Sûret-i haktan görünen sapıtıcı imamlar; Süleymancılar, fâizi helâl ilân edip Hazret-i Allah’ı, Resulullah Aleyhisselâm’ı, Kelâmullah’ı mahlûka şikâyet edenler, küfrü hoş gördüklerini ilân eden, papazları hazretleri olduğunu kabul eden Narcılar, ilâhlık dâvâsı güden, dinini ilân eden Refahçılar, yalancı halife Kaplan ve oğlu ve daha nice yalancı peygamberler, yalancı İsalar, yalancı Mehdiler, yalancı Dabbetül-arzlar türedi. Bunların hepsi susturuldu.
•
Allah’ım! Nûrunla bu fitne ateşini söndür, imansız imamları, sapıtıcı önderleri ve bu kâfirleri kahret ve öldür.
•
Zelzeleler kıyametin açık bir delilidir, bize büyük kıyameti haber vermektedir.
İnsanlar bir gün ansızın, böyle tasavvurların üstünde korkunç bir âfete uğrayacaklardır.
“Yer müthiş bir sarsıntı ile sarsıldığı zaman!” (Zilzal: 1)
Âyet-i kerime’si ile haber verildiği üzere, yer korkunç gürültülerle ardarda ve devamlı bir şekilde sallanır. Bir kısmı değil, yeryüzü bütün olarak sallanacaktır.
Denizlerin, derelerin kaldırılmasıyla, dağların ve tepelerin giderilmesiyle yeryüzü, dümdüz bir meydana dönüşür, yayılıp genişletilir.
Gökyüzü Rabbine boyun eğdiği gibi, yeryüzü de O’na boyun büker ve tam bir teslimiyet gösterir.
Uzun süredir bağrında taşıdığı cesetleri ve madenleri açığa çıkarır.
“Yer bütün ağırlıklarını dışarıya çıkardığı zaman.” (Zilzal: 2)
Kıyameti, ahireti inkâr eden insan, imkânsız zannettiği hadiseyi görüverince hayretler içinde kalır.
“İnsanın ‘Bana ne oluyor?’ dediği zaman.” (Zilzal: 3)
O gün, o durum karşısında geçirdiği şaşkınlıktan dolayı böyle söylemek zorunda kalır.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“İşte o gün yer, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir. Çünkü Rabbin ona konuşmasını emretmiştir.” (Zilzal: 4-5)
Allah-u Teâlâ’nın bunu ona emretmesi, onun da üzerinde meydana gelen bütün hadiseleri anlatması, izin verilmesi sebebiyledir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ashabına “Yeryüzünün haberlerinin ne olduğunu bilir misiniz?” diye sordu. “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dediler.
Bunun üzerine buyurdu ki:
“Yeryüzünün haber vermesi, her erkek ve kadının neler işlediğini haber verip şahitlik etmesidir. ‘Şu şu günlerde şunu şunu işlediniz!’ demesidir.” (Tirmizi, Kıyamet: 7)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“O gün insanlar, yaptıklarının kendilerine gösterilmesi için gruplar halinde (ilâhi divana) çıkarlar.” buyuruyor. (Zilzâl: 6)
Herkes ameline göre bölük bölük olur. İman ehli ayrı gruplar, küfür ehli ayrı gruplar halinde sevkedilirler, muhasebeye tabi tutulurlar.
Kimisi yüz aklığıyla, kimisi yüz karasıyla, kimisi binitli, kimisi yaya, kimisi sevinç, kimisi korku ve dehşet içinde, kimisi mesud, kimisi bedbaht...
Mizan; gözle görülen iki gözlü bir terazi olup, bir zerre ile ağır basacak kadar hassastır. Sevapların konacağı sağ kefe pırıl pırıl ve nurludur. Günahların konacağı sol kefe karanlıktır.
Müminin terazi kefesinde öncelikle imanının ağırlığı olacak, bunun yanı sıra amel-i salihleri de ağırlık yapacaktır. Kafirlerin hiçbir iyiliği, kötülük kefesini kaldırmayacaktır. Çünkü küfür, kötülük kefesini ağır bastıracak kadar büyük bir kötülüktür.
Allah-u Teâlâ’nın adaleti tecelli edecek, herkes bu ilâhî adaletin icabı olarak ya mükâfat veya mücâzat görecektir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür.
Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür.” (Zilzal: 7-8)
•
Süleymancılar kendi dinlerini kurunca: “Bizim dinimize göre fâiz helâldir.” diyerek fâizin helâl olduğunu ilân ettiler. Bu inkârlarını alevlendirerek bütün Türkiye’ye ve dünyaya duyurdular, halkı fâize bulaştırdılar.
Sûret-i imanda olanların nefislerine cazip geldi, onların arzularına uydular ve fâize bulaştılar. Hazret-i Allah ve Resulullah ile harbe tutuştular ve fakat O Kahhar’dır, bunların hepsini kahretmeye Kâdir-i mutlak’tır. Hem sıfatını değiştirir hem de Veyl deresine atar.
Hazret-i Allah’a ve Resul’üne harp ilân etmekle, din-i İslâm’dan çıkmakla kalmadılar, Hazret-i Allah’ı ve Kitabullah’ı şikayete kalktılar.
Fâize çığır açtılar. Böylece fâiz kapılarını açtılar, imanı zayıf olanların hepsi o kapıdan dışarı çıktı. İlk fâizin helâl olduğunu söylediler. Para, öşür ne varsa topladılar, böylece ilk çığırı açmış oldular.
Oysa fâizin azı da çoğu da İslâm dinine göre şiddetle haramdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin.” (Bakara: 279)
Âyet-i kerime’de geçen “Harp” ifadesi, başka hiçbir tahrim Âyet-i kerime’sinde görülmez.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“Fâiz yetmiş çeşit günaha sebeptir. Bunların en hafifi, kişinin anası ile zinâ etmesi gibidir.” (İbn-i Mâce: 2274)
Size bir temsil arzedelim:
Bir baba oğlu ile Hacca giderken bir handa kalıyorlar. O gece baba vefat ediyor. Oğlu bir bakıyor ki ceset hınzır suretine dönüşmüş, o kadar müteessir oluyor ki, o üzüntü ile kendinden geçtiği bir anda kapının açıldığını, içeriye nûranî bir zâtın girdiğini görüyor.
Gelen o zât, babasının örtüsünü açıyor ve eliyle meshediyor. Elinin meshettiği yerler hem nur oluyor, hem de sıfatı değişiyor. Genç hayretle “Siz kimsiniz ki, beni bu kadar sıkıntılı bir anda kurtardınız?”diye sorduğunda “Ben âhir zaman peygamberiyim. Babanın bu hâle düştüğünü melekler bana haber verdi. Ben de Allah-u Teâlâ’dan ona şefaat etmem için izin istedim, bana o izni verdi. Çünkü baban her gece yüz salâvât-ı şerife getirmeden yatağına girmezdi. Bu hâle dönüşü de fâiz yüzündendi.”
Fâiz deyince bir şey daha ilave edeceğim. Bir gün Manisa’dayım. Bir zât bir şeyler söylemek istiyor, fakat çekiniyor. Bunu anlar gibi oldum. “Buyurun” dedim. “Ben” dedi. “Mühim rüyâ gördüm, annemlezinâ halinde imişim.” “Fâizle iş yapıyor musunuz?” dedik “Tüccarım.” dedi. Bu budur.
Bir noktayı daha ilave edeyim. Bir gün Giresun’dan bir zât geldi. “Ben o bölgenin tüccarıyım, yirmiiki-yirmiüç milyarla iş yapıyorum, buna rağmen sıkıntıdayım. Duydum, bunun hikmetini sormak için geldim.” dedi. “Fâizle iş yapıyor musunuz?” “Yapıyorum.” dedi. Manisa’daki durumu ona arzettik, “Aynı rüyâyı ben de gördüm.” dedi.
İşte efendiler fâiz budur. İstediğiniz kadar alın.
İşte kardeşler, Hazret-i Allah’a dönmemiz için bu son bir fırsattır.
Hiçbir fâizcinin bu domuz şekline dönmeyeceği hayalinize bile gelmesin!
Âhirete de bu şekilde intikal edecek. İşte fâizcilerin âkıbeti budur.
•
Dilenci olarak nerede bir talebe görseniz, bilin ki Süleymancılardandır. Her tarafı işgal etmişlerdi. Önderleri de mercedes arabalarla sanayi çarşılarında dükkan dükkan gezerlerdi.
Onların dinleri Süleymancılık, imanları para olduğu için, bütün gayeleri madde idi, icabettiği zaman gasptı. Böylece bütün sahayı istilâ etmeye çalışıyorlardı. Din-i İslâm’ı âlet ederek koyun postuna bürünen bunlar, halkı kaz yerine koyup yoluyor ve soyuyorlardı.
Çeşitli kurnazlıklarla mallarını gasbediyorlardı.
Bu dilenen küfür ehli, bu mücahidlerin cihadı ile yok oldular.
Muhtelif memleketlere kitap yayma turlarına çıkan bu akıncı bayraklılar, bu mücahidler diyorlar ki:
“Gittiğimiz yerlerdeki Süleymancılar bize ateş püskürüyorlar.”
Evet doğrudur. Zira mâlum maskeleri düştü, küfürleri meydana çıktı, gelirleri kesildi, yurtları boşaldı. Ne dilenebiliyorlar, ne de halkı kaz yerine koyup soyabiliyorlar.
Halkı bu koyun postuna bürünen, dini dünyaya âlet eden kurtların şerrinden kurtardık, zararsız hale getirdik. Halkı onların yolmasından kurtardığımız için Allah-u Teâlâ’ya ne kadar şükrediyorlar ve bizlere teşekkür ediyorlar.
Bir kitap alan, yerine iki kitap alıyor, hem kendisini hem de beşeriyeti uyandırmak için.