Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Medyanın Ahlak Terörü! - Ömer Öngüt
Medyanın Ahlak Terörü!
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Şubat 2002

 

Medyanın Ahlak Terörü

 

Geçtiğimiz ay Türkiye başbakanı ABD’yi ziyaret etti. Ziyaret başarılı mıydı, değil miydi tartışmaları yapılırken yine medyanın ikrah ettirici zihniyeti ve üslubu ile yüzyüze kaldık.

ABD’nin Başkan yardımcısı Başbakanımızı kabul etti diye zil takıp oynamadığımız kaldı.

Selçuklu dönemini de hesaba katarsanız neredeyse tam 1000 yıl dünyanın bir numaralı devleti olarak tarih sahnesinde boy göstermiş bu milletin düştüğü duruma bakar mısınız? Tarihte hiçbir başarısı olmayan günümüzün sıradan devletlerinde ve belki ücra bir köşede minik bir devlet kurmuş kabile liderlerinde bile bu aşağılık kompleksi yoktur. En aciz zamanımızda 7 düvele karşı savaştığımız günlerde dahi böyle değildik.

Türk medyası tarafından bir yandan müstemleke zihniyeti bu topluma empoze edilmeye çalışılırken, bir yandan ahlaksızlığın en had safhalarının reklamı yapılıyor.

“Türkiye Basını”nın ülkemize, insanımıza verdiği zarar artık katlanılamaz boyutlara ulaşmıştır. Zira bu zararların siyasi, ekonomik, askeri, ahlaki birçok boyutu vardır.

İşin vahim tarafı bu zararların müsebbibi sadece şuursuz ve ahlaksız kalemlerin varlığı değil. “Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülke!” diye düşünen kalemlerimiz olduğu gibi böyle düşünen ülkeler de haliyle mevcuttur. Değişik kılıflar altında bu ülkelerden para alanlar olduğu gibi, yabancı ülkelerde büyük ihtimamla karşılananlar ve çeşitli menfaatler temin edenler var. Herhangi bir dış mihrakın her kalemi satın alması elbette mümkün değil. Ancak gazete ve televizyon yönetimlerinin pek emin ellerde olduğu söylenemez. Nitekim bazen bu durum öyle alenileşir ki, köşe yazarlarının yorumu ile gazete haberlerindeki yorumlar tamamen birbirinin zıddıdır. Bu üzücü durumun delilleri her daim mevcut iken, halk magazin haberleriyle, haber değeri taşımayan acitasyon imalatlarla meşgul edilmektedir.

“Yıllardan beri gündeme getirilenler bizim gündemimiz değildir. Şu an içinde bulunduğumuz en büyük tehlike, neslimizin zihinsel olarak yetiştirilmeyip, amaçsız bir yöne doğru götürülmesidir. Bu medya, sinema ve bilgi sektöründeki ürünlerle yapılmaktadır. Böylece neslimiz ve halkımız tehdit edilecektir. Amacı ise toplumun menfeat grupları tarafından yönetilmesidir. Ancak bizler öncü olarak insanları olumsuzluklara karşı aydınlatmalı ve yurtseverlik dinamizmini güçlendirmeliyiz.

...Ülke aşkıyla yanan insanlarımız var. Menfeat gücü ise çok acımasız elinizde olanı da almak istiyor. Bu menfeat gücünün dış bağlantılarını da ortaya çıkarmalıyız. Vakit henüz geç değil. Türkiye genelinde bizim gibi örgütlenenlerin hepsi bir gün bir araya gelecek ve halk için çalışacaktır.” (Eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamadan)

 

Ahlaksızlık Bilinçli Olarak Empoze Ediliyor:

Hristiyan bir batı ülkesinde dahi yapılamayacak ulusal yayınlar bu ülkede yapılmaktadır. Ahlaksızlık basamak basamak topluma empoze edilmektedir. Eşcinseller tv programlarının ayrılmaz bir parçası haline getirilmiştir. Hatta iş o noktaya gelmiştir ki, sübyancılığı dahi çekinmeden savunanlar bulunmaktadır.

Çok büyük bir tehlike ile karşı karşıyayız. Bu tehlike PKK’dan, Ermeni tasarılarından, ABD ve AB’nin askerî tehditlerinden ve akla gelebilecek her türlü tehlikeden daha büyüktür.

Ahlaksızlaştırma gayretlerinin dış boyutu olduğunu kimse inkâr edemez. Kimin nereden maaş aldığı, kimin hangi devletin istihbaratçıları ile içli dışlı olduğu, kimin hangi milletin yalakası olduğunu bilen biliyor.

Bir ibret olması bakımından Avrupa Topluluğu Dönem Başkanlığı yapan İtalya’nın Dışişleri Bakanı Gianni de Micheles’in 19 Aralık 1989 tarihindeki dehşetengiz sözlerini dikkat nazarlarınıza arzediyoruz:

“Başta Cezayir olmak üzere Kuzey Afrika’da müslüman gençler hızla İslâmi ahlâka, tesettüre, namaza yöneliyor. Bu Avrupa’nın güneyden İslâm tarafından kuşatılması demektir. Kuzey Afrika’daki İslâmî uyanışı bozmak için, müslüman gençler; eğlence merkezleri, gece kulüpleri ve çeşitli yerlere kanalize edilmeli ve TV dizileri ile Batı yaşayışına özendirilmelidir. Ve bu proje için 13 milyar dolara ihtiyaç vardır...” (Er Raida 127, Mayıs 1991, sayfa: 11)

Basına yansıyan sözler bunlar olursa gizli toplantılarda neler konuşulduğunu, ne kararlar alındığını siz düşünün!

Türkiye’deki ahlaksız neşriyatın hangi aşamalardan geçtiğini düşündüğünüzde dahi nasıl bilinçli bir alıştırma politikası izlendiğini görebilirsiniz. Bir zamanlar Şey, Tan gibi gazeteler neşredilerek bu dejenerasyon başlatılmış, bu işi yapanlar toplumun tepkisi ile karşılaşmışlardı. Bu süreci gözler önüne sermek için bir çok örnek verilebilir. Ancak bu gaye ile bile olsa bu örnekleri yazmak abes duruyor. Şu kadar söyleyelim: Çok değil onbeş yıl önce yaşadığınızı ve birdenbire bugünkü neşriyat ile karşılaştığınızı düşünün. Bu bile hangi noktaya geldiğimizi göstermeye yeter.

Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun tesbitlerine göre son bir yıl içinde müstehcen yayınların tirajı diğer yayınların tirajını geçmiş durumda. Son 5-10 yılda yetişen çocuklar adeta kayıp nesil gibidir. Bu böyle devam ettiği takdirde büyük bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu bilmemiz gerekiyor.

Unutulmamalıdır ki ahlaksız bir toplum en mükemmel sistemi işlemez hale getirir, ahlaksız toplum hiçbir medeniyet inşa edemez, ahlaksız bir toplum felaketlerin her türlüsüne layıktır, ahlaksız bir toplum düşmanları ile başedemez, çünkü en büyük düşmanı kendisi olmuştur.

Bu tehlikeye dur dememekle millet olarak, devlet olarak kendi kuyumuzu kazıyoruz. Bela ve musibetleri davet ediyoruz.

Basının ihanet derecesine varan neşriyatının ahlaki olduğu kadar siyasi boyutu da vardır.

 

Basınımızın İç Durumunu Gösteren Örnekler Çoktur:

1998 yılından sonra gündeme giren “Yolsuzlukla Savaş”ta basın hangi tarafı tutmuştur? Hala hangi tarafı tutmaya devam etmektedir?

Kıbrıs davasında hakeza basın hangi taraftadır? Geçen ay Denktaşın sözlerini aktarmıştık: “Türk basınına sesleniyorum; bizi hırpaladınız, helal olsun, zararı yok. Ama, barış masasında bana Rum kadar haklı olduğumu söyleyiniz. Rum kadar eşit olduğumu haykırınız. Türkiye’nin 1960 anlaşmalarıyla elde ettiği haklarından vazgeçemeyeceğini siz de savununuz. Savununuz ki bu coşkuyu görmeyen, göremeyen, Anadolu’daki nabzı elinde tutamayan Avrupa’dakiler de ‘Türk basını gerçekten Türk ulusunun nabzını tutmuştur, bu nabız, Kıbrıs’ta barış, ama tavizsiz bir barış istenmektedir’ neticesine gelsinler. Çünkü, biz, bizi basın destekledikçe güçlü olduk.”

Yunan basını haksız davasında büyük bir işbirliği ve faşist içgüdü ile hareket ederken, Türkiye’de Kıbrıs, Ege gibi hayati konularda milli menfaatlerimizi ön plana çıkartanlar “Kelaynak kuşu” gibi kaldılar. “Taviz verelim, satalım, kurtulalımcılar” ülkenin geleceğini düşünen, maddi refahını isteyen milliyetperver(!) oldular. Davamızda geri adım atmayalım, hiç olmazsa aslanlar gibi mücadele edelim diyenler, çocuklarının geleceğini düşünmeyen, ülkenin geleceğini düşünmeyen kısır düşünceliler(!) damgası yediler.

Mandacı zihniyet Emperyalist sultasına meşruiyet kazandırabilmek için iğdiş etmedik millî değer bırakmıyor:

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in bir konuşmasında “Bağımsızlık”la ilgili söylediği “Bağımsızlık, soyut ve felsefi değil, somut ve pratik değeri olan bir kavramdır; siyasal ve ekonomik bağımsızlığı birlikte içerir. Küreselleşme ile birlikte bağımsızlık kavramı üzerinde kimi değişiklikler olduğu açıktır. Ancak bunun, ortak insanlık ülküsü doğrultusunda ülkelerin yardımlaşması, birbirlerine karşılıklı ve aynı ölçüde özveri ve anlayış göstermelerinden başka anlamı olamaz.” şeklindeki cümlesini bir yazar “Hangi Bağımsızlık” başlığını uygun görerek şöyle eleştiriyor: “İşte bu cümleler baştakine taban tabana zıt. Bugün artık ‘ekonomik bağımsızlık’ diye bir kavramın geçerliliği ve anlamı kalmamıştır. Bunun yerine, ‘karşılıklı bağımlılık’ denen kavram geçerlidir.” sözleriyle eleştiriyor.

11 Eylül saldırılarından sonra dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen bir savaş çığırtkanlığını adeta ABD adına yürüten, “ABD’yi desteklediğimizi göstermek için devlet ricalimiz niye oraya gitmedi?” diye ortalığı velveleye veren bir basın hangi ülkede neşriyat yapıyor olabilir? İngiltere’de mi, Almanya’da mı?

Kaç ülkenin basın patronu Alman Cumhurbaşkanı ile görüşebiliyor dersiniz? Üstelik bir maharet gibi gazetelerinde reklamını yapıyorlar: “Almanya Cumhurbaşkanı Johannes Rau, Hürriyet Gazetesi sahibi Aydın Doğan ile Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ü önceki gün Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde kabul etti. Hürriyet'in Almanca sayfasını çok beğendiğini söyleyen Rau, Hürriyet'e süresiz abone oldu. ...Alman hükümetinin davetlisi olarak bir dizi temaslarda bulunmak üzere Almanya'ya gelen Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan ile Doğan Medya Grup Başkan Yardımcısı ve Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ü, Almanya Cumhurbaşkanı Johannes Rau, ‘‘Belleveu Sarayı’’ adını taşıyan Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde kabul etti. Rau, Türk-Alman ilişkilerinin geliştirilmesine son derece önem verdiklerini söyledi. Rau, Türkiye'nin AB'ye üyeliğine destek verdiklerini, ancak büyük gayreti Türkiye'nin göstermesi gerektiğini söyledi.” (15 Haziran 2001, Hürriyet)

Yok sağda filanca, solda filanca diye siyaset sahnesini şekillendirmeye yönelik ABD’de kotarılan senaryoları büyük bir iştiyakla kim piyasaya sürüyor? “Oradan gelen rüzgara karşı durmamız mümkün değil. Üstelik de bu ülkenin menfaati bu rüzgara teslim olmakta” diye reklam yapan kalemler kimlerdir? Bu senaryolarda muvaffak olamayınca gözden çıkarttıkları yaşlı başbakana tekrar niye dört elle sarılmışlardır?

 

Medya Kimlerin Elinde?

Bir internet sitesinde “Koçun arkasındaki güç! Arçelik'in dağıtım ağında önemli bir hisse payına sahip olan Burla Biraderler'i kamuoyu tanımıyor ama, 500 yıl önce İspanya'dan ülkemize göç eden İspanyol ailesi olan Burla, Türk tarihinin en eski sanayicisi.” spotu ile girilen haberde şu bilgiler veriliyor:

“Bir dönem kağıt işinde Türkiye'de belirleyici bir rol oynamışlar. Hatta bu özelliklerinden dolayı Hürriyet ve Cumhuriyet gazeteleri ile alâkalı ilginç bir hikaye anlatılıyor: Hürriyet gazetesi ile Burla ailesi arasında da ispatı bir çırpıda mümkün olmayan bir finans ilişkisi olduğu biliniyor. 150 milyon doların üstünde ciro yapan ve bu açıdan Türkiye'nin en büyük gazetesi olarak bilinen Hürriyet gazetesini destekleyen kurucu kadrolar arasında Burla Ailesi'nin başı çektiği iddialar arasında.

Bir diğer iddia ise Cumhuriyet gazetesi. Cumhuriyet'te yazan Arnavut kökenli yazar Naci Pelister'in bir yazısında bildirdiğine göre 'Cumhuriyet'in Milli Şef dönemindeki yükselişi, iki Yahudi şirketinden aldığı destek sayesinde oldu. O dönemde Türkiye'deki gazetelerin ilan işleri, Hoffer'in, kağıt işleri de Burla Biraderler'in elindeydi. Onların tutmayacağı bir gazetenin yükselmesi ve hatta yaşaması zordu' deniliyor.”

Dördüncü Kuvvet Medya sitesinin kurucusu Ahmet Tezcan’ın Antalya’daki bir seminerde yaptığı konuşmadan:

“Hürriyet Gazetesi eski patronu Erol Simavi'nin, Cumhurbaşkanı'na hitaben yazdığı mektupta ‘Basın için dördüncü kuvvet denilir. Ancak gerçekte basın birinci kuvvettir. Biz hancıyız, sizler yolcusunuz.’ satırlarına yer verişinin askeri darbeden hemen sonraki yıllarda sürmanşet yayınlanması bir tesadüf değildir. Şu anda, yöneticileri ‘bankalar operasyonu’ kapsamında yargılanan Sabah Gazetesi'nin genel yayın müdürüne ait şu sözler de, yine darbe sonrasına aittir: ‘Biz birinci kuvvetin de önündeyiz. Çünkü parlamentoyu da biz oluşturuyoruz.’

...Meslek ilkelerinden asla taviz vermeyen yaklaşımı ile beş kez ödüllendirilen Dördüncü Kuvvet Medya programı, 4 ayrı televizyon istasyonu gezdikten sonra, ekrandan uzaklaştırıldı. Ekrana sok kez çıktığı televizyon istasyonunda, Yayın Yönetmeni'nin programın yayından kaldırıldığını tebliğ ederken kullandığı şu cümle; kafanızdaki pek çok soruya cevap olacaktır: ‘Bu program, patronun vücut kimyasını bozuyor!” (17 Mayıs 2001)

Babıali'nin emektar gazetecilerinden Bedii Faik bir röportajında ilginç tesbitlerde bulunuyor:

"Ben Türkiye'de basın hürriyetinin en az İngiltere'deki kadar olduğuna kaniyim. Neyi yazmak istemişlerse yazıyorlar, neyi söylemek istemişlerse söylüyorlar. Türkiye'de basın hürriyetinin varlığı yokluğu meselesi değil, basının terörü var. Türkiye'de medya terör unsurudur. Medya terörü o kadar var ki, her şeyin üzerine baskı yapıyor. Politikacının üzerinde baskısı var. Halkın üzerinde baskısı var, iş aleminin üzerinde baskısı var, her şeyin üzerinde baskısı var.

…Bugün Türkiye'de gazete veya TV patronları herhangi bir fikri yaymak veya Türkiye'nin noksanlarını tamamlamak için değil, yeni iş imkanları hazırlamak bir silah gibi kullanmak üzere yayıncılığa başlıyorlar. Bu açıktır. Sümüklü böceğin izi nasıl belli ise, bunların yürüyüşlerinden niyetleri de bellidir . Hükümetler bir süreden beri basın dalkavukluğu politikası sürdürdü.

…Bizim dönemimizde, devletle ilişkili olmak, hele para ilişkisinde olmak ayıptı. Resmi ilanlarla devletle ilişkisi vardır basının. Karşılıklı bir hizmettir bu. Öyle olduğu halde, resmi ilanları ayarsız verdikleri (iltimas ederek), kendi partisi tarafından olanlara biraz fazla biraz fazla yazdılar diye Falih Rıfkı Bey, resmi ilan alanlara besleme basın adını takmıştı. Nerede kaldı devletten kredi alacaksın, üstüne oturacaksın, banka alacaksın... Ben böyle ilişkileri rüyamda görsem inanmazdım."

…İngiltere'de dünyanın en zengin gazete patronu Murdoch 'un İngiltere'de iki gazetesi, bir büyük SKY televizyonu var. Avustralya'da iki dergisi bir TV istasyonu var. Kanada'da var, ABD'de var. Bir basın imparatoru bu adam. Ama İngiltere'de (diğer ülkelerde de böyledir) basın dışında hiç bir işe burnunu sokamaz. Basın içinde de hudutludur. Bu SKY televizyonunu kurarken Avusturalya'da 15 sene evvel kendisiyle iş yapmış bir insan yüzde 7 veya 8 ortak görünüyordu. İngiliz devleti onu reddetti. 'Bu senin adamındır' dedi. Adam ortaklığı bırakmak zorunda kaldı. Bu kadar titizdirler.

…Ama, gazeteler o kadar üzerine düşüyorlar ki bazılarının, biraz da halk onlarla o kadar alakadar oluyor ki,onlar kendini beğenmiş hale gelebiliyorlar. Gelmişler demiyorum ama, pek çok gazetecinin öyle olduğunu duyuyorum. Bunlardan biri Ertuğrul Özkök, Süleyman Bey (Demirel)'le Moskova'ya gittiğimizde tanıştırdılar bizi ‘Hürriyet gazetesinden Ertuğrul Özkök’ diye. Hemen ‘Memnun oldum, yazılarımı okuyorsun değil mi?’ dedi. Ben de ‘hayır okumuyorum’ dedim. İnsan hiç olmazsa ‘okuyor musun’ der. O kadar kendini beğenmiş ki. Ama adam TÜSİAD üyesi." (07.07.2001)

Star yazarı Umur Talu “İyi seyirler!” başlıklı yazısında şunları söylüyor: “...'gösteri toplumu' tüm hızıyla devam ediyor. Sefamız olsun! İyi eğleniyoruz. Ayranımız olmasa bile, kana kana, gencecik bedenleri, şaşkın akılları, sille yemiş hayatları, kaygan ruhları içiyoruz. Gösteri ve teşhir toplumunun şiddetine salya sümük karışarak, tıka basa tıkınarak, böğürtülerle kusarak ve tekrar azgın bir iştahla saldırarak insan parçalıyor, çağdaş 'kannibalizm'in toplu ayinlerinde iliklerine dek kemiriyoruz.”

 

Durum Vahim:

Bölücü yayınlara, emperyalist propagandacılarına karşı uyanık hareket eden insanlarımız elbette var. Ancak aynı hassasiyet ahlaksızlaştırma gayretlerine karşı gösterilmiyor maalesef. Yukarıda da söylediğimiz gibi “Bu tehlike PKK’dan, Ermeni tasarılarından, ABD ve AB’nin askerî tehditlerinden ve akla gelebilecek her türlü tehlikeden daha büyüktür.”


  Önceki Sonraki