Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAKİKİ MUTASAVVIFLAR, HAKİKİ VAHDET-İ VÜCUDCULAR VE SAHTELERİ - Ömer Öngüt Görüşleri Sözleri Kitapları Düşünceleri Yazıları Eserleri
Cep Kitapları
HAKİKİ MUTASAVVIFLAR, HAKİKİ VAHDET-İ VÜCUDCULAR VE SAHTELERİ
Bu zamanda sahayı sahteler işgal etmiştir. Sahayı işgal eden bu sahtelerin iç yüzünü ortaya döken bu eser, hakikati arayanların elinde şaşmaz bir kılavuz mesabesindedir. Hakikilerinin vasıflarını bilmeden sahtesini ayırt etmek mümkün değildir.

İlimde Derinleşenler

İlimde Derinleşenler


Allah-u Teâlâ bir insandan idrak ve kavrayışı kaldırdığı zaman ne zâhirî mânâyı, ne de asıl mânâyı anlayamaz. Ancak Allah-u Teâlâ’nın kavrayış verdiği kimseler öz mânâyı anlarlar. Bu ise zâhirin altındaki iç mânâdır.

Âyet-i kerime’sinde:

“Bunlara ne oluyor ki hiç bir sözü anlamaya yanaşmıyorlar.” buyuruyor. (Nisâ: 78)

Halbuki Kur’an-ı kerim nazil olduğu zamandaki Arap topluluğu Kur’an-ı kerim’in dış mânâsını anlıyorlardı, fakat o hitap ile kastedilen asıl mânâyı anlayamıyorlardı. İşte Allah-u Teâlâ onları bu iç mânâyı anlamamakla zemmediyor.

Neden? Bunlar faydalı olan marifetullah ilminden mahrum olduğu için... Onlar da bunlar da, bu ilimden mahrum oldukları için gerçeği bilmiyorlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“İlimde derinleşenler ise ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz tarafından!’ derler. Bu inceliği ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar.” (Âl-i imran: 7)

İşte Allah-u Teâlâ ancak ilimde derinleşen, aklı “Ulül-elbab”a varan, ehlinin hakikatı kavrayacağını beyan buyuruyor.

Bu Âyet-i kerime’de çok derunî mânâlar var. Onun içindir ki, izahı bu an için mümkün değil.

Ancak şu kadarını arzedelim: Allah-u Teâlâ kalbinin kilidini açmış, “Yakınlık” ve “Sıddîkıyet”e nail etmiş, dilediğini bildirmiş, hakikatı duyurmuş ve göstermiş. Gösterdikleri ancak gösterdiği kadarını bilir ve söyler. Bunlara “Allah ehli” denir. Allah-u Teâlâ’nın bu hakikatları bildirmediği kimseler yalan yanlış konuşur dururlar.

Vahdet-i vücud mevzusu dıştan bakanların bilebileceği mevzu değildir, bu ancak içten görenlerin bilebileceği ve görebileceği bir hakikattır.

Ki bu da ancak:

“Ben değilim ben,

Bir benliğim var benden içeri.” diyebilenlerin işidir, başkasına şamil değildir.

Fakir der ki:

“Allah’ım! Sensiz kuvvet olmaz, sensiz vücud olmaz, sensiz mevcud olmaz, lâ mevcude illâllah.

Sen Sübhan’sın, sen Sultan’sın, sen Hâlik’sın, sen Râzık’sın, sen çok Gani’sin Allah’ım!”

Bu söylediklerimizi, bu Vahdet-i vücud’dan bahsedenler anlıyorlar mı? Tabii ki anlamıyorlar. Zira bu, ancak Allah-u Teâlâ’nın fazilet kapısından içeriye aldıklarının bilebileceği bir hususiyettir. Zira kalbin kilidi de içeriden açılır.

Dıştan bakanlar perdeyi görür, orada kalır.

Onlar:

“O zâhirdir.” (Hadid: 3)

Âyet-i kerime’sini bilip okuyamaz.

Bu ancak “Ulül-elbâb”ın işidir. Bir insan mânevî terakkilerle “Akl-ı meaş”tan “Akl-ı mead”a, “Akl-ı mead”dan “Akl-ı nurânî”ye, “Akl-ı nurânî”den “Akl-ı kül”e çıktığı zaman:

“Yeryüzünde bulunan her şey fenâ bulacak, ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabbinin vechi baki kalacak” (Rahman: 26-27)

Âyet-i kerime’si tecelli eder.

Sahte Vahdet-i vücud’çu! Hadi bu Âyet-i kerime’nin gerçek tecelliyâtını izah et!

Bu tecelliyâta mazhar olan kimsenin aklı da kendisi de kül haline gelir, varlığa ait hiç bir şeyi kalmaz. Allah-u Teâlâ’nın bir kimseyi “Ulül-elbab”a çıkarması, O’nun bildirmesi ve göstermesi ile kaimdir. Bu, ilimle ibadetle olacak bir şey değildir. Burada artık mahlukun hükmü yoktur. Var olan Hazret-i Allah husule gelir. Vücud O, mevcud O... Bu mevzu “Bütün mevcudâtın O’nun vücud nûrunun zerrelerinin zuhur mahalli olduğunu” bilenin ve görenin bilebileceği bir esrar-ı ilâhîdir, başkası bunu bilemez.

Diğerleri ismini duymuştur, olduğunu sanmıştır.


  Önceki Sonraki