Bu Vahdet-i vücud’dan bahsedenler, acaba hangi Âyet-i kerime’nin tecelliyatına mazhardır?
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Zancılardan önce, yani zanlarıyla konuşanlardan önce ilim öğreniniz.” (Buhari)
Bu bir emr-i peygamberidir. Şimdi bu hakikat aynasına bak da durumunu gör. Zira hakikatlar hep Âyet-i kerime ile belirtiliyor.
Ve şu Âyet-i kerime’yi bu sahte Vahdet-i vücud’çulara ayna olarak göstereceğiz:
“Allah göklerin ve yerin nurudur.” (Nur: 35)
Bu Âyet-i kerime’nin aslını izah edebilir mi? Yoksa hakikat âleminde kör müdür? Buradaki esrarı bilmeyen, Hazret-i Allah’tan nasıl bahsedebilir? Bildiğini ne ile ispat eder, bilmiyorsa nasıl bahseder? Bu gerçekten büyük bir cehalettir.
•
“Çünkü insan çok zâlim ve çok câhildir.” (Ahzab: 72)
Hem kendi nefsine zulmeder, hem de bu cehaletiyle beşeriyete yanlış yön vermekle Hakk’tan ayırır ve yetmişiki yoldan bir yola sevkeder. Bu ise manevi bir katliamdır. Bunun için hem zâlimdir, hem câhildir. Hem kendisine zulmediyor, hem de beşeriyete zulmetmiş oluyor.
Şimdi Âyet-i kerime’ler bir bir geliyor.
Allah-u Teâlâ buyurur ki:
“Biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kaf: 16)
Bunu hissedebiliyor musun? Bunu görebiliyor musun? Hissettiğini ne ile ispat edebilirsin? Ve bunu nasıl tarif edersin? Bunun izahı lâzım.
•
Hemen ikinci Âyet-i kerime geliyor.
Allah-u Teâlâ buyurur ki:
“İçinizde... Görmüyor musunuz?” (Zâriyat: 21)
Hitab-ı ilahiye bak! “İçindeyim, görmüyor musun?” buyuruyor Cenâb-ı Hakk.
Bunu görebiliyor mu? Yoksa kalbinin içine yerleştirdiği, birer put mesabesinde olan Hakk’tan gayrı sevgilerle mi meşgul? Nazargâh-ı ilahi olan kalbi bunlarla işgal edip bunlarla meşgul olan Vahdet-i vücud’dan ne anlar? Daha kendisini dahi bilmiyor, içini tahliye edip temizleyememiş, bir de Vahdet-i vücud’dan bahsediyor!
Bunların işi suretadır ve zan ile konuşurlar. Gerçekte ise hakikatten mahrumdurlar, mahrum olduklarını da bilmezler.
Onlar hakikatı niçin bilmiyor? Çünkü ehl-i hakikatın muallimi bizzat Hazret-i Allah’tır, bu ilim ise “Sadır ilmi” dir. Onun muallimi ise benibeşerdir, ilmi de “Satır ilmi”dir. Arada bu kadar muazzam farklar var. Ya satırdan almıştır, yahut kulağı ile duymuştur, olduğunu sanmıştır. Onun için gerçek mânâda hakikata kördür.
Bunun içindir ki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk eder misin Allah’ım!” (Araf: 155)
İşte gerçekten bu beyinsizlerin bu kadar ileri gidip tasavvuftan ve Vahdet-i vücud’dan bahsetmeleri gerçekten Hazret-i Allah’ı çok kızdırmıştır.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“O Lâtiftir, Habirdir.” (En’am: 103)
Allah-u Teâlâ Lâtif’tir; en ince işleri yapan, bütün işlerin inceliklerini bilendir.
Sen ise hâlâ Hazret-i Allah’ı O’nun yarattığı mülkün içinde arıyorsun, hem de Vahdet-i vücud’dan bahsediyorsun! Gerçekten bu bir sapıklık ve cehalet değil midir?
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Her şeyden haberdar olan Allah gibi sana hiç kimse haber veremez.” (Fâtır: 14)
Bütün sır buradan geliyor, sen bunları nereden bileceksin?
Amma sen Allah-u Teâlâ’nın hükmünü bırakıyorsun, kendi zannınla hareket ediyorsun, ilâhi hükmü bilmiyorsun.
İşte buradan da anlaşılıyor ki; ancak Hazret-i Allah’ın duyurduğu, bildirdiği kimseler bu esrar-ı ilâhiyi bilirler. Diğerleri ise kendi kuru zanlarıyla konuşurlar.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Öyle ilimler vardır ki, gizlenmiş mücevherat gibidir. Onu ancak Ârif billâh olanlar bilirler. Bu ilimden konuştukları vakit, Allah’tan gafil olan kimseler anlamazlar.
Binaenaleyh Allah-u Teâlâ’nın kendi fazlından ilim ihsan ettiği âlimleri sakın tahkir edip küçük görmeyin. Çünkü Azîz ve Celîl olan Allah onlara o ilmi verirken tahkir etmemişti.” (Erbaîn - Ebu Hüreyre’den)
İşte bu Ârif-i billâh olanlar marifetullah ehlidir. İlmi gerçekten Hakk’tan almıştır. Ve fakat bu zancılar bu ilmi kimden aldı? Bunların muallimi ise şeytandır.
Bu Hadis-i şerif’i biraz izah edelim. Size bu izah edilenler gizlenmiş mücevheratlardandır. İlminiz İlmel-yakin, aklınız da Akl-ı meaş olduğu için kavrayamıyorsunuz. Zira ilimlerde de akıllarda da dereceler vardır.
Âyet-i kerime’de:
“Her ilim sahibinin üstünde daha üstün bir bilen vardır.” buyuruluyor. (Yusuf: 76)
Bunu size biraz açalım. Büyük bir elmas parçası var. “Bunu satıyoruz, yüzbin liraya alır mısınız?” deseler, bu mücevheratın kıymetini bilmeyen kimse “Ben ne yapayım bu taşı, beni kandırmaya mı çalışıyorsun, hiç ben kanar mıyım?”der. İşte bu da bir akıldır. Fakat anlayanın eline geçtiği zaman, parça parça yapar milyarlara satar. Bu da bir akıldır. Çünkü biliyordu, bilgisini kullandı, mücevheratın kıymetini takdir etti.
Bu bir temsildir ve bu temsilde gizli sırlar var. İyi bilin ki bu insanların her biri bir taş değildir. Elmas olanlar da vardır. Amma kimde olduğu belli olmaz.