Ocak ayı içerisinde Mekke-i Mükerreme’de bulunan Ecyad Kalesi’nin yıkıldığına şahit olduk. Bu arada dikkatler, özellikle medyamız vesilesi ile, Arapların, Osmanlı ve Türk düşmanlığı noktasına odaklandı. Gerçekte ise mesele kalenin yıkılmasından ve iddia edildiği gibi Türk-Arap düşmanlığından daha kapsamlıdır. İşin derinliklerine inildiğinde görülecektir ki Vehhâbîler, Suudi Arabistan başta olmak üzere pek çok İslâm ülkesinde gizli ve plânlı bir faaliyet içerisinde, İslâmiyet’e darbe vuracak faaliyetlerde bulunmaktadırlar.
2001 yılının Ekim ayında Muhterem Ömer ÖNGÜT’ün Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerin nur ışığı ile Vehhâbîler’in içyüzünü ortaya koyan “İslâm Dini ve Vehhâbîlik Dini” isimli eseri neşredilmiştir.
Vehhâbîler’in nerelerden küfre kaydıklarını, Allah-u Teâlâ’nın nurunu söndürmek için nasıl faaliyetlerde bulunduklarını öğrenmek isteyen müslüman kardeşlerimize bu kitabın mutlaka okunması gerektiğini hatırlatmakta fayda görüyoruz.
Kendi beyanları ile: “Bizim beyanlarımız asla Ehl-i sünnet vel-cemaat olan Araplar’a değildir. Onlara saygı ve sevgimiz sonsuzdur... Sözümüz Araplar’a değil, İslâm dininden çıkmış, dinini kurmuş Vehhâbîler’edir.”
Ecyad Kalesi, Vehhâbîler’in başlangıcını teşkil eden büyük ayaklanma olaylarına karşı, Mekke-i Mükerreme’yi ve Kâbe-i Muazzama’yı korumak için Kavalalı Tosun Paşa tarafından tahkim edilen bir kaledir. Dolayısı ile Vehhâbîler’in gözünde bir Osmanlı-Türk kalesi olarak, kendilerine karşı yapılmış olan bir kaledir. Yıkılmasının en önemli nedeni budur. Gerekçe olarak yerine otel yapılacağının söylenmesi ise bu gerçeğin yanında gölgede kalmaktadır. Ayrıca yıkımın duyurulmasından sonra ülkemiz genelinde gösterilen sert tepki neticesinde geri adım atan ve kalenin aynı şekilde yeniden yapılacağını duyuran Suudi hükümetinin açıklamaları hiç de inandırıcı gelmemektedir. Şunu da belirtmek gerekir ki, Ecyad Kalesi, Vehhâbî zulmünün göstergesi olarak buzdağının görünen kısmıdır. Vehhâbîlik dininin aslı icra edilerek mübarek beldelerde ve pek çok müslüman ülkede birçok tahribat yapılmış ve yapılmaktadır.
Necip Türk milleti, mukaddes beldelere gösterilmesi gereken edep tavrını en güzel bir şekilde sergilemiştir.
Yavuz Sultan Selim’den itibaren bütün padişahlar “Hadimü’l-Harameyn” (Mekke ve Medine’nin hizmetkârı) anlayışı ile hareket etmişlerdir.
Kâbe-i Muazzama’nın etrafında, onun boyunu geçmeyecek şekilde bir yapılanmaya gidilmesi, Hicaz demiryolu yapılırken, demiryolunun Medine’ye ulaştığı esnâda, Abdülhamid Han Hazretleri’nin hususi talimatıyla, gürültü yapacak aletlere keçe sarılarak beldede medfûn bulunan Ehl-i Beyt’in ruhlarının rahatsız edilmemesine azami dikkat ve özen gösterilmesi, Medine müdafii Fahreddin Paşa’nın Ravza-i Mutahhara’yı her sabah bizzat kendisinin süpürmesi de bu inceliklerden sadece birkaçıdır. Ecdadımız, değerliye değer verdiği için değer bulmuştur.
Vehhâbîler’e gelince;
Allah-u Teâlâ’nın nuru, âlemlerin gurur ve sürûru Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sünnet-i seniye’sini açıkça inkâr ettikleri gibi; bizzat Allah-u Teâlâ tarafından seçilip övüldüğü halde, zât-ı âlilerine yakışmayan şeyleri isnad etmişlerdir.
Sahâbe-i kiram Hazerâtının evlerini yıkmışlar, mübarek kabr-i şerif’lerinin üzerinden buldozerlerle geçmişler, ehl-i sünnet âlimlerinden çoğunu sebepsiz yere asmışlar, İslâm’ın ilk dönemlerinden kalma mescidleri tahrip etmişler, ne kadar kubbe varsa hepsini yerle bir etmişler, her türbenin kubbesini de o türbenin türbedârına yıktırmışlar, halka zulümler yapmışlar, kendi dinlerini açıkça ilân etmişlerdir.
Bunun yanında Vehhâbîler’in yüzyıllar boyunca Mukaddes beldelerde adaletle hükmetmiş, sayısız eser bırakmış olan ecdadımızın yaptığı eserlere göstermiş olduğu ilgisizlik ve saygısızlık had safhadadır.
Vehhâbîler, Osmanlı Devleti’nin yıkılış döneminde, o zamanın hegemonu İngiltere’nin desteği ile başgösteren karışıklıklar neticesinde ortaya çıkmış, Suudi Arabistan’ın üzerinde yüzdüğü petrol denizi vesilesi ile muazzam bir gelire sahip olmuşlardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Kendilerine servet ve oğullar vermekle zannediyorlar mı ki, onların iyiliklerine koşuyoruz? Hayır, onlar işin farkında değiller.” (Mü’minûn: 55-56)
Sahip oldukları büyük finansal kaynakları, kendi Vehhâbîlik dinlerini yaymak için kullanan Vehhâbîler, dünyanın dört bir yanına yayılmış, zehirlerini saçmaktadırlar. Bosna’da, Çeçenistan’da, ülkemizde ve daha pek çok yerde yandaşları bulunmaktadır.
“Suudî Arabistan Türkiye’de bazı camilere ve mekteplere yardımlar yapmıştır... Onların iyi gibi görünen bu işlerinde gizli maksatları vardır. Vehhâbîler güya dine hizmet eder gibi görünüyorlar, fakat hiç şüphe yok ki Vehhâbîlik tohumlarını ekmek için zemin hazırlıyorlar. Câhil ve zâlim olan insan da onlara kapılıyor. Baklavanın içine zehir konduğunu anlayamıyor, zehiri ile beraber baklavayı yutuyor, balık otu yutmuş balığa benziyor...” (İslâm Dini ve Vehhâbîlik Dini, sh: 200)
Vehhâbîlik dinini yaymak için, sinsi sinsi çalışmaktadırlar.
Daha önce de belirtmiştik.
Bir şey bulmamak için bir şey yapmamak gerekir. Bir şey yaptığında ben bunun karşılığını bulmam dersen yanılmış olursun. Çünkü Âdil-i Mutlak olan Allah-u Teâlâ zerreden hesap soracak.
Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz, Yecüc ve Mecüc’den bahisle Hadis-i şerif’lerinin bir yerinde:
“Yaklaşan fitne ve belâdan vay Arapların hâline!...” buyurmuşlardır. (Buhari)
Vehhâbîler, bu kadar azgınlıklarının cezasını er ya da geç bulacaklardır.