurumuza çıkacakları zaman ne iyi duyarlar ve ne iyi görürler! Fakat o zâlimler bugün apaçık bir sapıklık içindedirler.
Resul’üm! Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları, işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar.
Şüphesiz ki biz bütün yeryüzüne ve üzerinde bulunanlara vâris olacağız. Onlar bize döndürülecekler.” (Meryem: 37-40)
Yukarıda belirtilen Âyet-i kerime’leri ile ve yukarıda geçen Müminûn sûresi 52-56. Âyet-i kerime’leri ile Hazret-i Allah’ın kulluğuna, Hadis-i şerif’le de Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ümmetliğe kabul etmediğini biz nasıl kabul edelim?
“Ayrılık yapan bizden değildir.” (Münâvî)
Ancak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’leri esas tutarız. Lâfa, yalana, dolana asla itibar etmeyiz, ona göre cevap verin.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Kendisine Rabb’inin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?
Muhakkak biz zâlimlerden öç alacağız!” buyuruluyor. (Secde: 22)
Müminûn sûresinin 52-56. Âyet-i kerime’lerinin nur ışığı altında dinleri ayıralım.
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imrân: 19)
Kitabullah ise Hazret-i Kur’an’dır:
“Bu Kur’an doğruluğu şüphe götürmeyen, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren bir kitaptır.” (Bakara: 2)
Onun emir ve hükümlerine şeriat denir.
“Sen o şeriata uy.” (Câsiye: 18)
Kim ki bunlara, yani Allah-u Teâlâ’nın emir ve hükümlerine rızâ gösterirse o Allah-u Teâlâ’nın hudutları dahilindedir.
“Bu hükümler Allah’ın hudutlarıdır. Kim Allah’ın hudutlarını aşarsa kendine yazık etmiş olur.” (Talâk: 1)
Bunları red ve inkâr eden olursa kâfir olur. Çünkü hükm-ü ilâhiye böyledir.
“Âyetlerimizi inkâr etmek için yarışırcasına gayret sarf edenler var ya, işte onlar için acıklı bir azap vardır.” (Sebe: 5)
Kim ki, İslâm dinini alet ederek, dini dünyaya değiştirirse onlar için acıklı bir azap vardır.
“Bize kavuşmayı ummayanlar, dünya hayatına râzı olup, onunla tatmin olanlar var ya!
İşte onların kazandıklarına karşılık varacakları yer ateştir!” (Yunus: 7-8)
Onlar dini alet etmiş ve birer isim takarak İslâm’dan çıkmışlardır.
“Onların çoğu Allah’a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar.” (Yusuf: 106)
Bütün iş ve icraatları da isimlendirdiği din veya kitaba göredir.
“Allah’a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah’ın birleştirmesini emrettiği şeyi ayıranlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar... İşte lânet onlar içindir ve kötü yurt cehennem de onlarındır.” (Ra’d: 25)
Onlar İslâm dininden çıktıkları için Allah-u Teâlâ onlara sapık ismini vermiş.
İslâm gibi görünüyorlar. İslâm dinine en büyük tahribatı yapıyorlar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onların içyüzünü Hadis-i şerif’lerinde beyan etmişlerdir.
“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır. Amma kalpleri kurt gönlü gibidir. Azîz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ bu gibiler için şöyle buyuruyor:
‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar? Yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.” (Tirmizî. Zühd, 60)
Bunların ismi ve aslı budur. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu türemeleri koyun postuna bürünen kurtlar diye tarif ederken Allah-u Teâlâ sapıktır diye vasıflandırmaktadır.
“Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak.” (Müminûn: 54)
Her birinin ayrı bir isimle ortaya çıkmaları ayrı bir din kurduklarını göstermektedir. Bu bakımdan bunlar İslâm dininin tahripçileri ve yıkıcılarıdırlar. Bunlar kurdukları dini kuvvetlendirmek için İslâm’mış gibi görünerek müslümanları yolarlar.
Birden bu türemeler türedi.
Allah-u Teâlâ kendi partisini açıklamış, felâhın, kurtuluşun da yalnız burada olduğunu beyan buyurmuştur.
“İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi)dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah’ın hizbi (partisi)dir.” (Mücâdele: 22)
Allah-u Teâlâ “Benim partim budur.” buyuruyor.
Bu partiden ayrılan, başka partilere giren Allah-u Teâlâ’nın partisinden çıkmıştır.
Kim ki Allah ve Resul’üne iman etmişse, bu partiye tâbidir.
Erbakan’a inanıp uyanlar da o partinin adamlarıdır. Onlar Hazret-i Allah ve Resul’ünün partisinden değildir. Niçin? Onun sözüne inanıp, Âyet-i kerime’ye inanmadıkları için.
Menfaat, mevki, nam için zanda bulunuyorlar ve İslâm dini’ni âlet ediyorlar. Bu suretle de yalan söylüyorlar.
Din lâf işi değildir. Bu bölücüler Din-i mübin’i böyle parçalıyorlar.
Bunların bize teşekkür etmeleri lâzım değil mi? Ki biz sadece ikaz ediyoruz. Hüküm Hazret-i Allah’ındır.
Şimdi biz çekilelim aradan. Onları Hazret-i Allah ve Resul’ü ile başbaşa bırakalım. Zira onlarla muhatap değiliz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde bölük ile partiyi ayırmıştır. Bölük ayrı şeydir, parti ayrı şeydir.
“Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan din veya kitapla sevinmektedir.” (Müminûn: 53)
Onlar Allah-u Teâlâ’nın partisinden ayrıldılar. Başka partilere uydular. Fakat Allah-u Teâlâ gerek bölük, gerek parti hakkında şöyle ferman buyuruyor:
“Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıklarıyla başbaşa bırak.” (Müminûn: 54)
Benim partim budur, “Ülâike hizbullah”tır. Yani, yalnız Hazret-i Allah ve Resul’ünün partisindenim. Başka hiçbir parti ile ve hiçbir din kurucu ile de ilgim ve işbirliğim yoktur.
Zira Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’âm: 159)
“Semi’nâ ve eta’nâ” Bu Âyet-i kerime’yi işittim ve itaat ettim. Hiçbir parti ile hiçbir bölücü ile ilgim yoktur.
Zira her din kuran bölücü, İslâm dinini yıkmak için, kendi dinini ayakta tutmak için çalışır. Binaenaleyh, bunlar Hazret-i Allah’ı ve Resul’ünü âlet ederler. Gaye ve maksatları, cemaati kendilerine çevirmek ve kurdukları dini kuvvetlendirmek içindir.
Bunlar dinlerini kurmuşlar, böylece dinden çıkmışlardır. Bunun içindir ki en büyük İslâm düşmanıdırlar.
Binaenaleyh gerek bölücülerin, gerek dinini parça parça edenlerin, gerek Hakk’tan ayrılıp parti kuranların hepsinin din olduğunu Hazret-i Allah’ın beyanlarından öğreniyoruz. Ve Cenâb-ı Hakk bize bunları duyuruyor. Sen kendi imanına göre bunu tahvil et.
Bugünkü partilere gelince;
Beş parmağın hepsi de bir değildir. Bunların içinde iyiler de var, kötüler de var. Gerçekten Allah için çalışanı göremedim. Hepsi de, bu çiftlikte benim de bir koltuğum olsun istiyor ve “Cebim dolsun” diyor, “Borum ötsün, filmim de çekilsin.” diyor. Fakat aslında dünya bir sinemadır. Herkes denenmek için gönderilmiştir.
Âyet-i kerime’de:
“O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır.” buyuruluyor. (Mülk: 2)
Hiçbir din kurucularından değilim. Onların bütün faaliyetleri kurdukları dini kuvvetlendirmek içindir. Allah-u Teâlâ’nın dinini yıkmak için çalışırlar ve ceplerini doldururlar. Şöhretim çok olsun isterler.
Daha evvel denilmişti ki:
Bu mülkün sahibi olan Hazret-i Allah iki kişi gönderecek. Birisi Nurullah, diğeri Hidayetullah. Bunları temizleyecekler.
Merak ederseniz kendi durumumu şöyle arzedeyim. Bunu öğrenmek istiyorsanız benim iç durumum budur:
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kelâm-ı kadîm’inde:
“Dine bağlı kalın ve dinde ayrılığa düşmeyin.” buyurmaktadır. (Şûrâ: 13)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde:
“Ayrılık yapan bizden değildir.” (Münâvî; c.3, sh. 357)
“Cemaatte rahmet, tefrikada azap vardır.” buyuruyorlar. (Münâvî)
Müslümanların fırkalara ayrılması, senlik-benlik yüzünden ihtilâf ve tefrikaya düşmeleri; İslâm’ın özüne ve izzetine, şevket ve satvetine halel getirdiği, kardeşlik bağlarını kopardığı, güçlerini parçalayıp zayıf düşürdüğü için şiddetle yasaklanmıştır.
Emr-i ilâhî çiğnendiği için dinde ayrılık yapmanın suç ve cezası o kadar ağırdır ki; Allah-u Teâlâ azapların tehirini ahirete bırakmamış olsaydı, bölücülük yapanların, tefrikaya sapanların cezalarını dünyada vererek onları hemen helâk ederdi.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Hepiniz O'na yönelin ve O'ndan korkun, namaz kılın, müşriklerden olmayın.
Onlar ki dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka oldular. Her bölük her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.” (Rûm: 31-32)
Allah-u Teâlâ kullarının kendisine yönelmelerini, yalnız kendisinden korkmalarını ve kulluk yapmalarını, nefislerini ilâh edinmemelerini emir buyuruyor. Zira bu bir şirktir, yapan müşriktir. Kim ki bu emr-i ilâhî'yi dinlemezse, onun Hazret-i Allah ile ve İslâm dini ile ne ilgisi kalır?
Bu Âyet-i kerime'de de Allah-u Teâlâ, dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan bölücülerin müşrik olduğunu ve tuttukları yoldan memnun olduklarını beyan buyuruyor.
Kendi yanında bulunan dinden murad, yaptıkları isimdir. Kitapları ise kendi zanlarına göre uydurdukları hüküm ve tüzükleridir. Bunun böyle olduğunu çok iyi bilin.
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
“Sizin O'nu bırakıp da taptığınız, kendinizin ve atalarınızın adlandırdığı uydurma bir takım isimlerden başka bir şey değildir. Allah bunlara dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm koyma yetkisi ancak Allah'ındır. O da kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf: 40)
Âyet-i kerime'de açık olarak görülüyor ki, her birinin ayrı bir isimle ortaya çıkmaları; ayrı bir din kurduklarını göstermektedir. Bu bakımdan bunlar İslâm dininin tahripçileri ve yıkıcılarıdır. Kâfir dediğin kimse bu tahribi yapamaz ve fakat müslüman zannettiğin bu kâfirler İslâm dinine en büyük düşmanlığı yapıyorlar.
Siz ise hâlâ bunlara müslüman gözüyle bakıyorsunuz.
Sana da yuh olsun!
Onlara meylettiğiniz veyahut müslüman zannını verdiğiniz anda onlardan olursunuz. Çünkü onlar Allah-u Teâlâ'nın kelâmını çürütmek ve hükm-ü ilâhî'yi hükümsüz hale getirmek için yarış halindeler.
“Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışırcasına uğraşanlar için de iğrenç ve acıklı bir azap vardır.” (Sebe: 5)
İşte âkıbetleri de budur.
•
Elmalılı Hamdi Yazır Efendi Âyet-i kerime'lerin tefsirinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar ki dinlerini ayırdılar, öbek öbek oldular. Her biri kendi hususiyetine, kendi çıkarına, dar kafası ile kendi kuruntusuna göre bir hevâ ile dinini ayırıp ayrı bir başbuğ arkasına düşerek fırka fırka olmuşlar, her bölük kendilerindekine güvenmektedirler.” (Hak dini Kuran Dili, Cilt;5 sh.3826)
•
Görülüyor ki;
Müminûn sûre-i şerif'i 52-56. Âyet-i kerime'leri,
Hicr sûre-i şerif'i 90-94. Âyet-i kerime'leri,
Enbiyâ sûre-i şerif'i 92-94. Âyet-i kerime'leri,
Rûm sûre-i şerif'i 30-31. Âyet-i kerime'leri aynı noktayı işaret ettikleri halde ayrı ayrı nâzil olmuşlardır. Bölücülerin iç durumlarını ortaya koyuyor. Kaçacak hiç yerleri yok. Hangi birini inkâr edecekler?
“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.
Eğer belirli bir süre için Rabb’inin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hemen hükmedilerek iş bitirilmiş olurdu.” (Şûrâ: 14)
“İnsanlar ilk önce tek bir ümmet idiler, sonradan ayrılığa düştüler.
Eğer Rabb’inden ezelde bir takdir geçmemiş olsaydı, ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında hüküm çoktan verilmiş olurdu.” (Yunus: 19)
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiç bir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’âm: 159)
“İşte bundan ötürü sen onları tevhide, birliğe dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma.
Ve de ki: Allah’ın indirdiği kitaba inandım, aranızda adalet yapmakla emrolundum.
Allah bizim de Rabb’imiz sizin de Rabb’inizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size âittir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar. Dönüş de ancak O’nadır.” (Şûrâ: 15)
Görülüyor ki Hazret-i Allah birleşmeyi emrediyor, bölücülüğü de şiddetle yasak ediyor. İslâm’da hizmet gerek, bölücülük değil.
Bize soruyorlar:
Sizin grubunuzun adı nedir?
Elhamdülillahi Rabbil-âlemin. Dinimiz İslâm, kitabımız Hazret-i Kur’an, peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm.
Hangi partidensiniz?
Hazret-i Allah ve Resul’ünün partisindeniz.
Âyet-i kerime’de:
“İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi)dir.” buyuruluyor. (Mücâdele: 22)
Her grubun ve partinin adı var. Allah-u Teâlâ onlar hakkında hükmünü vermiş, âkıbetlerini açık olarak beyan etmiştir.
Bölücü ve particilerin dinden kaydıklarına dair bunca Âyet-i kerime var iken; Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, yetmişikisinin dalâlette ve cehennemde olacağını, ancak Resulullah Aleyhisselâm’ın ve Ashâb’ının yolunda olanların cennete gireceğini resmen beyan ederken; diyeceksiniz ki bunlar Âyet-i kerime’leri ve diğer Hadis-i şerif’leri görmüyorlar mı?
Evet görmek istemiyorlar. Nefsâni ve dünyevi arzularına uyarak bu Âyet-i kerime’lerin apaçık mânâlarını görmemezlikten ve bilmemezlikten gelip, bâtıl ve mesnetsiz fikir ve iddiâlarını Hakk ve hakikat gibi göstermek isteyen bu gibi kimseler dalâlet batağına kaymışlardır, onlar bir şey görmezler. Her bölücü kendi yoluyla ve partisiyle övündüğü için; yalnız kendilerinin müslüman olduklarını, doğru yolda bulunduklarını zannederler.
Halbuki Hazret-i Allah Kur’an-ı kerim’inde:
“Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ede-riz. Artık o onun ayrılmaz bir arkadaşıdır. Hiç şüphesiz ki şeytanlar o insanları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda bulunduklarını, hidayete erdirilmiş olduklarını zannederler.” buyuruyor. (Zuhruf: 36-37)
•
Gayemiz “İSLÂM”dır, isim değil.
Muradımız “Hazret-i Allah ve Resul’ü”dür, bölücülerden herhangi biri değil.
Biz kendimizi hâdim-i dervişan olarak ilân etmişizdir. İslâm’dan daha büyük şeref olamaz.
Bizim yolumuzun diğer yollardan asıl ayrılış noktası şudur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” buyuruyor. (Yâsin: 21)
Ne para toplarız, ne de talebelerden ücret alırız. Bütün yaptığımız iş ve icraatlar kendi gayretimizledir. Çalışanlar yalnız Rızâ-i ilâhî için çalışırlar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Sizden bir kimse rızkından firar etse bile, rızık ölüm gibi kendisini bulur.” buyuruyorlar. (Münâvî)
Vakfın şartlarından birisi olarak da “Kimseden bir şey istemeyin, geleni reddetmeyin.” diye ilân etmişizdir.
Onlar ise avuç açmakla geçiniyorlar, isteyip de topluyorlar. Bu doğru değildir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Cenâb-ı Allah haris (aç gözlü) ve çekiştirilen (Tenkit edilen) isteyicilere buğzeder.” (C. Sâğîr)
“El açıp isteyenler, o el açıp istemelerindeki zül ve hakareti bilselerdi, dünyada hiçbir zaman dilencilikte bulunmazlardı.” (C. Sâğîr)
“Haberiniz olsun ki, dünya mel’undur. İçindekiler de mel’undur. Ancak Allah-u Teâlâ’yı zikretmek ve O’nun rızâsına uygun şeylerle, bilen ve öğreten kimse müstesnâdır.” (Tirmizî)
Biz hiç kimseye bağlı değiliz, kimseden de bir şey beklemiyoruz. Biz ancak Hazret-i Allah ve Resul’üne -sallallahu aleyhi ve sellem- sığınırız. Onun içindir ki, cesaretle konuşuyoruz. Kimseden de korkumuz yok.
Biz “İlâhî Görüş Birliği”ne dâvet ederiz. Gelenlerin gönüllerine Hazret-i Allah ve Resul’ünün -sallallahu aleyhi ve sellem- muhabbetini ve emirlerini koymaya, her türlü bölücülükten arındırmakla yalnız Hazret-i Allah ve Resul’ünde -sallallahu aleyhi ve sellem- birleştirmeye, aralarında gerçek bir kardeşliğin tesisine gayret ederiz.
Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan.
Muhakkak iç ve dış, din ve vatan düşmanlarına karşı yekvücut olmamız lâzım.
Âyet-i kerime’lerde:
“Mü’minler kardeştirler.” (Hucurât: 10)
“İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız. Kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız.” buyuruluyor. (Mâide: 2)
Size iki numune veriyorum. Birisi Bediüzzaman Hazretleri, diğeri ise Hacı Süleyman Efendi. Bu zâtların icraatlarına dikkat ederseniz; ne maddeye tapmış ne de siyaset batağına batmış görürsünüz.
Amma bugün nurcuyuz ve süleymancıyız diyenler onların izinden ayrılmışlardır.
Şayet siz de menfaate tapar, siyasete dalarsanız; iyi bilin ki mânâyı bırakmış, dalâlet batağına batmış olursunuz.
Şu Âyet-i kerime size bu hususta yeter:
“Allah hiç kimsenin göğsünde iki kalp yaratmamıştır.” (Ahzâb: 4)
Ki, birini muhabbet-i Mevlâ’ya, diğerini muhabbet-i mâsivâya hasretsin. Bir kâlpte iki sevgi yaşamaz.
Kim ki Hakk’tan ayrılıp saparsa bizden değildir. Kötü icraatı nefsine âittir, yola atfedilmesin.
Bundan endişe duyduğum için, yoldan saparlar korkusu ile hiç kimseyi vekil bırakmış değiliz.
Hazret-i Allah ve Resul’ünün -sallallahu aleyhi ve sellem- emri esastır, mahlûkun hükmü yoktur, bölücülerin hepsi yalancıdır. Hazret-i Allah Mü’minûn sûresi’nin 52-56. Âyet-i kerime’lerinde onların durumlarını açıkça beyan etmiştir.
Herhangi bir bölücü bu beyanlarımıza cevap vermek istediği zaman; her Âyet-i kerime ve her Hadis-i şerif’e, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le cevap vermek mecburiyetindedir. Nasıl ki biz onların durumlarını Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le beyan ediyorsak!..
Lâfla onlar ancak birbirini kandırırlar. Bizim için mühim olan Hükm-ü ilâhiye’dir. Âlim ilmiyle cevap verir. Münâfık da küfürle cevap verir. İçindeki küfrünü dışarıya çıkarır.
En üstün meziyet İslâm’da emrolunduğu gibi hizmet, müslümanım demek en büyük şereftir.
“İnsanları Allah’a çağıran, kendisi de sâlih amel işleyen ve ‘Doğrusu ben müslümanlardanım!’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir? (Fussilet: 33)
Her asrın insanı yaşadığı devirde kime tâbi olduysa, kime bağlandıysa, kimin peşinden gittiyse onunla mahşere çağrılacaktır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“İnsan sınıflarından her birini biz o gün imamları ile beraber çağıracağız.” (İsrâ: 71)
İmam; insanlara öncülük eden, beraberinde de kendi yolunca giden ve peşinden gelen bir topluluk meydana getiren lider, önder demektir.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz bu Âyet-i kerime hakkında:
“İmamdan murad herkesin yaşadığı asrın önderidir.” buyurmuşlardır.
Herkes dünyada kimin bayrağı altında bulunmuşsa, kime uymuş, kimleri rehber edinmişse ahirette de onun bayrağı altında bulunacaktır.
Rehber edindiği, peşine düşüp gittiği lideri nereye götürülürse onlar da oraya gidecek, dünyada olduğu gibi ahirette de bir ve beraber olacaklardır. İyiler iyilerle beraber cennette, kötüler kötülerle birlikte cehennemde olacaklardır.
Firavun ahirette avânesinin önünde cehenneme gittiği gibi, bu sapıtıcılar da küfre kaydırdığı kimselerin hepsinin cehennemde öncüleridirler.
Sapıtıcıların peşine takılanlar, kendilerinin sonsuz bir felâkete düşmelerine sebep oldukları için onlara büyük bir kin ve öfke duyarlar. “Sen bizim buraya girmemize sebep oldun” diyerek, leş üzerine üşüşen kargalar gibi üzerlerine üşüşürler ve şöyle derler:
“Siz bize sağdan gelir, sûret-i haktan görünürdünüz!” (Saffat: 28)
Körükörüne peşlerine sürüklendikleri kimselerin ahiretteki zillet ve meskenetlerini, ne kadar sefil bir duruma düştüklerini gördüklerinde onlara şöyle derler:
“Biz size uymuştuk, sizin bağlılarınızdık, şimdi siz Allah’ın azabından zerrece bir şey olsun savıp bizi koruyabilecek misiniz?” (İbrahim: 21)
Bütün saltanat ve kisveleri dünyada kalan, yaptıkları tahrik ve tahriflerin, sapma ve saptırmaların cezasıyla karşı karşıya bulunan sapıtıcılar onları yüzüstü bırakır giderler. Aralarındaki bütün ülfet ve muhabbet sebepleri ortadan kalkar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Böylece Allah onlara bütün yaptıklarını hasretler ve pişmanlıklar halinde gösterecektir.
Onlar cehennemden çıkmayacaklardır.” (Bakara: 167)
İslâm’mış gibi görünüp, din-i İslâm’a en büyük darbeyi vuranlar bunlardır.
Bunun içindir ki mürşid aramak çok mühimdir. Bir Mürşid-i kâmil vardır irşad eder, bir mürşid vardır ifsad eder.
Bu sebepledir ki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkunuz ve sâdıklarla beraber olunuz!” buyuruyor. (Tevbe: 119)
Şeytanla, şeytanlaşmış şeyhlerle değil.
Âyet-i kerime’de geçen sâdıklardan murad, Fenâfillah’a ermiş Mürşid-i kâmil’lerdir. Gerçek vâris-i enbiya onlardır.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Onları ateşe çağıran imamlar kıldık. Kıyamet günü onlar yardım göremeyeceklerdir.” (Kasas: 41)
“Bu dünya hayatında biz onların peşine bir lânet taktık (daima lânetle anılacaklardır.) Kıyamet gününde ise onlar çirkinleştirilip iğrenç kimselerden olacaklardır.” (Kasas: 42)
İyilerin arkasında gidenler, saadet-i ebediyeyi kazanmaya vesile oldukları için liderlerini överek ve ona duâlar ederek büyük bir mutluluk içinde Cennet-i âlâ’ya doğru yürüyeceklerdir. Saptırıcı liderlerin peşine takılanlar ise felaket-i ebediyeye düşmelerine sebep oldukları için onlara büyük bir kin ve öfke duyacaklar, düşünmeden körü körüne ardına sürüklendikleri önderlerine lânetler yağdıracaklar, bedduâlar edeceklerdir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için ‘Ey Rabbimiz! Bizi saptıranlar işte bunlardır. Bunlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!’ derler.
Allah da ‘Zaten hepsinin azabı kat kattır, fakat siz bilmezsiniz.’ buyurur.” (A’raf: 38)
“Öncekiler de sonrakilere derler ki:
Sizin bize hiçbir üstünlüğünüz yok. O halde siz de kazandıklarınıza karşılık tadın azabı!” (A’raf: 39)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Kıyamet gününde insanlar bir araya toplanır, Rabbimiz ‘Her kim neye tapmışsa onun ardına düşsün.’ buyurur. Artık kimi güneşin, kimi ayın, kimi tağutların (kodamanların) peşine düşüp gider.” (Buhari. Rikak: 52)
•
Başkalarının peşlerinde körü körüne giden, bu hususta kendilerini uyarmak isteyen münevver insanları dinlemeyen kimseler, o gün hakikati apaçık gördüklerinde; liderlerinin suret-i haktan görünerek her şeyi nasıl ters gösterdiklerini, o kodamanlara uydukları için nasıl bir felâkete düşürüldüklerini ve azabın hazır vaziyette kendilerini beklediğini müşahede ettiklerinde pek büyük bir hasret çekecekler.
Avam güruhu, dünyada iken lider kabul ederek körü körüne peşlerinde sürüklendikleri kimselerin ahiretteki zillet ve meskenetlerini, ne kadar sefil bir duruma düştüklerini gördüklerinde onlara şöyle derler:
“Biz size uymuştuk, sizin bağlılarınızdık, şimdi siz Allah’ın azabından zerrece bir şey olsun savıp, bizi koruyabilecek misiniz?” (İbrahim: 21)
Kendilerine ne emretmişlerse emirlerini tutmuşlar, onlara uydukları için zaten bu acı sonuca varmışlar.
Bütün yetkileri, makam ve mensupları dünyada kalan, yaptıkları tahrip ve tahriklerin, sapma ve saptırmaların cezası ile karşı karşıya bulunan önderler bu sözler karşısında mahçup olurlar, acziyetlerini itiraf ederler ve derler ki:
“Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi, biz de size doğru yolu gösterirdik.” (İbrahim: 21)
“Her ümmet (topluluk) girdikçe kardeşine (kendini saptıran yoldaşına) lânet eder.” (A’raf: 38)
Saptırıcı önderlerle onlara şuursuzca uyan şakşakçılar bir araya gelince husumet ve karşılıklı tartışmalar başlar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için ‘Ey Rabbimiz! Bizi saptıranlar işte bunlardır. Bunlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!’ derler.” (A’raf: 38)
Hırlaşmalar ve ithamlar işte böyle başlar. Körükörüne peşlerinden sürüklendikleri ve felâket-i ebediyeye düşmelerine sebep oldukları önderlerine Allah-u Teâlâ’dan “Ey Rabbimiz!” diye başlayarak, kat kat cezalar vermesini isterler.
Çünkü onlara uydukları ve küfürde peşlerinden gittikleri için sapıklığa düşmüşler, onların açtığı çığırda yürüdükleri için cehenneme müstehak olmuşlar.
Allah-u Teâlâ onların bu isteklerine şu şekilde mukabele eder:
“Zaten hepsinin azabı kat kattır, fakat siz bilmezsiniz!” (A’raf: 38)
İstedikleri kat kat azap hem kendileri için, hem de onlar içindir. Kitleleri bâtıl yollara sürükleyen küfür liderleri hem kendi küfürlerinden, hem de başkalarını doğru yoldan saptırdıklarından ötürü; körü körüne bunların peşinden sürüklenenlere de hem kâfir olduklarından, hem de gönül rızası ile sapık liderleri taklit etmelerinden dolayı iki kat azap edilecektir.
Uyan da uyulan da birbirlerinden karşılıklı kuvvet almışlar, şirretliklerini beraberce yapmışlardır. Şimdi ise hem kendileri için hem de şuursuzca kabullendikleri fırkalar için ne kadar acıklı azaplar karşılarına çıkmıştır.
Allah-u Teâlâ’nın bu beyanı üzerine öncekiler sonrakilere şöyle derler:
“Sizin bizden üstünlüğünüz yoktur, kazandığınıza karşılık azabı tadın!” (A’raf: 39)
Orada buna benzer suçlamalar ve lânetleşmeler sürüp gider.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Onlar birbirlerini suçlayıp çekişirler.” (Saffat: 27)
“Siz bize sağdan gelir, suret-i haktan görünürdünüz!” (Saffat: 28)
Bâtılı süslerler, hak diye gösterirlerdi. Günahları sevap diyerek onlara işlettirirlerdi.
Kendilerini hayrat ve hasenâta sevketmek, doğru yolu göstermek istediklerini söyleyerek onları kandırıp Allah yolundan alıkoyarlardı. En güvendikleri noktalardan yanlarına sokulur, onları ayartmaya çalışırlardı.
“Hayır! Zaten siz inanan kimseler değildiniz.” (Saffat: 29)
•
Saptırıcı önderlere uymanın acı ıstırabını çok acı bir şekilde çeken uyruklar güruhu, kin ve intikam duyguları ile dolup taşarak Allah-u Teâlâ’ya yönelirler.
Derler ki:
“Ey Rabbimiz! Bunu bizim başımıza kim getirdiyse, ateşte azabını kat kat artır.” (Sâd: 61)
Aslında burada onlara karşı duydukları kin ve nefreti dünyada iken duymaları gerekiyordu.
“Ey Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi yoldan çıkarıp sapıtanları bize göster. Onları ayaklarımızın altına alalım da en alçaklardan olsunlar!” (Fussilet: 29)
İnsanları saptırıp yoldan çıkaranların, dinden, diyanetten, ahlâk ve fazilet değerlerinden mahrum bırakanların büyük bir azaba uğrayacaklarında şüphe yoktur. Fakat Allah-u Teâlâ’nın kendilerine verdiği aklı kullanmayıp, dinin ilâhi beyanlarını dinlemeyip, bu gibi saptırıcıların gösterdikleri çıkmaz yollara sapan kimseler de onlar gibi azaba müstehak olmuşlardır. Kendilerini mazur göstermeye asla salâhiyetleri olamaz.
“Ey Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize uymuştuk, onlar da bizi yoldan saptırdılar.” (Ahzab: 67)
“Ey Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver. Onları büyük bir lânete uğrat!” (Ahzab: 68)
Halbuki kendilerine ne emretmişlerse yapmışlar, onlara uydukları için zaten bu hale düşmüşlerdi.
•
“O zaman küfür öncüleri azabı görünce kendilerine uyanlardan hızla uzaklaşıp giderler ve aralarındaki bütün bağlar kopar.” (Bakara: 166)
Körü körüne uydukları liderler onları yüzüstü bırakır giderler. Dünyadaki gibi baş olmak iddiasında bulunamazlar. Her şeyden vazgeçerler. Aralarındaki bütün ülfet ve muhabbet sebepleri ortadan kalkar. İttifak etmek üzere yaptıkları yeminleri ve anlaşmaları bozulur.
“Onlara uyup arkalarından gidenler ‘Ah ne olurdu, bir daha dünyaya gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşmış olsaydık!’ derler.” (Bakara: 167)
“Böylece Allah onlara bütün yaptıklarını hasretler ve pişmanlıklar halinde gösterecektir.
Onlar cehennemden çıkmayacaklardır.” (Bakara: 167)
“Tat bakalım! Hani sen kendince çok üstün, çok şerefli bir kimse idin!” (Duhan: 49)
İkaz edildikleri halde bu ikazlardan nefret duyanlar var ya, iman ettikleri saptırıcı imamlarla cehenneme girdikleri zaman ne kadar pişmanlık duyacaklar.
“Ah keşke dinleseydik!
Hazret-i Allah’a ve Resulü’ne iman etseydik. Allah-u Teâlâ’nın dâvetçisi bize hep O’nun kelâmını önümüze çıkarıyordu. Fakat biz azgınlar bu âyetlerden ikrah ederdik. Çünkü sizin dininize girmiştik. Meğer o ne güzel bir dâvetçiymiş, keşke uysaydık! Şimdi ise sizden ikrah ediyoruz. Bu azgın ve alevli ateşler içerisine, size uymamız, yolunuzda bulunmamız ve çalışmamız sebebiyle girdik.” diyecekler.
Onların boyunlarına demir halkalar takılır, yetmiş arşın uzunluğunda zincirlere vurulur. O bir lânet halkasıdır, o lânet halkası ile kaynar suya da atılırlar.
Aslında o lânet halkası onlara daha dünyada iken takılmıştır. Zira onlara Allah-u Teâlâ ve melekler, peygamberler ve sâlih kullar kıyamete kadar lânet etmişlerdi.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Bu dünya hayatında biz onların peşine bir lânet taktık (daima lânetle anılacaklardır.)
Kıyamet gününde ise onlar çirkinleştirilip iğrenç kimselerden olacaklardır.” (Kasas: 42)
Zira onlar İslâm dininden çıktılar, din kurucu oldular.