Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
'İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİ'NE DÂVET - Ömer Öngüt Görüşleri Sözleri Kitapları Düşünceleri Yazıları Eserleri
Cep Kitapları
'İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİ'NE DÂVET
Bu kitapla müslümanlar İlâhî Görüş Birliği’ne dâvet edilmekte, hakiki kardeşlik ve birliğin ancak ve ancak İslâm dininde olacağı izah edilmektedir.

Dâr-ül Harp - Dâr-ül İslâm

Dâr-ül Harp - Dâr-ül İslâm


Sual:

“Memleketimizin dâr-ül harp olduğunu söylüyorlar. Doğru mudur?”

 

Cevap:

Hayır. Burası İslâm diyarı olduğu için dâr-ül harp olamaz. Helâli helâl, haramı da haram bilmek gerekir. Kimse helâli haram, haramı helâl yapamaz.

Dâr-ül harp demekle Kur’an-ı kerim’in hükmünü kaldırmak istiyorlar. Mâdem ki dâr-ül harp diyorlar, neden harp açmıyorlar? İslâm diyârıdır. Çünkü devlet erkânının ve milletin çoğunluğu, elhamdülillah yüzde doksandokuzu müslümandır. O halde nasıl dâr-ül harptir diyebiliriz? Temsil olarak Almanya’yı ele alalım. Bu kadar müslüman Türk işçisi çalıştığı halde İslâm diyârı mıdır, küfür diyârı mıdır?

Elbette küfür diyarıdır. Niçin? Bütün devlet erkânı ve milletin ekserisi gayr-i müslim olduğu için. Burada haramı haram, helâli helâl bilmek gerekir. Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığı haramdır. Harama helâl demek küfürdür. Üstelik dâr-ül harptir diyenler, bütün hükümet erkânına ve millete küfür damgasını vuruyorlar da, şu Hadis-i şerif’in kapsamına girdiklerinin farkında bile değiller.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Bir kimse müslüman kardeşine fısk ve küfür isnad etmesin. Zira o kimsede bu haller yoksa, sözler sahibine döner.” buyuruyorlar. (Tirmizî, iman, 16)

Onlar yalnız kendilerini müslüman zannediyorlar. Ve her bölücü bunu bahane ederek halkı kendilerine çekip çevirmeye çalışıyor. Bu suretle din kardeşliğini, İslâm birliğini, güzel vatanımızı paramparça yapmak istiyorlar. Parçalamak isteyenleri, değil suçlamak, elimizden gelse elini ve dilini uzatanları hemen men ederiz.

Biz bunu daha evvel de izah etmiştik.“Ben, hükümet Hazret-i Allah’ın bütün emirlerine uyuyor demiyorum. Maaş da almıyorum. Sadece fitne ve bölücülük edenleri nifaktan ittifaka dâvet ediyorum.”

Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle derhal değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse dil ile değiştirsin. Buna da gücü yetmezse bâri kâlbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” buyurmuşlardır. (Müslim, iman, 78)

Gerçek mânâda bütün bu sözlerimiz bilmeyerek bir bölücü grubun içine girip hakikat zannıyla çalışan temiz ve nezih kardeşlerimize izah ve iknâ maksadıyla söylenmiştir.

Yarın huzur-u ilâhî’ye çıktıklarında büyük vebal altında kalıp şiddetli azab göreceklerinden, vicdanımızdan kopup gelen hislerimizi beyan ediyoruz.

 

Sual:

“O halde memleketimiz dâr-ül İslâm mıdır?”

 

Cevap:

Dâr-ül İslâm’dır denilebilmesi için, ilâhî hükümlerle hükmetmek şarttır. Bir hükümet erkânı bu hükümleri değiştirmeye ve azınlıkta olan küfürü savunanları kaldırmaya güç yetiremezse Dâr-ül İslâm denilemez. O hâlde nedir? Dâr-ül harptir denilemediği gibi Dâr-ül İslâm’dır da denilemez.

O hâlde ne yapmamız lâzım? Bunu bizzat Allah ve Resul’ünden öğrenelim:

“Ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Sizi idare edenlerin sahibi ve meliklerin melikiyim. Onların kalbleri benim kudret elimdedir.

Eğer kullar bana itaat ederlerse, ben de onları onlara rahmet kılarım, merhamet ve şefkatle muamele ederler. Yok eğer kullar bana isyan ederlerse, ben de onları onlara belâ ederim. Kalblerini kin ve gazapla onlara çeviririm. En kötü azap ile azap ederler.

Binaenaleyh sizi idare edenlere karşı sövmekle, beddua etmekle meşgul olmayınız. Fakat nefislerinizi beni zikretmekle, bana dua ve tazarru ile meşgul ediniz. Böylece ben de onların hakkından gelirim, sizi onların şerrinden korurum.” (Mişkât-ül Mesabih: 3721)

Bugün müslümanların eziyet altında oluşu, sefâhat ve kabahat içinde oluşlarından ileri geliyor. Eğer biz samimi olarak Hazret-i Allah’a sığınsak, Hazret-i Allah onlara bu fırsatı vermez. Sefâhat içinde yaşadığımız için başımıza bu haller geliyor. Bu hâle suçumuzdan ötürü düşmüş oluyoruz. Bu felâketleri kendi elimizle hazırlamışızdır.

Bir insanın kendini beğenmesi veya hased etmesi ilâhî emirleri dinlememek olacağından helâkine vesile olur.

Halbuki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız.” buyurmuştur. (Mâide: 2)

O halde Allah-u Teâlâ muhakkak iyilikte birleşmeyi emir buyururken; bizim Allah ve Resul’ünde birleşmemiz mi daha hayırlıdır, yoksa her bölücüye ayrı ayrı tâbi olup, paramparça olmamız mı? “Elbette birliktir.” diyeceksiniz.

O hâlde sizi Allah ve Resul’üne davet ediyoruz. İç ve dış düşmanlarımıza karşı koyabilmemiz için.

Zira devlet ittifaktan, devletsizlik ise nifaktan doğar.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Bir mümin diğer mümin kardeşi için birbirine kenetlenen tuğlalar gibidir. Birbirinden kuvvet alır.” buyuruyorlar. (Münavî)

Esasen; fâiz alan, kumar oynayan, içki içen bir kimse ve tesettüre riayet etmeyen bir kadın, bunlar haramdır diyemez. Niçin? Kendisi yaptığı için.

Aslâ kimseye garaz ve düşmanlığımız yoktur. Sorulan sualleri Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle cevaplandırmak zorundayız.

Biz onlara cevap vermiyoruz. Hazret-i Allah ve Resul’ünden kim daha güzel cevap verebilir?

Beşeriyeti uyandırmak için Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle hep hakikati neşrediyoruz.

Bu ikazlarımızdan dolayı Hazret-i Allah’a şükür ve bize teşekkür etmeleri gerekmez mi?

Daha evvel de söylediğimiz gibi, biz Hazret-i Allah ve Resul’ünden mâdâ kimseden çekinmeyiz. Hüküm Hazret-i Allah ve Resul’ünündür. Mahlûkun hiçbir hükmü yoktur, sözleri de muteber değildir.

Ey kardeş!

Bu hakikatları ne zaman görüp ne zaman uyanacaksın!

Ebu Said-el Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Sizin aranızda öyle zümreler türeyecektir ki; siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri yanında kendi iyi işlerinizi küçük göreceksiniz. (Yani onların yaptığı işler dıştan sizinkinden üstün gibi görünecektir.)

Onlar Kur’an da okuyacaklar. Fakat Kur’an (ın) feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar. Okun sahibi (avı delip geçen) okun demirine bakar (kana benzer) bir şey göremez. Sonra ağaç kısmına bakar, bir şey göremez, yelesine bakar, orada da kan izi göremez. Daha sonra (acaba ava dokunmadı mı?) şüphesiyle, kirişe gelen ve fok denilen çatal yerine bakar, orada da bir iz göremez.” (Buharî. Tecrid-i sarih: 1783)

Zan, nam, makam ve menfaate taptıkları için dinden kaymışlardır. İşte bu Hadis-i şerif’ler “âlimim” diye “fâkihim” diye geçinen fâsıklar hakkındadır.

Siz bölücülerin âlim olduklarını zannediyorsunuz, cahil olduklarını görmüyorsunuz.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Şüphesiz bu ilim (Tefsir ve hadis gibi mühim ilimler üzerine kurulmuş fer’î ve Şer’î hükümler) dininizdir. Böyle mühim bir emri alacağınız kimselere dikkat edin.” buyuruyorlar. (C.Sağir)

Âlimlerin en faziletlisi bu âlemin en faziletlisi olduğu gibi, insanların en şerlisi de kötü âlimlerdir.

Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:

“Şerlilerin en şerlisi kötü âlimlerdir, iyilerin en iyisi de iyi âlimlerdir.” (Dârimî)

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyururlar ki:

“Ben size Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bir şey haber verdiğimde onu hakikat olarak kabul ediniz. O’nun dilinden yalan uydurmaktansa gökten düşerek ölmem bana daha hoş ve sevimli gelir. Ancak harp gibi hayırlı bir hile olursa, onun için söyleyeceğim sözler müstesna. Çünkü harp hiledir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- den kulağımla duydum şöyle buyurdular:

“Âhir zamanda yaşları küçük, tecrübeleri kıt, aklını kötüye kullanan bir zümre yetişecektir. Onlar, iyiler gibi peygamberin tebligâtından Âyet ve Hadis’ten bahsedeceklerdir. Fakat onlar, tıpkı okun hedefini delip geçtiği gibi İslâm’dan hemen çıkıvereceklerdir. İmanları boğazlarından ileri geçmez.

Siz onlara nerede rastgelirseniz hemen öldürünüz. Zira bunları öldürene kıyamet gününde sevap vardır.” (Buharî - Tecrid-i Sarih: 1472)

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz’den rivayet edilen bir başka Hadis-i şerif’lerinde Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, İslâm’ın yalnız ismi, Kur’an’ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mâmur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.

Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.” (Beyhakî)

Onlar, dini kendilerine uydurmaya çalışırlar. Madde ve maksat, mevki ve şöhret uğruna dinden çıktıkları gibi, başkalarını da çıkarmaya çalışırlar.

“Onlar âhiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir.” (Bakara: 86)

Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere bunlar dünyâyı âhirete tercih eden din hırsızlarıdır. Bir de bu haller ile kendilerini halkın en faziletlisi gibi göstermeye çalışırlar.

Hadi bu Âyet-i kerime’ye Âyet-i kerime ile cevap ver!

Önderdir zannediyorsun, fakat İslâm dininde bir bozguncu olduğunu görmüyorsun.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

”SİZİN İÇİN DECCAL’DEN DAHA ÇOK DECCAL OLMAYANLARDAN KORKARIM.

- Onlar kimlerdir?

SAPTIRICIİMAMLARDIR.” (Ahmed b. Hanbel)

Dünyâda iken kendilerine tâbi olanları yoldan çıkarıp saptıran liderler; kendilerine uymalarından gurur duydukları kimselerle beraber o gün cehenneme atılırlar.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:

“O zaman küfür öncüleri azabı görünce, kendilerine uyanlardan hızla uzaklaşıp giderler ve aralarındaki bütün bağlar kopar. Onlara uyup arkalarından gidenler ‘Ah ne olurdu, bir daha dünyâya gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşmış olsaydık!’ derler.

Böylece Allah onlara bütün yaptıklarını hasretler ve pişmanlıklar halinde gösterecektir. Onlar cehennemden çıkmayacaklardır.” (Bakara: 166-167)

“Onlar birbirlerini suçlayıp çekişirler. İleri gelenlere ‘Siz bize sağdan gelir, suret-i haktan görünürdünüz.’ derler. Onlar da ‘Hayır, zaten siz inanan kimseler değildiniz. Bizim sizi zorlayacak gücümüz yoktu, siz kendiniz azgın bir topluluk idiniz. Artık Rabbimizin sözü bize hak oldu. Azabımızı muhakkak tadacağız. Evet sizi biz kışkırttık, çünkü kendimizazgındık.’

O halde o gün hepsi azapta müşterektirler.” (Saffat: 27-32)

“Tat bakalım! Hani sen kendince çok üstün, çok şerefli bir kimse idin.” (Duhan: 49)

Bir taraftan yahudiler, bir taraftan hıristiyanlar, bir taraftan komünistler dinimize saldırıp dururken, bir taraftan da bunlardan daha tehlikeli olan bu yetmişiki fırka İslâm dinine en büyük darbeyi vuruyorlar. Bu gibi kimseler güyâ din-i mübin’i onlar temsil ediyorlarmış gibi görünerek, şeytana itaat etmekle, Ümmet-i Muhammed’i bölmeye çalışıyorlar. Üstelik bunu İslâm namına yapıyorlar ve kendilerini müslümanların ön safında zannediyorlar. Menfaat, mevkii, nam için İslâm dini’ni âlet ediyorlar. Gayeleri bozgunculuk ve bölücülüktür. Bu gibilerin tahripleri dış düşmandan daha büyük ve daha tesirlidir.

Kimisi çıkar “Memleketimiz Dâr-ül harptir, Cuma ve Bayram namazları kılınmaz, fâiz alınabilir.” der.

Diğeri “Zekâtı bize verin” diyerek fakirin kapısını kapatır.

Öteki “Bugün Hacc emiri olmadığı için yapılan Hacc sahih değildir.” der.

Bir başkası kumar oynar, kumarın câiz olduğunu söyler.

Bir diğeri “İçki hakkında kesin âyet yoktur.” der.

Kimi de “Tesettürün Kur’an-ı kerim’de olmadığını”iddia eder.

Kimisi “Refah’tan başka İslâm yok.”der.

Kimisi “En büyük benim.” der, büyüklük taslar.

Ve buna mümasil Hazret-i Kur’an’ın birçok ahkâmını esasından çıkarmaya, içten içe yıkmaya çalışırlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“İnsanlar kabul edip girdikten sonra Allah’ın dini hakkında tartışmaya girişenlerin iddiâ ve delilleri Rabb’leri katında hükümsüzdür. Onlara bir gazab vardır ve çok çetin bir azab da onlar içindir.” buyuruyor. (Şurâ: 16)

Allah-u Teâlâ’nın emr-i ilâhî’si olduğu bir şeyde, mahlûkun hükmü yoktur. Bu noktada akıl yürütmek yersizdir.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:

“O’nun sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur.”

“Hüküm yücelerin yücesi Allah’ındır.” (Mümin: 12)

“Rabbinizden size indirilene uyun.” (A’raf: 3)

Kişi dine uymak zorundadır, din ona uymaz. Ya inanacak müslüman olacak, veya inkâr edecek kâfir olacak. Başka bir tevil yolu yoktur.

Âyet-i kerime’de buyuruluyor:

“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah’a mahsustur. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben ancak O’na güvenirim ve yalnız O’na sığınırım.” (Şûrâ: 10)

Bütün insanlar, cinler ve melekler dahi bir Âyet-i kerime’ye karşı çıksalar hepsi kâfir olurlar. Onlar ise bunca Âyet-i kerime’ye karşı çıkıyorlar da ilâhî hükümleri hiçe sayan bu sapıklara hâlâ dindardır zannıyla bakıyorsunuz, oysa koyu bir bölücü olduğunu görmüyor musunuz?

Asıl gayemiz, Nûr-i Muhammedî’nin yayılması, müslüman kardeşlerimizin Allah ve Resul’ünde birleşmesidir.

Tefrikaya düşüren bölücü ve tahripçilere emniyet ve iktidâ etmeyiniz. Zira onlar “Cumayı kıldırmamak” la müslümanları münafıklığa, “Fâiz almak helâldir.” diyerek küfre itiyorlar.

Kur’an-ı kerim’de zekât verilecek yerler apaçık belirtildiği halde, gayesi dışında menfaatleri için zekât topluyorlar.

Bu hareketleri ile hem İslâm’ı aslından uzaklaştırıyorlar, hem Ümmet-i Muhammed’in bölünmesine, hem de güzel vatanımızın parçalanmasına sebep oluyorlar.

Gerçekten Allah ve Resul’ünde birleşelim ki, iç ve dış düşmanlara karşı mücadele edelim.

Bu Âyet-i kerime’lerle, bu gerçeklerle, kendi tuttukları yolun vicdanlarında bir muhasebesini yapıp kararlarını versinler. Ya Âyet-i kerime’lere inanacaklar, bölücülükten vazgeçecekler; ya da inkâr edecekler, yoldan çıktıklarını kabul edecekler.

Vay bölücülerin haline!

Herhangi bir bölücü bu beyanlarımıza cevap vermek istediği zaman, her Âyet-i kerime ve her Hadis-i şerif’e, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le cevap vermek mecburiyetindedir. Nasıl ki biz onların durumunu Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le beyan ediyorsak!...

Onlar lâfla ancak birbirlerini kandırırlar. Bizim için mühim olan hükm-ü ilâhi’dir. Âlim ilmiyle cevap verir. Münafık da küfürle cevap verir. İçindeki küfrünü dışarıya çıkarır.

En üstün meziyet, İslâm’da emrolunduğu gibi hizmet, müslümanım demek en büyük şereftir.

“İnsanları Allah’a çağıran, kendisi de salih amel işleyen ve doğrusu ben müslümanlardanım diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir.” (Fussilet: 33)

Bize diyorlar ki “Siz bu beyanları ne cesaretle yaptınız, korkmuyor musunuz?”

Evet, Allah’tan korktuğum için yapıyorum. Bu âciz kulunu dilerse alır, dilerse bırakır. Bu bizim için farksızdır.

Hiç kimseye aslâ garaz ve düşmanlığımız yoktur. Fakat hiç kimsenin küfrüne rızâ gösterenlerden de değilim.

Mühim olan “Ey kulum! Müslümanları kendilerine çekip fitne çıkaran, Ümmet-i Muhammed’i paramparça yapan bölücüleri görmedin mi? Onlara karşı ne gibi bir müdahalen oldu?” suâline karşı“Yâ Rabbelâlemin! Bu hâdim-i dervişân, Ümmet-i Muhammed’e yönelen fitne ateşini elimden geldiği kadar söndürmeye çalıştım. Kullarını Allah ve Resul’ünde toplamak ve birleştirmek için tâkatim nisbetinde gayret ettim. Rızândan gayrı kimseden bir şey beklemedim ve korkmadım.” diyebileyim.

Hakikat yolunu arayana yolunu tarif etmeye çalışıyoruz.

Uyan ey kardeş!

Allah-u Teâlâ’nın fermân-ı ilâhisi ile bölücülerin, bozguncuların sözünü bir tutuyorsun. Onlara kulak veriyorsun, ilâhi emirleri nazar-ı itibâra almıyorsun. Yetmişüç fırkanın yetmişikisinin dalâlette olduğunu, ateşte olduğunu hesap etmiyorsun. Hakk’ın emriyle halkın sözünü ne zaman ayırdedeceksin? Sana hakikatı hep Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle açıklıyoruz. Bu sapıklıklardan kurtul artık. Onların koyu müslüman olduklarını zannediyorsun, halbuki koyu zındık olduklarını, dalâlet ehli olduklarını bilmiyorsun.

Ey halk!

Siz susuyorsunuz. Amma küfre rızâ gösterdiğinizin farkında bile değilsiniz. Acaba bu vebalin altından nasıl kalkacaksınız?

Bölücülerin küfre kaydıklarını bu Âyet-i kerime’lere bakarak haklarında rahat hüküm verebiliyorum.

Bizim verdiğimiz gibi, siz de Hazret-i Allah ve Resul’üne inanıyorsanız Âyet-i kerime’lere dikkat edin ve onların hakkında rahat hüküm verin. Biz size Allah-u Teâlâ’nın onlar hakkındaki beyanlarını bildiriyoruz ve açıklıyoruz, kendi içtihadım değil.


  Önceki Sonraki