Zülkarneyn Aleyhisselâm yaptığı bu büyük hizmetten dolayı gurura kapılmadı.
Tam bir mahviyet ve teslimiyet içinde Hakk’a boyun eğdi. Bu büyük işin başarısını Allah-u Teâlâ’ya havale etti. Kuvvet ve kudreti, başarı ve zaferi bütünüyle O’na bağladı,
Ve şükür makamında buyurdu ki:
“Bu Rabb’imden bir rahmettir.” (Kehf: 98)
Yeryüzünün doğusunu batısını gezmiş, Rabb’inin birçok inayetine ve lütuflarına mazhar olmuş, fakat bir gün olsun kibirlenmemişti. Ulaştığı yerlerde güçsüzlere yardım etmiş, zayıfları düşmanlarına karşı korumuş, Hakk’ı tebliğ etmiş, bu yaptıklarının karşılığında hiçbir bedel hiçbir ücret almamış, diğer peygamber kardeşleri gibi ücretini âlemlerin Rabb’inden talep etmişti.
Kendi eliyle gerçekleşen bütün iyiliklerin hepsini Hakk’tan bilmiş, O’nun lütfu olmazsa insanların böyle bir şey yapmaya güç yetiremeyeceklerini açıkça ortaya koymuştu.
Zülkarneyn Aleyhisselâm her ne kadar bu muhkem seddi yapmışsa bile, sonsuza kadar ayakta kalmayacağını, ancak Allah-u Teâlâ’nın dilediği kadar sağlam kaldıktan sonra, vaâd-i sübhânî geldiğinde paramparça olacağını, hiçbir gücün onu koruyamayacağını haber verdi:
“Rabb’imin belirlediği vakit gelince, onu yerle bir eder, Rabb’imin verdiği söz şüphesiz ki gerçektir.” (Kehf: 98)
Kıyamet günü yüz gösterince bu âhenin sedden eser kalmaz.
Allah-u Teâlâ kıyamet öncesinde kıyamet alâmetlerinden olmak üzere Ye’cüc ve Me’cüc’ün çıktıklarında vuku bulacak olan hâl ve ahvâli beyan etmek üzere Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Biz o gün onları bırakırız da dalgalar halinde birbirine girerler.” (Kehf: 99)
Bunlar Deccal’in çıkışından sonra, kıyametin kopuşundan öncedir.
Âyet-i kerime’nin devamında şöyle buyuruluyor:
“Sûr’a da üfürülmüş, böylece biz onların hepsini bütünüyle bir araya getirmişizdir.” (Kehf: 99)
Ye’cüc ve Me’cüc, aslı ve nesebi belirsiz iki kabile olup, önlerine çekilmiş olan barajı aşıp yeryüzüne yayılacaklar ve bir müddet etrafı ifsad etmeye çalışacaklar. Daha sonra İsa Aleyhisselâm’ın duâsıyla mahvolacaklar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Nihayet Ye’cüc ve Me’cüc (sedleri) açıldığı zaman her tepeden saldırırlar.” (Enbiyâ: 96)
Bu beyan; olmuş ve olacağı, göklerin ve yerin gizliliklerini en iyi bilen, kendinden başka ilâh olmayan Allah-u Teâlâ’nın verdiği bir haberdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ye’cüc ve Me’cüc’ün kıyamet öncesinde Rabbânî bir rahmet olan seddi delerek çıkacaklarını ve yeryüzünde daha önce benzeri görülmemiş bir biçimde bozgunculuk yapacaklarını, önlerine gelen memleketleri tahrip edeceklerini beyan buyurmuştur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında telaşla ve “Lâ ilâhe illâllah” diyerek Cahş kızı Zeynep -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’in odasına girdi.
Baş parmağı ile şehâdet parmağını halka yaparak:
“Yaklaşmakta olan belâ ve fitneden vay Araplar’ın haline! Bugün Ye’cüc ve Me’cüc seddinden şu kadar bir yer açıldı.” buyurdu. (Buhârî-Müslim)
Bir Hadis-i şerif’lerinde de şöyle buyururlar:
“Allah-u Teâlâ Ye’cüc ve Me’cüc’ü gönderir. Bunlar yüksek yerlerden akın edecekler. İlk kafile Taberiye gölüne uğrayıp oradaki suları tamamen içecekler. Sonra geridekiler bu göle uğrayacaklar ve ‘Vaktiyle burada çok su varmış’ diyecekler. Sonra Beyt-i makdis dağına yürüyecekler. ‘Yeryüzündekileri öldürdük, geliniz göktekileri de öldürelim’ diyecekler ve oklarını göğe doğru atacaklar. Allah-u Teâlâ okları kana boyanmış olduğu halde onlara geri çevirecek, İsa Aleyhisselâm ve ashâbı Tûr dağında mahsur kalacaklar. Öyle ki muhasaranın şiddetinden o gün bir öküz başı, onlardan her biri için bugünkü paranızla yüz dinardan daha hayırlı olacak.
Bunun üzerine Allah’ın Peygamber’i İsa Aleyhisselâm ve ashâbı kendilerini onların belâsından kurtarması için Allah’a yalvaracaklar. Allah-u Teâlâ Ye’cüc ve Me’cüc kabileleri’nin enselerine kurtçuklar musallat eder. Sabahleyin hepsi de Allah’ın kudreti ile bir tek nefsin ölümü gibi bir anda kırılır helâk olurlar. Sonra İsa Aleyhisselâm ve ashâbı Tûr dağından yere inerler. Yeryüzünde onların kokmuş lâşelerinden hâli bir karış yer bulamazlar.
Yine İsa Aleyhisselâm ve ashâbı Allah’a yalvarırlar da Cenâb-ı Hakk deve boynu gibi kuşlar gönderir. Onlar lâşeleri alıp Allah’ın istediği yere atarlar. Sonra Cenâb-ı Hakk pek çok yağmur indirir ki, hiçbir ev ve çadır bu yağmurdan kurtulmaz. Bu yağmur bütün yeryüzünü yıkar, ayna gibi tertemiz, yemyeşil bir hale getirir.” (Müslim)
Diğer bir Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:
“Andolsun ki Ye’cüc ve Me’cüc çıktıktan sonra da Beytullah haccedilecek ve umre yapılacaktır.” (Buhârî)
Onların yeryüzüne dağılıp birçok yerleri istilâ ettikleri halde Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve Kudüs-ü şerif havalisinin onların şerrinden emin olacağı da bazı Hadis-i şerif’lerde mezkurdur.
Bazı zevât-ı kiram Zülkarneyn Aleyhisselâm’ın kıssasını anlatan Âyet-i kerime’lerden mânevî işaretler çıkarmışlardır.
Şöyle ki:
Bu kıssa ile şu husus da beyan edilmiş oluyor ki, dünyada hilâfete lâyık olan ancak insan-ı kâmildir.
O ise hem ruhlar âlemine hem de cinler âlemine sahip olan Zülkarneyn Aleyhisselâm’dır.
Çünkü ona yeryüzünde temkin verilmiş, vakar bahşedilmiş, vasıtalar ve sebepler âleminde her şeyin sebebine o erdirilmiştir. Böylece hem nefsinde kemâle ermiş, hem de başkalarını kemâle erdirmiştir.