Yaşar Nuri Öztürk “Kur’an’daki İslâm” isimli kitabında “Ebrehe’nin ordusunu helak eden siccin taşlarının veba mikropları” olduğunu ifade etmiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in doğumundan 52 gün önce vukua gelen “Fil Vakası” Kur’an-ı kerim’in Fil sûre-i şerif’inde haber verilmektedir.
Arapların takvim başı olarak kullandıkları “Fil hadisesi”, Muhammed Aleyhisselâm’ ın doğumundan 52 gün önce olmuştur.
Yemen’e hakim olan Habeş valisi dudağı yarık Ebrehe, mutaassıp bir hıristiyandı. Bu dini yaymak ve Arapları Kâbe-i muazzama ziyaretinden vazgeçirmek için Sana’da muhteşem bir kilise yaptırmış ve orasını Araplar için hacc yeri olarak ilân etmişti. Böylece bütün Arapları Kâbe yerine bu kiliseyi tavaf etmeye zorlamak ve Sana’yı hem dini hem de ticari bir merkez haline getirmek istiyordu. Fakat buna muvaffak olamadı. Çünkü Araplar bu kiliseye hiç iltifat etmedikleri gibi, hakaretler ettiler, gizlice adam salarak içini kirlettiler.
Ebrehe bunun üzerine Kâbe’yi ortadan kaldırmaya karar verdi. Hazırladığı bir ordu ile Mekke üzerine yürüdü. Ordunun önünde Mahmud adlı büyük bir fil, bir kaç tane de eğitilmiş fil bulunuyordu. Haberi alan Araplar yer yer karşı durmak istedilerse de dayanamadılar.
Ebrehe Mekke yakınlarında karargâh kurup, Kureyşlilerin mallarını yağma ettirdi. Yağma edilen mallar arasında Resulullah Aleyhisselâm’ın dedesi Abdülmuttalib’in develeri de bulunuyordu. Mekke’nin lideri durumunda bulunan Abdülmuttalip, Ebrehe ile görüşerek gasbedilen malların geri verilmesini söyledi. Ebrehe’nin bu durum pek tuhafına gitti. “Ben Kâbe’yi yıkmaya gelmişken, sen develerinin derdindesin!” dedi. O ise şöyle cevap verdi “Ben ancak develerin sahibiyim, Kâbe’nin elbet bir sahibi var, onu O korur.”
Bunun üzerine Ebrehe develeri geri verdi. Abdülmuttalip dönüşte halkın şehri terketmelerini ve dağlara çekilmelerini söyledi.
Ebrehe Kâbe’yi yıkmak için ordusunu ve filini, gösterdiği yöne tevcih etti. Ancak önde yürüttüğü büyük fil olduğu yere çöküp hareket etmedi. Güneye, Kuzeye ve Doğuya doğru çevrilince gidiyor, Mekke’ye doğru çevrilince çöküyordu. Ayağa kaldırmak için ne kadar zorladılarsa da başaramadılar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Kasvâ adlı devesi Mekke yakınlarında çökünce “Kasvâ’ya, file mâni olan mâni oldu.” buyurmuşlardı.
Sonra Allah-u Teâlâ’nın ezeli iradesi tahakkuk etti, tam Mekke’ye girmek üzere bulundukları bir sırada üzerlerine deniz tarafından kırlangıca benzer bölük bölük kuşlar sevketti. Ebâbil adındaki irili ufaklı, siyah, yeşil, beyaz renklerdeki bu kuşlar biri gagasında ikisi ayakları arasında olmak üzere üçer taş taşıyordu. Sürüler halinde Ebrehe’nin ordusunu yukarıdan kuşatıp attıkları taşlarla ölüm yağmuruna tuttular. Bu taşlar kime isabet ediyorsa, vücudu hemen çürümeye başlıyordu. Çok geçmeden altmış bin kişilik ordu delik-deşik olup mahvoldu. Aynı âkibete uğrayan Ebrehe canını zor kurtarıp Yemen’e döndü ise de, parça parça olan etleri çürüyerek ölmüştür. Mekke’den Yemen’e kadar bütün yollar, ilâhî azaptan kaçmaya çalışan Habeşliler’in cesetleriyle doldu.
Mekkeliler ölenlerin üzerindekilerden ve yanlarında getirdikleri şeylerden pek çok mal elde ettiler.
Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde Ebrehe ve ordusunun başına gelenleri şöyle haber vermektedir:
“Resulüm! Görmedin mi Allah (Kâbe’yi yıkmaya gelen) fil sahiplerine ne yaptı? Onların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı?” (Fil sûresi: 1-2)
Tabiatıyla bu bir ilâhî cezadır ki, tuğyan eden bir kavmi yok etmiş, düzenlerini boşa çıkarmış, insanların emniyet yeri olan Beyt’i muhafaza etmiştir.
“Üzerlerine sert taşlar atan sürü sürü Ebabil kuşları gönderdi. Sonunda onları yenilmiş ekin gibi paramparça yaptı.” (Fil sûresi: 3-4-5)
Âyet-i kerime’de geçen “Siccil” sert taş demektir. Yaşar Nuri küfre şirin görünmek için bu Âyet-i kerime’ye veba mikrobu deyip, Âyet-i kerime’nin asli mânâsını değiştirmiş, kendi zannını ortaya koymuş, küfrünü izhar etmiştir.
Bu Âyet-i kerime’dir. İlâhî hüküm budur. Bir Âyet-i kerime’yi değil, bir tek harfi dahi inkâr eden kâfir olur. Hüküm budur.
Allah-u Teâlâ “Ebabil kuşlarını gönderdim, onlar sert taşlar atıyorlardı” diyor. O ise Ebrehen’in ordusu veba mikrobu ile yok oldu diyor. Sûre’nin asli mânâsını değiştiriyor.
Böylece Âyet-i kerime’leri inkâr ediyor, dolayısıyla sûreyi de inkâr etmiş oluyor.
Yaratmak da, emretmek de Hazret-i Allah’a aittir, mahlukun hükmü yoktur. Yaratan da, yaşatan da, emreden de, hükmeden de Hazret-i Allah.
“Yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.” (A’raf: 54)
Bir kere bu adam bu hükm-ü ilâhiyi bırakıyor. Bu Âyet-i kerime’yi de bilmiyor, görmüyor. Bilmek de, görmek de istemiyor. Hem bu Âyet-i kerimeyi inkâr ediyor, hem de sûreyi inkâr ediyor, Allah-u Teâlâ’nın hükmünü değiştirmeye kalkıyor.
Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O’na aittir. Bunlar ifsatçıdır. İslâm dinini yaşamayanların iman ve İslâm’dan mevzu dahi etmeye salahiyeti yoktur.
“Hüküm, yücelerin yücesi Allah’ındır.” (Mümin: 12)
Hem Allah-u Teâlâ’nın hükmünü değiştiriyor, kendi hükmünü ortaya koyuyor, hem de diğer taraftan inkâra kalkıyor.
Hem Fil sûre-i şerif’indeki Âyet-i kerime’yi inkâr edip kendi zannını ortaya koyduğu zaman küfre kaydığı gibi; A’raf: 54, Mü’min: 12 Âyet-i kerime’lerinde belirlenen hududu aşıyor. Böylece küfrün üzerine küfür oluyor.
O ise kendi zannını yürüterek Âyet-i kerime’nin mânâsını değiştirerek delilsiz ve mesnetsiz konuşuyor.
Halbuki Âyet-i kerime’de:
“O’nun sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur.” buyuruluyor. (Kehf: 27)
Eğer murad-ı ilâhi Ebrehe ordusunu bu gibi hastalıklarla yok etmeye yönelik bulunsaydı, Kur’an-ı kerim’de buna uygun bir anlatım tarzına yer verilir, ne uçan kuşlardan, ne de taşıdıklarından söz edilirdi.
Halbuki Ebabil kuşlarının attığı taşlar o insanların vücudunda derin yaralar açmış ve Allah-u Teâlâ’nın lutfuyla Ebrehe’nin ordusu yerle bir olmuştur.
Muhyiddin-i İbn-ül Arabi -kuddise sırruh- Hazretleri Futuhat-ı Mekkiye’nin sorular ve cevaplar bölümünde askerlerden bahsederken bu sûreyi misal vererek; “Bu erleriyle taşıttığı çakıl taşlarını yüksekten düşman üzerine attırarak düşman ordusunu hezimete uğratmıştı.” demektedir. (Sh: 208)
Yine Yaşar Nuri’nin ilham aldığı reformculardan Abduh da Fil sûre-i şerif’indeki Ebabil kuşlarını sivrisinek, attıkları taşları da mikrop diye tefsir etmiştir. Aslında kuşlardan maksat ne sinek, ne de sivrisinektir, attıkları taşlardan da maksat ne mikrop ne de virüstür. Her yönüyle ilâhî kudretin tecelli eden hükmünü yansıtan bir mucizedir.
Helâk edilme olayı her yanıyla ve yönüyle bir mucizedir, hiçbir zaman tabii olaylarla kıyaslanamaz.
Bunların herbiri “Muhalefet et, meşhur olursun” sözü gereğince kimsenin söylemediği bir söz söylemek için küfre düşmüştür.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde:
“Damgalanmış ve pişirilmiş balçıktan taşlar.” buyuruyor. (Hud: 82)
Bu Âyet-i kerime’de geçen “Siccil” Âyet-i hakkında hiçbir kimse mikrob mânâsı çıkarmamıştır.
Allah-u Teâlâ Lut kavmi hakkında:
“Çamurdan taşlar.” buyuruyor. (Zâriyât: 33)
Allah-u Teâlâ sûre-i şerif’te açık olarak Ebabil kuşundan ve sert taştan mevzu ederken, bu kuşların sinek veya mikrop olduğuna inanmak ve bu fasit fikri yaymak fitne ve fesat çıkarmaktır.
Allah-u Teâlâ ise Âyet-i kerime’sinde ise:
“Kendilerine kitaptan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizinde yoldan sapmanızı istiyorlar.” buyuruyor. (Nisa: 44)
Dünyayı ahirete tercih eden bu tahripçiler dinde yenilik isterler. Asıl gayeleri bozmak, bidat ve küfrü yaymaktır. Simalarına baksan çok şey görürsün. Kendilerine sorsan âlimim diye geçinirler. Âlimim demekten kendilerine alamazlar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Kim ki ben âlimim derse, bilin ki o câhildir.” buyuruyorlar. (Münâvî)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’de:
“Size ilimden pek az birşey verilmiştir.” buyuruyor. (İsrâ: 85)
Hakikatte cahil olduklarını bilmezler ve fakat Allah-u Teâlâ:
“Hakkı batıl ile karıştırmayın. Bilerek Hakk’ı gizlemeyin.” buyuruyor. (Bakara: 42)
Kalıbına baksan imrenirsin. Fakat Allah-u Teâlâ onlar için:
“Direk olmuş keresteler.” buyuruyor. (Münafikun: 4)
“Kendilerine ‘Yeryüzünde fesad çıkarmayın!’ denildiği zaman ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler. İyi bilin ki asıl ortalığı ifsad edenler kendileridir. Lâkin anlamazlar.” (Bakara: 11-12)
Hadis-i şerif’lerde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Kur’an âyetlerine kendi reyi ile mânâ veren kimse cehennemden kendisine yer hazırlasın.” buyuruyorlar. (Münâvî)
Bu ve bunun gibi kimselerin Âyet-i kerime’ler üzerinde yaptığı, apaçık bir tahriftir. Sûrede böyle bir beyan yoktur. Amma Allah-u Teâlâ onları şöyle haber veriyor:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar.
Şeytan onları istila etmiş, onlara Allah’ı, anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır, iyi bilinki asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücâdele: 18-19)
Bütün göklerin ve yerin ordusu Allah’ındır. Allah-u Teâlâ Ebabil kuşlarıyla sert taş atan mahlukatını gönderince bunu çevirip mikrop demek Allah-u Teâlâ’nın ordularını inkâr demektir.
Halbuki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Göklerin ve yerin askerleri Allah’ındır.” buyuruyor. (Fetih: 7)