Edip Yüksel şefaati inkâr etmekte, şefaatin sadece bir tanıklık olduğunu ifade etmektedir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Ümid edebilirsin ki, Rabbin seni bir Makam-ı Mahmud’a gönderecektir.” buyuruyor. (İsrâ: 79)
Makam-ı Mahmud en büyük şefaat makamıdır. Bu makam Resulullah Aleyhisselâm’a mahsustur. Bu Âyet-i kerime’yi de inkâr ediyor.
O öyle bir makamdır ki, Halık-ı Azimüşan yalnız ve yalnız Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- ine bahşetmiştir. Hiç kimsenin şefaat edemeyeceği bir zamanda yalnız ona şefaat izni verilecektir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O gün Rahman’ın izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu kimseden başkasının şefaatı fayda vermez.” (Tâhâ: 109)
Bu makam Resulullah Aleyhisselâm’ın insanlara şefaat etmek üzere çıkarılacağı, herkesin hamd ile yüceltileceği livâ-i hamd altında muazzam şefaat makamı demektir. O makamda günahkârlara ve biçarelere şefaat edince mahşer halkı tarafından Resulullah Aleyhisselâm pek çok senâ olunacağı için o makama “Mahmud” denilmiştir.
Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- ine hitaben Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde:
“Sana Rabbin, sen razı oluncaya kadar verecek.” buyuruyor. (Duhâ: 5)
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’a şefaat etmesi için çok büyük lütuflarda bulunacak, iman edenler kurtulacak. Amma o, onların da kendisi gibi cehenneme girmelerini istiyor. Zaten “Belki ben cehenneme gideceğim, bana tâbi olmayın.” demişti. Amma şeytan da öyle yaptı. Cennetten kovulup, lânetlenince Allah-u Teâlâ’dan mühlet istedi.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“İş olup bitince, ilâhî hüküm yerine gelince şeytan ateşte olanlara der ki:
Gerçekten Allah size sözün doğrusunu söylemiş, gerçek bir vaadde bulunmuştu. Ben de size söz vermiştim amma, sonra sözümden caydım. Esasen sizi zorlayacak bir nüfuzum da yoktu. Sadece sizi davet ettim, siz de bana hemen uydunuz. O halde beni değil kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni! Daha önce beni Allah’a ortak koşmanıza da inanmamıştım zaten.
Doğrusu zâlimlere can yakıcı azap vardır.” (İbrahim: 22)
“İblis ‘Bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar mühlet ver!’ dedi. Allah ‘Sen mühlet verilenlerdensin.’ buyurdu.
İblis ‘Öyle ise beni azdırdığın için and olsun ki, ben de onları saptırmak için, senin doğru yolun üzerinde tuzak kuracağım. Sonra elbette onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenler bulamayacaksın.’ dedi.
Allah ‘Yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki insanlardan sana kim uyarsa onları ve sizi, hepinizi cehenneme dolduracağım.’ buyurdu.’ (A’raf: 14-18)
“İblis ‘Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Eğer kıyamet gününe kadar beni ertelersen, yemin ederim ki pek azı dışında onun neslini kendime bağlayacağım.’ dedi.
Allah buyurdu ki:
Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası cehennemdir, hem de tam bir ceza!” (İsrâ: 62-63)
Edip Yüksel’in inanmadığı Resulullah Aleyhisselâm’ın şefaatı sayesinde Allah-u Teâlâ o gün, inananları kurtarıp içinde bulundukları şiddetli ve dehşetli halin ağırlığından rahata kavuşturacaktır.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Kıyamet günü geldiğinde (Umumi surette) şefaat ederim ve ben ‘Ey Rabbim! Kalbinde hardal tanesi kadar imanı olanları cennete koy!’ diye niyaz ederim. Bunlar cennete girerler. Sonra ben ‘Ey Rabbim! Hardal tanesinden az imanı olanları da koy!’ diye yalvarırım.”
Enes bin Malik -radiyallahu anh- der ki:
“Az bir imanı...” buyurduğu sırada ben Resulullah Aleyhisselâm’ın parmaklarına bakar gibi idim. O parmaklarını birbirine bitiştirerek işaret ediyordu.” (Buhari. Tecrid-i sarih: 2186)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz olduğu gibi, Allah-u Teâlâ’nın dilediği zâtlar da bu hususta şefaat edeceklerdir.
Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler şefaatı açık beyan ederken bu adamın şefaatı inkâr etmesi kendi küfrüne delâlet eder.
“Her peygamberin bir duâsı vardır. Allah’a onunla duâ eder. Ben duâmı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için saklıyorum.”(Müslim: 334)
Mahşerde ilâhi mahkemenin bir an evvel başlaması için en büyük şefaatte bulunacak olan Muhammed Aleyhisselâm’ın bu şefaat-ı uzmâ’sı mahşerdeki bütün insanlara ve cinlere şâmildir.
Şefaat bir kimsenin suçunu affettirmek, kendisinden cezayı gidermek için hakkında yapılan bir iltimas ve istirhamdan ibarettir.
Günahı sevabından çok olduğu için cehenneme girmeyi hak eden günahkar müminlere; Allah-u Teâlâ’nın izni ile peygamberler, sıddıklar, âlimler, şehitler şefaat edeceklerdir.
O kime şefaat yetkisi verirse, ancak o şefaat edebilir. Bu yetki O’na aittir.
“O’nun katında, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaatı fayda vermez.” (Sebe: 23)
O gün melekler de şefaat için izinlidirler. Sadece Allah-u Teâlâ’nın kendilerinden razı olduğu kimselere şefaat ederler.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Onlar, Allah’ın râzı olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler ve O’nun korkusundan titrerler.” (Enbiyâ: 28)
Şefaat ancak şefaata ehil olanlara fayda sağlar. Ehil olmayanlara o gün hiç bir şefaatçının şefaatı fayda vermez.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Şefaat edeceklerin şefaatı onlara bir fayda vermez.” (Müddessir: 48)
Bir şefaatı daha vardır ki, bu şefaat sebebiyle bir kısım müminler hiç hesap görmeden cennete girerler.