Daha evvel arz edildiği gibi her şeyin bir özü vardır. Dağların özünde elmas var. Kâbe-i muazzama’nın özünde Hacer-i esved var. İnsanın özünde de Hazret-i Allah var.
İnsan-ı Kâmil’in Âlem-i ekber oluşu bundandır.
Bunun ispatı:
Allah-u Teâlâ Hadis-i kudsi’de buyurur ki:
“Yere göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım.” (K. Hafâ: 2256)
Bir Hadis-i şerif’te ise:
“Mümin kulun kalbi, Rahman olan Allah’ın arşıdır.” buyuruluyor.
Marifetullah ehli Hakk’ı bildi, Hakk’ın bildirmesi ile hakikatı bildi.
“Ben âlimim, ben biliyorum.” diyenlere gelince; onlar nefsini bildi ve onun arzusuna uydu. Gerçekten Allah-u Teâlâ’yı gerçek mânâsı ile bilemedi. Zira kalbinin kilidi açılmadı. Zâhirî ilim dışta kalır, marifetullah ilmi kalbin içine akıttırılır.
Daha önce bir temsil getirmiştik ve demiştik ki:
Zâhirî ilim yumurtanın dış kabuğudur, tarikat ilmi beyazıdır, hakikat ilmi sarısıdır. Kudsi ruh ile desteklenmiş olanlar da marifetullaha nâil olduğu zaman ene kabuğunu deler, hiç olduğunu anlar, misal âlemine uçar.
İşte bütün bu lütuf, fazilet ve meziyetler, Allah-u Teâlâ’nın o kimseyi o kudsi ruh ile desteklemesinden doğmuştur. Geldiği makama dünyada iken çıkar, peygamberler meclisine girer;
“Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.” (Mücadele: 22)
Bu lütuflar hep oradan geliyor.
Bu sırlara mazhar olabilmek için Hazret-i Allah’ın bu ilmi, görüldüğü gibi kalpte yazması ve ikinci bir ruh ile desteklemesiyle mümkün olur.
Âyet-i kerime’de:
“Allah’tan korkar, takvâ sahibi olursanız, mualliminiz Allah olur” buyuruluyor. (Bakara: 282)
Zira Allah-u Teãlâ bunların kalbine nûru akıtmış, kalbine ilmi yazmış, kendi lütfundan bir ruh ile desteklemiş.
Burada görülüyor ki, Hazret-i Allah bizzat bunlarla ilgileniyor, bilmediklerini öğretiyor. Bunun içindir ki bunların muallimi Hazret-i Allah’tır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’tan korkar, takvâ sahibi olursanız, O size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir marifet bir nûr verir.” (Enfâl: 29)
İşte hep bu iki şey: Bir marifet, bir nûr...
Bunlar Allah-u Teâlâ’nın has kullarıdır.
Ve fakat onlar zulmaniyeti Nûr’a tercih ettiler ve zulmaniyette kaldılar, nûrdan mahrum oldular. Böylece de halkı şaşırtıyorlar. Bu ise Allah-u Teâlâ’nın indinde çok büyük mesuliyettir.
•
“Allah o kimselerle beraberdir ki, onlar takvâ sahibidirler ve onlar öyle kimselerdir ki muhsinler vasfını almışlardır.” (Nahl: 128)
Bu Âyet-i kerime’den de anlaşıldığına göre bu yolda takvâ gerek. Takvâ ise her türlü haram ve şüphelerden kaçınmak demektir. Kaçınmadıkça takvâya ermek mümkün değildir.
Bunun içindir ki hem zâhiri hem bâtıni ilim lâzımdır. Zâhiri ilim dış nizamı sağlar, bâtıni ilim iç nizamı sağlar. İç nizamı sağlayan faydalı ilim de marifetullah ilmidir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“İlim ikidir. Biri dilde olup (ki bu zâhiri ilimdir.) Allah-u Teâlâ’nın kulları üzerine hüccetidir. Bir de kalpte olan (marifetullah ilmi) vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur.” (Tirmizî)
Şayet bu faydalı ilim tahsil edilmezse, karatahtada kalır. Çünkü nefsin dıştan okudukları kalbin dışında kalır. Onun için onları okudukça kendisinin âlim olduğunu sanır.
Ve fakat Allah-u Teâlâ, kalbe akıttığı nûr sayesinde dilediği kadar esrarını duyurur, kendisinden haberdar eder, kalbinin kilidini açar, yakınlık ve sıddıklık hasıl ettirir. İşte bu sebepledir ki, gerçekten faydalı olan ilim de budur. Çünkü o artık zâhirden hakikate geçti. Hiç bir şey bilmediğini öğrendi.
Zâhirde iken insan hep bildiğini söyler, hakikate geçince içeriye nüfuz eder, hiç bir şey bilmediğini itiraf eder. Marifetullaha geçmesi ile de hiç bir şey olmadığını bilir. Çünkü kurbiyete ve sıddıkiyete nail oldu. Zaten aslında var olan Hazret-i Allah’tır. Var’ı bulunca varlık ifnâ oldu, hiç olduğunu öğrendi, cehalette kalmadı.
“Kim Allah içinse, Allah da onun içindir.”
En kestirme yol budur.
Zira nefis kendi payını daima almak için kendi varlığını ortaya koyar. Fakat Allah ehli hep Allah’tan konuşur.
“Biz sadece Allah’a rağbet edip gönül bağlayanlardanız.”der. (Tevbe: 59)
Hakikat ehli Hakk iledir. Her lütuf ve ihsanın O’ndan olduğunu bilir.
Zira:
“Sana gelen her iyilik Allah’tandır, bütün kötülükler de kendi nefsindendir.” (Nisâ: 79)
Bütün kötülükler nefisten olduğuna göre, bilmeyerek Vahdet-i vücud’dan bahsedenler nefislerine uymuşlar; bir madde ve menfaat için Hazret-i Allah’tan biliyormuş gibi bahsetmek cüret ve cesaretini göstermişler; hem konuşurlar hem kitap yazarlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Onlar ise bunu arkalarına attılar ve az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kötü!” (Âl-i imran: 187)
•
Vahdet-i vücud ancak Allah-u Teâlâ’nın çok nadiren duyurduğu kullara mahsustur. O ise Vahdet-i vücud şöyle dursun, henüz kendini bilmiyor, Hazret-i Allah’ı tarife çalışıyor ve Hazret-i Allah’ı bu mülkün içinde arıyor, hem de Vahdet-i vücud’dan bahsediyor.
Bütün bunlar cehalet ve dalâletten ileri gelir. Çünkü imanı suretâ, ilmi de zandan ibarettir. Kendisi sapmış, başkalarını saptırmaya çalışıyor. Bunun içindir ki karşılarına bu Âyet-i kerime’leri çıkarıyoruz. Hakikat ehli iseler her Âyet-i kerime’nin tecelliyâtını izah etmeleri lâzımdır. Ve fakat bunu yapamazlar, çünkü marifetullah ilminden mahrumdurlar.
Bunların ilmi zandan ibarettir. Hiç bir hakikata vakıf değildirler. Bunu hayatımda iken açık açık beyan ediyorum; hakikatı bilesiniz, dalâlet ehlini anlayasınız diye.
Doğru sözlü iseler yazımıza cevap verirler. Fakat bunu da ancak Âyet-i kerime’lerin tecelliyât ve izahı ile kabul ederiz. Kuru lâf asla!... Onlar ancak kendi kendilerini aldatırlar.
Onlar takvâ üzerinde yaşıyorlar mı? Allah-u Teâlâ’nın tüm emir ve nehiylerinden kaçınıyorlar mı? Yaşayışlarına bir bakın da ibret alın. Bir söyledikleri söze bakın, bir de yaşadıkları hayata bakın!
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Allah size imanı sevdirdi ve onu kalbinizde süsledi. Küfrü, fasıklığı ve isyanı ise çirkin gösterdi.
İşte doğru yolda olanlar bunlardır.” (Hucurat: 7)
Hakikat ehli böyledir, amma hareket ehli böyle değildir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Kendinde varlık görmen, diğer günahlarla kıyaslanmayacak kadar büyük günahtır.”
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“İnsanların çoğu bilmezler.” (Mümin: 57)
Bu zancılar bilmedikleri halde konuşurlar. Bilmiş gibi görünürler. Oysa bu Hazret-i Allah’ın yanında büyük bir günahtır ve bunun büyük bir günah olduğunu da bilmezler.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmadığınız şeyleri söylemeniz Allah katında büyük bir gazaba sebep olur.” (Saf: 2-3)