Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde, mahşere toptan sevkedilecek olan münâfıkların yalan yere yemin ederek kâfir olmadıklarını iddiâ edeceklerini haber vermektedir:
“Allah o gün onların hepsini yeniden diriltecek, onlar da dünyada iken (mümin olduklarına dair) size yemin ettikleri gibi O’na yemin edeceklerdir.” (Mücâdele: 18)
Dünyada iken yalan yere yemin etmeye alışmış olan bu yol kesiciler, ahirette de yalan yeminleriyle kendilerini kurtaracaklarını zannederler.
Onların yeminleri:
“Rabb’imiz Allah’a yemin olsun ki biz müşriklerden değildik.” (En’âm: 23)
Âyet-i kerime’si ile bildirilen yemindir.
Burada müslüman gibi görünüyor, kendilerini müslüman olarak tanıtmaya çalışıyorlar, böylece halkı kandırıyorlardı. Hakk’ı kandırmak ne mümkün?
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar.” (Mücâdele: 18)
Hak ve hakikati izlemezler, sırf nefislerinin zan ve tahminine uyarlar. Görüş ve düşüncelerini yalnızca zanna ve tahmine dayandırırlar. Hakikati kendi vehimleri gibi zannederler.
“İyi bilin ki onlar yalancıdırlar.” (Mücâdele: 18)
Yalan söylemede son derece ileri gitmişlerdir. Bu onların ayrılmaz bir vasfıdır. Gizli ve açık herşeyi bilen Hakk’ın huzurunda bile yalan söylemeye cesaret ederler.
“Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur.” (Mücâdele: 19)
O kerim Zât’ı ne kalpleri ile ne de dilleri ile zikretmekten, O’nun ilâhî hükümlerine riâyet etmekten onları gâfil bulundurmuştur. Şeytan boyunduruğu altına aldığı kimseleri işte böyle yapar.
İmandan mahrum olan kişilerin bütün eğilimleri şeytanlıkta olduğu için, önlerine şeytanlar düşer, başlarına şeytanlar geçer ve artık onları diledikleri yerlere sevkederler.
“Onlar şeytanın hizbi (partisi)dirler.” (Mücâdele: 19)
Askeri, taraftarı ve yardımcısıdırlar. Günah, isyan ve düşmanlık hususunda birleşmişlerdir.
“İyi bilin ki asıl kayba uğrayanlar şeytanın hizbi (partisi)dir.” (Mücâdele: 19)
Çünkü onlar şeytanın partisine iltihak etmişler, dünya saâdetinden ahiret selâmetinden mahrum kalmışlardır.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“O kendi hizbini (partisini) çılgın alevli cehennem halkından olmaya çağırır.” (Fâtır: 6)
Şeytan güçlü kuvvetli bir düşmandır, insanları cehenneme çağıran simsar ve tellaldır. Onun bundan başka gaye ve maksadı yoktur. Akıllı kimsenin, onun bu çağrısına uyması yakışmaz. İman sahibi olanlar hiçbir zaman şeytanı dost edinmez, kendi isteğiyle bile bile onun vesveselerine tâbi olmazlar.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde Zât-ı akdes’i ile Resulullah Aleyhisselâm’ı bir tutmuş, ona yapılan muhalefeti kendisine yapılan muhalefet gibi saymıştır.
Buyurur ki:
“Allah’a ve Peygamber’e muhalefet edenler, işte onlar en aşağılık kimseler arasındadırlar.” (Mücâdele: 20)
Binaenaleyh Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e saygısızlıkta ve hürmetsizlikte bulunan kimseyi aşağıların aşağısına indireceğini, rezil ve rüsvay edeceğini haber veriyor. Onlardan daha aşağılık kimseyi görmek mümkün değildir.
Bu aşağılık ve bedbahtlık hem dünyada hem de ahirettedir, en büyük mahrumluk bunlar içindir.
Allah-u Teâlâ ezelî ilmi ile hükmünü vemiş ve ilâhî fermanını beşeriyete şöyle duyurmuştur:
“Allah: ‘Ben ve peygamberlerim elbette galip geleceğiz!’ diye yazmıştır.” (Mücâdele: 21)
Kuvvet ve kudret O’nundur, ululuk ve azamet O’nundur, kahır ve galebe O’nundur. Zafer ve muvaffakiyet er veya geç Hakk tarafında tecellî edecektir. Bu hüküm kesin ve gerçektir, bunda aslâ şüphe yoktur, çünkü O öyle hükmetmiştir.
“Şüphesiz ki Allah kuvvetlidir, yegâne galiptir.” (Mücâdele: 21)
O galip olduğu gibi, O’nun yolunda olanlar da daima galip ve muzafferdirler.
Allah-u Teâlâ’ya ve Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine gerçek mânâda gönül verenlerin, onlara düşman olanlarla sevgi bağını kurduğunun görülmeyeceği Âyet-i kerime’de beyan buyurululmaktadır:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah’a ve Peygamber’ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin.” (Mücâdele: 22)
Bu vasıflar gerçek müminlere âittir.
Allah-u Teâlâ’ya ve Resulullah Aleyhisselâm’a düşmanlık etmek, küfrün ve şirkin en şiddetlisidir. Küfre ve kâfirlere muhabbet ise iman ile bir arada bulunmaz. Kim Allah’ı ve O’nun Peygamber’ini severse, onların düşmanlarına düşman olur.
Allah ve Peygamber sevgisinin bütün sevgilerin üzerinde tutulması, her türlü muhabbete tercih edilmesi gerekir.
Allah-u Teâlâ’nın Kudsî ruhla desteklediği kimseler Âyet-i kerime’de şu şekilde beşeriyete tanıtılmaktadır:
“Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.” (Mücâdele: 22)
Kimin kalbine imanı yazarsa, o iman sebebiyle, o nur sayesinde hakikati ona bildirmiş oluyor.
Herkeste bir ruh var, onlarda iki ruh var. Onlar doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ’nın desteğiyle hareket ederler. Kalplerine ilmi yazmış, kendi lütfundan bir ruh ile desteklemiştir.
İşi gören Allah-u Teâlâ’nın desteklediği ruhtur, işi gören Resulullah Aleyhisselâm’ın nurudur. Bu da ancak vâris-i nebi olanda bulunur. Çünkü onda onun nuru, onun vekâleti vardır, Allah-u Teâlâ’nın desteklediği ikinci bir ruh vardır. O ruh ondan başka kimsede yoktur.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Biz onu kudsî ruhla destekledik.” (Bakara: 87)
Bu gibi kulların rûhâniyetleri daima uyanıktır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ashâb-ı kiram’dan Hassan bin Sâbit -radiyallahu anh- hakkında:
“Allah’ım! Onu kudsî ruhla destekle!” diye duâ buyurmuştur. (Buhârî)
Kudsî ruhla desteklenenler âlem-i misâle kadar gider, peygamber meclisine dahil olur.
O yalnız ve yalnız Allah-u Teâlâ’yı ve Resulullah Aleyhisselâm’ı bilir, onlar namına hareket eder, onlar namına irşad eder.
Bu bilinmeyen bir ilimdir. Allah-u Teâlâ dilediği kulunu bu rûhâniyetle destekler, bu rûhâniyetten lâtifeler husule gelir. Allah-u Teâlâ bu lâtifeleri dilediği şekilde çalıştırır.
Onların ahiretteki mükâfatlarına gelince:
“Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır.” (Mücâdele: 22)
Cennetlerdeki sonsuz ulvî hayatı bütün ihtişamı ile yaşamaya başlayacaklar.
“Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır.” (Mücâdele: 22)
Çünkü onlara verdiği bu büyük nimet, tasavvurlarının da fevkinde tecellî etmiştir. Allah-u Teâlâ’nın rızâsı nimetlerin en büyüklerinden birisi ve mertebelerin en yücesidir.
Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde kendi dinini, kendi partisini, kendi dosdoğru yolunu ilân etmiş, kurtuluşun ancak ve ancak burada olduğunu ferman buyurmuştur:
“İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi)dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah’ın hizbi (partisi)dir.” (Mücâdele: 22)
Onlar sevdikleri her şeyi elde eden, her korkudan yana emniyet içerisinde olan kimselerdir.
Âyet-i kerime’de geçen “Ülâike Hizbullah” Allah-u Teâlâ’nın ve Resulullah Aleyhisselâm’ın hizbi yani partisidir. Bu parti 1400 sene evvel kurulmuş olup; Allah yolunda olanların, sırat-ı müstakim üzere gidenlerin, ilâhi hükümlere göre hayatını düzenleyenlerin, Allah-u Teâlâ’nın ve Resulullah Aleyhisselâm’ın emir ve nehiylerine gönülden teslim olanların, fîsebîlillâh malı ve canı ile cihad edenlerin, din-i İslâm’a yardım edenlerin yoludur.