Suni barış rüzgârlarının estirildiği, bunun altında korkunç bir silâhlanma yarışının yaşandığı bir zaman diliminde bulunmaktayız. Yaşanan son büyük dünya savaşı, insanoğlunu büyük bir güçle, nükleer silâhlar ile tanıştırmış, ardından yıllar boyu süren araştırmalardan sonra bu silahların yıkım ve tahribat gücünün kat kat artırılması başarılmıştır. Bugün pek çok ülkede bulunan ve üretilen bu silâhlar, askeri anlamda insan ve techizat bakımından kuvvetli olmanın avantajını tersine çevirmiştir.
Nükleer silâhları askeri açıdan çok çekici kılan, bu silâhların birim ağırlıkları başına, patlaması sırasında ortaya çıkarttıkları enerjidir. Ayrıca taşıma platformları olarak anılan, uçak veya füze teknolojisine sahip uluslar için nükleer patlayıcılar, çok uzaklardaki hedefleri vurabilme imkânı vermeleri açısından büyük önem taşımaktadırlar.
Bir nükleer bombanın patlaması sonucunda ortaya çıkan enerji, çok kısa bir süre içinde, yakın çevresindeki ortamı ısıtarak bir şok dalgası meydana getirir. Bu şok dalgası, çevreye, dolayısıyla da hedefe zarar verir. Bir bombanın tahrip gücü, patlama sonucu çevreye eşit derecede zarar verecek kimyasal bir patlayıcı olan trinitro-tolüen’in (TNT) ağırlığı cinsinden verilir. Kimyasal patlayıcıların çevreye vereceği zarar ile nükleer bir patlayıcının vereceği zarar arasında binler veya milyon mertebesinde bir fark vardır.
Örneğin, Amerikan Minuteman-III Kıtalar Arası Balistik Füzesi içinde bulunan, her biri 170 kt gücünde, ağırlığı yaklaşık 400 kg’ dan az olan W62 nükleer başlıkları, patlama sonucu 170.000 ton TNT’ye eşdeğer bir enerji açığa çıkarırlar. Diğer yandan, dünyadaki en güçlü nükleer bombalar, Çinliler’in CSS-4 sistemleri olup; güçleri 5-10 Mt (5-10 Milyon ton TNT’ye eşdeğer) dolayında, ağırlıkları ise 5 tondan azdır. Kısacası bir tek bomba ile bir memleketi yok etmek mümkündür.
“Bir somut örnek olarak, İstanbul’da Taksim meydanının yaklaşık 2 km. üzerinde yalnızca 1 megaton’luk bir nükleer bombanın patlatıldığını düşünelim. Bombanın ilk etkisiyle sınırları Harem, Üsküdar, Ortaköy, Mecidiyeköy, Eyüp İskelesi, Atikali, Fatih, Belediye Sarayı, Hipodrum, Sultanahmet Camii’nden geçen daire içinde kalan bölgede hiçbir şey kalmaz. Bölgede bulunan tüm insanlar ölür. Bu bölgede bulunan semtlerin bazıları şunlardır: Taksim, Harbiye, Osmanbey, Bomonti, Kurtuluş, Piyalepaşa, Kabataş, Beyoğlu, Şişhane, Okmeydanı, Hasköy, Pangaltı, Tepebaşı, Eminönü, Şemsipaşa...
Sınırları Kadıköy, Acıbadem, Bulgurlu, Çengelköy, Bebek, Gümüşsuyu Caddesi, Koca Mustafapaşa Camii, İmrahor Camii’nden geçen daire içinde bulunan bölgedeki çok büyük binaların iskeletleri ayakta kalır. Öteki tüm yapılar yerle bir olur. İlk anda bölgedeki insanların en az yarısı ölür, öteki yarısı yaralanır. İlk ölümlerin çoğunluğu yıkıntı altında kalmaktan olur. Ayrıca, radyasyon ve ısı etkisiyle onbinlerce insan daha ölür. Bölgede yangınlar çıkar. Bu bölgedeki bazı semtler şunlardır: Karagümrük, Şehremini, Haseki, Aksaray, Lâleli, Validebağı, Kısıklı, Bağlarbaşı, Kuzguncuk, Beylerbeyi, Kuruçeşme, Arnavutköy...
Daha dışarıdaki 3.5 km.’lik üçüncü daire içindeki yapılar çok büyük zarar görür. İlk anda bölgede yaşayanların %10’u ölür, yarıdan fazlası yaralanır. İlk anda yapıların %5’inde yangın çıkar. Yangın etrafa sıçramayı 24 saat sürdürür ve sonunda yapıların yarıdan fazlası yanar. Isı etkisiyle oluşan yanıklardan, ayrıca onbinlerce insan ölür. Bu bölgedeki bazı semtler de şunlar: Moda, Fikirtepe, Kızıltoprak, Kalamış, Fenerbahçe, Göztepe, Erenköy, Küçüksu, Anadolu Hisarı, Ataköy...” (Haluk Genger, “Mayınlı Tarla”da Dış Politika)
Nükleer silâhların caydırıcı rolünün bir göstergesi, yarım yüzyıla yakın bir süredir bozulmayan Dünya barışıdır. Nükleer silâhlara sahip bir ülke, benzer bir saldırının kendisine de yapılacağı kâbusu ile yaşamak zorundadır. Bu nedenle nükleer silâh sistemleri, “sac ayağı” olarak tanımlanan, bir üçlü sistemden oluşur.
İlk sistem, düşmanın Kıtalar Arası Balistik Füze (KABF) silolarını hedef alan KABF sistemidir. Bu sistem, plânlanmış bir saldırıda ya da saldırı karşısında savunma amacı ile kullanılabilmektedir. ABD ve eski SSCB, karşılıklı olarak ilk saldırıda bulunmama garantisi vermiş ve KABF sistemleri salt kendilerine yapılacak bir saldırı karşısında kullanma kararını benimsemişlerdir.
Bir nükleer savaşın ilk yirmi dakikasında, KABF’lerin çoğunluğunun imha edilmesi ve bunların çevreye çok büyük zararlar vermesi ihtimaline karşılık, daha çok intikam alma amacına yönelik olan Denizaltından Atılan Balistik Füzeler (DABF) sistemi geliştirilmiştir. Bu füzelerde, KABF başlıklarına oranla daha güçlü olan çok sayıda nükleer patlayıcı vardır ve füze siloları yerine kentleri hedef alırlar. Kısacası nükleer güçler, karşı tarafın sivil halkını rehin almaktadırlar. Üçüncü sistem ise, KABF ve DABF sistemlerinin arasında devreye girebilen, insan kumandası ile çalışan ve gerektiğinde geri çağrılabilir nükleer silâhlar taşıyabilen bombardıman uçaklarıdır.
1 Kasım 1952’de Güney Pasifik’deki Marshall adalarından Eniwetok üzerinde bir Amerikan hidrojen bombası testi yapılmıştır. Gözlemciler Hidrojen bombası patlamasında atom bombasına göre çok daha fazla nötron ve radyoaktivite meydana geldiğini not etmişler, bu bilgilere dayanarak Amerikan uzmanları nötron bombasını geliştirmişlerdir.
Atom bombası 5 mil çapındaki bir alanda canlı ve cansız herşeyi yokedip, 1 mil çapındaki bir alanda öldürücü radyoaktivite bırakırken; Nötron bombası ise 1/2 mil çapındaki bir alanda patlama ve sıcaklık etkisi ile herşeyi yokedecek, 1.5 mil çapındaki bir alanda ise saçtığı nötron ışınları ile tüm canlıları öldürecek, fakat binalara, silâhlara vs. dokunmayacaktır; böylece canlıları ölmüş bir alanda binalara, silâhlara vs. el konulabilecektir.
Nötron bombası patladıktan sonra çevreye saçılan nötronlar, toprakta, metallerde, besinlerde vb. nötronları aktive etmektedir; bu nötron aktivasyonu atom bombasına göre 10 kat daha fazladır. Nötron aktivasyonu denen olay, cansız cisimlerin sekonder gama ışınları saçmasına neden olur. Böylece Nötron bombası hem nötron ışınlarına, hem de gama ışınlarına bağlı tahribat yapmaktadır. Nötronlar çarptıkları cisimleri gama ışınları saçar hale getirdiğinden, Nötron bombası atıldıktan sonra her cisim bir mini-bomba halini alarak gama ışınları saçmaya başlar.
Nötron bombası’nın ilk etkisi hızlı nötronlar ve gama fotonları saçmaktır. Işınlama dozu, patlama ve termal ışınlama mesafesi (150-300 m.) ötesinde, açık havada yüzbinlerce rad (ışıma birimi) kadardır. Hatırlatalım ki insan 300 rad’dan yüksek nötron ışınlaması karşısında bile ölmektedir.
Hızlı nötronlar hafif atomların çekirdeklerinde elastik saçılmaya maruz kalır, bu sırada geritepme proton’ları açığa çıkar, protonlar şiddetle iyonlaştırıcı partiküllerdir. Bu reaksiyon dokunun absorbe ettiği dozun %70-80’ini oluşturur. Böylece insan, şiddetle iyonlaştırıcı bir ışımaya maruz kalır. Protonlar insan dokuları içinde ilerledikçe, birim yol başına çok yüksek bir enerji ile tahribat yaparlar. İş bununla da kalmaz, bazı biyolojik dokuların çekirdekleri nötron yakalayarak radyoaktif hâl alır, bunun sonucu insan vücudunda sayısız radyoaktif odak belirir, insan dokularının her biri bir mini-bomba halini alarak kendi kendini tehlikeli ışınlarla tahrip etmeye başlar. İşte nötronların en büyük tehlikelerinden biri burada yatmaktadır; nötronlar canlı veya cansız cisimlere çarparak önlerine çıkan atomları radyoaktif hale getirmektedir, bu atomlar öldürücü ışınlar saçmaya başlamakta, sayısız mini-bomba doğmaktadır. Nötron bombası atıldıktan sonra gerçi binalar, tanklar vb. aynen kalacak denmektedir, aslında gerek cesetler, gerek bu cansız şeyler radyoaktif hâl alacaktır. Gerek cesetleri kaldırmak, gerek bu binaların, tankların vb. içine girmek yüksek dozda öldürücü ışın almak anlamına gelecektir. Sağlam kalan cansız şeyler ancak ışınlamadan koruyucu özel giysilerle kullanılabilecektir.
Nötron bombası kullanılmasının amaçlarından biri, nötrona maruz kalanları anında yaşayan ölü haline getirmektir. Beyin 3000-8000 rad civarında ışın alarak derhâl görev yapmayı durdurur, denge kaybı (ataxia), şok ve sara krizlerinden sonra kurban bitkisel hayata geçer ve bu ağır koma içinde en geç birkaç günde ölür. Yalnız Nötron bombası, insanları bu hale getirebilmektedir. Diğer “normal” nükleer bombalar, patlama dalgası ve parlamanın sıcaklığı ile yanık ve yaralar yapar ve hemen öldürür.
Işıma etkisi ile nötronlar beyne girerek sinir hücrelerinin elektriksel bağlantılarını yokedecektir, kuvvetli ışımaya maruz kalan kompüterlerin ve elektronik cihazların hemen duruvermesi gibi. 3000 rad gücünde bir ışımaya maruz kalanlar 3-7 dakika baygın kalacak, sonra ayılacak, fakat bir hafta içinde mide-barsak kanamasından ölecektir; ağızdan anüse kadar tüm sindirim sistemi açık bir yara halini alacak, böbrek ve kalp zayıflayacak ve hasta ateşler içinde kanayarak ölecektir. 650 rad’a maruz kalanlarda hemen bir etki görülmeyecek, fakat kan hücrelerini yapan kemik iliği kuruyacak, eski kan hücreleri ışımadan sonra 25-30 gün daha yaşayacak, fakat bölünmeleri duracak, kansızlık ve mikroplara karşı savunamama sonucu hasta 4-5 haftada ölecektir.
İngiliz genetikçisi J.Edwards’a göre Nötron bombasının en korkunç yanı şudur: Nötron bombası öyle bir bombadır ki etkisi zamanla sınırlı değildir, Nötron bombası atıldıktan sonra birçok nesil sakat ve ucube olarak doğacaktır, bunu önlemek kimsenin elinde değildir, ışınlar kalıtım moleküllerini (genleri) tahrip ettiğinden bu acı sonuç kaçınılmaz. Bu bakımdan Nötron bombası genetik bir silâhtır, gelecek nesillere de yönelmiştir.
Nötron bombaları füze başlığı olarak kullanılmakta ve ağır havan topları ile atılmaktadır. İnsanların yoğun yaşadığı bölgelerde (kentlerde) tahribat en fazla olacaktır. 8 km2’lik bir alanda tüm canlılar öldürücü ışınlar sonucu en geç 2-3 günde ölecektir. 10 km2’lik bir ek alanda da 1-100 rad ışın alınacaktır. 2-3 km. aralıklarla atılan Nötron bombası açık havada yakalanmış herkesi öldürecektir. 1 kilotonluk bir Nötron bombasının patlama noktasından 400 metre uzağında ışıma 418.000 rad’dır. Işımayı 500 kat azaltan bir sığınakta bile alınacak doz 836 rad olacaktır, bu ise minimum öldürücü dozun iki katıdır.
Amerikalı bilim adamı A. Westing’e göre 1 kiloton nötron silahı 310 hektar çam ormanı, 170 hektar yaprak döken orman ve 140 hektar otlak tahrip edecek ve bunların yerine konması yüzyıllar alacaktır. (*Dr. Selçuk Alsan)
“Müslümanlarla yahudiler harbetmedikçe kıyamet kopmaz. Müslümanlar onları öyle bir öldürecekler ki, hatta yahudi taşın ve ağacın arkasına saklanacak, taş veya ağaç da ‘Ey müslüman, ey Allah’ın kulu! Şu arkamdaki yahudidir, hemen gel de onu öldür!’ diyecektir. Yalnız Ğargad ağacı bunu demeyecek, çünkü o yahudilerin ağacıdır.” (Müslim)
Allah-u âlem yahudiler Mekke-i mükerreme’ye ve Medine-i münevvere’ye giremeyecek, Medine-i münevvere’ye nötron bombası atsa gerek. Amma onlar, amma Çinliler. Bütün halk ölecek. Bundan değil müslümanlar, bütün küffar halkı da rahatsız olacak.
Sonra Allah-u Teâlâ onların öldürülmesini murad ettiği zaman, küffar memleketine sığınmış bir yahudiyi dahi ikrah ettikleri için haber verecekler. “Burada yahudi var gel öldür!” diye. Yalnız Amerika haber vermeyecek, çünkü Amerika onlardandır.
Resulullah (s.a.v) Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadırlar:
“Bir zaman gelecek ki Medine hayrı ve güzelliği ile boş kalacak, kurtlar ve kuşlar işgal edecek.
İnsanoğullarından en son ölecek olan Müzeyne kabilesi’nden iki çobandır. Bunlar Medine’ye doğru koyunlarını sürüp gelirken onun perişanlığını görerek korkup, yüzüstü düşerek ölecekler.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 885)
Avf bin Mâlik (r.anh) der ki:
“Bir kere Resulullah Aleyhisselâm Mescid-i saâdete girmişti. Sonra bizim yüzümüze bakıp ‘Allah’a yemin ederim ki gelecek nesil bu Medine’yi kırk sene kadar zelil bir halde avâfiye bırakacaktır. Avâfiye nedir bilir misiniz? Bakınız ben size söyleyeyim: Kurtlar ve kuşlar!’” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh, C. 6 sh: 235) (*Ömer Öngüt, İnsan Dünya ve Ahiret, sh: 178)
Nükleer güç, kontrol edilemezse önümüzde büyük felâketlere yol açacaktır. Bu konuda bütün ülkeler üstlerine düşen vazifeyi yapmak durumundadır. Ancak görmekteyiz ki, dünya sahnesinde bu silâhları ilk olarak kullanan ülke olan Amerika, kimyasal, biyolojik ve nükleer silâhların deneme ve kullanılmasının kısıtlandırılmasına yanaşmamakta, anlaşmalara imza atmamaktadır. Hatta yedi ülkeye aynı anda saldırı yapabilecek şekilde plânlar yaptığı basına dahi yansımıştır.
İş bir kere çığrından çıkarsa, hafsalanın alamayacağı felâketlerle karşılaşılacaktır. Bu konuda önemli bir bilim adamının sözü, sanırız ki gerekli çağrışımı yapacaktır:
“3. Dünya Savaşı hangi silâhlarla yapılacak bilmiyorum. Ama 4. Dünya Savaşı’nın taş ve sopalarla yapılacağına eminim.”
Allah-u Teâlâ âkıbetimizi hayırlı etsin. Âmin.