Münafıklar Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hakkında ileri geri konuşurlar, daha sonra müminlere gelip özür dilerlerdi. İman ettiklerini söyleyip, kendilerinin hoş karşılanmasını isterlerdi. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ Tevbe sûre-i şerif’inin 62. Âyet-i kerime’sinde Allah ve Resul’üne karşı gelen münafıklar hakkında şöyle beyan buyurdu:
“Münafıklar, sizi memnun etmek için Allah’a yemin ederler. Eğer iman etmiş iseler, Allah’ı ve Peygamberi memnun etmeleri daha uygundur.”
Eğer onlar gerçekten iman etmiş olsalardı sizleri değil, Allah’ı ve Peygamber’i memnun etmeleri daha uygun olur. Bu da imanlarında samimi olmayı ve amellerinde devamı gerektirir.
Allah’ı ve Peygamber’i memnun etmek için tevbe etmek ve Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hakkında ileri geri söz söylemekten vazgeçmek şarttır.
Sapıklığa düşmüş bu adam ise Peygamber’e itaati yok farzetmekte, ona itaatin getirdiği emir ve hükümleri tatbik ile olabileceğini bilmemektedir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Onlar bilmezler ki, kim Allah ve Resul’üne karşı koyarsa, onun için içinde ebedî kalacağı cehennem ateşi vardır.
Bu ise büyük bir rezilliktir.” (Tevbe: 63)
Acaba bu münafıklar pek büyük ve elem verici bir ahireti hiç düşünmüyorlar mı? Bu ne cehalet! Bu rüsvaylığa düşmeleri, nifak ve fesatlarından ötürüdür. Çünkü onlar dıştan imanlı olduklarını göstermelerine rağmen içlerinde inkâr duyguları besliyorlardı. Resul’e karşı gelmek demek, onun Sünnet-i seniyye’sini işlememek, emir ve nehiylerine tâbi olmamak demektir.
“Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin inmesinden çekiniyorlar.
De ki: Siz alay edin bakalım! Allah çekindiğiniz şeyi kesinlikle ortaya çıkaracaktır.” (Tevbe: 64)
Münafıklar, kendi aralarında ortaya atmış oldukları nifak ve inkâr sözler şöyle dursun, kalblerinde gizledikleri gizli sırlar hakkında bir sûre inmesinden ve kendilerinin gerçek yüzlerini ortaya koymasından korkarlar. Allah-u Teâlâ o münafıkları “Bu alçaklığa devam ediniz, yakında göreceksiniz.” beyan-ı ilâhisi ile açık bir şekilde tehdit etmektedir.
“Eğer onlara soracak olursan ‘Biz sadece lâfa dalmış şakalaşıyorduk.’ derler.
De ki: Allah ile, O’nun âyetleriyle ve O’nun Peygamber’i ile mi alay ediyorsunuz?” (Tevbe: 65)
Hazret-i Allah ile alay etmek; O’nun büyüklüğüne, ululuğuna, emirlerine, hükümlerine karşı gelmek mânâsınadır.
Âyet-i kerime’leri ile alay etmek; Hazret-i Kur’an’ı hafife almak, Allah kelâmıyla alay etmek demektir.
Resulullah ile alay etmek; O’nun yüce Resul’ünü, insanları ıslah etmeye ve yüceltmeye çalışan Peygamber’ini hafife almak demektir.
“Hiç özür beyan etmeyin. Çünkü siz inandıktan sonra inkâr ettiniz. İçinizden bir kısmını afetsek bile, suçlu olduklarından dolayı bir kısmına da azab edeceğiz.” (Tevbe: 66)
İmandan çıktıktan sonra Resulullah Aleyhisselâm’a eziyet vermek suretiyle kâfirliğini ortaya koyanı affetmeyecek, nifak çıkarıp küfür ve fitnede ısrar edeni azaba düçar edecektir.
“Münafık olan erkeklerle, münafık olan kadınlar birbirlerine benzerler. Kötülüğü emreder ve iyilikten sakındırırlar ve Allah yolunda harcamaktan ellerini sıkı tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular Allah da onları unuttu. Münafıklar fâsıkların tâ kendileridir.” (Tevbe: 67)
Münafık erkekler ve münafık kadınlar bir tek sınıftır. Onlar birşeyin cüzlerinin birbirine benzediği gibi nifakta ve imandan uzak olmada birbirinin benzeridirler. Gayeleri kötülüğü yaymak, iyilikten vazgeçirmektir.
Münafıklar Allah-u Teâlâ’yı unutmuş, imandan çıkmış, İslâm’ın dışında kalmışlar, yoldan sapmışlardır. Allah-u Teâlâ da onlara kâfirlerin uğrayacakları yerin aynısını vaadetmiştir.
“Allah münafık erkeklere, münafık kadınlara ve kâfirlere ebedi kalacakları cehennem ateşini hazırlamıştır. Bu onlara yeter. Allah onlara lânet etmiş, rahmetinden uzaklaştırmıştır. Onlar için sürekli bir azab vardır.” (Tevbe: 68)
Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime’de münafıklarla, kâfirlerin çok acıklı olan ve ebedi kalacakları cehennem ateşini hak ettiğini beyan ediyor. Suçların karşılığı olarak bu onlar için kâfidir. Dolayısıyla onlar Allah-u Teâlâ’nın rahmetinden kovulmuşlardır. Onlar dünyada rezil ve rüsvay olacaklar, ahirette de çeşit çeşit azaplara uğrayacaklardır. İşte küfrün ve nifakın pek müthiş, korkunç ve sonsuz cezası!
“Siz de tıpkı kendinizden öncekiler gibisiniz. Oysa onlar sizden daha güçlü, kuvvetli, mal ve evlatça sizden daha varlıklı idiler. Dünya nimetlerinden paylarına düşen kadar zevk sürdüler. Sizden öncekiler kısmetlerine düşen kadarıyla nasıl zevk sürmek istedilerse siz de onlar gibi kısmetinize düşen kadarıyla zevk sürmeye baktınız, siz de sizden önce batağa dalanlar gibi batağa daldınız. İşte bunların dünyada ve ahirette bütün âmelleri heder olup gitti ve işte bunlar hep hüsran içinde kalanlardır.” (Tevbe: 69)
Münafıklar kendilerinden evvelki kâfirler gibi nifak ve fitne hareketlerinde bulunarak dünya varlığından istifadeye çalışmışlardır. Dünyevi zevklere dalıp ahireti feda ettiler. Dünyanın geçici zevklerine, şehvetlerine düşkünlük gösterdiler. Onlar da geçmiş ümmetlerin peygamberlerini yalanladıkları gibi Allah’ın Resul’ünü yalanladılar, müminler ile alay ettiler. Böylece, hem dünyadaki varlıklarını kaybettiler, hem de ahirette çok büyük azaba düçar oldular.
“Onlara kendilerinden öncekilerin, Nuh, Âd, Semud kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve altüst olmuş şehirlerin haberi gelmedi mi?
Peygamberi onlara apaçık mucizeler getirmişlerdi. Allah onlara zulmetmemiş, onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.” (Tevbe: 70)
Bu Âyet-i kerime münafıkların gaflet ve azgınlığına işaret etmekte, onların küfürleri yüzünden felakete uğrayan geçmiş kavimlerin durumlarından ibret almadıkları için kınamaktadır.
Çünkü Allah-u Teâlâ helâk olan kavimleri zulmen değil, suçları yüzünden helak etmiştir. Münafıklar ise inkâr etmek ve masiyet işlemekle kendilerine zulmettiler.
Allah-u Teâlâ münafıkların da geçmiş milletler gibi felakete maruz kalacaklarını haber veriyor.
Âyet-i kerime’lerinde münafıkları tarif ve tevbih buyurduktan sonra müminlerin sıfatlarını da Kelâm-ı kadiminde beyan etmektedir:
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcılarıdırlar.) Onlar iyiliği emreder, kötülükten menederler. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederler.
İşte Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allah Aziz’dir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe: 71)
Müminler birbirinin dostu ve yardımcılarıdırlar. Birbirlerine yardım eder ve desteklerler. İnsanlara Allah-u Teâlâ’nın razı olacağı her türlü iyiliği ve güzelliği emrederler. Kötülüklerden nehyederler. Tefrika çıkarmaz, fitne ve fesadı sevmezler. Allah’a ve Resul’üne itaat ederler.
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.” (Âl-i imran: 104)
Onlar namazlarını kılar, zekatlarını verirler. Allah’a ve O’nun Resulüne itaat ederler. Bu itaat, emir ve nehiylerin yaşanması şeklindedir. Kelâm-ı kadim’in ve Sünnet-i seniyye’nin hayatta tatbiki iledir. Allah-u Teâlâ münafıklara lânet ediyorken, müminlere ise rahmet edecektir. Bunlar dünyada zafere, ahirette cennete kavuşacaklardır. Bu ilâhî bir vaaddir, mutlaka meydana gelecektir. Ehl-i imanı nimetlere mazhar etmesi, kâfir ve münafıkları kahr ve azaba uğratması onun ilâhi rahmetindendir.
Allah-u Teâlâ mümin erkek ve kadınlar için çok büyük mükafat hazırladığını haber veriyor.
“Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaad buyurdu. Orada ebedi kalacaklardır. Hem de Adn cennetlerinde hoş meskenler vaad etmiştir. Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte asıl büyük kurtuluş da budur.” (Tevbe: 72)
Hayır kaynağı ve ebedi ikametgah olan, gözlerinin görmediği, kulaklarının işitmediği ve insanların aklına hayaline getiremediği cennetlerde, gayet hoş ve gönül safasıyla dolu bir mutluluk yaşanacak, güzel güzel meskenler müminlere vaadolunmuştur. Fevkalade güzel, hoş olan bağlar, bahçeler, vücuda getirmiştir. Orada geçici değil, ebedi kalınacaktır.
Allah-u Teâlâ cennetlik kullarına Cemal-i ilâhisini şân-ı uluhiyetine layık bir veçhile göstermek lütfunda bulunacak ve onlara hitaben selâm vererek onların kadir ve kıymetini artırmış olacaktır.
Câbir -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Cennet ehli bulundukları nimetler içinde zevke ererken ansızın üzerlerine bir nûr parıldar. Başlarını kaldırınca bir de ne görsünler, Rableri onlara üstlerinden nazar etmekte ve:
“Ey cennetlikler! Selâm üzerinize olsun!” buyurmaktadır.
İşte:
“Çok merhametli bir Rab olan Allah’tan onlara söz olarak selâm gelir.” (Yasin: 58)
Âyet-i kerime’si bunu belirtmektedir.
Bunun üzerine onlara nazar buyurur, onlar da O’na bakarlar ve baktıkları süre içinde diğer nimetlerden hiç bir şeye iltifat etmezler. Bu hal araya perde girinceye kadar devam eder ve Rablerinin nûru onların ve yerlerin üzerinde kalır.” (İbn-i Mâce. Mukaddime: 13)
Ebediyet yurdu olan cennetleri rahmeti ile kuşatan Allah-u Telâlâ’nın selâm ve esenlik nûru altında hayat sürmek müminler için tasavvurun fevkinde bir nimettir.
Allah-u Teâlâ, müminlerin ve münafıkların sıfatlarını bitirdikten sonra, kâfir ve münafıklarla mücadele etmeyi emrediyor.
Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran.
Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!” (Tevbe: 73)
Bu ilâhi emir Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ait olduğu gibi, ulül-emre de aittir.
Bu Âyet-i kerime’den anlaşılıyor ki; “Cihad etmek” kelimesi “Savaşmak” kelimesinden daha geniş muhtevalı ve daha şümullüdür. Zira münafıklar gizli kâfir oldukları için diğer açık kâfirler gibi savaş şeklinde bir cihad söz konusu değildir.
Münafıklara karşı açılacak cihad; delil ortaya koymak, belgeleri açıklamak, içlerindeki kötü niyetleri teşhir etmek, iki yüzlülüklerini ve dönekliklerini su yüzüne çıkarmak demektir.
Nifaklarını ortaya koydukları takdirde, onlara karşı da kılıçla cihad edilmesi gerekir.
Âyet-i kerime’de:
“Karşı gelen kesim ile Allah’ın emrine (hükümlerine) dönünceye kadar savaşınız.” buyuruluyor. (Hucurat: 9)
Çünkü münafıklar:
“İslâm’dan sonra küfre saptılar.” (Tevbe: 74)
Bunun içindir ki müslümanların kafirlerle ve münafıklarla güçlerinin yettiği nisbette cihad etmeleri gerekmektedir. Eğer iman etmişlerse.
Gerçekten de cihad kılıçla, dille, yazı veya yayın yoluyla veya daha başka yollarla, ne şekilde olursa olsun cehd ve gayret göstermek, çalışıp uğraşmak demektir. Savaş ise cihadın sadece bir çeşididir.
Diğer bir Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:
“Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz.” (Ebu Dâvud: 2504)
“Onlar, kötü bir şey söylemedik, diyerek Allah’a yemin ederler. Onlar o küfür kelimesini kesinlikle söylediler. İslâm’dan sonra küfre saptılar. Ve o başaramadıkları cinayeti tasarladılar. Halbuki intikam almaları için Allah’ın, Resulü ile onları lütfundan zenginleştirmiş olmasından başka bir sebep yoktu. Eğer tevbe ederlerse haklarında hayırlı olur. Yok yanaşmazlarsa Allah onları dünyada da, ahirette de acıklı bir azaba uğratır. Yeryüzünde onları koruyacak veya onlara yardım edecek bir kimse de bulunmaz.” (Tevbe: 74)
Bu ve bunun gibilerin durumu budur. Bunu böyle bilin. Allah’a ve Resul’üne sarılın. Şeytanın yolunda olanların yolundan gitmeyin. Sonraki nedamet hiç fayda vermez.
“Selâm olsun hidayete tâbi olanlara!”
(Tâhâ: 47)