Sual: Ricâl-i tarikatın tekamülü, sünnet-i seniye’ye ittibâ sayesinde hasıl olacağı ve ittibâ-ı sünnet ise lisanen ve kalben zâkir olmasına mütevakkıf (zikre bağlı) olduğu tafsilat-ı sâbıkadan (verilen izahattan) anlaşılmış ise de zamanımızda birtakım ricâl–i tarikatın zikirlerin birisiyle iktifa eylemelerinin hikmeti nedir?
Cevab: Turuk-ı aliyyeye (yüce tarikatlara) esas itibarıyle bir tebeddül (değişiklik) arız olmamıştır. Lisani ve kalbi olan zikirlere der-kar (aşikâr) olan ihtiyaç erbabı nezdinde eskiden olduğu gibi şimdi de mevcuttur. Bir fark var ise yalnız süret-i isti’mallerindedir (tatbik şekillerindedir). Zamanımızda her iki tarik ile birden seyrü sülük eylemek ekseri salikan için müteassir (güç) olduğundan Tarikat-ı Sıddıkiye’ye intisab edenler evvela letâif-i aşerelerinde zikredib tasfiye-i kalb ve tezkiye-i nefse muvaffak olduklarından murakabat ile iştigale başladıktan sonra kıraet-i Kur’an-ı Kerim ve tehlil-i lisani ile memur ve o menba-ı feyzden (feyiz kaynağından) dahi behreyab olurlar (nasibini almaya devam ederler).
Hazret-i Ali’den gelen yolun mensubları ise bil’akis evvela esma-i seb’a-i ma’lumenin zikriyle meşgul olarak tezkiye-i nefs hususunda bir dereceye kadar teâlî (yükseliş) ve terakkileri tahakkuk edince zikr-i kalbi ile memur ve o sayede kalbin tasfiyesine nâil olurlar. Bu tertib ile salikanın iştigali ise derece-i ictihada varmış olan evliya-yı ızâmın mahsul-i fikridir. Ve o derecelere vasıl olmayanlara düşen vazife ise tebeiyyettir.
İstikamet, nasihat, merhamet gibi ahlak-ı hamide ile mütehallık ve ahlak-ı zemimeden müctenip olmaktır.
Sahih’ul-irşad olan mürşidin evsafı;
-Şeriat-ı Mutahhara’nın mûcibiyle istikamet üzre âmil olması,
-İnsanları Şeriat’a ittibaya ve Allah-u Teâlâ’yı huzur ile zikre irşad etmesi,
-Mümkün mertebe bütün insanlara nasihat etmesi.
-Onlara takva ve istikamet yolunu göstermesi, onları münkerden nehyetmesi,
-Bütün mahlûkata şefkat ve merhamet nazarıyla bakması,
-Küçüklerine merhamet gösterip büyüklerine saygı göstermesi,
-Müridlerinin ihtiyacı derecesinde fıkıh ve Tevhid akidelerini iyi bilmesi,
-Müminlerin ayıplarından muttali olduklarını setretmesi,
-Kalplerin kemalat ve adabını, âfât u emrâzını, eğer ehl-i keşif ise keşfen bilmesi, keşfi olmayan ve delâil-i hariciyeden istidlal edemeyen müride arız olan hallere vâkıf olması,
-Gönül zenginliğine sahib, ancak Allah rızasına muhalif amel için gazab eden, ahlâk-ı hasene sahibi bir zat-ı kâmil olmasıdır.
-Bütün ma’siyetleri terk, farz ve vacibleri ve yerine göre kolay mendupları muhafaza, mehmâ-imkân zikr-i celal-i şerifeye devam ve Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e salat-ü selâmdan başka şeyler şart değildir.
•
Sual: İrşada salahiyyeti olan mürşid için ehl-i keramet olması şart değil midir?
Cevab: Keramet şart değildir.
Çünki Sahabe ve tabiinden keramet nakl edilmemiş, nadir olarak bazılarından rivayet edilmiştir. Hatta sahabenin en efdali olan Hazret-i Sıddıyk-ı A’zam radiyallahu anh’den hiçbir keramet nakl edilmemiştir. Allah cümlesinden râzı olsun.
Rıdvanullahi aleyhim ecmaîyn.
Bil ki “İnâbe” Hakk Teâlâ’nın:
“Artık Rabb’inize dönün ve ancak O’na teslim olun!” (Zümer: 54)
Kavl-i şerifiyle vacibdir.
Yine bilesin ki inabe “Rucû” demektir. Yani küfürden imana, mâsiyet ve muhalefetden Hakk sübhanehu ve Teala Hazretlerinin emrine itaat ve muvafakata, gafletten Allah Azze ve Celle’yi zikre dönmektir. Bu âyete göre inabe bir emr-i vacibdir.
Bundan başka “İnabe” müracaat mânâsınadır. Yani inabenin ve vech-i mesnun üzre zikrin keyfiyetini ve umur-u dini ilim sahibi meşayıhdan öğrenmek için mükelleflerin müracaat etmesidir.
Aynı şekilde bu, Nebiyy-i Muhterem -sallallahu aleyhi ve sellem-in:
“İlim öğrenmek her müslüman erkek ve kadına farzdır.” kavl-i şerifince Şeriat-ı Mutahhara’nın mükelleflere bir emr-i vacibidir.
Bu mânâya göre avam tâbiriyle: “Meşayıhdan inabe almak” yahud meşayıha intisab, Aleyhisselatü ve’sselam Efendimiz’in:
“Benden sonra Ebu Bekir ve Ömer’e iktida edin. Ammar’ın hidayeti gibi hidayet sahibi olun. Ve Abdullah İbn-i Mes’ud’un ahdine temessük edin.”
“Alimler peygamberlerin varisleridir.”
“Alimlere tabi olunuz, çünkü onlar dünyanın siracları ve ahiretin misbahlarıdır.”
Ehadis-i şerifesi mucebince şer’-i şerifin emridir. Çünki intisab, Tarik-ı hidayete sülük eden zevata iktida ve Sırat-ı Müstakim’e götüren hidayet demektir.
Ezkâr-ı hafiyye (hafi zikrin) telkininde nispeti-i bâtınaya gelince: “Allah Allah” Lâfza-i celallerinin yahud nefy ü isbatın, yahud murakabenin, yahud hareket-i lisan olmadan huzurun telkini müsavidir. Bu ise hiçbir sahabeye nispet edilmeyip ancak Hazret-i Sıddıyk-ı A’zam’a mahsus kılınmış bir nisbettir. Ki Resul-i Ekrem -sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem-in:
“Allah Sübhanehu ve Teâlâ benim sadrıma ne vahy etmişse onu olduğu gibi Ebu Bekir’in sadrına ilka ettim.”
Hadis-i şerif’ince Sıddıyk-ı A‘zam bunu Resulullah’dan teveccüh tarikıyle batınen ahz eylemiştir.
Yine Resul-ü Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in Rabb-i Müteal’inden rivayet ettiği vechile:
“Ebu Bekir sizi ne fazla oruç tutmakla, ne fazla namaz kılmakla geçmiştir. Ancak bir şeyle cümlenize faik olmuştur ki o da kalbî vekarıdır, Cenâb-ı Hakk’a gösterdiği kalbi saygıdır.”
Bâlâdaki (yukarıdaki) birinci Hadis-i şerif müridin kalbine teveccüh, ilka-i zikir ve muhabbet ve cezbe hususunda sâdât-ı Nakşibendiyye’nin delilidir. Aynı şekilde ikinci Hadis-i şerif de zikr-i kalbi ve huzur ve murakabede Sâdât-ı kiram hazeratının delilidir.
Cenâb-ı Hak Tebareke ve Teâlâ buyurdular:
“Rabb’ini gönülden, yalvararak, boynu bükük ve ürpererek hafif sesle sabah-akşam zikret! Sakın gâfillerden olma.” (A’raf: 205)
Bu emir Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-e mahsusdur. O’ndan gayrisine gelince:
Zikir evvela cehren emredilmiştir; çünki cehri zikir, tesir ve havatırı def’etmek için daha kuvvetlidir.
Bundan sonra Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
“Zikrin en hayırlısı hafi olanıdır” buyurmuşlardır.
Yani: “İktida etmek isteyene gizli zikir açık zikirden efdaldir.” diye buyurmuşlardır. (Hadis-i şerifi İbn-i Ömer rivayet etmiştir.)
İmam Nevevi -rahmetullahi aleyh- buyurmuşlardır ki:
“Zâkirîn zikir için toplandıklarında kendileri için evlâ olan ref-ı savt etmemeleridir (seslerini yükseltmemeleridir.) Lakin zâkir münferid ve havastan ise, hakkında evla olan zikr-i hafidir. Eğer avamdan ise zikr-i cehri efdaldir.”
İmam Süyuti buyuruyor ki:
“Zikr-i cehri diğerlerinden efdaldir. Çünki zikr-i cehride amel daha fazladır ve faidesi şudur ki samiiynin canlarına işlemesiyle kalplerini uyarır.”
İmam Ahmet er-Rifai -kuddise sırruh- da; Toplu halde zikredilirken cehren, münferiden zikredilirken sırran (hafiyyen) zikredimesini emretmiştir.
Cenâb-ı Hakk Teâlâ’nın:
“Rabb’inize yalvara yakara gizlice duâ edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (A’raf: 55) emrine gelince:
Bu Âyet-i celile’nin tefsirinde müfessirler demişlerdir ki: Burada cehri duâda aşırı gitmekten nehyedilmiştir, zikr-i cehrîden değil.
Ve bunu İmam Süyuti Risalet’ül-Fikri kitabında ve İbn-i Âbidîn “Haşiyet’üd-Dürr’il-Muhtar”ında tahkik ve tastik etmişlerdir.