Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Sadıklarla beraber olunuz.” buyurmaktadır. (Tevbe: 119)
Sâdıklar, Allah-u Teâlâ’nın veli kulu olan mürşid-i kâmillerdir.
Bu Âyet-i kerime de şimdiye kadar açılmış değil.
Bu sâdıklar üç merhaleden geçer. Birincisi dünyâya gelir, fakat inanın ki dünyaya gönderilmeden evvel o sâdıklardandır, sâdık olarak gelir. İkincisi bir rehber-i sâdık ile geldiği makamlara tekrar çıkar, Hakk’a ulaşır. Allah-u Teâlâ onu vazifelendirmeyi murad etmişse onu o makamdan aşağıya indirir ve vazifedar yapar.
Allah-u Teâlâ onlarla olmayı emir buyuruyor. Çünkü o kulunun varlığını boşaltmış, kendi lütfu ile doldurmuştur. Ona kendini bildirmiş, mahlûka ait hiç bir şey olmadığını, her şeyin O’nun ve O’ndan olduğunu ona duyurmuştur. Sonra onu irşad için vazifelendirmiştir. “Ben seni gönderiyorum, bildirdiklerimi bildir diye.” Bunların muallimi Hazret-i Allah’tır, bu Âyet-i kerime çok geçecek.
Ancak onlar Hakk’a götürürler. Diğerleri ise kendi yoluna davet eder, kendi dinine çeker, kendi kitabına göre icraat yapar.
Ancak vazifedar ettiği kullar müstesnâdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde veli kullarını bize beyan eder:
“İyi bilin ki, Allah’ın veli kulları için hiç bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar.” (Yunus: 62)
Allah korkusu her korkuyu alıp götürdüğü için başka korku kalmamıştır. İlerisi daha güzel olduğu için de, geçmişle ilgili hüzünleri yoktur.
“Onlar iman edip takvâya ermiş olanlardır.” (Yunus: 63)
Kemal-i iman ile iman ettikleri gibi, bütün ilâhî emirleri ve hükümleri kabul ve tasdik ederler. İfâsı ve icrası için azami gayret gösterirler. Her türlü haram ve şüpheli şeylerden sakınırlar.
“Dünyâ hayatında da âhirette de onlar için müjdeler vardır.” (Yunus: 64)
Bu, Allah-u Teâlâ’nın kendilerine olan teveccühü ve ikramıdır. Dünyada da müjdelenmişlerdir, ahirette de müjdelenmişlerdir.
“Allah’ın verdiği sözlerde aslâ değişme yoktur.” (Yunus: 64)
Bu müjdeli sözlerini değiştirecek, verilmiş hükmünü kaldıracak hiç bir kuvvet yoktur, olması ihtimali de mevcut değildir. Verdiği söz mutlaka yerine gelir.
“Bu en büyük saâdetin tâ kendisidir.” (Yunus: 64)
Evliyaullah’ın dünyada ve âhirette müjdelenmiş olmaları öyle bir ihsan-ı ilâhîdir ki, bunun fevkinde bir nimet tasavvur edilemez.
“Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i imran: 110)
İşte yüz senede bir gelen bunlardır. Bunlar ümmet-i Muhammed’in öncüleridir.
“Allah dilediği kimseyi nuruna kavuşturur.” (Nur: 35)
Allah-u Teâlâ bir kulunu da nuruna kavuşturunca, artık onun bütün iş ve icraatı ona göre olur. Bunlar Allah-u Teâlâ’nın has kullarıdır, başkasına şâmil değil.
“Kur’an kendilerine ilim verilen insanların kalplerinde parıldayan apaşikâr âyetlerdir.” (Ankebut: 49)
Hazret-i Kuran’ın verdiği ilimle, kalplerinde parlayan apaşikar nur sayesinde Allah-u Teâlâ dilediği kadar bunlara esrar-ı ilâhîyi bildirir ve gösterir. Onun içindir ki bunların bildiğini başkaları bilemez. Zâhir ulemâ bunları bilmez, anlamaz, görmez. Bu çizgiyi ayırdık. Çünkü bu sadır ilmi, zâhir ulemânın ilmi satır ilmidir.
“Allah bir kimsenin kalbini müslümanlık için açarsa, o Rabbinden verilen bir nur üzerindedir.” (Zümer: 22)
İşte Rabbinden verilen bu nur sayesinde ancak bu esrar-ı ilâhî bilinir. Bildirildiğinden ötürü bu hakikatlara vakıftırlar.
Bunun içindir ki:
“Allah göklerin ve yerin nûrudur.” (Nur: 35)
Âyet-i kerime’sinin sırrına bu surette mazhar oluyorlar. Hem görüyorlar, hem biliyorlar, hem söylüyorlar. Bütün ilim sahipleri bu Âyet-i kerime’nin karşısında durur. Evet Âyet-i kerime olduğu için itiraz etmiyor amma, içi kabul etmiyor. Fakat hakikat erleri bunu bilir, gözü ile de görür. Allah-u Teâlâ göstermedikçe, ilimle bilinmez.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Allah o kimselerle beraberdir ki, onlar takvâ sahibidirler ve onlar öyle kimselerdir ki muhsinler vasfını almışlardır.” (Nahl: 128)
Bu gibi kimselerin gerçek velisi Hazret-i Allah’tır. Bu hususi bir beraberliğin ifadesidir.
“Allah dilediği kulunu zatına seçer.” (Şûrâ: 13)
Dikkat edin, bunları Hazret-i Allah tarif ediyor. İşte bu sevdiği ve seçtiği kullara dilediği şekilde tecelli eder ve onları vazifedar kılar. Her birisi ayrı ayrı vazifelerle gönderilmiştir. İşte bu tarif edilen taife hakiki mutasavvıflardır.