Onlar “Elhamdü Lillâhi Rabbil-âlemin” dedikleri zaman kendilerinden zerre kalmaz. “Rabbül-âlemin” husule gelir.
Bir kar tanesi denize düştüğü zaman eriyip hiç olduğu gibi, onlar da “Elhamdü Lillâhi Rabbil-âlemin” dedikleri zaman, Allah-u Teâlâ’nın tecellisi ile hiç oldukları zaman “Âlem” olurlar. Fakat demir parçası denize düştüğü zaman erimez. Ene kabuğunu delemeyen bir âlim de bunları bilemez. Yumurtanın kendisini dahi atsan yine erimez. Bozulur, fakat erimez.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.” (Mücâdele: 22)
Herkeste bir ruh var, onlarda iki ruh var. Sun’î mutasavvıflar bunlardan nasıl haberdar olur? Bu ilâhi bir lütuftur.
Kudsî ruhla desteklenen, ene kabuğunu delen, denize düşen kar tanesine benzer, Onun cinsi ayrıdır. Çünkü O “Rahmeten lil-âlemin” den geliyor. O Nûr’unun nûru, kehribarın tozu, daha doğrusu “El-fakru fahrî” nin sırrına mazhar.
Cenâb-ı Hakk sevdi de seçti, kendisine çekti, yüzüne yüzü ile tecellî etti, dilediğini lütfetti.
Bir Hadis-i kudsî’de Hakk Celle ve Alâ Hazretleri şöyle buyuruyor:
“Sonra ben yüzümle onlara yönelirim. Yüzümle yöneldiğim bir kimseye neyi vermek istidiğimi, herhangi bir kimsenin bileceğini mi sanırsınız?”
(Allah-u Teâlâ devamla şöyle buyurdu.)
“Onlara ilk vereceğim şey, nûru kalplerine akıtmaktır. İşte o zaman ben onlardan haber verdiğim gibi, onlar da benden haber verirler.” (Hâkim)
İşte burada görün ki, verilene böyle veriliyor.
•
Onlar o kimselerdir ki, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onları şöyle tarif buyuruyor:
“Allah bu ümmetten bir âlimi alırsa, bu İslâm’da açılan bir gedik olur ve kıyamete kadar onun boşluğu kapanmaz.” (Deylemî)
Niçin o boşluk kapanmıyor? Allah-u Teâlâ her gönderdiği kuluna ayrı ayrı vazifeler veriyor. Vazifeler verdiği gibi tecelliyâtları da ayrı ayrıdır. Birine verdiğini diğerine vermediği için ve aldığını da verdiği ile aldığı için yeri boş kalıyor.
Buradan da anlaşılıyor ki Allah-u Teâlâ yüz senede bir gönderdiği her kulunu ayrı bir tecelliyâtla gönderir. Bir daha o tecelliyâtla o ilimle göndermediği için kıyamete kadar onun yerinin boş kalacağı beyan buyuruluyor.
•
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunları tarif ederken bir başka Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Ümmetimin âlimleri, beni İsrail’in peygamberleri gibidir.”
Bu Hadis-i şerif’ten de anlaşılıyor ki, bunlar Allah-u Teâlâ’nın hususi kullarıdır. Sevdiği seçtiği kullarıdır.
Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsi’de buyurur ki:
“Açlığa devam et beni görürsün, insanlardan uzaklaş bana kavuşursun.”
Demek görülüyormuş.
Âyet-i kerime’de buyurur ki:
“Seni kendim için seçtim.” (Tâhâ: 41)
Buradan da anlaşılıyor ki Hakk Celle ve Alâ Hazretleri bunları kendisi için yaratmış, sevmiş seçmiş, kendisine çekmiş hususi has kullarıdır. Sun’î mutasavvıfların bundan nasıl haberleri olur? Onlarınki kupkuru zan ve lâftan ibaret, imanları suretâ, ilimleri zandan ibaret.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Her birine âlemlerin üstünde meziyetler verdik.” (En’am: 86)
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri onları bütün âlemlere duyurmuştur, fazilet ve meziyetlerini bildirmiştir.
Bunlar İnsan-ı kâmil olanlardır. Hazret-i Allah’ın huzur-u ilâhîsine kabul ettiği kimselerdir.
“Onlar sıdk makâmında, kuvvet ve kudret sahibi hükümdarın huzurundadırlar.” (Kamer: 55)
Gerek Hadis-i kudsî ve gerekse Âyet-i kerime size bunu izah ve ispat ediyor.
Bu lütuf umum velilere âit değildir, hususa aittir. Yani kimi severse onu seçer, kimi de seçerse onu kendisine çeker. Huzur-u İlâhî’ye ancak sevdiğini seçtiğini alır.
Bu makama gelenler huzur-u ilâhi’ye alınır. Yüzünün maskesini, vücud elbisesini atar, hiç olur. Aklı da vücudu da kül olur. Var olan husule gelir. Kudsî ruh bâkî kalır.
O artık Hazret-i Allah’ın nûru ile Hazret-i Allah’a nazar eder. O’na bakar, O’nunla bakar.
“Bu Allah’ın fazl-u ikramıdır, kime dilerse ona verir.” (Cumâ: 4)
•
Hakk Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bu nûr sahibi vekillere öyle büyük lütuflarda bulunmuştur ki; Onları zâtına çekmiş, onlara her şeyin en güzelini vermiş, onları takvanın en yüksek derecesine yükseltmiş, gönüllerini marifetullah nûrlarıyla nûrlandırmıştır.
Onlar da Hazret-i Allah’a gönülden bağlanmışlar, hükmü Hakk’tan beklemişler, daima iltica halinde olmuşlar, fazl-u ilâhiye ve feyz-i Samedaniyeye bağlılık halinde bulunmuşlardır.
Allah-u Teâlâ’nın tevfik-i onların refikidir. Tefrika ve çekişmelerden, muhalefet ve ihtilâflardan kurtuldukları için, bütün mahlukata şefkat ve merhamet nazarıyla bakarlar.
Onların ilmi mükâşefat ve müşâhedat ilmidir, ilâhî ilhama dayanan bir ilimdir. Naklî ve aklî delillerle teyid olunmuştur. Onların hâl ve ahvallerini, ilim ve irfanlarını kelime ve kalıplara sığdırmak mümkün değildir.
Onlar gerçekten Allah yolunu bulan kimselerdir. Gidişleri gidişlerin en güzelidir. Gittikleri yol yolların en doğrusudur. Ahlâkları ahlâkların en temizidir. Niçin? Çünkü onlar Habibullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ahlâkı ile ahlâklanmışlar, tabiatı ile tabiatlanmışlar, onun boyasına boyanmışlar, yani onda hiç olmuşlardır.
Bunu size izah edeyim. Bir münafık kâfirlerin içine girdiği zaman “Ben sizdenim” der, onların boyasına boyanır. Bir münafık masonların içine girdiği zaman “Ben sizdenim” der, onların boyasına boyanır. Bir müslüman da müslümanların arasına girdiği zaman “Elhamdülillah ben müslümanım” der, Fenâfişşeyh’e çıkmış bir kimse şeyhte fani olur. Fenâfirrasul’e varmış olanlar Resulullah Aleyhisselâm’ın boyasına bürünür. Fenâfillah’a çıkmış olanlar da Hazret-i Allah’ın boyasına boyanır. Kendisinden zerre kalmaz artık.
Onlara düşmanlık eden veya haklarında suizan besleyen kimse, farkına bile varmadan helâkine vesile olur. Çünkü onların üzerinde titreyen bir Allah-u Zülcelâl Hazretleri var. Onlar Hazret-i Allah’ın yardımına ve desteğine mazhardırlar. İşte bunlar hakiki mutasavvıflardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“(Hakikat) tohumlarını yaydıkça yayanlara yemin olsun ki!.” (Mürselat: 3)