“Biz burada 1977 yılına kadar senelerdir ne cuma namazı kılabiliyorduk, ne de ezan sesi işitebiliyorduk. Çünkü yerimiz yoktu. Nihayet 8-10 arkadaş bir araya gelerek Friedrichshafen ve civarında yaşayan müslümanlar için bir cami açmayı plânladık. Bir tüzük hazırlayarak resmi makamlara başvurduk. İsteğimiz kısa zamanda kabul edildi.
Hemen kiralık bir yer bulduk. Gece gündüz çalışarak camiyi faaliyete geçirdik. Çalışmalarımız hızla ilerliyordu. İki ay gibi kısa bir zamanda altıyüz kadar üyemiz oldu. Civardaki Türkler akın akın camiye gelmeye başladılar. Camimize iki de minibüs aldık. Uzakta bulunan müslüman ailelerinin çocuklarını Kuran-ı kerim öğrenmeleri için toplayıp camiye getiriyorduk. İşçiler arasında hafız olan arkadaşlar cumartesi ve pazar günleri gönüllü olarak çocuk okutuyorlardı. Bu mutluluk, bu birlik ve beraberlik altı ay sürdü. Yapılan bir hata yüzünden cami elimizden çıktı.
Şöyle ki:
Sonradan süleymancı olduğunu öğrendiğimiz kişiler gelerek Köln’de bir İslâm Kültür Merkezi kurulduğunu, camiyi bu merkeze bağlarsak Türkiye’deki Kuran kursları gibi bu merkezin her şeyi idare edeceğini söylediler. Biz de buna inandık, tekrar kendi hazırladığımız tüzüğü merkeze gönderdik. Böylece camimiz bu merkeze bağlanmış oldu.
Yalnız iş bizim bildiğimiz gibi çıkmadı. Köln’den camimize hoca yolladılar. Bizleri ve caminin yapılmasında emeği geçen arkadaşların hepsini yavaş yavaş uzaklaştırdılar, süleymancı adı altında kendi adamlarını yerleştirdiler.
Arkadaşlarımız yapılan faaliyetler hakkında bu hocalara hesap sormaya gittiklerinde “Bize hesap soramazsınız, burası İslâm Kültür Merkezi’dir, burada Kuran okunmaktadır.” diye cevap veriyorlardı. Bir ara caminin kapısına “Üye olmayan camiye giremez” diye yazı yazmışlardı. Cami için aldığımız iki minibüsü de sattılar, kimse hesap soramadı.
Çeşitli zamanlarda vermiş oldukları vaazlarda “Kestiğiniz kurbanların derilerini bize vermezseniz kurbanınız kabul olmaz.” diyorlar. “Süleymancılar yüzde ikiyüz daha iyi müslümandırlar.” diyorlar. “Memlekete yatırım yapıyorsunuz, ellibin mark kredi çekiyorsunuz, bir onbin mark kredi çekip de bize verseniz!” diyorlar. Fâizin haram olmadığını savunup, Müslüman kardeşlerimizi fâize teşvik ediyorlar. Onlara üye olmayan müslümanlardan birisi öldüğü zaman cenazeyi bile hazırlamıyorlar. Para veren kişilere karşı daha hürmetli davranıp etrafında pervaneler gibi dolaşıyorlar.
Nihayet cami elimizden çıkınca ikinci bir cami için teşebbüse geçtik. Çalışmayan büyük bir fabrika vardı. Sahibini bulduk, durumu kendisine arzettik. Kendisi zaten yetmişsekiz yaşında idi. Bütün dinleri incelemiş. İslâm’a da meyilli olduğu için iki milyon mark yapan yeri bize bir milyon marka verdi, ayrıca ikiyüzellibin markını da almadı, câmiye bağışladı.
Yediyüzellibin markın ikiyüzbinini peşin olarak anlaştık, kalanını da ayda yedibin mark olarak takside bağladık. Bu anlaşmadan sonra dörtyüzellibinini peşin vermek istedikse de, anlaşmamız böyledir diye üzerini geri çevirdi.
Daha sonra oraya her türlü müştemilâtı içinde olan çok güzel bir cami yaptık.”
Kardeşler! Bunları İslâm Kültür Merkezi sandılar. Cami, minibüs ellerinden gidince, İslâmî faaliyet durunca, o zaman anlaşıldı ki, meğer burası İslâm değil de isyan, kültür değil de küfür merkezi imiş. İsyan küfür merkezine, İslâm Kültür Merkezi adını koymuşlar. İşte deliller.
Şimdi şu kâfir dediğimiz Alman’ın İslâm’a yaptığı hizmete bakın, bir de İslâm perdesi altında şu süleymancı kıpkızıl küfrünü ilân edenlerin yaptıkları icraatlara, gasp ve soygunlara bakın!
Ey müslüman! Burada da mı uyanmıyorsun?
Alman’ın yaptığı mı İslâm’a uygun, bunların yaptığı mı İslâm’a uygun? Hükmünü siz verin!
İslâm adı altında federasyon kurmuşlar, İslâm’ın ismini âlet ediyorlar, gasp ve soygunlarını bu isim altında yapıyorlar.
Yaptıkları icraatlar kâfirin icraatından da yahudinin icraatından da beter! Almanlar yardım ediyor, süleymancılar gasbediyor.