Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Allah-u Teâlâ benim göğsüme ne döktüyse olduğu gibi Ebu Bekir’in göğsüne boşalttım.”
Kalpten kalbe boşalan bu emanet-i ilâhiye, vâris-i enbiyâ olanların kalplerine boşaltıldı. Bunlar Resulullah Aleyhisselâm’ın nûrunu taşıyanlar, Allah-u Teâlâ’nın kudsî ruh ile desteklediği kimselerdir. Bunlar sehm-i nübüvvet, sehm-i velâyet; hem sehm-i nübüvvet, hem sehm-i velâyete vâris olanlardır. Bunlar doğrudan doğruya Peygamber vârisleridir. İlâhi hükümleri tebliğ ederler. Hiçbir kimseden, kınamasından korkmazlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde onları şöyle tarif ediyor:
“Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar..” (Mâide: 54)
Bunlar dinlerinde selâbet ve metanet sahibidirler.
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruyor:
“Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i imran: 110)
Hiçbir peygamberin ümmeti vâris-i enbiyâ mertebesine nâil olamamıştır. Yâni hiçbir peygamberin ümmetine “Emr-i bil-ma’ruf ve nehy-i anil-münker” vazifesi verilmemiş; ancak bu vazife, ümmet-i Muhammed’e tevdî ve ihsan buyurulmuştur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Allah-u Teâlâ bu ümmete, her yüz yıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir.” (Ebu Dâvud)
Bunlar yüz senede bir, vazifeli olarak gönderilmiş olanlardır. Fitne ve fesadın arttığı bir zamanda Allah-u Teâlâ sevdiği ve seçtiği kullarından birini gönderir, o ifsadı kaldırır.
Bir diğer Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Ümmetimin âlimleri benî İsrâil’in Peygamberleri gibidir.” (K. Hafâ)
Resulullah Aleyhisselâm’a Mâide Sûre-i şerif’inin 67. Âyet-i kerime’si ile emir buyurulan tebliğ vazifesi, dini tebliğe ve tazelemeye memur oldukları için, bu peygamber vârislerine de şâmildir.
Buradan da anlaşılıyor ki, bu tecelliyatçılar, hem hususiyetle gönderiliyor, hem tecelliyat devam ediyor.
Esas olan, Hazret-i Allah’a, Kelâmullah’a ve Resulullah’a imandır. Bu tecelliyatçılar, halkı Hakk’a dâvet ederler. Hiç kimseden çekinmeden hakikatı tebliğ ederler.
Zira elli seneden bu yana, öyle imansız imamlar türedi ki, çeşitli din kurucuları türedi ki, öyle fesatçı ifsatçılar meydana geldi ki, bu türemeler o kadar çoğaldı ki! Dünya kuruldu kurulalı böylesine bir isyan görülmedi.
Geçmişte isyan eden bütün ümmetlerin helâkına vesile olan isyan sebeplerinin, günümüzde hepsi mevcut.
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki bu (zamanda) zulmedenlerin de (geçmişteki zâlim) arkadaşlarının paylarına benzer (azaptan) payları vardır.” (Zâriyat: 59)
Bunların çıkacağını Resulullah Efendimiz çok evvel haber verdi. Haber verdiği gibi, Allah-u Teâlâ Müminun Sûre-i şerif’inin 52-56. Âyet-i kerime’lerinde ve bunlara benzer birçok Âyet-i kerime’lerde bunların yoldan sapmışlığını açıkladı ve ilân etti. Bu sapmışları haber verdi.
Dini dünyaya âlet edip, ne kadar rezalet yapacaklarını, İslâm’a ne kadar büyük leke ve zarar vereceklerini, ne kadar vurguncu ve dilenci olacaklarını bir bir haber verdi.
Bu bölücüler, din-i İslâm’ı âlet ederek, menfaat, şöhret, nam sebebiyle, dinlerini ayakta tutmak için, her fırsatta dinlerini, partilerini tebliğ ettiler. Din-i İslâm’ı paramparça etmek istediler ve etmeye çalışıyorlar.
Bir defacık bunların ağzından, Hazret-i Allah’a ve Resulullah’a tâbi olmak ve sadakatından ötürü emr-i ilâhiye uymak gerektiğini duydunuz mu? Gördünüz mü? Bu emre uyan, ancak Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’a iman etmiş olur.
Fakat, din-i İslâm’dan sapan münafıklar küfre kaydılar. Hep imamlarından ve partilerinden bahsettiler. Onlardan hep bunu duyarsın. Hiçbir zaman Allah-u Teâlâ’nın emrettiği iyilikleri ve yasakladığı kötülükleri bahsetmezler.
“Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.” (Mâide: 67)
Âyet-i kerimesi mucibince, Allah’tan korktuğum için, Hazret-i Allah’ın kelâmını, Resulullah Aleyhisselâm’ın beyanını yani Hadis-i şerif’lerini açık açık herkese duyurmaya çalıştım. Mesul olmamak için.
Bu fesatçılara, ifsatçılara, din kuruculara, türemelere, deccallere, sahte İsa, sahte dabbetül-arz gibi yalancılara, süleymancılara, narcılara, kaplancısına, refahçısına ve bütün bölücülere açık açık ilâhi hükümleri tebliğ ettim. Kitaplar yazdım, bütün dünyaya duyurmaya çalıştım.
Onlara yakınlık göstermek şöyle dursun, meyletmek bile insanı ateşe müstehak kılar.
Bu nûr ışığı altında müslümanları Allah ve Resul’ünde birleştirmeye çalışıyoruz. Başka isimlerle din kuranları ve bunlara uyanları da İslâm’a dâvet ediyoruz. Bu birleşme Allah ve Resul’ünde birleşmekle olur. Ahmet’te Mehmet’te değil.
Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, bu berzahlara dikkat edin. İmanla küfrü, müminle kâfiri, hakikat ile dalâleti ayırıyorum. “Bu söyledikleriniz doğru değildir.” diyenlerden de cevap bekliyorum. İslâm lâf işi değildir. Ben sizin dininize tâbi değilim. Bunları sırf bir kişi için yazıyorum. “Acaba kurtulur mu?” diye!
Allah’ım! Tesirini Sen halket.
Zira bu kadar bölücüye karşı durmam için Allah-u Teâlâ bu ilmi bahşetti.
O ise, gerek Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu bayraklıların geleceğini, bu ifsatçıların üzerine gidileceğini; gerekse kibar-ı Evliyaullah, kitaplarında uzun uzun bahsetmişler. Bunların hepsini ayrı ayrı bahsettikleri gibi, Bediüzzaman Hazretleri, bütün fesatçı ve ifsatçıların üzerine gidileceğini, hepsinin susturulacağını, hiçbir ferdin bunlara cevap veremeyeceğini çok sene evvel kitaplarında beyan etmiş.