Muhterem Okuyucularımız;
Narcılar, sûret-i hakk’tan görünüp, müslümanlardan öyle paralar topladılar ki; ne ev, ne araba, ne de para bıraktılar. Hararetli konuşmalarla insanları tahrik ettiler ve hepsini ellerinden aldılar.
Halbuki Allah-u Teâlâ bu haramı yasaklamıştı.
Âyet-i kerime’de:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” buyuruluyor. (Yâsin: 21)
Bir de bu hareketi İslâm namına yapınca, gadabullahı celbettiler.
Bu para toplamalar, müslümanların varlıklarını almalar o kadar büyüdü ki artık paraları koyabilmek için banka kurdular.
Böylece Hazret-i Allah’a alenen harp ilân ettiler.
“Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve peygamberine açılmış bir savaş olduğunu bilin.” (Bakara: 279)
Müslümanların paralarını, maddelerini aldıktan sonra şöhret ve iftar sofralarında haram-helâl gözetmeden milyarları savuruyorlar.
“Tesettür teferruattır” diyerek emr-i ilâhî’yi bir taraftan inkâr ediyor diğer taraftan nefsinin arzusunu ilâh edinerek ilâh’lık dâvâsını ilân ediyor.
Son beş-altı yıldır küfrün hoş görülmesi toplantıları yaptılar, Vatikan’a kadar gidip Papa’ya bağlılıklarını bildirdiler, 2000 yılı Nisan ayında ise Urfa’ya hıristiyan papa ve papazları ile yahudi hahamlarını dâvet ederek İbrahim Aleyhisselâm’ı dahi emellerine alet ettiler, küfürle kardeş olduklarını resmen ilân ettiler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Birbirine hasım iki zümre.” buyuruyor. (Hacc: 19)
Bu iman ve küfür berzahıdır, hakikat ile dalâlet berzahıdır. Tevhid ve şirk mücadelesidir.
Zira diğer bir Âyet-i kerime’sinde:
“İman ile küfür kesin olarak birbirinden ayrılmıştır.” buyuruyor. (Bakara: 256)
Bunlar ise iman ile küfrü karıştırmak istediler. Küfrü hoş gösterdiler ve tevhidi bırakıp şirki tercih ettiler. Allah-u Teâlâ’nın hududullah’ını kaldırmaya kalktılar. Allah-u Teâlâ böyle buyuruyorken onlar küfrün hoş görülmesi için çalışıyorlar.
Papa’nın ilân ettiği “Kurtarıcı misyon” isimli genelgesi “Dinlerarası diyalog, kilisenin bütün insanları kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Bu misyon diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir.” şeklinde iken bunların kime hizmet ettiklerini anlamayan, gözlerini açıp bu oyunu sezemeyen müslümanlara ne demeli?
Dinini ilân edip, papazı “Hazret” kabul edip, onun maksad ve gayesinin hedefe ulaşması, müslümanların hıristiyanlaşması için çalışmak, din-i İslâm’a ve güzel vatana en büyük ihanette bulunmak değil midir?
•
Allah'a emanet olunuz.
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
“Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur'an okuyacaklar. Fakat Kur'an'ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır).
Nitekim onlar, okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir.
İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır.”
(Müslim: 1067)
“Hizbullah’a Tâbi Olanlar, Hizbüşşeytan’a Tâbi Olanlar, Hizbülvahşet’e Tâbi Olanlar” isimli kitabımızın bölümlerine ehemmiyetine binaen kaldığımız yerden devam ediyoruz.
İlk evvelâ talebelere teheccüd namazı kıldırmakla işe başlayan narcılar, İslâm’ın ön safında görünerek; temiz, nezih ve saf müslümanları avladılar. Sonra lüzumlu olan maddeyi elde edince ve etraflarında kalabalıkları görünce, kendilerinde bir güç gördüler ve dinlerini ilân ettiler, ilâh kesildiler.
Şöyle ki; İslâm’mış havasına bürünerek sûret-i hakk’tan göründüler, içeriye sızdılar. Bunlar daha evvel kurulmuş olan bir İslâm birliğini yürütür gibi oldular. Baştan takvâ hayatı yaşıyor gibi göründüler. Kürsülerde İslâm’ın iyiliğinden, küfrün kötülüğünden bahsettiler. Bu mülkün sahibi olan Allah-u Teâlâ’nın emir ve nehiylerinden uzun uzadıya söz ettiler. İslâm dinine göre talebe yetiştiriyorlardı. Zira Bediüzzaman Hazretleri’nin izinde idiler. O büyük velinin feyiz ve bereketi ile talebeleri bir müddet böylece devam etti. Teheccüd namazı dahi kılıyorlardı. Fakat hemen prensiplerini değiştirdiler, para toplamaya başladılar. Bu ise İslâm dininde yasaktır. Buradan yanılgıya düştüler. Zira bu Âyet-i kerime bir berzahtır.
Allah-u Teâlâ buyurur ki:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Onlar İslâm’mış gibi göründüler, bu perde altında halkın evini, arabasını almaya başladılar. İslâm’dan ilk ayrılışları böyle oldu.
Bu topladıkları haram olduğu için harama daldılar. Haram yiyince yolları değişti. Artık şöhret, nam, makam sevdasına düştüler ve o biricik yoldan ayrıldılar ve din-i İslâm’dan çıktılar.
Artık işleri çeşitli yollarla müslümanların maddelerini almak oldu. Sinsi sinsi İslâm’a böylece büyük düşmanlık yapıyorlardı. Çünkü müslümanların ellerinden bütün varlıklarını alıyorlardı.
Sûret-i hakk’tan görünüp vaaz ve nasihatlarında İslâm’mış gibi hararetli konuşmalar yaptılar ve müslümanları tahrik ederek öylesine paralar topladılar ki, ne para bıraktılar, ne araba bıraktılar, hepsini ellerinden aldılar.
Hududullah’tan ayrılmaları önce bu icraatları ile oldu.
Bir de bu hareketi İslâm namına yapınca, gadabullahı celbettiler.
Bir de Allah-u Teâlâ’nın kesin emri olan tesettürü hafife alıp inkâr ettiler.
Bu da yetmiyormuş gibi imanlı talebeleri yavaş yavaş küfre meylettirdiler. Değil namaz, değil teheccüd namazı; o genç dimağlara küfrü hoş göstermeye çalıştılar ve küfre daldırdılar. Nihayet dinini ilân etti. Papazlarla anlaştılar, papazları resmen hazret kabul etti, papalık adına hoşgörü ve diyalog toplantıları tertiplediler ve küfrün hoş görülmesi için iman ve küfür berzahının kaldırılması için çalıştılar. Tevhid inancını, İslâm’ın iman ve İslâm esaslarını bırakıp küfre “kardeşimiz” dediler.
Alenen Hazret-i Allah’a karşı gelip, küfrü hoş gördüler, hoşgörüyü ilân ettiler ve bütün müslümanları kötü olmaya dâvet ettiler.
Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyanlarla dost olmayı yasaklamış ve Âyet-i kerime’sinde:
“Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” buyurmuştur. (Mâide: 51)
Papazları ilâh edindiler, küfürle övündüler ve şerefi küfürde aradılar.
Nurdan nâra döndüler, isim değiştirdiler. Bediüzzaman Hazretleri’nin yolundan, izinden gidenler kurtuldu. O büyük veliye uyanlar nurlandı. Küfrü hoş görenler ise narlandı. Böylece küfrünü alenen ilân ettiler ve dâvet ettiler, yalnız bunlar nurculuktan narcılığa geçtiler. Ve narcıları imandan ettiler. Küfrü hoş göstererek onların hepsini küfür batağına düşürdüler.
•
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Sizin için deccal’den daha çok deccal olmayanlardan korkarım.”
“Onlar kimlerdir?”
“Saptırıcı imamlardır.” (Ahmed bin Hanbel)
Din-i İslâm’ı bıraktılar, hududullah’tan ayrıldılar, alenen Hazret-i Allah’a, Kelâmullah’a ve Resulullah’a karşı geldiler.
Bunlar ilkten müslüman gibi göründüler. Müslümanların kendi etraflarında toplandıklarını görünce asıl hüviyetlerini ortaya koydular, dinlerini kurdular ve ilân ettiler. Onlara uyan ve tapan türemeler din-i İslâm’dan çıktılar. İmanları gidince hepsi küfüre daldılar. Oysa deccal, alenen Allah’lık dâvâsında bulunacağı için hiçbir iman-ı kâmil olan kimse, imanını bırakıp kâfir olmaz. Zira imanı gidince herşey yapar. Fâizi helâl görür, Süleymancılar gibi. Küfrü hoş gösterir, Narcılar gibi. Dinini ilân eder Refahçılar gibi. Küfür diyarında kendisini halife ilân eder Kaplancılar gibi.
Artık iman gidince herşey yapılır. Fâiz, kumar, içki, fuhuş ve bütün kötü işler yapılır.
O zaman huzur bozulur. Pahalılık meydana gelir. Halk, Hazret-i Allah’tan ayrılınca, O’ndan koptuğu için halktan medet umar. Onun bunun peşine takılır. Hele ayak takımı başa geldiği zaman herbiri birer kaynar su tepesine döker ve yine yandım der yine de onu destekler. Neden; dinden imandan koptuğu için.
Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım.” (Müslim)
Zira bunlar yalancıdırlar. Böyle oldukları halde sûret-i haktan görünürler. Saptırıcı imam; müslümanların Hakk’tan ayrılarak sapıklığa, bâtıl yollara gitmelerine sebep olan kimsedir.
Diğer bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Ümmetimden yalancılar deccaller vücuda gelir.” (Münâvî)
Bu gibi kimselerin geleceğini, bu iş ve icraatları yapacaklarını Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz biliyordu ve ümmet-i muhteremesini uyandırıyor, şerlerinden sakındırıyordu.
Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Allah kimi saptırırsa artık onun için yol gösteren yoktur. Allah onları azgınlıkları içinde bırakır, bocalayıp dururlar.” (A’râf: 186)
Müslüman gibi görünen nankörler, hem yüce dinimize hem de güzel vatanımıza ihanet ederken, küfrü satın aldıklarını ve küfre hizmet ettiklerini görürsün, aynı zamanda aslını icra ederken bulursun.
Âyet-i kerime’de:
“Onların kalpleri iman etmedi.” buyuruluyor. (Mâide: 41)
Narcıların metotlarına dikkat! Bunlar müslümanların çeşitli yollarla maddelerini almakta ustalaşmışlardır.
1. Balığa olta atar gibi, gözüne kestirdikleri bir kimseye evvelâ hediye gönderirler, karşılık beklemezler. Bu adam bu hediyenin altında kalmamak için mukabele etmek ister, almazlar. “Hele sen bizim bir toplantımıza teşrif buyur.” derler. Adam toplantıya geldiği zaman o hediyenin altında kalmamak için bir şey yapmak ister. Onlar da: “Bir burs, iki burs verseniz!” derler. Yani beş milyonluk bir hediyenin karşılığında adamın yüz milyonunu, iki yüz milyonunu hemen oracıkta hallederler. Adam da ister istemez mecbur olur, bu parayı verir. Artık bir yerine on bin alırlar, yüz bin alırlar.
2. Bunlar bu mesleğin ustası olmuşlar. Gözüne kestirdiklerini yemeğe dâvet ederler. Adam da yemeye dâvet ediliyorum diye memnuniyetle kabul eder. Fakat bu dâvetleri balık otu mesabesindedir. Ona yemeği yuttururlar, yemekten hemen sonra da salonlara çekerler. Yardım kampanyası açılır. Cazgırlar başlar bağırmaya: “Benden şu kadar, benden şu kadar!..” diye. Bunlar kendi içlerindeki adamlarının tuzaklarıdır. Buraya düşen bir misafir, bunları gerçek zanneder, bunların gözboyacılığına aldanır, bu durum karşısında utanır ve: “Benden de bu kadar!” deyiverir. hemen parasını alırlar. Artık iş sıraya dökülür. “Senden ne kadar?”, “Senden şu kadar?”, “Senden de şu kadar?”
Bu fasıl bittikten sonra, “Benden şu kadar!” diyen kalmayınca, artık senetle dolaşırlar. Para toplamak ve yanında parası olmayanlara senet imzalatmak için masaları bir bir dolaşırlar. “Sen ne kadar yardım ediyorsun?” derler. “Yanımda param yok.” diyenlere senet imzalayabileceğini söylerler. Adam mahçup olmamak için o senedi imzalar. Artık imza attı mı? Attı. O vaad ettiği parayı günü gelince alırlar. Vermezse icrâya verirler, evi, arabası, nesi varsa elinden alırlar, zerre kadar insaf etmezler. Adamı evsiz, arabasız, parasız pulsuz bırakırlar. Bunlara ne diyelim? İsmini siz koyun.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde bunlar hakkında şöyle buyurur:
"Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyuruyor:
Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır." (Tirmizî)
Bir kere pençeyi taktı mı, kişinin ciğerini söker alırlar.
Daha önceleri İslâm’ı kullanırlardı, bu işleri İslâm nâmına yaparlardı. Fakat artık ne oldukları belli olunca, İslâm ismini kullanmıyorlar, yardım ismi altında topluyorlar. Artık İslâm ismi yok, yardım ismi var. Bu tuzaklarla halkı tuzağın içine düşürmeye çalışıyorlar. Tüccar demiyorlar, esnaf demiyorlar, talebe demiyorlar, bu tertip altında alabildikleri neleri varsa alıyorlar. Artık maskeleri düştü, ne oldukları belli oldu. Amma kurtulan da kurtuldu.
3. Bunların bir de himmet geceleri vardır. Bu himmet gecelerinde kendilerinin çok muhtaç olduklarını, talebe okuttuklarını, yardıma ihtiyaçlı olduklarını söylerler. Himmet gecesi adı altında çeşitli yollarla ve göz yaşlarıyla gayet ustalıkla karşıdakilerini rikkate getirirler.
Vâiz kürsülerinde müslümanların merhametini celp etmek için gözyaşı döken, “dünyalık bir evimden başka hiçbir şeyim yok” diyen adamı artık şimdi tanıdınız mı?
Amma bunu söyleyenler şimdi bankalar kurdular ve bu paralarla Amerika’da yaşıyorlar. Bir şu yaptığı işe bakın! Bir de şu yaşadığı hayata bakın!..
Daha evvel İslâm önderi gibi görünürlerdi, milyonlarca müslümanı küfre soktular. Küfrü hoş gördüler, küfrü hoş gördükleri zaman, küfrün içine batanlar battı.
Bir taraftan narcılık dinine çekmek suretiyle müslümanların imanlarını, diğer taraftan maddelerini, mal ve mülklerini aldılar.
Bunların iç durumlarını Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz bin dört yüz sene evvel haber vermiş ve diğer bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır.
"Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur'an okuyacaklar. Fakat Kur'an'ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır). Nitekim onlar, okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir.
İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır." (Müslim: 1067)
Karıncalar bala batar, bal yiyeceğim diye. Fakat bala girer hayatına mâl olur, ölür.
Her yönden narcılara bakıyorum, dinden çıkmışlar ve artık bir daha dine dönecek de değiller. Bunların durumları böyledir.
“Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.” (Enfâl: 55)
Ey arkadaş! Bunları tanı! Bunlardan kendini koru. Zira bir taraftan imanları, diğer taraftan maddeleri soyuyorlar.
Küfrü hoş görüyorlar ve küfür diyarında, ecnebi memleketlerinde barınıyorlar. Bu küfrü hoş görenlerden kaçının.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
"Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır." (Mâide: 51)
İşte Âyet-i kerime, işte yaptıkları!
Ya bu Âyet-i kerime’ye inanacaksınız müslüman olacaksınız, veyahut ki bu Âyet-i kerime’yi inkâr edeceksiniz kâfir olacaksınız.
4. Talebeleri bahane edip müslümanların kurbanlarını nasıl alıyorlar?
5. Zenginlerin işyerlerine giderler ve yardım dilenirler. Fabrikalar, fabrikatör evlerini bir bir gezerler. Talebeleri bahane edip yardım toplarlar. Oysa onlar talebelerden de ücretlerini alıyorlar.
Bu toplanan paralarla işte gördüğünüz gibi bir taraftan Amerika’da yaşıyorlar, diğer taraftan banka kuruyorlar. Bu İslâm dini’nde var mı?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
"Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah'a ve peygamberine açılmış bir savaş olduğunu bilin." (Bakara: 279)
Bu Âyet-i kerime’ye bakıp hüküm vermeyecek misiniz?
Ey müslüman! Bu metodlara dikkat et, bunların tuzaklarına düşme. Zira hem imanın, hem de paraların gitmiş olur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
"Fâsıka ikram eden kimse İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur." (Münâvî)
Binaenaleyh, bunlara vereceğiniz bir kuruştan bile ind-i ilâhîde mesulsünüz. Çünkü görüyorsunuz, ki bunlar küfrü hoş gördüler, İslâm’ı yıkmak için çıktılar. Siz de onlara destek oluyorsunuz. Onlara herhangi bir yardım ederseniz, İslâm dininin yıkılmasına yardım ettiğinizi artık öğrenin.
Kime sırtlarını dayadılar, nereye kaçtılar? Dolayısıyle hem dinimizi, paramparça ettiler, hem vatanımızı paramparça etmeye çalıştılar.
•
Bunların dinleri narcılık dini, imanları paradır. Paraları kesilirse dinleri de yok olur.
O paralarla banka kurdular. Bu ise İslâm dini ile tam ters değil midir?
Şu bankalarındaki ihtişama bir bakın, süslerine bir bakın! Bu paralar nereden geldi? Sen helâl paranı hayır diye verdin, fâsıka yardım ettiğin için İslâm dinini yıkmaya vesile oldun.
Şöyle bir düşün! Yardım diye verdiğim paralarla Amerika’da yaşıyorlar. Sen bir gün gidip yaşayabiliyor musun?
Onu Amerikalılar hem destekliyor, hem koruyor.
İşte bunların içyüzü budur!
•
Dinleri narcılık, imanları para, has huyları; çeşitli yollarla saf ve temiz müslümanların maddelerini almaktır.
•
Artık paraları bitiyor, para koparacak yer arıyorlar. Fakat imanları gitti, artık eski rağbetleri yok. Allah-u Teâlâ bunları söndürdü.
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh-Hazretleri buyururlar ki:
“Âhir zamanda Mehdi yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta, Hâtem’ül-velâye’den başka adâleti (hakkhaniyeti) ayakta tutacak kimse olmaz.” (Hatmü’l-velâye. Fâtih no: 5322. 1686 yaprağı.)
Kardeşler öyle bir cihada girdiler ki, azimle her tarafa bu nuru yayıyorlar. Bu azimle zulümat söndü ve sönecek inşallah. Artık can çekiştiriyorlar, canlanamıyorlar.
İlâh edindikleri adam narcıların kalbine öyle bir küfür tohumu ekti ki küfürde dondu kaldılar.
Müslümanlardan öyle paralar topladılar ki; ne ev, ne araba, ne de para bıraktılar. Hararetli konuşmalarla insanları tahrik ettiler ve hepsini ellerinden aldılar.
Zira Allah-u Teâlâ bu haramı yasaklamıştı.
Âyet-i kerime’de:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” buyuruluyor. (Yâsin: 21)
Bir de bu hareketi İslâm namına yapınca, gadabullahı celbettiler.
Bu para toplamalar, müslümanların varlıklarını almalar o kadar büyüdü ki artık paraları koyabilmek için banka kurdular.
Böylece Hazret-i Allah’a alenen harp ilân ettiler.
“Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve peygamberine açılmış bir savaş olduğunu bilin.” (Bakara: 279)
Müslümanların paralarını, maddelerini aldıktan sonra şöhret ve iftar sofralarında haram-helâl gözetmeden milyarları savuruyorlar.
“Tesettür teferruattır” demesiyle emr-i ilâhî’yi bir taraftan inkâr ediyor diğer taraftan nefsinin arzusunu ilâh edinerek ilâh’lık dâvâsını ilân ediyor.
Müslümanlar Hakk’a yakın olanı iftara çağırırlar, bunlar ise açık saçıkları oruç tutmayanları iftara çağırıyorlar. Bir nevi İslâm ile alay ediyorlar.
Son dört-beş yıldır küfrün hoş görülmesi toplantıları yaptılar, Vatikan’a kadar gidip Papa’ya bağlılıklarını bildirdiler, 2000 yılı Nisan ayında ise Urfa’ya hıristiyan papa ve papazları ile yahudi hahamlarını dâvet ederek İbrahim Aleyhisselâm’ı dahi emellerine alet ettiler, küfürle kardeş olduklarını resmen ilân ettiler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Birbirine hasım iki zümre.” buyuruyor. (Hacc: 19)
Bu iman ve küfür berzahıdır, hakikat ile dalâlet berzahıdır. Tevhid ve şirk mücadelesidir.
Zira diğer bir Âyet-i kerime’sinde:
“İman ile küfür kesin olarak birbirinden ayrılmıştır.” buyuruyor. (Bakara: 256)
Bunlar ise iman ile küfrü karıştırmak istediler. Küfrü hoş gösterdiler ve tevhidi bırakıp şirki tercih ettiler. Allah-u Teâlâ’nın hududullah’ını kaldırmaya kalktılar. Allah-u Teâlâ böyle buyuruyorken onlar küfrün hoş görülmesi için çalışıyorlar.
Papa’nın ilân ettiği “Kurtarıcı misyon” isimli genelgesi “Dinlerarası diyalog, kilisenin bütün insanları kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Bu misyon diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir.” şeklinde iken bunların kime hizmet ettiklerini anlamayan, gözlerini açıp bu oyunu sezemeyen müslümanlara ne demeli?
Dinini ilân edip, papazı “Hazret” kabul eden, onun maksad ve gayesinin hedefe ulaşması, müslümanların hıristiyanlaşması için çalışan, din-i İslâm’a ve güzel vatana en büyük ihanette bulunan nankörlere siz hâlâ müslüman mı diyeceksiniz?
•
Bakın!
Sûret-i hakk’tan görünerek kimlere hizmet ediyormuş?
İslâm gibi göründü, din-i İslâm’ı ve güzel vatanımızı kimlere peşkeş çekmek istedi?
Bunca müslümanı kâfir yaptıktan sonra aslını, asaletini ortaya koydu ve küfür diyarına sığındı.
Buradaki müslümanların maddelerini aldıktan sonra o paralar bakın nerelerde harcanıyor?
Oysa size Âyet-i kerime’lerle hakikati izah ediyorduk.
“Fâsıka ikram eden kimse İslâmiyetin yıkılmasına yardım etmiş olur.” (Münâvî)
Hadis-i şerif’ini her fırsatta arzediyorduk.
Hakk sözü dinlemeyenin âkıbeti nasıl oldu? Hem dinden imandan oldu, dünyalığından oldu, hem de ahirette cehennemde onlarla beraber oldu.
Allah-u Teâlâ bunların içyüzünü şöyle vasıflandırıyor:
“Hevâ ve hevesini ilâh edinen, Allah’ın bile bile saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Câsiye: 23)
Görülüyor ki sapanların ve nefsine tapanların Allah-u Teâlâ gerçekten kalplerini mühürlemiştir ve onlar böylece gizli şirke sapmışlardır.
Bunlar müslümanlık için çok büyük tehlikedir.
Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım.” buyurmuştur. (Müslim)
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Ashâb-ı kiram’dan İbn-i Hudayr -radiyallahu anh-’a “İslâmı yıkacak olan şeyleri biliyor musun?” diye sorunca, o da: “Hayır” cevabını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- “İslâm’ı yıkacak olan şeyler, ilmin ortadan kalkması, münafıkların Kur’an üzerinde cedelleşmeleri ve saptırıcı imamların hükümleridir.” buyurdular. (Darimi-Sünen, Katade: 22)
•
Öyle azdılar ki, İslâm dininin bütün yasaklarını çiğnediler. Kendi kurdukları dinlerinin icraatlarını yapmaya başladılar. Dini dünyaya âlet ettiler. Din-i İslâm’da büyük bir bölücülük yarası açtılar.
Allah-u Teâlâ’nın kesin emri olan tesettürü hafife alıp inkâr ettiler. Halbuki tesettürü inkâr küfürdür.
Allah-u Teâlâ din-i İslâm’da tesettürü kesin şart koymuş, farz kılmış ve Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmuştur:
“Resul’üm! Mümin kadınlara da söyle. Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını namuslarını korusunlar. Ziynet yerlerini açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz ve eller) müstesnâdır. Başörtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde) yakalarının üstüne koyup örtsünler.” (Nur: 31)
Allah-u Teâlâ, mümine hanımların şereflerinin muhafazası için tesettüre riâyet etmekle mükellef olduklarını beyan etmek üzere Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmuştur:
“Resul’üm! Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle. Zaruri bir ihtiyaçları olup dışarı çıkmak istedikleri zaman, dış elbiselerini üzerlerine giysinler.” (Ahzâb: 59)
“Cilbab”, kadınların elbiselerinin üstüne giydikleri, kadını tepeden tırnağa örten her çeşit büyük örtüdür.
Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:
“Ahzâb sûresinin ‘Dış elbiselerini üzerlerine giysinler.’ âyeti nâzil olunca, Ensâr hanımları dışarı çıktılar. Giydikleri örtülerden dolayı sanki başlarının üzerinde siyah kargalar vardı.” (Ebu Dâvud: 4101)
Âyet-i kerime’nin devamında şöyle buyuruluyor:
“Bu onların ahlâksız kadınlardan olmadıklarının bilinmesi ve incitilmemesi için daha elverişlidir. Allah çok bağışlayandır, merhamet edendir.” (Ahzâb: 59)
Tesettürü emreden hicab Âyet-i kerime’leri inmeden önce müslüman kadınlar başörtülerini omuzları arasından salıverirlerdi. Bu yüzden saçlarının bir kısmı, kulakları, boyun ve gerdanları açık kalırdı.
Tesettür emri geldiğinde, hiçbir kadın kalmayıp başlarından aşağı hemen örtündüler. Bu emr-i şerif zaten fıtratlarına da uygundu.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:
“Allah-u Teâlâ Mekke’den Medine’ye hicret eden muhâcir kadınların iyiliğini versin. ‘Başörtülerini yakalarının üstüne koyup örtsünler.’ Âyet-i kerime’si indiği zaman, entarilerinin eteklerini keserek başlarını örttüler.” (Buhârî)
Örtünmeyi, setri hafife alan ve inkâr edenlere ise, yine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde cevap veriyorlar:
Bir gün Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’in kız kardeşi Esmâ -radiyallahu anhâ- üzerinde ince ve şeffaf bir elbise olduğu halde, kendisini ziyarete gelmişti. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ondan yüzünü ters istikamete çevirerek:
“Ey Esmâ! Büluğ çağına ermiş bir genç kızın, yüz ve ellerinin dışında hiçbir yerinin görünmesi doğru değildir.” buyurdu ve yüzü ile ellerini işaret etti. (Ebu Dâvud: 4104)
Tesettür hakkında emr-i ilâhî bu olduğu halde, ilâh edindikleri adam “Tesettür teferruattır.” sözünü hangi kaynaktan aldı?
O bu sözü ile bu Âyet-i kerime’yi inkâr etti ve alenen küfrünü ilân etti. Bu böyle değil midir?
Narcıların kalplerine öylesine bir küfür tohumu ekti ki, küfürde donup kaldılar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde bunlar hakkında:
“Onlar her türlü Âyeti görseler yine de inanmazlar.” buyuruyor. (En’âm: 25)
Bu gibi kimselerin dinden çıktıktan sonra, bir daha dine dönemeyeceklerini haber veren Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur’an okuyacaklar, fakat Kur’an’ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir. İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır.” (Müslim: 1067)
Onun içindir ki o hitâb-ı kerim’in ilâhi hükümlerinden istifade edip istikamete yönelemiyorlar:
“Sen onları hidayete çağırsan da aslâ hidayete gelmezler.” (Kehf: 57)
Allah-u Teâlâ emir ve hükümlerini koymuş, onu yasaklarıyla sınırlamıştır:
“Bu hükümler Allah’ın hudutlarıdır. Kim Allah’ın hudutlarını aşarsa kendisine yazık etmiş olur.” (Talâk: 1)
Allah-u Teâlâ, “Kim bu hudutları aşarsa kendisine yazık etmiş olur.” buyuruyorken, “Tesettür teferruattır!” ya da “İman meselesi değildir.” demek açıkça bu hudutları aşmak demektir. Bu Âyet-i kerime’leri inkâr etmek demektir.
“Doğrusu birçokları bilmeden hevâ ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar.” (En’âm: 119)
Âyet-i kerime’lere ve Allah-u Teâlâ’nın hükümlerine ters konuştuğu için nefis arzusunu ilâh edinmiş, şirke düşmüştür.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Resul’üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? Onu şirkten sen mi koruyacaksın?” buyuruyor. (Furkân: 43)
Bütün insanlar ve cinler Hazret-i Kur’an’ın bir hükmünü, bir harfini dahi inkâr etseler, hafife alsalar, hepsi kâfir olurlar. İsterse emir ya da hüküm Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in son nefesinde inmiş olsun. Artık o kesin hükümdür, emirdir.
Âyet-i kerime’de:
“İşte böyle, çünkü onlar Allah’ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır.” buyuruluyor. (Muhammed: 9)
Oysa inananlar için tesettür kesinlikle uyulması gerekli bir farzdır.
Tesettür, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz zamanında savaş sebebi dahi sayılmıştır.
Asr-ı saâdet yıllarında Beni Kaynuka yahudilerinden bir kuyumcunun mümin bir kadının tesettürüne, başörtüsüne el uzatması savaş sebebi sayılmış ve savaşılarak yahudi erkekleri öldürülmüştür. (Hişam:c. 3, sh: 66)
Allah’ın hükmü bu kadar önemli bir meseledir.
•
Bunlar, bu din ve vatan düşmanları dinimizi kökünden söküp atmak ve vatanımızı da yıkmak için dinimizin ve vatanımızın en büyük düşmanları ile dostluk, birlik ve beraberlik kurdular. Papazlarla anlaştılar, papazları resmen hazret kabul ettiler. “Küfrü hoş görün!” diye milyonlarca müslümanı küfre kaydırdılar. Nitekim papaya yazdığı mektup ve muhtevâsı gazetelerde neşredildi.
Hıristiyan Katolik Papa’sına gönderdiği mektubun bir bölümünde geçen:
“Papa 6. Paul tarafından başlatılan ve devam etmekte olan dinler arası diyalog için Papalık konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz.” sözünden hıristiyan, yahudi yakınlaşması ile Papa misyonuna hizmet ettiği görülmektedir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde ise;
“Allah’ın gadap ettiği bir toplulukla dostluk kuranları görmedin mi? Onlar ne sizdendir, ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar.” (Mücâdele: 14)
Onlarla öyle bir dostluk kurdu ki Vatikan’a kadar gitti ve devamlı olarak hoşgörü, diyalog adı altında hıristiyan ve yahudileri müslümanlara dost olarak tanıttı.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kelâm-ı kadîm’inde:
“Birbirine hasım iki zümre.” (Hacc: 19)
Âyet-i kerime’si ile inananlarla inanmayanları ayırmıştır. Hâl böyle olunca bir müminin kâfirleri ve münafıkları dost edinmesi kesinlikle yasaklanmıştır.
Allah-u Teâlâ’nın koyduğu hüküm ve hudut budur. Bunu inkâr ediyorlar, bu hududu kaldırıyorlar.
Papa’ya gönderdiği mektubunda;
“Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis etmektir.” diyor.
Allah-u Teâlâ İslâm dininde kimlerin kardeş olduklarını beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:
“Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar ve zekâtı verirlerse artık onlar dinde sizin kardeşlerinizdir. Bilen bir kavme biz âyetlerimizi böyle uzun uzadıya açıklıyoruz.” (Tevbe: 11)
Allah-u Teâlâ Kur’an-ı Azimüşan’ında böyle ferman buyururken, bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyorlar.
Allah-u Teâlâ imanla küfrü kesinlikle ayırdettiği halde bu emirleri kaldırmaya kalkan, iman ile küfrü karıştırmaya gayret eden kimse; Allah-u Teâlâ’nın hükmünü hükümsüz hâle getirmeye çalışmıştır.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde, müminlerin kimleri sevip kimlerle dost olacaklarını beyan buyurmaktadır:
“Sizin yegâne dostunuz Allah’tır, O’nun Peygamber’idir ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namaz kılan, zekât veren müminlerdir.” (Mâide: 55)
Allah’a, Peygamber’e ve müminlere dost olmak, bu dostluğun dışındakileri terketmekle mümkündür.
İslâm kardeşliği ebedîdir, ahirette de devam eder.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Müminler kardeştirler.” buyuruyor. (Hucûrât: 10)
Şu Âyet-i kerime’de ise iman dostluğunun mahiyeti ve hakikati beşeriyete ilân edilmektedir:
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcılarıdırlar.) Onlar iyiliği emreder, kötülükten menederler. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederler.
İşte Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allah Azîz’dir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe: 71)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz; hıristiyan ve yahudi olan birçok ülke ve memleket liderlerini İslâm’a dâvet etmiş ve onlara elçiler göndermiştir.
Bizans imparatoru Herakliyüs’e gönderdiği mektup ne kadar arza şâyandır.
“Allah’ın kulu ve elçisi Muhammed’den Rum’un büyüğü Herakl’e. Doğru yolda gidene selâm olsun. Bunu böylece bilesin. Sonra ben seni İslâm’a dâvet ediyorum. İslâm’a gir ki, selâmette kalasın. Allah da (hem İsa’ya, hem Muhammed’e iman ettiğin için) sana ecrini iki kat versin. Eğer kabul etmezsen, bütün halkın vebâli senin boynundadır.”
Şu Âyet-i kerime’yi de mektubuna ilâve etmişti:
“Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda eşit bir kelimeye geliniz. Allah’tan başkasına tapmayalım. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kiminiz kiminizi ilâhlaştırmasın.” (Âl-i imrân: 64)
•
İran hükümdarına gönderilen mektup:
“Allah’ın Resûl’ü Muhammed’den İran’ın ulusu Kisrâ’ya.
Doğru yolda gidenlere, Allah’a ve Peygamber’ine iman edenlere, Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın kulu ve elçisi bulunduğuna şehâdet edenlere selâm olsun. Seni Allah’ın dinine dâvet ederim. Hayatta olanları korkutarak menetmek için bütün insanlara gönderilen Allah’ın peygamberiyim. Ey Kisrâ! Müslüman ol ki kurtuluş ve saâdeti bulasın. Eğer kabul etmezsen, mecûsi kavminin günahı hep senin boynuna olsun.”
•
Habeş hükümdarına gönderilen mektup:
“Allah’ın elçisi Muhammed’den Habeş meliki Necâşi’ye.
Allah’a hamdederim. O’ndan başka hakiki ma’bud yoktur. Ben şehâdet ederim ki Meryem’in oğlu İsa, Allah’ın rûhu ve kelimesidir. Seni ve maiyyetini İslâm’a dâvet ediyorum. Allah birdir, şeriki yoktur. Allah’tan gelen şeylere inanınız. Ben Allah’ın elçisiyim. Size tebliğ ettim ve nasihat eyledim, nasihatimi kabul ediniz. Hidayete tâbi olanlara selâm olsun.”
Buna benzer birçok memlekete dâvet mektupları gönderen Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onları İslâm’a, Allah’a ve Resulullah’a dâvet etti. Ölçü ve örnek Resulullah Aleyhisselâm’dır.
Allah’ın Resulü’nün mektubu ve dâveti böyleydi. Onlar ise küfrü hoş görüyor, küfre meylediyorlar. Küfrün hoş görülmesini istiyorlar.
Şimdi size Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini sıralıyorum. Bu hususta seksen yedi kadar Âyet-i kerime beyan ediliyor. Şu kadar var ki bu Âyet-i kerime’ler iman edenlere mahsustur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Mâide: 51)
Bu ilâhî hitap, İslâmiyet’in ilk yıllarından itibaren kıyamete kadar gelip geçecek olan bütün müslümanlaradır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“İnsanlar içerisinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun.” (Mâide: 82)
Onlar İslâm’ın ve müslümanların düşmanıdırlar, müslümanların başına daima bir gaile çıkarmaktan ve kötülük etmekten başka bir şey düşünmezler. Dinini terk edip kendilerine tâbi olmadıkça, hiçbir müslümandan memnun olmazlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)
Müslümanlarla savaşmak hususunda tarih boyunca daima dinsizlerden yana olmuşlardır. İki yüz yıl boyunca haçlı seferleriyle İslâm beldelerine saldıranlar onlardır.
Onlar hiçbir yerde, hiçbir tarihte müslümanlara dost olmamışlardır. Müslümanlarla savaşmakta her zaman için birbirine dost olmuşlardır. İnkâr ve sapıklıkta birleştikleri için, müslümanlara karşı bir el gibidirler.
Bu sert ve şiddetli hüküm, müslümanların onlardan uzak durmalarını ve sakınmalarını ihtar içindir. Bu ilâhî hüküm kesindir, bu böyledir, bunu böyle bilin ve onları öylece tanıyın.
Onlar hakkındaki hüküm ne ise, onları dost edinenler hakkındaki hüküm de odur. O artık onlardan bir kimse gibi olur ve Hakk’a değil, onların gayelerine hizmet eder. Ahirette de onlarla beraber haşrolur.
Bu Âyet-i kerime İslâm’a ve müslümanlara karşı küfrün tek millet olduğuna delildir. Allah-u Teâlâ mümin kullarına İslâm’ın ve müslümanların düşmanı olan yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyi yasaklamakta, onların birbirlerinin dostları olduklarını bildirmektedir. Yahudiler birbirlerinin, hıristiyanlar da birbirlerinin dostlarıdır. Ne yahudiler kendilerinden olmayana dost olurlar, ne de hıristiyanlar.
Bunun içindir ki zâhirde gösterdikleri sevgi ve ünsiyete katiyyen itibar edilmemesi gerekir, zira sahtedir. İçleri dışlarına uygun değildir.
•
Allah-u Teâlâ müminlere kâfirleri dost edinmemelerini muhakkak emrettikten sonra, bu emr-i şerif’e uymayanların ise Allah’ın dostluğunu kaybetmekle cezalandırılacağını bildirmektedir:
Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Müminler müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, Allah ile bir dostluğu kalmaz.” (Âl-i imrân: 28)
Allah-u Teâlâ ile hiçbir ilgileri kalmadığı gibi, Allah-u Teâlâ’nın dininde onların hiçbir yeri yoktur. Aradaki bütün bağlar tamamen kesilmiştir.
Gerçekten de onlar kâfirlerle birliktedirler. Hem onları severler, hem de sevgilerini gizlerler.
Bu Âyet-i kerime bile onların işini bitirmek için kâfidir. Bu ilâhî ferman, Allah-u Teâlâ’nın haklarında verdiği hükümdür.
Bir Âyet-i kerime’sinde de buyurur ki:
“Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah’a âittir.” (Nisâ: 139)
Allah-u Teâlâ’nın şeref vermediği kimseler hiçbir şekilde şeref sahibi olamazlar. Şu halde kâfirlerden ve kâfirlerin dostluğundan şeref beklemek ne büyük bir gaflettir!
•
Müminleri bırakıp kâfirlerle dostluk yapmak münafıklığın en açık delili olduğu gibi, münafıkların en bâriz huy ve hususiyetlerindendir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde müminlere dost ve düşmanlarını ayırdetmelerini muhakkak emrediyor ve şöyle buyuruyor:
“Ey inananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık ferman vermesini mi istersiniz?” (Nisâ: 144)
Cinsi ne olursa olsun küfür, İslâm’a göre tek bir millettir. Müminlerin dostu ise ancak müminlerdir.
•
Allah-u Teâlâ’nın gadap ettiği kimselerle yakınlık kuran ve aslında ne müslümanlardan ne de o kimselerden olmayan kimselerin yalan yere yemin edip kendilerini müslüman göstermek istedikleri Âyet-i kerime’lerde haber verilmektedir:
“Allah’ın gadap ettiği bir toplulukla dostluk kuranları görmedin mi?” (Mücâdele: 14)
İman ettiklerini iddiâ edenler, gadaba uğramış yahudileri dost edinmişlerdi.
“Onlar ne sizdendir, ne de onlardan.” (Mücâdele: 14)
Her iki zümre arasında bazen o tarafa, bazen bu tarafa gidip gelirler, bir orada bir burada çalkalanıp dururlar.
“Bilerek yalan yere yemin ediyorlar.” (Mücâdele: 14)
Burada bile bile yalan yemin ettikleri şey, müslüman oldukları iddiâsıdır.
“Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür!” (Mücâdele: 15)
Son derece şiddetli ve elem verici azap, cehennemin en alt tabakasıdır.
Yaptıkları bu kötü şey; kâfirleri dost edinmeleri, buna karşılık müminleri aldatmaları, onları Allah yolundan çevirmeleridir.
•
İmanın alâmetlerinden birisi de hiç şüphesiz ki Allah-u Teâlâ’nın düşmanlarından nefret etmektir. Allah-u Teâlâ onlara düşman olmayı emretmiş ve onları dost edinmeyi yasaklamıştır.
Âyet-i kerime’sinde müminlerin düşmanının kendi düşmanı, kendi düşmanının da müminlerin düşmanı olduğunu beyan buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.” (Mümtehine: 1)
Onları dost edinmek şöyle dursun, onlardan gayet uzak durmak lâzımdır. Allah-u Teâlâ’nın lütfettiği İslâm nimeti unutulmamalıdır.
Eğer onlar gerçekten iman etmiş olsalardı, kâfirleri dost edinmezler; Allah-u Teâlâ’ya, Peygamber’ine ve Kur’an-ı kerim’e düşmanlık gibi ağır bir suçu işlemeye cüret etmezlerdi.
Nitekim bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi.
Fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Mâide: 81)
Onlar küfür ve nifaklarını devam ettiren kimselerdir.
Bu Âyet-i kerime dahi onları tanımanız için kâfi değil midir?
•
Bu yaptıklarının vahim neticelerini ahirette elbette göreceklerdir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Onların bir çoğunun, kâfirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendi önlerine sürdüğü şey ne kötüdür! Allah onlara gazap etmiş ve azapta ebedî kalıcıdırlar.” (Mâide: 80)
Nefislerinin kendilerine sunduğu bu kötü şey, ebedî olarak azaplandırılmalarına ve Allah’ın gazabına uğramalarına sebep olmuştur.
•
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinmeyin.” (Mümtehine: 13)
Onların dostluklarına tutunmayın, hiçbir şeylerine heves edip yönelmeyin.
Allah-u Teâlâ’nın emri ve hükmü: “Onları dost edinmeyin.”dir.
Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:
“Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.” (Nisâ: 101)
Ehl-i küfür hiçbir zaman müslümanlara olan düşmanlıklarından vazgeçmezler.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.” (Bakara: 217)
Bu ilâhî buyruk, kâfirlerin müslümanlara düşmanlıkta ne kadar ileri gittiklerini, bâtıl inançlarında ne derece katı davrandıklarını, düşmanlıklarının sürekliliğini bildirmekte, müslümanları dinlerinden çeviremedikleri sürece bu savaşlara ara vermeyeceklerini beyan etmektedir. Güçleri yetse, bundan hiç de geri kalmazlar.
“Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlar cehennemliktirler ve orada ebedî kalırlar.” (Bakara: 217)
Çünkü kâfir olarak ölmüşlerdir. Mürted olmak suretiyle dünyada müslümanların sahip oldukları imkânlardan, ahirette de sevaptan mahrum kalırlar. Cehennemden aslâ çıkmayacaklardır.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde müslümanların dışında kalan kâfir ya da münafıklardan herhangi bir kimseyi dost edinmeyi açık olarak yasaklamakta ve şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakın sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenâlık etmekten aslâ geri kalmazlar.” (Âl-i imrân: 118)
İslâm dışındaki bütün din mensupları, inkârcı ateistler ve münafıklar da bu Âyet-i kerime’nin kapsamına girmektedir.
Bu gibi kimseler İslâm’a daima karşıdırlar ve müslümanlara sıkıntı ve zorluk verecek her şeyi arzu ederler.
“Onlar size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür.” (Âl-i imrân: 118)
Sinelerinde gizledikleri ise, açıkladıklarından çok daha fazladır. Düşmanlıkları yüzlerinden okunur. İslâm’a ve müslümanlara karşı gizledikleri kini aklı başında herkes anlayabilir.
Bu bakımdan Âyet-i kerime’nin sonunda şöyle buyurulmaktadır:
“Eğer düşünürseniz, âyetleri size açıklamış bulunuyoruz.” (Âl-i imrân: 118)
Müminleri dost, kâfirleri düşman edinmenin önemini ve lüzumunu delilleri ile beraber size açıkladık.
Daha sonra Allah-u Teâlâ onların müminleri hiçbir zaman sevmediklerini ve sevmeyeceklerini açıklayarak şöyle buyurmaktadır:
“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz.” (Âl-i imrân: 119)
Allah’ın düşmanlarına sevgi beslemenin ne derece yanlış ve çirkin olduğu bu Âyet-i kerime’den de anlaşılmaktadır. Onlar hiçbir zaman dost tutulmaya lâyık değillerdir.
Bu Âyet-i kerime’lere bakarak narcıların durumunu kıyas edin. Bu Âyet-i kerime’lere inanıp iman ediyorsanız, İslâm’dan çıktıklarını, İslâm’la hiçbir ilgilerinin olmadığını bilin ve tanıyın artık.
Zira bugün sizi dininizden ettikleri gibi, yarın da vatanınızdan etmek istiyorlar.
•
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde, İslâmiyet’in ulviyetini ihlâle çalışan küfür ve şirk erbabını müslümanların dost ittihaz edemeyeceklerini ferman buyurmaktadır:
“Ey inananlar! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve eğlenceye alanları ve kâfirleri dost edinmeyin.
Eğer mümin iseniz Allah’tan korkun!” (Mâide: 57)
Allah’tan korkun da, sizin ve dininizin düşmanı olan bu kişileri dost edinmeyin. Çünkü hakiki iman, bu gibi din düşmanlarından kaçınmayı ve sakınmayı iktiza eder.
Bu beyan, ilâhi bir hükümdür ve inananlara mahsustur.
Bu nokta, iman ile küfrün ayrılış noktasıdır. Yetmiş iki fırka nasıl cehenneme gidecek? İşte böyle gidecek.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine hitap ederek onun şahsında bütün beşeriyete şu gerçeği ferman buyurmaktadır:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah’a ve Peygamber’ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin.” (Mücâdele: 22)
Gerçek iman budur, bu İslâm dinine göredir.
Görülüyor ki Âyet-i kerime, iman yakınlığı olmayan akrabalıkları kökünden yıkmış oluyor.
İslâm tarihinde bunun birçok canlı örnekleri vardır. Şöyle ki:
Ebu Ubeyde -radiyallahu anh- Bedir savaşı’nda babası Cerrah’ı, Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- dayısı As bin Hişam’ı, Hazret-i Ali -radiyallahu anh- ve Hazret-i Hamza -radiyallahu anh- de yakın akrabalarını katletmişlerdi. Mus’ab -radiyallahu anh- ise Uhud savaşı’nda kardeşi Ubeyd’i öldürmüştü.
Bu gibi kimselere sevgi göstermek, Allah’a ve ahiret gününe inanmanın gerekleriyle taban tabana zıttır. Zira onlarla dostluk kurmak, küfre sevgi göstermektir. Kim Allah’ı severse, O’nun düşmanlarına düşman olur. Nur ile karanlık bir araya gelmediği gibi; bir kalpte hem Allah sevgisi, hem de O’nun düşmanlarının sevgisi beraber bulunmaz. Küfre muhabbet ile iman bir arada barınmaz. Bir kimseyi sevenin, onun düşmanını sevmesi mümkün değildir. Bu iki şey kalpte birleşmez. Kalpte Allah düşmanlarının sevgisi yerleşince orada iman bulunmaz. Binaenaleyh, hiçbir müminin hiçbir halde onlarla dostluk kurmasına cevaz yoktur.
Nuh Aleyhisselâm’ın oğlu inanmayanlarla beraber suda boğulmuştu. “Yâ Rabb’i! Oğlum benim ehlimdendir, sen benim ehlimi kurtarmayı vâdetmiştin!” diye münâcaatta bulunduğu zaman Allah-u Teâlâ:
“Ey Nuh! O senin ehlin değildir. Çünkü o kötü bir iş işlemişti.” buyurdu. (Hûd: 46)
İnsana kendi evlâdından daha yakın kimse olmadığına göre, Âyet-i kerime’den anlaşılıyor ki, hakiki yakınlık iman yakınlığıdır.
•
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin.
Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerdir.” (Tevbe: 23)
Yani başkaları şöyle dursun öz babalarınızı, öz kardeşlerinizi bile, kâfirliği müminliğe tercih ettikleri takdirde dost edinmeyin, küfre yardımcı olmayın.
İslâm bu imanı gerektirir. Bu Âyet-i kerime’ler kimlerin dost ve kardeş olacağını anlatıyor.
•
Allah-u Teâlâ gayr-i müslimlerin müslümanlara karşı takındıkları tavrı Âyet-i kerime’sinde haber vermektedir:
“Kitap ehli’nden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb’inizden bir hayır inmesini istemezler.” (Bakara: 105)
Yahudi, hıristiyan ve putperest kâfirler sizi kıskandıkları ve kin kustukları için Rabb’iniz tarafından size bir iyilik dokunmasını, öne geçmenizi, yükselmenizi istemezler.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ onların durumlarını açıklayarak şöyle buyurmuştur:
“Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler.” (Âl-i imrân: 120)
Müslümanlar Allah-u Teâlâ’nın yardımıyla güçlenirler, zaferler kazanırlarsa onlar bundan hoşlanmazlar. Bir bozgun ile karşılaşırlarsa, bundan dolayı da son derece sevinç duyarlar. Bu ise düşmanlığın en ileri derecesidir.
“Eğer sabreder Allah’tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zaman zarar veremez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i imrân: 120)
Bütün bunlara karşı müslümanların vazifesi sabır ve takvâdır.
Eğer müslümanlar Allah-u Teâlâ’ya itaat etmekte sabreder, yasaklarından iyice korunurlarsa, onların hile ve entrikalarının hiçbir zararını görmezler.
•
Allah-u Teâlâ müminleri, ehl-i kitab’ın saptırma ve azdırmalarına karşı sakındırmış, onların sözlerine iltifat etmekten menetmiş ve Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir zümreye uyarsanız, imanınızdan sonra sizi çevirirler de kâfir yaparlar.
Size Allah’ın âyetleri okunurken ve aranızda O’nun Resul’ü bulunurken nasıl küfre dönersiniz? Kim Allah’a sımsıkı sarılırsa, muhakkak ki o doğru bir yola iletilmiştir.
Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.” (Âl-i imrân: 100-101-102)
Allah için ihlâslı ve samimi olun, Allah’tan başkasını O’na aslâ ortak kılmayın.
Yaratan’ı unuttular, neden yarattığını da unuttular. Oysa Yaratan onu bir damla kerih sudan yaratmadı mı?
Bu kibirlenmeleri ile Allah-u Teâlâ’ya hasım kesildiler ve din-i İslâm’dan çıktıklarını ilân ettiler, şerefi küfürde mi aradılar?
Bunlar Allah-u Teâlâ’nın emir ve nehiylerine iman etselerdi, Resulullah Aleyhisselâm’ı rehber edinselerdi, tevbe edip şerefi İslâm’da arasalardı, onlar için daha iyi olurdu.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Çünkü onlar saldırganların tâ kendileridir. Bununla beraber kâfirlikten vazgeçip tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir. Biz bilen bir kavme âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.” (Tevbe: 10-11)
Yani siz bu âyetlerdeki açıklamaların kadrini ve kıymetini biliniz, iyi anlayıp hükümleri ile amel ediniz. Onlar da değerini bilirler ve tevbe edip İslâm’a girerlerse, size kardeş olma şerefine ererlerse, kendileri için büyük kurtuluş olur. Değerini anlamazlarsa o zaman kendileri bilirler.
Allah-u Teâlâ’nın rahmet ve mağfiret kapısı her zaman açıktır. İnkârından ve kötülüklerden vazgeçen, günahlarından pişmanlık duyan ve yaptıklarından tevbe etmek isteyen kim olursa olsun Allah-u Teâlâ bu kapıyı açık bırakmaktadır.
Allah-u Teâlâ münafıkları kastederek Âyet-i kerime’sinde:
“Eğer tevbe ederlerse kendileri için daha hayırlı olur.” buyurmaktadır. (Tevbe: 74)
Böylece başlarına gelecek felâketlerden kurtulmuş olurlar.
Allah-u Teâlâ tevbekâr kullarını af edeceğini vaad buyurmuştur. Küfür ve isyan bataklığına düşen kullarının ümitsizliğe kapılmamaları için bir çıkış yolu bulunduğunu haber vermektedir:
“Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar lânetlenmekten kurtulmuşlardır. Ben onların tevbesini kabul edenim ve ben tevbeleri daima kabul edenim, merhamet edenim.” (Bakara: 160)
Apaçık bir gerçeği gizlemek küfürdür, iman da gerçeği açıklamaktır. Küfürden sonra gerçeği açıklamak suretiyle tevbe ve iman makbuldür.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyuruyor:
“Yaptığı zulümden sonra tevbe edip halini düzelten kimse, bilsin ki Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.” (Mâide: 39)
Günahlar ne kadar büyük olsalar dahi, O’nun bağışlamasının daha büyük olduğu bilinmelidir.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın yolundan ayırmasın.” (En’âm: 153)
•
Bu işlerin asıl gayesi, perde arkası şudur:
Onlar küffarla anlaşıyor ve perde arkasından küfrünü yaymak ve yürütmek istiyor. Zira onların müslüman gibi görünmesi, makamının menfaatının icabıdır. Kişinin aynası işidir.
Âyet-i kerime’ler onların içyüzlerini size apaçık tarif ediyor.
Karşılarına Âyet-i kerime’ler çıkınca narcılar bocalayıp kaldılar. Bunda şaşılacak ne var? Bu doğrudan doğruya iman ile küfür çarpışmasıdır.
Bediüzzaman Said-i Nursî -kuddise sırruh- Hazretleri “Sikke-i Tasdik-i Gaybî” adlı eserinde buyurur ki:
“Ümmetin beklediği, âhir zamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimmi, en büyüğü ve en kıymetdarı olan îmân-ı tahkikiyi neşr ve ehl-i imânı dalâletten kurtarmak.”
Hazret-i Mehdi’den evvel çıkacak vazifeli zâtın vazifesinin başı bu olacak. Onun ilk vazifesi kararmış olan âlemi Allah-u Teâlâ’nın nuru ile nurlandırmak, fikirleri aydınlatmak, dalâlet ile hakikati ayırmak ve bu sayede imanları kurtarmaktır.
Bediüzzaman Hazretleri ehl-i keşif bir zât ki, Allah-u Teâlâ olacakları ona dilediği kadar hep göstermiş, bunun hakikatini bütün açıklığı ile görmüş, Hazret-i Mehdi’den evvel çıkacak bir zâtın bunları yapacağını söylüyor.
Nitekim Muhiddin-i İbn’ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri:
“İşte bu sona getirecek ve bizim beklediğimiz Mehdi değildir. Bu ancak kendi ehl-i beyt’inden olacak birisidir.” buyurmuşlardır. (Fütûhât-ı Mekkiyye)
“O zâtın ikinci vazifesi, şeriatı icrâ va tatbik etmektir.”
Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarını kendisinin tatbik etmesi ve kendisinin tatbik ettiği hükümleri etrafına da tatbik ettirmesi.
Halk helâli haramı kaldırmış, besmelesiz kesilen etleri yiyor. Şer’î nikâh ve mehir nedir bilinmiyor. Öşür zaten verilmiyor. Fâizle herkes iştigal ediyor. İçki su gibi içiliyor, kumar alabildiğine oynanıyor.
Böyle bir ortamda Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarını kendisinin tatbiki ve etrafına tebliği için gönderildi ve uyan kurtuluyor.
“Birinci vazife maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde bu ikinci vazife için gayet büyük maddî bir kuvvet bir hakimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.
O zâtın üçüncü vazifesi, Hilâfet-i İslâmiyeyi İttihad-ı İslâm’a bina ederek, Îsevi ruhanîleriyle ittifak edip dîn-i İslâm’a hizmet etmektir.”
Bütün müslümanlara olduğu gibi, diğer dinlerdeki kişilere de hakikati duyurmak için eserler İngilizce, Almanca, Fransızca ve Boşnakça gibi diğer lisanlara da çevriliyor. Bir de Almanca Kur’an-ı kerim meâli hazırlanmıştır. Bu kitaplar gerek papazlara ve gerekse ileri gelenlerine ulaştırılıyor.
Bu eserler aynı zamanda Almanya, Fransa, İngiltere, İsviçre, Hollanda, Belçika, Avusturya, Danimarka ve Avustralya... gibi devletlerde de yayılmaktadır. Mücahidler sefer halinde oralara akın yapmaktadır.
Bediüzaman -kuddise sırruh- Hazretleri devamla buyururlar ki:
“Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve geniş bir dairede ve şâşâlı bir tarzda olduğundan, umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, sh. 9)
O gücü kendisinde zannetti ve küfre bu noktadan düştü.
Asıl gaye iman kurtarmaktı. Çok maddî güçle bu kitap hazırlanacak; dünyanın her yerine, kiliselere, havralara, bedava dağıtılacaktı. O Zât-ı muhteremin gayesi bu idi.
“Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Mâide: 51)
Âyet-i kerime’sini dahi göremedi.
Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime’si ile yahudi ve hıristiyanlarla dost olmayı yasaklamış, onları dost edinenlerin onlardan olduğunu beyan etmiştir.
Açıklıyorum ve duyuruyorum, bu böyle olmuştur.
Ebu Zerr-i Gıfâri -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur’an okuyacaklar. Fakat Kur’an’ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır). Nitekim onlar, okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir.
İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır.” (Müslim: 1067)
Burada bunların bir daha dine dönmeyecekleri haber veriliyor ve iman edenlere duyuruluyor.
Hem dinden çıktılar, hem de hayvandan aşağı oldukları görüldü.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.” (Enfâl: 55)
Onların iman etmeleri beklenilemez.
Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:
“Ümmetimden bir kısım gruplar çıkacak, bunları bid’atlar istilâ edecek, tıpkı kuduzun, buna yakalanan kimsede hiçbir damar, hiçbir mafsal bırakmayıp her tarafını sardığı gibi, bu bid’at da onların her hâllerine sirayet edecek.” (Ebu Dâvud)
Gerek Âyet-i kerime’ler, gerekse Hadis-i şerif’ler onları bu şekilde belirtiyor. Biz de bu ilâhi hükümlere bakarak bunların içyüzlerini çok rahat bilmiş ve görmüş oluyoruz ve müminleri uyandırıyoruz.
1.“Tesettür teferruattır” diyerek kendi zannı ile beyanat verdi.
Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:
“Resul’üm! Mümin kadınlara da söyle. Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını namuslarını korusunlar. Ziynet yerlerini açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz ve eller) müstesnâdır. Başörtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde) yakalarının üstüne koyup örtsünler.” (Nur: 31)
Allah-u Teâlâ din-i İslâm’ında setri, örtünmeyi kesin şart koymuş, farz kılmıştır.
2. Hıristiyan papazları, yahudi hahamları ile hoşgörü toplantıları yaparak; “Keşke her köşeye bir hoşgörü vakfı kursak da herkes hoşgörü soluklasa.” dedi.
Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:
“Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar, sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Mâide: 51)
Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime’si ile yahudi ve hıristiyanlarla dost olmayı yasaklamış, onları dost edinenin onlardan olduğunu beyan etmiştir.
3.“Kimse kimseye inancından dolayı ithamda bulunmayacak, kimse kimseye dininden ya da dinsizliğinden dolayı taanda bulunmayacak.” dedi.
Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:
“Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne kötüdür.” (Tevbe: 73)
4. Hazret-i Allah’ın, Resulleri arasında vahiy elçisi olan Cebrâil Aleyhisselâm hakkında; “Gökyüzünden inse, parti kursa, kusura bakma ben senin partine girmem desteklemem derim.” dedi.
Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:
“İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi)’dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah’ın hizbi (partisi)’dir.” (Mücâdele: 22)
Bu Âyet-i kerime’yi Allah-u Teâlâ’nın emriyle getiren Cebrâil Aleyhisselâm’dır. Bu Âyet-i kerime’sinde “Ülâike hizbullah” = “Bu benim ve Resul’ümün partisidir.” diye ilân etti. Onun girmem dediği parti işte budur.
5. Necip tarikatlere dil uzatarak; “Tarikatler bir dönemdeki misyonunu eda etmişlerdir. Zaman böyle fert zamanı değil, cemiyet zamanıdır.” dedi.
Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:
“İyi bilin ki Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Yunus: 62)
6.“Kadından idareci olmasının hiçbir sakıncası yoktur.” diyerek Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e ve Hazret-i Allah’a karşı gelmiştir.
Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:
“Peygamber size neyi verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan sakının.” (Haşr: 7)
Binaenaleyh Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Mukadderatını bir kadının eline veren millet felâh bulmaz.” buyuruyor. (Buhârî, Tirmizî)
7. Gerek himmet geceleri, gerek iftar ziyafetleri ile trilyonlarca lira para toplayıp Hazret-i Allah’ın emrine karşı geliyor.
Şu Âyet-i kerime ile onların bu icraatlarını çürüttük:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Bu Âyet-i kerime’sinde Cenâb-ı Hakk para toplayanların doğru yolda olmadığını beyan ediyor.
8. Onların ise dini ayrıdır, kitabı ayrıdır, bütün beyanatları, icraatları kurdukları narcılık dinine göredir.
Şu Âyet-i kerime ile onların narcılık dinini çürüttük:
“Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan din veya kitapla sevinmektedir.” (Müminûn: 53)
Cenâb-ı Hakk inananları bir tek ümmet kabul ediyor ve teklikten ayrılanlar huduttan ayrılmış oluyor.
Bunlar din-i mübini parçalamaya ve yok etmeğe çalışıyorlar. Bunlar hangi dine göre ve kime hizmet ediyorlar?
Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Nefsim kudret elinde bulunan Zât-ı Ecell-ü A’lâ’ya yemin ederim ki; ya iyilikle emreder kötülükten men edersiniz, yahut çok sürmez Allah kendi katından üzerinize bir azap gönderir. Sonra O’na duâ edersiniz de duânız kabul olunmaz.”(Tirmizî: 2170)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu beyanları ile bir taraftan kötü âlimlere hitap ediyor, bir taraftan da bunları hoş gören halka hitap ediyor.
Yani siz onların hatalarını görmüyorsunuz, onlara söylemiyorsunuz ve fakat Allah-u Teâlâ’nın azabında müştereksiniz. Bu da çok sürmez başınıza gelir.
Çünkü bu bir zulümdür, Allah-u Teâlâ zâlimi sevmez.
Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Hiç özür beyan etmeyin! Çünkü siz inandıktan sonra inkâr ettiniz. İçinizden bir kısmını affetsek bile, suçlu olduklarından dolayı bir kısmına da azap edeceğiz.” (Tevbe: 66)
Bu ihtar-ı ilâhî umumadır. Çünkü siz hakikata gözü yumuk baktınız. Bunların kötü söz ve davranışlarını hoş gördünüz. “Mümin midir?”, “Kâfir midir?” diye tetkik edip araştırmadınız. Ehline de sormadınız.
Bunun içindir ki nifaktan sonra halisane tevbe edenleri bağışlasa da tevbe etmeyip küfür ve nifakta, isyan ve tuğyanda ısrar edileceğini açık olarak bize buyuruyor ve duyuruyor.
“Kör oldular, sağır kesildiler!” (Mâide: 71)
“Biz onların kalplerini mühürleriz de, artık hiç işitmezler.” (A’râf: 100)
“Onların kalpleri vardır, fakat anlamazlar. Gözleri vardır, fakat görmezler. Kulakları vardır, fakat işitmezler.” (A’râf: 179)
•
İyi ve kötüyü ayırdetmek için Allah-u Teâlâ’nın en büyük nimetlerinden birisi de akıl ve ilimdir. Aklı vermiştir ve fakat sen aklını kullanmadın, ilâhi ahkâma bakmadın, kendi zannına uydun, bu da senin helâkine vesile oldu.
Nedamet çok, fakat hiç de faydası yok...
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“İnsan o gün hatırlar, fakat artık hatırlamanın kendisine ne faydası var?” (Fecr: 23)
Çünkü iş işten geçmiş, geri dönüp de bir iş yapmak ihtimali kalmamış.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde:
“İnsanlar içinde ne bilgisi, ne rehberi, ne de aydınlatıcı bir kitabı yokken Allah hakkında tartışan kimseler vardır.” buyurmuştur. (Lokman: 20)
Bölücüler ise, böylece dinlerini kuvvetlendirmek için bir taraftan Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerini çürütmeye çalışırlar, diğer taraftan da saptıkları yol üzerinde yürümeye çalışırlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Biz o bölücülere (azap) indirmişizdir. Onlar Kur’an’ı parça parça edenlerdir. Rabb’in hakkı için onlara mutlaka yaptıklarından soracağız. Resul’üm! Sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir.” (Hicr: 90-94)
Burada Resulullah Aleyhisselâm’a “Söyle!” emri var. Kur’an-ı kerim her asra hitap ettiğine göre, bu hüküm kıyamete kadar şâmildir.
“Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.” (Mâide: 54)
Âyet-i kerime’si mucibince hakikat ile dalâleti ayırmak için, hakikati söylerken hiç kimseden çekinmemek lâzımdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Sizin için Deccal’den daha çok Deccal olmayandan korkarım.
- Onlar kimlerdir?
Saptırıcı imamlardır.” (Ahmed bin Hanbel)
Deccal resmen Deccal olarak çıkacak. İşaretleri de bellidir, doğrudan doğruya Allah’lık dâvâsı ile çıkacak. Kâmil iman sahipleri hiçbir zaman ona aldanmaz, tuzağına düşmez.
Ve fakat hepsi de sûret-i haktan göründüler, İslâm’ın önderi, kurtarıcısı gibi göründüler. Saf ve temiz müslümanlar büyük kitleler halinde onlara iltihak etti ve intisap etti. Şu kadar var ki, sûret-i haktan görünüp etraflarında kitleleri görünce asıl hüviyetlerini ortaya koydular. Etraflarında kendilerine göre bir kalabalık görünce, hepsi de ayrı ayrı dinlerini ilân ettiler. Kurdukları dini ayakta tutabilmek için İslâm dininin haram kıldığı hükümleri helâl saydılar. Dinlerini bu şekilde ayakta tutmaya çalıştılar ve kitleler halindeki müslümanları hem kurdukları dine çekerek imandan ettiler, diğer taraftan dünyalıklarını aldılar.
Böylece birçok müslümanları hem imanlarından soydular, aldılar, hem dünyalarını hem ahiretlerini yok ettiler.
Nitekim onların sapıtması ile yoldan sapanların ahirette cehenneme düştükleri zaman bunlara şöyle söyleyecekleri Âyet-i kerime’de haber verilmektedir:
“Siz bize sağdan gelir, sûret-i haktan görünürdünüz.” (Sâffât: 28)
Firavun, ahirette avanesinin önünde cehenneme gittiği gibi, kimleri küfre meylettirmişse, küfre kaydırdığı kimselerin hepsinin cehennemde öncüleridir.
Oysa Allah-u Teâlâ’nın dini İslâm dinidir. O’nun hükümleri ayrıdır.
Hepsi de halkın o kadar maddelerini aldılar ki hepsinin trilyonları var. Trilyonlar vurdular, bankalar kurdular. Allah-u Teâlâ ile harbe tutuştular. Hazret-i Allah’a ve Resul’üne hasım kesildiler. Hem din-i mübin’e hem de vatanımıza ihanet ettiler. Hem dini hem vatanı parçalamak istediler ve bu zümreler müslümanlara karşı cephe aldılar, düşman kesildiler.