Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - Haşr Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (4) - Ömer Öngüt
Haşr Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (4)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Haziran 2002

 

Haşr Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (4)

O ÖYLE BİR ALLAH’TIR Kİ!

 

Allah’ın Kendilerine Kendilerini
Unutturduğu Kimseler:

Allah-u Teâlâ kendisini unutanlara, zikirden ve fikirden gâfil olanlara fâsık ismini vermiş ve müminlere hitap ederek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmuştur:

“Allah’ı unuttuklarından dolayı Allah’ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın.” (Haşr: 19)

Allah-u Teâlâ’yı unutmak demek, insanın kendi kendisini unutması demektir.

Musa Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’ya hitaben:

“Yâ Rabb’i! Ben istiyorum ki kullarından kimi sevdiğini bileyim de, ben de onu seveyim.” dedi.

Allah-u Teâlâ buyurdu ki:

“Beni çok zikreden kulumu gördüğün zaman bil ki ben onu severim. Beni zikretmeyeni de gördüğün zaman anla ki, ben ona buğzederim.” (Tirmizî)

Bir müslümanın Allah yolunda yürüyebilmesi için, sahib-i hakiki olan Allah-u Teâlâ’yı hiçbir zaman unutmaması gerekir.

“Onlar yoldan çıkmış fâsıkların tâ kendileridir.” (Haşr: 19)

Münâfıklar ilâhî hukuku unuttular, Allah-u Teâlâ’yı takdir edemediler. Allah-u Teâlâ da onları kendi kendilerini unutan kimseler kıldı. Böylece onlar kendilerine menfaat verecek, dünya saâdetine ahiret selâmetine ulaştıracak olan şeylere kulak vermediler.

Allah-u Teâlâ münâfıklar hakkında bir Âyet-i kerime’sinde:

“Onlar Allah’ı pek az zikrederler.” buyurmuştur. (Nisâ: 142)

Allah-u Teâlâ:

“Onlar Allah’ı unuttu, Allah da onları unuttu.” (Tevbe: 67)

Âyet-i kerime’si ile münâfıklar Allah’ın zikrinden gâfil oldukları için, onları lütuf ve rahmetinden mahrum bırakacağını beyan buyurmaktadır.

Müminler bunlara benzememelidirler.

 

Ateş Suya Giremez:

İman ile küfür, hak ile bâtıl, hidayet ile dalâlet, nur ile zulmet, saâdet ile felâket apaçık delillerle ayırt edilir hâldedir. İman nuru ile münevver olan müminler, iman yolunu seçtikleri için cennette karar kılarlar. Küfür karanlığında kalan kâfirlerin karargâhları ise cehennemdir. Bu iki sınıf daha dünyada iken yollarını seçmişler, birbirlerinden ayrılmışlardır. Dünyada aslâ birleşemedikleri gibi, ahirette de ebedî olarak birleşemezler. Bahtiyarlarla bedbahtların aralarında hiçbir surette beraberlik tasavvur olunamaz.

Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Cehennem ehliyle cennet ehli bir olmaz.” (Haşr: 20)

Cehennemlikler Allah’ı unutup da cehennem ateşinde ebedî kalmayı hakedenlerdir. Dünyada da ahirette de en aşağılık kimselerdir. Allah’tan korkup, emir ve yasaklara uyanlar ise cennete müstehaktırlar.

“Cennet ehli olanlar, kurtulanların tâ kendileridir.” (Haşr: 20)

Onlar dünyada da ahirette de iyilik ve güzelliklere nâil olmuşlardır. En büyük tehlikelerden kurtulmuşlar ve en büyük murada ermişlerdir. Bu fazilet onlara yeter!

 

Hazret-i Kur’an’ın Azameti:

Kur’an-ı kerim öyle büyük bir mucizedir ki, onun benzerini meydana getirmek insan gücünün ötesindedir.

Kur’an-ı kerim’in harflerinin hakiki mânâlarını Allah-u Teâlâ eğer açığa vurmuş olsaydı, yedi kat gökler ve yer hatta Arş dahi bu tecellîye dayanamazdı.

Bunun içindir ki Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, muhakkak ki onun Allah’ın korkusundan baş eğdiğini ve parça parça olduğunu görürdün.”(Haşr: 21)

Binaenaleyh Allah-u Teâlâ’nın kelâmına bir mahlûk tâkat getiremez, hakikatini bilemez, aslına vâkıf olamaz. Onu yalnız ve yalnız Allah-u Teâlâ bilir ve dilediğine dilediği kadar bildirir. Çünkü o Allah kelâmıdır, kul ise mahlûkudur. Değil kulun tâkat getirmesi; ne yer, ne gök, ne Arş hiçbir şeyin ona tâkat getirmesi mümkün değildir.

İnsanların bundan daha çok etkilenmesi gerekirken, çok zâlim ve çok câhil insanlar Allah-u Teâlâ’ya saygı duymuyorlar, saâdet ve selâmet yollarını aramayı düşünmüyorlar.

“Biz bu temsilleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr: 21)

Gerek bu Âyet-i kerime’deki ve bu sûre-i şerif’teki misallerin, gerek Kur’an-ı kerim’deki diğer temsillerin; ibret alınması için daima hatırda tutulması gerekir.

Nitekim Ahzâb sûre-i şerif’inin 72. Âyet-i kerime’si de buna benzer bir temsildir.

Allah-u Teâlâ beşeriyete hitap ederek şöyle buyurmaktadır:

“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, endişeye düştüler. İnsan ise o emaneti yüklendi. Çünkü insan çok zâlim ve çok câhildir.” (Ahzâb: 72)

Çünkü emanete sahip çıkmamış, hakkını gözetmemiştir.

 

O Öyle Bir Allah’tır ki!:

Allah-u Teâlâ ulûhiyetini ve vahdâniyetini, ilim ve rahmetiyle şânını ve yüceliğini, bazı isim ve sıfatlarıyla anlatarak Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:

“O öyle bir Allah’tır ki, O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.” (Haşr: 22)

Mevcûd-u hakiki O’dur, O’ndan başka ulûhiyete müstehak kimse yoktur. Kullarının ibadetlerine mâbud O’dur, O’ndan başka mâbud yoktur.

“Görülmeyeni de bilir, görüleni de bilir.” (Haşr: 22)

Kâinatın bilgisi O’ndadır. Ne yeryüzünde ne gökyüzünde, ne büyük ne küçük hiçbir şey O’nun için gizli ve saklı değildir. Geçmişte ne olduysa, halde ne oluyorsa, gelecekte ne olacaksa hepsini en ince teferruâtıyla bilir. O’nun ezelî ve ebedî ilminden hiçbir zerre bile uzak değildir.

Gayb: Mutlak ve izâfi olmak üzere iki mânâda kullanılır. Hiçbir mahlûkun ulaşamadığı gayb, mutlak gaybtır. İzâfi gayb ise, bazı yaratıklar için bilinmesi mümkün olmayan gaybtır.

“O Rahman’dır, Rahim’dir.” (Haşr: 22)

Rahman: Dünyada kendisine inananı-inanmayanı, itaat edeni-etmeyeni ayırdetmeden bütün mahlûkatına sayısız nimetler bahşeder, onları esirger.

Rahim: Çok merhamet eder, inanıp sâlih ameller işleyenleri, verdiği nimetleri iyiye kullananları ahirette daha büyük ve ebedî nimetler vermek suretiyle mükâfatlandırır.

Dünya va ahiretin Rahman ve Rahim’i O’dur, bu iki isim ancak O’na layıktır.

“O öyle bir Allah’tır ki, O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.” (Haşr: 23)

Bu pek mühim bir hakikat olduğu için tekrar beyan buyurulmuştur.

“Melik’tir, Kuddüs’tür, Selâm’dır, Mümin’dir, Müheymin’dir, Azîz’dir, Cebbâr’dır, Mütekebbir’dir.” (Haşr: 23)

Melik: Zâtında ve sıfatında her vasıtadan müstağnidir. Mülk ve melekûtun yegâne sahibi, hakiki mutasarrıfı, mutlak hükümdarı O’dur.

Bir kul ne kadar güçlü bir hükümdar olursa olsun, mülkün gerçek sahibine muhtaçtır, mülk ve iktidarı geçicidir.

Her şey O’nun tasarruf ve iktidarı altında O’na tâbidir. Hâkimiyetini sınırlayan hiçbir şey yoktur.

Kuddüs: Her türlü eksikliklerden ve noksanlıklardan münezzehtir, her vasfında mükemmeldir, pak ve temizdir.

O her türlü duygu ve düşüncenin tasavvur edebileceği vasıflardan pak ve yücedir. O’nun kemâli de sınırlandırılamaz. İnsan aklının çok ötesinde kemâl sıfatları ile muttasıftır.

Selâm: Yarattıklarına zulmetmekten müberrâdır, onları tehlikelerden selâmete çıkarır, bahtiyar kullarına selâm eder.

İslâm olan ve imanını kemâlleştiren bir mümin, selâm sıfatının tecellîsine mazhar olur, müslümanlar onun dilinden ve elinden selâmette kalırlar ve o kimse selim bir kalp ile Hakk’a kavuşma nimetine erer.

İnananlar Rabb’lerinin hıfz-u himayesi altında emniyet ve huzur içindedirler.

Her selâmetin kaynağı O olduğu gibi, selâmet arayanları selâmete erdirecek olan da O’dur.

Mümin: İman ihsan buyurur, emniyet bahşeder, kendisine iltica edip sığınanları hususi himayesine alıp muhafaza eder ve huzura erdirir.

Her türlü tehlike ve felâketten emniyet ve eman veren O’dur. Her şey her an O’na yönelip sığınmaya muhtaçtır.

Mümin kullarının kendisine iman edişlerini tasdik eder.

Bu isimde insan Allah-u Teâlâ’nın ulvî sıfatlarından birisi ile vasıflanıyor. Bu iman sıfatı ile en yüce makam olan Mele-i âlâ’ya yükseliyor.

Müheymin: Yarattığı bütün varlıkları görüp gözetir, murakaba eder, sevk ve idare eder, korur. Mutlak hükümran O’dur.

Azîz: Mağlup edilmesi mümkün olmayan yegâne galip, dengi ve benzeri bulunmayacak derecede değerli ve şerefli, güçlü ve daima üstün O’dur.

Galip gelmek, mağlup olmamak ancak O’nunla mümkündür.

Cebbâr: Her türlü perişanlıkları düzeltip yoluna koyar, dilediğini dilediği şekilde yaptırmaya muktedirdir, varlığı çok yücedir.

Hiçbir güç ve kudret O’na muhalefet edemez, hükmünü dilediği şekilde yürütür.

Mütekebbir: Azamet ve ululukta eşi yoktur, her şeyde, her hadisede büyüklüğünü gösterir.

Büyüklük, yücelik, kibriya sıfatlarının yegâne sahibi O’dur.

“Allah müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” (Haşr: 23)

O şirk koşulan şeyler Hakk’tan çok uzaktır. Allah-u Teâlâ ortaklardan ve benzerlerden münezzeh ve mukaddestir.

“O öyle Allah’tır ki; Hâlik’tır, Bârî’dir, Musavvir’dir.” (Haşr: 24)

Hâlik: Her şeyi nizam ve intizam içinde yoktan var eder, yaratır ve tedbirini görüp ihtiyaçlarını yerleştirir.

Bârî: Her yarattığını birbirine uygun, yeni bir icad ile numunesiz olarak yoktan yaratır.

Musavvir: Her şeye ihtimamla bir şekil ve hususiyet verir, düzenleyip en güzel bir biçimde tertip eder, güzelliğinin kemâlini gösterir.

Allah-u Teâlâ’nın sıfat ve isimleri bundan ibaret değildir:

“En güzel isimler O’nundur.” (Haşr: 24)

En yüce mânâlara delâlet eden en güzel isimler hep O’nundur. O isimlerin her biri gayet güzel mânâlara ve yüksek sıfatlara delâlet eder. O isimlerin eseri mahlûkat üzerinde zuhur eder. Güzellik bunların zâtında mevcuttur.

“Göklerde ve yerde olanlar O’nu tenzih ve tesbih etmektedirler.” (Haşr: 24)

Tesbih: Allah-u Teâlâ’yı yüceliğine layık olmayan her türlü noksanlıklardan, gerek itikat, gerek söz, gerek kalp ile tenzih etmek ve uzak tutmaktır. O, dünyada da ahirette de en güzel övgülere ve kemâl sıfatlarına lâyıktır.

Göklerde ve yerde bulunan, ister görünmeyecek derecede ehemmiyetsiz olsun, ister görünen varlıklar olsun, canlı ve cansız her şey Allah-u Teâlâ’yı tesbih ettiği gibi, yaratılan her varlık, Yaratıcı’nın yüceliğinin son derecesindeki sıfatlarla vasıflanmış olan varlığına delâlet etmektedir.

“O Azîz’dir, Hakîm’dir.” (Haşr: 24)

Mutlak galip O’dur.

Bütün buyrukları ve işleri hikmetlidir, hükmünde hikmet sahibidir, her şeyi yerli yerinde ve en iyi şekilde yapar. Hikmetinin güzellikleri varlıklar üzerinde apaçık görülür.

Ma’kıl bin Yesar -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Kim sabaha erdiğinde üç defa ‘Euzü billâhissemîil-alîmi mineşşeytanirracim’ diyerek Haşr sûre-i şerif’inin son üç âyetini okursa, Allah buna karşılık akşama kadar yetmiş bin melek vazifelendirir. Eğer o gün ölecek olursa şehid olarak vefat eder. Bu âyetleri gece okursa aynı mertebe kendisine verilir.” (Tirmizî)


  Önceki Sonraki