Muhterem Ömer ÖNGÜT’ün
Adapazarı’nda neşredilmekte olan “Fıtrat Dergisi” yazarlarından
İbrahim Selâmet isimli şahsın hezeyan ve iftiralarına
Hakikat Dergisi Ekim-1993 sayısında verdikleri cevaptır.
Seyyid-i Kâinat, Sebeb-i Mevcudat Peygamber Efendimiz hakkında münafık ve kâfirler neler neler söylediler.
Ben kim oluyorum; hükümsüz, değersiz bir mahlûkum, istedikleri gibi zan ederler. Şu kadar var ki onlara soruyorum:
Şu yaptığınız yalan ve iftiraları, doğru sözlü iseniz isbat edin. Edemediğiniz taktirde;
Ne kadar yalancı olduğunuzu,
Ne kadar iftiracı olduğunuzu,
Ne kadar şerefsiz, alçak olduğunuzu,
Ne kadar namussuz olduğunuzu,
Siz de bilin, âlem de bilsin ve görsün.
Dikkat et de gör! Maskenizi çıkarıyorum. Kâfir olduğunuzu sen de gör, âlem de görsün
Bu söylediklerimi Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle isbat ediyor ve mühürlüyorum.
Âyet-i kerime’de:
“Fırka fırka olup, dinlerini parça parça edenlerle senin hiç bir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” buyuruluyor. (En’am: 159)
Hadi bu Âyet-i kerime’yi inkâr et! Bu ise bölücülerin iç yüzünü beyan ediyor.
İslâm hudut dairesi çok geniştir. Bir insan bir günah yapar, tevbe eder. Bir daha yapar, tevbe eder. Bu daire-i İslâm’ın dahilindedir.
Fakat Allah-u Teâlâ’nın dinden attığı kimseler, bunun haricindedir. Bunlar ise din kuranlardır. Bu tevbe din kuranlara ait değildir. Allah-u Teâlâ dininden, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ümmetliğinden atmış oluyor. Çünkü onların dinleri ayrı, kitapları ayrı. Yanında bulunan din ve kitapla sevindiği için, İslâm diniyle hiç bir ilgisi yoktur.
Bunları Allah-u Teâlâ dininden atmıştır. Artık hiç bir fert Allah-u Teâlâ’nın attığını İslâm hududu dahiline sokamaz.
İman etmiş gibi görünüyorsunuz, ama müşrik olarak yaşıyorsunuz.
Allah-u Teâlâ müşrik olarak yaşadığınızı beyan buyuruyor. Ve iman edenlere duyuruyor.
Âyet-i kerime’de:
“Onların çoğu Allah’a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar.“ buyuruluyor. (Yusuf: 106)
İşte kâfir olduğunuzu hep Âyet-i kerime ile isbat ediyorum. Hadi bunu inkâr et!
Hazret-i Allah dininden, Resulullah Efendimiz de ümmetliğinden attığına dair işte delil:
Hadis-i şerif’te:
“Ayrılık yapan bizden değildir.” buyuruluyor. (Münâvî)
Rabb’ül-âlemin dininizin ayrı olduğunu, kitaplarınızın ayrı olduğunu ve sapık olduğunuzu buyuruyor, iman edenlere duyuruyor.
Âyet-i kerime’de:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.
Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar.
Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.
Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak.
Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar. Hayır onlar işin farkında değiller.” buyuruluyor. (Mü’minun: 52-56)
Bu fermân-ı ilâhî’yi inkâr ediyorsun. Gayeniz makam ve madde.
Dininizi dünyaya sattınız,
Canlarınızı cehenneme attınız,
Doğru yoldan saptınız.
İşte isbatı:
Âyet-i kerime’de:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” buyuruluyor. (Yasin: 21)
Bunu inkâr mı ediyorsunuz? Hadi bunu inkâr et!
Âyet-i kerime’de:
“Nitekim o bölücülere -azap- indirmişizdir. Onlar Kur’an’ı parça parça edenlerdir. Rabbin hakkı için mutlaka onların hepsine yaptıklarından soracağız. Resulüm sana emrolunanı açıkça söyle ve o müşriklerden yüz çevir.” buyuruluyor. (Hicr: 90-94)
Allah-u Teâlâ’nın müşrik olduğunuza dair apaçık beyanları var. Buna itiraz mı ediyorsun? İnkâr mı ediyorsun?
Oysa müşrik olduğunuzu bu Âyet-i kerime’lerle isbat ediyoruz.
Diğer bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Bende sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin.
Amma ne var ki insanlar kendi aralarında parçalara bölündüler. Halbuki hepsi bize döneceklerdir.
İnanmış olarak salih amel işleyenlerin ameli inkâr edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.” (Enbiya 92-94)
Fakat siz Allah-u Teâlâ’ya iman etmeyi ve kulluk yapmayı bırakıp, imama iman ettiniz. Şeytana kulluk yapıyorsunuz.
İşte Allah-u Teâlâ’ya döndüğünüz zaman kime iman ettiğinizi ve kime ibadet ettiğinizi size haber verecek.
Ancak Allah-u Teâlâ’nın ihlaslı kulları, kalbi selim sahipleri, her türlü bölücülükten, bulanıklıktan sıyrılmış, Fırka-i naciye’ye dahil olmuş, Hazret-i Allah’a iman etmiştir. Ona kulluk eder, Resulullah’a iman etmişlerdir. Onun sünnetini takip ederler.
Çek elini ey dil-i siyah,
Püf demekle hiç söner mi meşâle-i nûr-i ilâh.
Kâfir olduğunuzu bunca Âyet-i kerime ve Hadis-i şerifler’le isbat ediyorum.
Refah dininin laf ve palavra kitabına değil de; eğer müslüman iseniz Hazret-i Allah’ın Kur’an’ından müslüman olduğunuza dair bir Âyet-i kerime getirin.
Amma bunu getiremezsiniz. Getiremediğinize göre kâfir olduğunuzu sende bil, bütün âlem de bilsin!
Müslüman gibi görünüyorsunuz, Din-i İslâm’ı bölüyorsunuz. Ve hainlik ediyorsunuz. Düşmanlarımızla ittifak edip vatanımızı parçalamaya çalışıyorsunuz. Siz elbette ki dış düşmandan daha çok tehlikelisiniz. İnşaallah Allah-u Teâlâ yakında dünyada cezanızı verecek, ahirette de canınızı cehenneme atacak.
Şimdi tekrar, tek tek soruyorum.
Hangi Âyet-i kerime’yi inkâr ediyorsunuz?
Hangi Âyet-i kerime’ye itiraz ediyorsunuz?
Hangi Âyet-i kerime’ye karşı geliyorsunuz?
Bunları açıklayın ki, halk artık bilsin sizin kâfir olduğunuzu.
Biz imansız imamlara iman edenlerden değiliz. Allah-u Teâlâ’nın kelamına ters düşen her şeyi red ederiz. Kim olursa olsun mahlûkun hiç bir hükmü yoktur. Âyet-i kerime’de:
“Yaratmak da emretmek de Allah’a mahsustur.” buyurulmaktadır. (A’raf: 54)
Seyyid Kutup’a Gelince:
Zahiri bir âlimdir. Mârifetullah ilminden mahrumdur. Hiç bir bilgisi yoktur.
Mârifetullah ilmi Hakk’tan gelir. Onların muallimi bizzat Hazret-i Allah’tır.
Âyet-i kerime’de:
“Allah’tan korkar takvâ sahibi olursanız mualliminiz Allah olur.” buyuruluyor. (Bakara: 282)
Buna, sadır ilmi denir.
Hadis-i şerif’te:
“İlim ikidir birisi dilde olup (ki bu zahiri ilimdir.) Allah-u Teâlâ’nın kulları üzerine hüccetidir. Bir de kalpte olan mârifet ilmi vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur.” buyuruluyor. (Tirmizî)
Diğerine satır ilmi denir.
Zahiri ilim mektep ve medresede talim edilir. Buna da satırdan alındığı için, satır ilmi denir.
Sadır ilmi, Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ilmidir. Bu ilimden daha fazla bilgi sahibi olabilmeniz için, üçüncü ve bilhassa dördüncü kitabımızdaki vakıf sohbetleri bölümüne bakabilirsiniz. İtiraza mahal bırakmamak için hep Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le izah edilmiştir.
Zahiri âlimlerin yüzde doksanı bu ilmi bilmez. Hakikat âleminde kördür. Seyyid Kutup bu ilme gerçekten âşina olmadığından büyük bir hataya düşmüştür. Allah’ım affetsin.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Allah’tan başkasını kendilerine veliler edinenler, ‘Bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye onlara kulluk ediyoruz’ derler.” buyuruyor. (Zümer: 3)
Seyyid Kutup bu Âyet-i kerime’de geçen “Evliya” sözünü, Hazret-i Allah’ın sadık kulları olan Evliyaullah’a tevil ederek; evliyanın etrafında halkın toplanmasını, cahiliyye Arapları’nın Allah’a yaklaşmak maksadıyla putlara tapınmalarına benzetmiştir. Halbuki bu bir sapıklıktır. Gerçekten büyük bir cehalet işlemiştir.
Zirâ Âyet-i kerime’de:
“Âyetlerimizi iptal etmek için, yarışırcasına koşanlara da, azabın en kötüsünden acıklı bir azab vardır.
Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilirler. Onun mutlak galip ve övgüye lâyık olan Allah’ın yoluna ilettiğini görürler.” buyuruluyor. (Sebe: 5-6)
Bu Âyet-i kerime’ler karşısında sizin durumunuz ne olacak?
Bize göre Allah-u Teâlâ’nın kelâm ve hükmü geçerlidir. O’nun hükmünden başka hiç bir hüküm kabul etmeyiz.
Yalnız Allah ve Resul’ünün hükmüne değer veririz. Başka hiç bir kimsenin hükmüne değer vermeyiz.
Cevap da yalnız Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ledir.
Seyyid Kutup ise, Allah-u Teâlâ’nın veli kullarını puta benzeterek dil uzattığı için apık sapık konuşmuştur.
Oysa Allah-u Teâlâ veli kulları hakkında;
“İyi bilin ki Allah’ın veli kulları için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.” buyuruyor. (Yunus: 62)
Hadis-i kudsî’de ise:
“Velilerimden birisine düşmanlık edene ben harb açarım.” buyuruluyor. (Buharî)
Diğer bir Hadis-i kudsî’de ise:
“Kubbelerimin altındaki velilerimi benden başka kimse bilemez.” buyuruluyor.
Bu Âyet-i kerime ve Hadis-i kudsî’ler Allah-u Teâlâ’nın veli kullarını meth-ü senâ ediyor. Herkese vermiş değildir, yalnız veli kullarına aittir.
Âyet-i kerime’lerde:
“Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk’a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler.” (A’raf: 181)
“Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız ve Allah’a inanırsınız.” buyuruluyor. (Âl-i imran: 110)
Hadis-i şerif’te ise:
“Her asırda benim ümmetimden sabikun, önde gelenler vardır ki, bunlara budela ve sıddıkûn itlak olunur. Hakkında inayet ve merhameti o kadar boldur ki, sizler de o sayede yer ve içersiniz. Yeryüzü halkı için vukuu tasavvur olunan belâ ve musibetler, onlarla kaldırılır.” buyuruluyor. (Nevadir-ul Usul, Tirmizî)
Allah-u Teâlâ ve Resul’ü veli kulları hakkında böyle buyuruyor. Senin Seyyid Kutup dediğin böyle söylüyor. Bu büyük bir sapıklık değil midir? Hadi bu Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lere cevap ver de göreyim.
Diğer bir Hadis-i şerif’te:
“Bâtın ilmi, Allah-u Teâlâ’nın sırlarından bir sır, hikmetlerinden bir hikmettir. Onu ancak dilediği kulunun kalbine atar.” buyuruluyor. (Buharî)
Bu Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler velilere ve mârifetullah ehline aittir. Zâhiri âlimler bu ilimden mahrumdur.
İşte bu bilmediğiniz, anlamadığınız ve duymadığınız ilmi size duyurmaya çalışıyoruz. Zira bu ilim size hep Allah’ın kelâmıyla bir bir anlatıldığından ötürü, bunu bilmiyorum diye inkâr etmeniz sizi küfre götürür.
Nitekim İmâm-ı Gazali -rahmetullahi aleyh- Hazretleri İhya-u Ulumid’din adlı eserinde:
“Sakın anlamıyorum diye bu ilmi inkâra kalkışma. Aklî ilimleri kavradığını zannederek çizmeden yukarı çıkan âlimlerin helâk noktası burasıdır. Allah dostlarının bu hallerini inkâr eden bir ilimden cehalet çok daha iyidir. Kaynak bir olduğu için velileri ve kerametlerini inkâr ise tamamen dinden çıkmaktır.”
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
“İlim ikidir birisi dilde olup (ki bu zahirî ilimdir.) Allah-u Teâlâ’nın kulları üzerine hüccetidir. Bir de kalpte olan mârifet ilmi vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur.” (Tirmizî)
İşte bu gayeye ulaşanlar bunlardır. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Allah kime dilerse ona kat kat verir.” buyuruyor. (Bakara: 261)
İşte ihsanı ve ikramı bol olan Allah-u Teâlâ tasavvura sığmayan ihsanlarını kat kat lûtfetmiştir. Yalnız, mârifetullah ehli olan veli kullarına bahşetmiştir. Başkasına şâmil değildir.
İmâm-ı Âzam -rahmetullahi aleyh- Efendimiz o kadar büyük bir âlimdir ki, İbrahim Ethem -kuddise sırruh- Hazretleri’nin Hakk ile olduğunu gördü, bildi ve söyledi.
Bunu biraz açalım, ağzı mühürlü iki teneke var, birisinin içi mücevher dolu, diğerinin ise taş.
Bunu dışarıdan görebilmek için kalp gözünün açık olması lâzım. O ise gördü ve seçti, tazim etti.
İbrahim Ethem -kuddise sırruh- Hazretleri için “Seyyidünâ” yani “Efendimiz” buyurdu. Talebesi ona niçin böyle dediğini sorunca “Biz ilmimizle nefsimizi düşünürüz, onlar ise kendilerini unutup hikmetle yalnız Allah’ı düşünürler.” cevabını verdi.
Bilen ve görebilen için zahirî ilimle, batınî ilimler arasında bu kadar açık farklar vardır. Onların içinde Hakk var. O ise bir maskeden ibaret, vücudu ise elbiseden ibaret. İmâm-ı Âzam Hazretleri ona bunun için tazim etti. Niçin tazim etti? Hakk’a vasıl olduğu için, Hakk ile olduğu için tazim etti. Vaktaki bu tecelliyata mazhar oldu:
“Eğer şu iki senem olmasaydı, Numan helâk olurdu.” buyurdu ve anlayanlara duyurdu. Bu da bir sırdı, bunu da açmış oluyoruz.
Hazret-i Allah kıyamete kadar gelecek olan irşad memurlarını levh-u mahfuz’da yazmıştır. Mârifetullah ehlinden bazı zevât-ı kiram’ın keşfi açılması ile kıyamete kadar gelecek Mürşid-i kâmiller’in ismini, cismini bilirler. Ve bunların bazılarından bu gibi esrar-ı ilâhiye’yi ifşâ edenler de olmuştur. Temsil olarak:
Muhyiddin İbn’ül Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri “Gelecek bütün mürşidlerin ismini” bildiğini ifşâ etmişlerdir. İmâm-ı Rabbanî -kuddise sırruh- Hazretlerimiz 260. mektubunda istikbalde gelecek bir kimseden bahsederken tek tek bütün vasıflarını beyan ediyor. Neden? Levh-u mahfuz’da gördüğü için bildi ve söyledi.
Biz şahsa değil, Allah-u Teâlâ’nın emrine ve hükmüne bakanlarız. Çünkü biz Allah’a ve Resulullah’a iman etmişizdir.
Biz Hazret-i Allah’ın yanında muteber olan zamanın velilerinin başı olan Kutb-u âzama itibar ederiz. Ona saygımız sonsuzdur. Ve fakat Allah-u Teâlâ’nın veli kulları hakkındaki beyanlarını inkâr edip inanmayan ve hükmü ilâhî’ye ters düşen kim olursa olsun itibar etmeyiz. Biz Hazret-i Allah’ın veli kullarını puta benzetecek kadar cahil değiliz. Ancak Hazret-i Allah’a ve Resulüne iman ederiz. Hazret-i Allah’ın kelâmına ve Resul’ünün Hadis-i şerif’ine itibar ederiz. Cevabı da ancak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le bekleriz. Lâf asla kabul etmeyiz.
Kitap sayfasından bahsediyorlar. Kitapların sayfalarını güzel saysınlar da cehaletlerini de öğrensinler.
•
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’lerinde:
“Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onu tahkik edin, iç yüzünü araştırın.” buyuruluyor. (Hucurat: 6)
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- vâlidemize münafıkların iftira etmeleri, Medine-i Münevvere’de müslümanları bir ay gibi bir zaman meşgul etmişti.
Şöyle ki: Bir seferden dönerken Medine-i Münevvere’ye yakın bir yerde mola verilmişti. Gecenin bir kısmı orada geçirildi. Daha sonra yola devam edildi.
Bu arada Âişe -radiyallahu anhâ- vâlidemiz def-i hacet için hevdeçten dışarı çıkıp kafileden uzaklaştı. Geri geldiğinde gerdanlığının düştüğünü farketti. Bu sefer onu aramaya koyuldu. Gerdanlığını bulup gelinceye kadar da ordu uzaklaşmıştı. Konak yerinde kimseyi bulamadı. Nasıl olsa aramak için dönerler diye düşünerek orada bekledi ve uyuya kaldı.
Safvan bin Muattal -radiyallahu anh- isminde bir zât ordunun ardından gelir, yolda bir şey düşmüşse onu alır sahibine iâde ederdi.
Sabaha karşı konak yerine geldi. Âişe -radiyallahu anhâ- vâlidemizi görünce tanıdı ve “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciun” dedi. Başka hiç bir şey söylemedi. Devesini çöktürdü. Âişe -radiyallahu anhâ- vâlidemiz bu ses üzerine uyandı ve elbisesi ile yüzünü örttü. Deveye bindi. Hızla oradan uzaklaştılar ve öğle sıcağında kafileye yetiştiler.
Bu durumu öğrenen münafıkların reisi Abdullah bin Ubey Peygamberinizin ailesi bir adamla gecelemiş diyerek yaygara koparmaya başladı.
Hazret-i Allah onları bu hadise ile büyük bir imtihana tabi tuttu. Bazı müslümanlar hemen kendilerine geldiler, kalplerine danıştılar, bu haberin apaçık bir iftira olduğuna daha ilk anda karar verdiler.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- vâlidemiz dönüşte hastalandığı için hadiseden haberi yoktu. Yirmi gün sonra ancak haberi oldu ve günlerini ağlamakla geçirdi.
Bu hadise üzerine, Cenâb-ı Fahr-i Kâinat Efendimiz’e vahy geldi ve şöyle buyurdu:
“Yâ Âişe! Allah’a hamdet, seni kesin olarak temize çıkardı.”
Bu “İfk hadisesi” hakkında Hakk Celle ve Alâ Hazretleri şu Âyet-i kerime’leri inzâl buyurdu:
Nûr sûresi onuncu Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruluyor:
“Allah’ın size nimet ve rahmeti bulunmasa ve Allah tevbeleri kabul eden ve Hakîm olmasaydı suçlunun hemen cezâsını verirdi.”
Onbirinci Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ münafıkların içyüzünü ortaya koyarak şöyle buyuruyor:
“O uydurma haberi getir(ip ortaya at)anlar, içinizden mahdut bir zümredir. Siz, onu sizin için bir şer sanmayın. Bilakis o, sizin için hayırdır. Onlardan her kişiye, kazandığı günah(ın cezası) vardır. Onlardan o (yalan)ın en büyüğüne elebaşılık yapana da büyük bir azap vardır.”
Onikinci Âyet-i kerime’sinde müminlerin hüsn-ü zan etmeleri ve iftiralara inanmamaları gerektiği şöyle buyuruluyor:
“Onu işittiğiniz vakit erkek ve kadın müminlerin kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup ‘Bu apaçık bir iftiradır.’ demeleri lâzım değil miydi?”
Onüçüncü Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruluyor:
“Buna karşılık dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki onlar bu şahitleri getiremediler, öyle ise onlar Allah katında yalancıların tâ kendileridir.”
Ondördüncü Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruluyor:
“Eğer dünya ve âhirette size lütuf ve merhameti olmasaydı, içine daldığınız bu yaygaradan dolayı büyük bir azaba uğrardınız.”
Onbeşinci Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruluyor:
“O zaman siz o iftirayı dillerinize dolamıştınız, bilmediğiniz şeyleri ağızlarınıza alıyordunuz. Mühim bir şey değil sanıyordunuz, amma Allah katında önemi çok büyüktü.”
Onaltıncı Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruluyor:
“Onu duyduğunuz zaman ‘Bunu söylemek bize yakışmaz. Hâşâ bu büyük bir iftiradır.” demeniz gerekmez miydi?”
Onyedinci Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruluyor:
“Eğer siz mümin kimseler iseniz, böyle bir şeye bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor.”
Onsekizinci Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruluyor:
“Ve işte size âyetlerini açık açık bildiriyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Ondokuzuncu Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruluyor:
“Mü’minler arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara dünyâ ve âhirette can yakıcı azâb vardır. Allah bilir siz ise bilmezsiniz.”
Yirminci Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruluyor:
“Allah’ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, Allah şefkatli ve merhametli olmasaydı hemen cezânızı verirdi.”
Bu Âyet-i kerime’lerin nüzulünden sonra hakikat ortaya çıkmış, münafıklara uyup iftirayı tasrih edenlere de hadd-i şer’i tatbik edilmiştir.